Köşe yazarı bazı ehliyetsiz müftüler (bunların
içinde bir bayan da var) ısrarla Kur'an'da başörtüsünün olmadığını, bunu
geleneğe bağlı olarak yorumcuların uydurduklarını ve Kur'an'a mal ettiklerini,
Kur'an'da (dolayısıyla İslam'da) bulunmayan, farz olmayan başörtüsünü
kullanmakta ısrar edenlerin bunu siyaset gereği yaptıklarını? iddia ediyor ve bu
iddialarını meydan okuyan bir üslup içinde tekrar edip duruyorlar. Halbuki çok
değil, birkaç ay önce bu konuyu bir daha yazmıştım; işte size o yazıdan bir
parça:
"Hayli zaman önce bir ilahiyatçı
ile İslam'da başörtüsünün hükmü konusunu yazışarak tartışmıştık. Bu tartışmayı
olduğu gibi "İslam'da kadın ve Aile" isimli (Ensar Yayınları'ndan) kitabıma
aldım. Geniş bilgi almak isteyenlere tavsiye ederim. Burada, sayın Ö. İnce'nin
yazısı sebebiyle, Kur'an'da başörtüsü'ne ait kısa bir özet
yapacağım:
"Kur'an-ı Kerim'de başörtüsü 24 sıra numaralı Nur suresinin
31. âyetinde geçmektedir. "Kadınlar, başörtülerini, göğüslerinin üzerinden
bağlasınlar; yani başörtüleriyle göğüslerini de örtsünler" mealindeki bu âyette
geçen "humur" kelimesi, başörtüsü manasına gelen "hımâr" kelimesinin çoğuludur.
"Kur'an'da geçen hımar kelimesi yalnızca örtü manasına gelir, başörtüsü manasına
gelmez" diyenler kesinlikle yanılıyorlar. Çünkü bu kelimenin kökünde "örtme,
karışma, yaklaşma" gibi manalar varsa da, kökten alınmış farklı kelimelerin
(şekillerin) farklı manaları vardır. Mesela aynı kökten gelen "hamr", şarap,
"hamîr", hamur mayası, "humâr" akşamdan kalma hali manalarına gelir. Tartışma
konumuz olan "hımâr" da başörtüsü ve vücudun bütününü örten örtü manalarında
kullanılmıştır. Bu mananın delillerine gelince:
Hz. Peygamber zamanından
bu güne kadar "hımâr"a bu mana verilmiş ve uygulama da bu manaya göre
olmuştur.
2. İbn Manzûr, Fîrûzâbâdî gibi kaynak luğatçıların eserlerinde
kelimeye "başörtüsü" manası verilmiştir.
3. Taberî, Zemahşerî gibi kaynak
tefsirlerin tamamında hımâr kelimesinin manasının başörtüsü olduğu
kaydedilmiştir.
4. M. Esed'in İngilizce ve M. Hamidullah'ın Fransızca
çevirilerinde de kelimeye verilen mana "başörtüsü"dür.
Hasılı Kur'an'da
başörtüsünün bulunduğuna dair deliller güçlü ve çok, bulunmadığına dair delil
ise yoktur."
Bu vesile ile mahut bayanın programında arkadaşım M. Saim
Yeprem'in beğendiğim bir cevabını da nakletmek isterim. Bayan yine "Kur'an'da
başı örtmek yok, gerdanı örtmek var" demiş. Saim Bey de "Kur'an'da başörtüsü
var, evet 'saçınızı örtün' denmiyor, ama 'başörtünüzle gerdanınızı kapatın"
deniyor, mesela "Etekliklerinizle diz kapağınızdan aşağısını örtün" denseydi,
aşağı çekerek aşağıyı örtün, üst tarafını açın manası verilir miydi?"
demiş.
Ben dinleyemedim, dinleyenler naklettiler, pek beğendim, ağzına
sağlık
"Bazı ilahiyatçılarlar, 'Kur'an'da başörtüsü hükmü yoktur' veya 'Devir
değişti, İslam hukuku artık uygulanmaz' diyorlar. Dayandıkları bir nas var
mı?"
Bu konuda yıllardır yazıyoruz; ama hâlâ konuşulduğunu,
tartışıldığını, sorulduğunu görünce yazmaya devam etme ihtiyacı ortaya
çıkıyor.
"İslâm'da başörtüsü vardır" diyecek yerde
"Kur'ân'da vardır" dememizin sebebi, "Kur'ân'da olmayan İslâm'da da yoktur"
diyenlere itiraz payı/fırsatı bırakmamaktır. Doğrusu ise
"Kur'ân'da, Sünnet'te, ictihadda ve ictihadların birleşmesi ile meydana gelen
icmâda var olanın İslâm'da da varolduğu" hükmü ve kaidesidir.
Cehaletten cesaret alanlarla bilgisini "nefsânî arzularına, menfaatine,
taassubuna, peşin hükmüne" kurban edenler, Müslüman halkımızın kafasını
karıştırıyorlar.
Ortaya attıkları yeni iddia -daha doğrusu
yeniden ısıtıp sofraya getirdikleri temcit pilavı- "başörtüsünün Kur'ân'da
bulunmadığı, başın ve saçın açılmasında dinî bir sakınca olmadığı"
hükmüdür.
Halbuki biraz Arapça bilenler, Nur sûresinin
ilgili ayetinde (24/31) geçen "hımâr" (çoğulu humur) kelimesinin "başörtüsü ve
baş dahil vücudun üst kısmını kapatan örtü" mânasına geldiğini
bilirler.
Bu âyet gelmeden önce başlarındaki örtünün öndeki
iki ucunu omuzlarından arkaya atan, boyunlarını ve gerdanlarını açıkta bırakan
kadınlara "böyle yapmayın, bu iki ucu göğsünüzün (elbisenizin yakasının,
gerdanınızın) üzerinden bağlayın" emrinin verildiğini de bilirler.
Hadis okuyanlar, bu âyet gelince mescitte bulunan Ensar kadınlarının
-ilâhî emri geciktirmeden yerine getirmek üzere- etekliklerini yırtarak
başlarını, boyun ve gerdanlarını bununla bağladıklarını; keza Hz. Peygamber'in
(s.a.) "Allah Teâlâ ergin kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (İbn Mâce,
Tahâre, 132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, IV, 151, 218, 259).
buyurduğunu da bilirler.
Bunları bilmeyenlerin fetva verme
hakları yoktur. Bilip de bilmezden gelenlerin, güneşi nefsânî balçıklarıyla
sıvamaya kalkışanların ise hesap günü gelip çatmadan akıllarını başlarına
almaları gerekir.
Bu vesile ile konuyu bir daha özetlemekte
fayda görüyoruz:
Nur sûresindeki âyetlerde kadınların avret
(örtmeleri gereken) yerleri açıklanmış, hadisler de bu açıklamayı tamamlamıştır.
Örtme, kapatma emri ve yabancıya (nâmahreme) gösterme yasağının, kadın başını ve
saçını da içine alıp almadığı bütün devirlerde konuşulmuş, sorulmuş ve başın ve
saçın avret olduğu, kapatılması gerektiğinde ittifak edilmiştir (icmâ meydana
gelmiştir).
Bizim tesbitimize göre sahâbeden günümüze kadar
her asırda yapılan ve kısmen yazılan tefsirlerde hür, Müslüman kadınların el,
yüz ve ayakları hariç, bütün vücutlarının avret olduğu, örtülmesi gerektiği
konusunda sözbirliği ve görüş beraberliği vardır. Baş dahil avret yerlerinin
örtülmesinin farz, açılmasının haram olması hükmü, açıklayıcı hadisler yanında
bilhassa Nur sûresindeki âyete ve bu âyetin şu üslûp özelliğine
dayandırılmıştır:
a) Erkeklerin gözlerini haramdan
korumaları, iffetlerine sahip olmaları istenmiş; ancak bu davranışın onları
ruhen temiz kılacağı bildirilmiştir.
b) Kadınların da
gözlerini haramdan (cinsi arzuyu uyandıracak yerlere bakmaktan) sakınmaları,
iffetlerini korumaları emredilmiş; hemen bunun arkasından zaruri olarak açıkta
kalan yerler (eller, ayaklar ve yüz) müstesna bütün vücutlarını kapatmaları,
güzel ve çekici yerlerini nâmahreme göstermemeleri istenmiştir.
c) Başörtülerini (hımâr-humur) boyun ve göğüslerini örtecek şekilde
bağlamaları açıkça ve özellikle emredilmiştir.
d) Örtülecek
ve açılacak yerler yanında kimlere karşı ne kadar açılabilecekleri de hükme
bağlanmıştır.
e) İlgili ayetlerin sonunda "Ey iman edenler!
Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtulasınız" buyurulmuş, örtünmenin bir
tavsiye değil, bağlayıcı emir olduğu hükmüne bir işaret göndermesi de bununla
yapılmış, daha önceki ve bundan sonraki itaatsizlikler için tövbe edilmesi
gerektiği vurgulanmıştır.
Bu emir gelince Müslüman kadınlar
derhal itaat etmişler, gerektiği gibi kapanmışlar, uygulama Hz. Peygamber (s.a.)
tarafından titizlikle takip edilmiş ve asırlar boyunca da bu şekilde devam
etmiştir.
Bütün bu açıklama, karîne, delil ve işaretler
konumuz olan, sınırları belirlenmiş örtünme emrinin -tavsiye değil- bağlayıcı
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Kaynak:Sorularla İslamiyet
__________________________________________________________________________-- Ayetlerin tefsirlerinide ekliyorum aklınızda şüphe
kalmasın.İslamda örtünme yok,başörtü yok diyen sapıkların yoluna gitmeyin.Onlar
nefslerine ve şeytana uyanlardır.
Ahzab Süresi(33. Süre ) 32.ayet Ey
Peygamber hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer takvâ
sahibi olmak istiyorsanız, edâlı konuşmayın. Kalbinde hastalık bulunan kimse
kötü şeyler ümit eder. Daima ciddi ve ağırbaşlı söz
söyleyin. 33.ayet Vakar ile
evlerinizde oturun. İlk cahiliye çağı kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp
saçılarak yürümeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Peygamber'e itaat
edin. Ey Ehl-i beyt! Allah sizden kiri, günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak
ister. 34.Ayet Evlerinizde okunan
Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ki Allah Lâtif'tir, haberdar
olandır. (vakar:Ağırbaşlılık)
İbni Kesir Tefsiri
Ey Peygamber
Kadınları
Bu
da Allah'ın hem peygamberin hanımlarına, hem de onun ümmetinin hanımlarına
emrettiği bir edeb tarzıdır. Allah Teâlâ peygamberin hanımlarına hitâb ederek
kendilerine emrettiği gibi Allah'tan korkmalarını ve onların diğer kadınlara
benzemediklerini, fazilet ve mertebe bakımından diğer kadınlarla aynı
olmadıklarını belirterek «(Sözde) edalı olmayın.» buyuruyor. Süddî ve başkaları
bu ifâdenin, erkeklerle konuşurken ağzınızı ve yüzünüzü eğip bükmeyin, demek
olduğunu belirtmişlerdir. Bunun için Allah Teâlâ müteakiben »Kalbinde bir
hastalık bulunanlar kötü şeyler umarlar. Ve hep ma'rûf söz söyleyin.» İbn
Zeyd'in dediğine göre hayır, ma'rûf, güzel ve beğenilen sözler söyleyin,
demektir. Bu demektir ki; onlar yabancılara dillerini eğip bükerek
seslenmeyecekler ve kadınlar yabancılara kocalarına seslendikleri gibi
seslenmeyeceklerdir,
«Evlerinizde oturun.» İhtiyâcınız olmadığı takdirde
evinizin dışına çıkmayın. Şer'î ihtiyâçlar arasında şartına uyarak camide namaz
kılmak da yer alır. Nitekim Rasûlullah (s.a.) da şöyle buyurmuştur: Allah'ın
cariyelerini Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın. Ancak onlar camilere koku
sürünmeden çıksınlar. Bir başka rivayette ise, onların evleri kendileri için
daha hayırlıdır, buyurmuştur.
Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Humeyd îbn
Mes'ade... Enes'ten nakleder ki; o şöyle demiş: Kadınlar Hz. Peygambere
dertlenerek ey Allah'ın Rasûlü, erkekler bizden ayrı olarak cihâda gidiyor biz
ise cihâda gidemiyoruz. Bizim için Allah yolunda cihâda gidenlerin ameline
ulaşabilmemizi sağlayacak bir amel yok mu? Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki:
Sizlerden her kim evinde oturursa; o Allah yolunda cihâd edenlerin amelinin
derecesine ulaşır. Veya buna benzer bir kelime kullandı. Hafız Ebu Bekr
el-Bezzâr der ki: Biz bu hadîsi Sâbit'den ancak Revh İbn Müsey-yeb kanalıyla
biliyoruz ki, bu Basra'lı bir adamdır ve meşhurdur. Bez-zâr aynı şekilde dedi
ki: Bize Muhammed İbn Müsennâ... Abdullah kanalıyla Hz. Peygamberden nakletti
ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kadın avrettir. Evinden çıktığı zaman
onu şeytân karşılar. Onun için Rabbına en yakın olduğu an evinin içidir.
Tirmizî, Bündâr kanalıyla Arar İbn Âsım'dan bu hadîsi bu şekilde rivayet eder.
Yine Bezzâr yukardaki isnâdıyla, Ebu Dâvûd da aynı isnâdla Hz. Peygamberin şöyle
buyurduğunu naklederler: Kadının evinin içindeki odasında namaz kılması, evinde
namaz kılmasından daha afdaldır. Evinde namaz kılması ise evinin avlusunda namaz
kılmasından afdaldır. Bu hadîsin isnadı sağlamdır.
«İlk câhiliyye
devrinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.» Mücâhid der ki: Câhiliyye devrinde
kadın erkekler arasında gezinip dururdu. İşte câhiliyye devrinin açılıp
saçılması budur. Katâde der ki: «İlk câhi--liyye devrinde olduğu gibi açılıp
saçılmayın.» Yani evinizden çıktığınızda böyle yapmayın, çünkü o dönemde
kadınlar yürürken kırıta kınta yürürlerdi. Allah TeMâ: bunu bu âyetiyle
yasaklamıştır.
Mukâtil İbn Hayyân der ki: «İlk câhilîyye devrinde olduğu
gibi açılıp saçılmayın:» âyetinde geçen kelimesi, örtüyü başın üzerine atıp
bağlamamaktır. Böylece hanımların boynu, gerdanı, küpesi ve diğer süs eşyaları
görünürdü. İşte âyette geçen açılıp saçılmaktan maksad budur. Bilâhare bu yasak
bütün mü'min kadınlara da teşmil edilmiştir.
İbn Cerîr Taberi der ki:
Bana İbn Züheyr... İbn Abbâs'tan nakletti ki; o, «İlk câhiliyye devrinde olduğu
gibi açılıp saçılmayın.» âyetini okudu, sonra şöyle dedi: Hz. Nûh ile İblîs
arasında bin sene vardı ve Âdem'in çocukları iki batından gelmişlerdi. Bir kısmı
ovalarda bir kısmı dağlarda otururdu. Dağdaki erkekler güzel, kadınları da kanlı
canlıydı. Ovadaki kadınlar güzel erkekleri kanlı canlıydı. İblîs Aleyhilla'ne
ova halkından bir adamın yanına genç bir çocuk şeklinde geldi ve kendisini onun
yanında hizmetçi kıldı. Adama hizmet ediyordu. İblîs Aleyhilla'ne çobanların
çaldığı kavala benzer bir şey getirdi ve o gün insanların duymadıkları bir sesi
onlara duyurdu. Bu durum etrafa yayıldı, halk çevreden gelip onu dinlemeye
başladılar. Bunu her yıl toplandıkları bir bayram şekline dönüştürdüler. Bu
bayramda kadınlar, erkekler için açılıp saçılıyor ve süsleniyorlardı. Dağ
ahâlîsinden bir adam o bayram günü oradakilere saldırdı. Kadınlarının
güzelliklerini gördü ve arkadaşlarına gelip onların güzelliklerini bildirdi.
Onlar da adamın etrafında toplanarak ovadakilerin yanına gittiler böylece
aralarında fuhuş yayıldı. İşte Allah Teâlâ'nın «İlk câhiliyye devrinde olduğu
gibi açılıp saçılmayın.» kavliyle kasdedilen budur.
«Namaz kılın, zekât
verin, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin.» Allah Teâlâ peygamberin hanımlarını önce
kötülükten nehyettikten sonra, hayır işler yapmalarını emrediyor. Bunlar
arasında yalnız ve yalnız Allah'a kulluğun nişanesi olan namazı kılmalarını,
Allah'ın mahlûkâtına iyi davranmak demek olan zekâtı vermelerini, Allah ve
Rasûlüne itaat etmelerini bildiriyor. Bu, umûmun hususa atfı
kabîlindendir.
«Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği
gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» Bu âyet peygamberin hanımlarının
peygamber evinin halkı arasına girdirildiğinin açık hükmüdür. Çünkü bu âyetin
nüzul sebebi peygamberin hanımlarıdır. Nüzul sebebi ya tek başına ya da
başkalarıyla birlikte âyetin hükmü içine dâhil olur. Sahîh olan budur. İbn Cerîr
İkrime'den rivayet eder ki; O «Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği
gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» âyetinin özellikle peygamberin
hanımları hakkında nazil olduğunu sokakta bağırarak söylerdi. İbn Ebu Hatim de
aynı şekilde rivayet ederek der ki: Bize Musul'lu Ali İbn Harb... İbn Abbâs'tan
nakletti ki o; bu âyet özellikle peygamberin hanımları hakkında nazil olmuştur,
demiştir.
Eğer bu âyetin sebeb-i nüzulü olarak peygamberin hanımları
kasdediliyorsa ve başkalarının âyetin nüzulünün sebebi olmadığı söyleniyorsa, bu
ifâde sahîhtir. Ama bu âyetle yalnızca peygamberin hanımlarının kasdedildiği,
başkalarının kasdedilmediği söylenmek isteniyorsa, bu görüşün üzerinde durulması
gerekir. Çünkü bu âyetler de kasdedilen hususun yalnız peygamberin hanımları
olmadığı konusunda pek çok hadîs-i şerif vârid olmuştur. Bunları buraya
dercedelim:
1- îmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Affân, Enes îbn
Mâlik'-den nakletti ki; Rasûlullah Aleyhissalâtüvesselâm altı ay boyunca
Fâ-tıma'nm kapısının önünden, geçtiğinde sabah namazına gidiyorsa;
ey
hane halkı (Ehl-i Beyt) namaz der ve «Allah muhakkak ki sizden
eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» âyetini okurdu. Tirmizî
bu hadîsi Abd İbn Humeyd kanalıyla Enes İbn Mâlik'den naklettikten sonra hasen
ve garîb hadîstir, der.
2- îbn Cerîr Taberî der ki: Bize Abdullah İbn
Vekf... Ebu'1-Ham-râ'dan nakletti ki; o şöyle demiş: Rasûlullah döneminde yedi
ay boyunca Medine'ye bekçilik yaptım. Sabah namazı olunca Hz. Peygamberin
kalktığını, Ali ve Fâtıma'nın kapısına- gelip; namaz, namaz, dediğini sonra bu
âyeti okuduğunu gördüm. Bu hadîsin râvîleri arasında yer alan Ebu Dâvûd el-A'mâ;
Nefî' İbn Hâris'tir ve yalancı bir râvîdir.
3- Yine îmâm Ahmed der ki:
Bize Muhammed îbn Mus'ab... Ebu Ammâr'dan nakletti ki; o şöyle demiş: Ben Vasile
İbn Eskâ'ın yanma girdim. Onun etrafında bir topluluk oturuyordu. Hz. Ali
(r.a.)yi söz konusu ediyorlardı. Onlar kalkınca Vasile İbn Eskâ' bana dedi ki:
Ra-sûlullâh (s.a.)tan gördüğüm bir şeyi sana haber vereyim mi? Ben; evet, dedim.
O dedi ki: Ben Hz. Fâtıma'ya varıp Hz. Ali'yi sordum. O da; Ra-sûlullah'a doğru
gitti, dedi. Oturdum onu bekliyordum. Nihayet Ra-sûllah (s.a.) beraberinde Ali,
Hasan ve Hüseyn olduğu halde geldi. Her birinin elini kendi elinin içerisine
almıştı. İçeri girdi ve Hz. Ali ile Fâ-tıma'yı önüne oturttu. Hz. Hasan ile
Hüseyn'i iki kucağına oturttu. Sonra elbisesini onların üzerine örterek —veya
onlara giydirerek dedi— şu âyet-i kerîme'yi okudu: «Ey Ehl-i Beyt, Allah
muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» Sonra
devamla; Allah'ım, bunlar benim evimin halkı —Ehl-i Beytim— benim evimin
halkının temizlenmeye en çok hakları vardır, buyurdu. Ebu Ca'fer İbn Cerîr
Taberî, Abdülkerîm İbn Ebu Umeyr kanalıyla... Ebu Amr el-Evzâî'-den bu hadîsi
naklettikten sonra, sonuna şu eklemeyi yapar: Vasile dedi ki: Ey Allah'ın
Rasûlü, ben de senin ehlinden miyim? Hz. Peygamber buyurdu ki: Sen de benim
ehlimdensin. Vasile dedi ki: İşte benim hayatta en çok umduğum şey bu idi. Sonra
İbn Cerîr Taberî, Abd'ül-A'lâ Vâsıl kanalıyla... Efcu Ammâr'dan nakleder ki; o,
şöyle demiştir: Ben Vasile İbn Eskâ'ın yanında oturuyordum. O sırada Hz. Ali'yi
bahis mevzuu ederek ona küfrettiler. Yanındakiler gidince o bana dedi ki: Otur
sana onların küfrettiği zâttan haber vereyim. Ben Allah Rasûlünün yanında
bulunuyordum. O sırada Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyn geldiler. Hz. Peygamber
elbisesini onların üzerine atarak şöyle dedi: Allah'ım, bunlar benim eviminin
halkı. Allah'ım, onların kirlerini gider ve onları tertemiz kıl. Ben dedim ki:
Ey Allah'ın Rasûlü, ben de senin evinin halkından mıyım? O; sen de, dedi. Vasile
der ki: Allah'a andol-sun ki bana göre yaptığım şeylerin en güveniliri
budur.
4- îmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Abdullah İbn Humeyr... Atâ
İbn Ebu Rebâh'tan nakletti ki; o şöyle demiş: Ümmü Seleme'den duyan birisi bana
anlattı ve şöyle dedi: Hz. Peygamber Ümmü Seleme'-nin evinde oturuyordu. Hz.
Fâtıma yanında bir parça etle geldi. Ben Fâtıma'yı peygamberin yanına götürdüm.
Hz. Peygamber ona; kocanı ve iki oğlunu da çağır, dedi. Ümmü Seleme der ki: Hz.
Ali, Hasan ve Hüseyn de geldiler ve peygamberin yanına girdiler. O et
parçasından yiyorlardı. Hz. Peygamber ise Hayber örtüsü ile örtülü bir sedirin
üzerinde uyku halindeydi. Ben de odamdaydım. Bu sırada Allah Teâlâ «Ey Ehl-i
Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek
ister.» âyetini inzal buyurdu. Ümmü Seleme der ki: Hz. Peygamber örtünün fazla
kısmını aldı ve onların üzerine Örttü. Sonra elini çıkararak göğe yöneldi ve
şöyle dedi: Allah'ım, bunlar benim evimin halkıdır. Benim öz âilemdir. Onların
pisliğini gider ve onları tertemiz kıl. Ümmü Seleme der ki: Başımı evin
içerisine sokarak dedim ki: Ben de sizinle beraber değil miyim ey Allah'ın
Rasûlü? O; sen benim için seçilmişsin, sen benim için seçilmişsin, dedi. Bu
hadîsin isnadında adı verilmeyen kişi Atâ'nın şeyhidir. Diğer râvîler de
güvenilir kişilerdir. Bu hadîsin bir başka tarîktan nakli şöyledir: İmâm Ahmed
İbn Hanbel der ki: Muhammed İbn Ca'fer... Atiyye et-Tafavî'den nakletti ki;
babasına Ümmü Seleme anlatıp şöyle demiş: Bir gün Hz. Peygamber benim evimde
olduğu sırada hizmetçi gelip; Fâtıma ve Ali kapı önündeler, dedi. Ümmü Seleme
der ki: Hz. Peygamber bana; kalk ve evimin halkını bir kenara al, dedi. Ümmü
Seleme der ki: Ben de kalktım ve evin yakınında bir kenara durdum. Hz. Ali ve
Fâtıma girdiler beraberlerinde Hasan ve Hüseyn de vardı. Her ikisi de küçük
çocuktular. Çocukları alıp kucağına oturttu ve öptü. İki elinden biriyle
Fâ-tıma'ya, diğeriyle de Ali'ye sarıldı. Fâtıma'yı ve Ali'yi öptü. Onların
üzerine siyah yünden bir örtüyü atarak buyurdu ki: Allah'ım ben ve hane halkım
(Ehl-i Beyt) cehenneme değil, Sana. Ümmü Seleme der ki: Ey Allah'ın Rasûlü ya
ben? dedim. Allah'ın salât ve selâmı senin üzerine olsun. Hz. Peygamber; sen de
dedi. Bu hadîsin bir başka yoldan rivayeti de şöyledir: İbn Cerîr Taberî der ki:
Bana Ebu Küreyb... Ümmü Seleme'den nakletti ki; bu âyet onun evinde nazil
olmuştur. Ümmü Seleme dedi ki: Ben evimin kapısı önünde oturuyordum. Dedim ki:
Ey Allah'ın Rasûlü, ben ev halkından (Ehl-i Beyt) mıyım? Allah'ın Rasûlü buyurdu
ki: Sen benim için seçilmişsin, sen peygamberin eşlerin-densin. Ümmü Seleme der
ki: O gün evde Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hüseyn
bulunuyordu. Allah hepsinden razı olsun. Bu hadîsi İbn Cerîr Taberî Ebu Küreyb
kanalıyla Şehr İbn Havşeb'den de aynı şekilde nakleder.
Hadîsin başka
yollardan rivayetleri de vardır. Nitekim İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu
Küreyb... Abdullah İbn Vehb İbn Zem'â'dan nakletti ki; o bana Ümmü Seleme
(r.a.)den şöyle haber verdi demiş: Rasûlullah (s.a.) Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve
Hüseyn'i toplayıp elbisesi altına girdirdi, sonra Allah'a yal vararak dedi ki:
Şunlar benim evimin halkıdır. Ümmü Seleme der ki: Ey Allah'ın Rasûlü, beni de
onların arasına girdir, dedim. Hz. Peygamber; sen benim ehlimdensin, dedi. îbn
Cerîr Taberî aynı hadîsi Ahmed İbn Muhammed et-Tûsî kanalıyla Ömer İbn Ebu
Seleme'den, o da annesinden aynı şekilde rivayet eder.
Hadîsin bir başka
tarîktan rivayeti de şöyledir: İbn Cerîr Taberî der ki: Bana Ebu Küreyb... Ebu
Hüreyre kanalıyla Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini nakletti: Fâtıma Hz. Peygambere
gelerek yağ ve unla, pişirilen ve adına Asîde denilen bir yemeği hazırladı ve
tabağı Peygamberin önüne koydu: Hz. Peygamber; amcamın oğlu ve iki çocuğun
nerede? dedi. Hz. Fâtıma; evdeler, dedi. Hz. Peygamber; onları da çağır, dedi.
Hz. Fâtıma Hz. Ali'nin yanına gelip dedi ki: Kalk, Rasûlullah seni ve
çocuklarını istiyor. Ümmü Seleme der ki: Hz. Peygamber onlann geldiklerini
görünce uyuduğu yerde serili bulunan bir örtüye doğru uzandı onu çekip yaydı ve
onları bu örtünün üzerine oturttu. Sonra örtünün dört bir tarafından tuttu.
Onları örtünün altına girdirerek sağ eliyle Rabbı Azze ve Celle'ye doğru yönelip
dedi ki: Allah'ım, bunlar benim evimin halkıdır (Ehl-i Beytim) Onların
eksikliklerini gider ve onları tertemiz kıl.
Hadîsin bir başka yoldan
rivayeti de şöyledir: İbn Cerîr Taberî der ki: Bize İbn Humeyd... Hâkim İbn
Sa'd'dan nakletti ki; o şöyle demiş: Ümmü Seleme'nin yanında biz Ali İbn Ebu
Tâlib'den bahsettik. O dedi ki: «Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden
eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» âyeti benim evimde nazil
oldu. Ümmü Seleme der ki: Rasûlullah (s.a.) evime geldi ve bana; kimsenin içeri
girmesine izin verme, dedi. Hz. Fâtıma geldi, ben onun babasının yanma girmesine
engel olmak istemedim. Sonra Hz. Hasan geldi. Onun da annesinin ve dedesinin
yanına girmesine engel olmak istemedim. Sonra Hz. Hüseyn geldi. Ben onun da Hz.
Peygamberin yanına girmesine engel olmak istemedim. Sonra Hz. Ali geldi. Ona da
engel olamadım. Hepsi toplanınca Rasûlullah (s.a.) üzerinde bulunan bir örtüyü
onların üzerine yayarak şöyle dedi: Bunlar benim hâne halkımdır. Allah'ım,
onların eksikliklerini gider ve kendilerini tertemiz kıl. İşte onlar serginin
altına toplandıkları sırada bu âyet nazil oldu. Ümmü Seleme der ki: Ben, Ey
Allah'ın Rasûlü ya ben? dedim. Allah'a andolsun ki Hz. Peygamber evet diye
karşılık vermedi. Sâdece; sen benim için seçilmişsin, buyurdu.
5- İbn
Cerîr Taberî der ki bana İbn Vekî'... Şeybe'nin kızı Sa-fiyye'den nakletti ki; o
şöyle demiş: Hz. Âişe dedi ki: Bir sabah Rasûlullah (s.a.) çıktı üzerinde
yolculukla ilgili şekillerin bulunduğu yünden örme bir örtü vardı. Siyah
kıldandı. Hz. Hasan geldi Rasûlullah onu örtünün içerisine girdirdi. Sonra
Hüseyn geldi onu da girdirdi. Sonra Fâtı-ma geldi onu da girdirdi, sonra Ali
geldi onu da girdirdi. Sonra «Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği
gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» âyetini okudu. Müslim bu hadîsi Ebu
Bekr İbn Ebu Şeybe kanalıyla Safiyye Bint Şeybe'den nakleder.
Hadîsin bir
başka tarîktan rivayeti şöyledir: îbn Ebu Hatim der ki; Bana babam... Avam İbn
Havşeb'den nakletti ki; onun amcası şöyle demiş: Babamla beraber Hz. Âişe'nin
yanma gittik. Ben ona Hz. Ali'den suâl ettiğimde Hz. Âişe dedi ki: Sen bana,
insanlar arasında Ra-sûlullah'm en çok sevdiği birinden suâl ediyorsun. Onun
nikâhı altında peygamberin kızı vardı ve o peygambere insanların en
sevgilisiydi. Ben Hz. Peygamberin, Ali'yi, Fâtıma'yı, Hasan'ı ve Hüseyn'i
çağırıp üzerlerine elbisesini attığını, sonra; Allah'ım, benim evimin halkı işte
bunlardır, onların eksikliğini gider ve onlan tertemiz kıl, diye duâ ettiğini
gördüm. Hz. Âişe der ki: Ben Hz. Peygambere yaklaşıp ey Allah'ın Rasûlü, ben
senin evinin halkından değil miyim? dedim. Hz. Peygamber; sen bir kenara çekil
çünkü sen benim için seçilmişsin, dedi.
6- İbn Cerîr Taberî der ki: Bize
İbn el-Müsennâ... Ebu Saîd'den nakletti ki; Raşûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ey
Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz
temizlemek ister.» âyeti beş kişi hakkında nazil olmuştur. Ben, Ali, Hasan,
Hüseyn ve Fâ-tıma. Daha önce Fudayl İbn Merzûk'un Atiyye kanalıyla Ümmü
Seleme'-den naklettiği rivayet geçmişti. İbn Ebu Hatim de bu hadîsi Hârûn îbn
Sa'd kanalıyla mevkuf olarak Ebu Saîd'den nakleder. Allah en iyisini
bilendir.
7- İbn Cerir Taberî der ki: Bize İbn el-Müsennâ... Bükeyr îbn
Mismâr'dan nakletti ki; o ben Sa'd'm oğlu Âmir'den işittim ki Sa'd Ra-sûlullah
(s.a.)ın şöyle dediğini duydum, demiş: Hz. Peygambere vahiy nazil olunca Ali'yi
onun iki oğlunu ve Fâtıma'yı alarak elbisesi altına girdirdi ve; Rajpbım, işte
bunlar benim ailem ve ev halkım, buyurdu.
8- Müslim, Sahîh'inde der ki:
Bana Züheyr îbn Harb... Yezîd İbn Hayyân'dan nakletti ki; o şöyle demiştir: Ben
ve Sebre oğlu Hu-sayn ve Müslim oğlu Ömer Zeyd İbn Erkam'ın yanma vardık.
Oturunca Husayn dedi ki: Ey Zeyd, sen pek çok hayra ulaştın. Rasûlullah'ı
gördün, hadîsini duydun, onunla beraber savaştın ve arkasında namaz kıldın. Ey
Zeyd, sen gerçekten pek çok hayra erdin. Bize Raşûlullah (s.a.) dan işittiğin
bir hadîsi anlat. Zeyd İbn Erkam dedi ki: Ey kardeşim oğlu Allah'a hamdolsun ki
benim yaşım ilerledi, devrim geçti. Raşûlullah (s.a.)dan ezberlediğim şeylerin
bir kısmını unuttum. Size söylediğimi kabul edin söylemediğimden dolayı da beni
zor durumda bırakmayın. Sonra dedi ki: Rasûlullah (s.a.) Mekke ile Medîne
arasında bulunan Humma denilen suyun bulunduğu yerde bir gün hutbe okudu.
Allah'a hamd ü senalarda bulundu, va'zetti, öğüt verdi, sonra şöyle dedi: İmdi
ey insanlar, ben ancak bir beşerim, Rabbımın elçisinin gelip benim ona uymam
zamanı yaklaştı. Ben size iki şey bırakıyorum. Birisi Allah'ın kitabı. Onda
hidâyet ve nûr vardır. Allah'ın kitabını alın ve ona sarılın. Hz. Peygamber
Allah'ın kitabına teşvik ve terhîb etti. Sonra dedi ki: Ve ev halkım (Ehi-i
Beytim) ev halkım hakkında da size Allah'ı hatırlatırım. Üç kere bu sözünü
tekrarladı. Husayn, Zeyd İbn Erkam'a dedi. ki: Ey Zeyd, onun ev halkı kimdir?
Hanımları ev halkından değil midir? Zeyd İbn Erkam dedi ki: Hanımları ev
halkındandır. Ancak onun Ehl-i Beyti, kendisinden sonra onlara zekât verilmesi
haram kılınmış olanlardır. Onlar kimdir? deyince Zeyd dedi ki: Onlar Ali'nin,
Akîl'in, Ca'ferin ve Abbâs'ın âilesidir. Husayn bütün bunlara zekât vermek haram
kılınmış mıdır? deyince o; evet, dedi.
Bilâhare Müslim, Muhammed İbn
Bekkâr kanalıyla Zeyd İbn Er-kâm'dan bu hadîsi rivayet eder ve yukarda geçen
şekliyle kaydeder. Ayrıca bu rivayette şu ifâdeler de yer alır: Biz Zeyd'e dedik
ki: Onun ev halkı kimdir? Hanımları mı? O; hayır Allah'a yemîn ederim ki bir
kadın uzun bir süre bir erkekle birlikte yaşar sonra erkek o kadını bo-şar,
kadın babasının ve ailesinin yanına döner. Kişinin ev halkı aslı ve kendilerine
zekâtın haram kılındığı baba tarafından akrabalarıdır. Daha sonra yukardaki
ifâdeleri tekrarladı. Rivayet böyle vâki' olmuştur. Birinci rivayet daha uygun
ve onu almak daha iyidir. İkinci rivayet ise rivayet edilen hadîste söz konusu
edilen «ehl» kelimesinin tefsiri sadedinde olabilir. Bu hadîste kasdedilenler,
kendilerine zekât haram kılınmış olan peygamber âilesidir. Veya «ehl»
kelimesiyle eşlerle birlikte ailenin diğer ferdleri kasdedilmiştir. Bu ihtimâl
daha çok tercihe şayandır. Böylece bu ve önceki rivayetin arası
birleştirilebilir. Aynı şekilde Kur'-an'la daha önce geçen hadîsler arasında da
bir birlik sağlanabilir. Şayet hadîsler sahîh ise. Çünkü bu hadîslerin bazı
isnâdları üzerinde dikkatle durulması gerekir. Allah en iyisini bilendir.
Kur'ân'ı iyice düşünenlerin şüphesiz kabul edecekleri husus, peygamberin
hanımlarının da bu âyetin şümulü içerisine girecekleri doğrultusundadır. Çünkü
sözün akışı onlardan bahsetmektedir. Bu sebeple Allah Teâlâ âyetin devamında:
«Evinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın.» buyuruyor. Yani
Allah'ın Rasûlüne sizin evinizde inzal buyurduğu Kitâb'a ve Sünnet'e göre amel
edin. Katâde ve bir başkası böyle der. Ayrıca insanlar arasında sizi
diğerlerinden özellikle ayırdettiren bu nimeti hatırlayın. Vahiy başka
insanların evinde değil sizin evinizde nazil oluyor. Bu nimete Sıddîk'ın kızı
Âişe daha çok lâyıktır. Bu nimette en çok büyük pay onundur. Bu yaygın rahmetten
en çok payına düşen odur. Çünkü Âişe'nin dışında hiç bir kadının yatağında
peygambere vahiy nazil olmamıştır. Bu hususu Allah'ın salât ve selâmı üzerine
olan Peygamber bildirmiştir. Bazı bilginler derler ki: Hz. Peygamber Âişe'-den
başka bakire olarak bir kadınla evlenmemiştir. Hz. Âişe'nin yatağında
Peygamberden başka bir erkek uyumamıştır. Bu sebeple onun bu meziyyete sahip
olması uygun düşer. Bu yüce rütbede tek başına onun yer alması gerekir. Şayet
peygamberin hanımları ev halkından iseler, onun yakınlarının da «ev halkı»
ifâdesinin içerisine girmeleri uygundur. Nitekim yukarda geçen hadîste de; ev
halkı buna daha çok müstehak-tır, buyrulmuştur. Bu ifâde Müslim'in Sahîh'inde
sabit olan şu hadîse çok benzer: Hz. Peygambere; daha ilk günden takva üzere
kurulan mescid hangisidir? diye sorulduğunda o; şu mescidimdir, diye cevab
vermiştir. İşte buradaki «şu» ifâdesi yukardaki hadîste kullanılan «şu»
ifâdesine benzer. Çünkü âyet Kubâ mescidinde nazil olmuştur ve bu konuda başka
hadîsler de vardır. Eğer Kubâ mescidi daha ilk günden takva üzere kurulan bir
mescid olursa, peygamberin mescidinin daha ilk günden takva üzere kurulan mescid
olma vasfına sahip bulunması daha evlâdır. Allah en iyisini bilendir.
îbn
Ebu Hatim der ki: Bize babam... Ebu Cemîle'den nakletti ki; o şöyle demiş: Hz.
Ali (r.a.) Öldürülünce yerine oğlu Hasan halîfe seçildi. Hz. Hasan namaz
kılarken bir adam üzerine saldırdı ve hançerle onu yaraladı. Râvîler arasında
yer alan Hüseyn İbn Abdurrahmân, kendisine ulaştığına göre bu yaralayan kişinin
Esed kabilesinden birisi olduğunu ve Hz. Haaan'ın secdede iken yaralandığını
söylemiştir. Ebu Cemile der ki: Bu darbe böğründen olduğu için Hz. Hasan birkaç
ay hastalandı sonra iyileşti ve minbere çıkarak dedi ki: Ey Irak halkı, bizim
için Allah'tan korkun. Biz sizin emirleriniz ve müsâfirleriniziz. Biz ev
halkıyız. Çünkü Allah Teâlâ, bizim hakkımızda: «Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki
sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister.» diye bahsetmiştir.
Ebu Cemile der ki: Hz. Hasan bu âyeti o kadar çok tekrarladı ki mescidde bulunan
herkes hüngür hüngür ağladı.
Süddî, Ebu. Deylem'den naklen der ki: Hz.
Hüseyn'in-oğlu Ali, Şâm halkından birine şöyle dedi: Ahzâb Süresindeki «Ey Ehl-i
Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek
ister.» âyetini okumadın mı? O; evet siz onlar mısınız? deyince AU İbn Hüseyn;
evet, dedi.
«Muhakkak ki Allah, Latif, Habîr olandır.» Allah'ın lutfu
sayesinde siz bu mertebeye ulaştınız. Allah'ın haberdâr olması sayesinde siz
Allah'ın bu lutfuna lâyık kılındınız. Allah size bu nimeti verdi ve bu nimeti
sizin için tahsis etti. İbn Cerîr merhum der ki: Bu ifâdede söylenmek istenen
şudur: Sizi içerisinde Allah'ın âyetleri ve hikmetleri okunan evin halkı
kılmasmdaki Allah'ın nimetini hatırlayın ve bundan dolayı Allah'a şükredin,
hamdedin.
«Muhakkak ki Allah, Latîf, Habîr olandır.» Sizi bu lutufla
lutuflan-dırmıştır ve sizi içinde Allah'ın âyetleri ve hikmeti okunan evin
halkından kılmıştır. Hikmet sünnettir. Allah sizi Peygamberin eşleri olarak
seçmesi nedeniyle sizin durumunuzdan haberdârdır. Katâde der ki: «Evinizde
okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmetini hatırlayın.» kavliyle Allah Teâlâ onlara
bu lutfundan dolayı minnet etmektedir. İbn Cerîr Taberî de bunu rivayet eder.
Avfî, Allah Teâlâ'nm «Muhakkak ki Allah, Latîf, Habîr olandır.» kavli hakkında
şöyle demiştir: Çıkardıklarında lütuf sahibidir, koyduklarından da haberdârdır.
İbn Ebu Hatim de böyle rivayet eder, sonra da; Rebî' İbn Enes de Katâde'den
böyle rivayet etti, der.[18]
24-Nur
Süresi 31 —
Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını
korusunlar. Kendiliğinden görünen kısmı müstesna, üstlerini açmasınlar.
Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları
veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya
kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya
kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçileri, yahut kadınların
mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkalarına göstermesinler.
Gizledikleri zînetlerinin bilinmesi için de ayaklarını vurmasınlar. Ey
mü'minler; hepiniz Allah'a tevbe edin ki felaha eresiniz.
İbni Kesir Tefsiri
Irzlarınızı Koruyun
Bu, Allah Teâlâ'nın inanan kadınlara bir emri,
inanan kulları olan kocaları için onları bir kıskanma, câhiliye devri
kadınlarının sıfatlarından ve müşrik kadınların yaptıklarından onlan
ayırmasıdır. Mukâtil tbn Hayyân, bu âyetin nüzul sebebi hakkında şunları
anlatıyor: Bize ulaştığına göre; —en doğrusunu Allah bilir— Câbir tbn Abdullah
el-An-sârî şöyle anlatıyor: Esma Bint Mürşide, Harise oğullan kabilesindeki
yerinde idi. Üzerlerinde izârları (alt kısımlarım örten örtüleri) olmaksızın
kadınlar onun yanına girmeye başladılar. Ayaklarındaki halhal-ları, göğüsleri ve
zülüfleri görünüyordu. Esma: Ne kadar çirkin, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
«Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarım
korusunlar...» âyetini indirdi.
Allah Teâlâ: «Mü'min
kadınlara da söyle: (Eşleri dışında Allah'ın bakmayı kendilerine) haram
(kıldıklarına bakmak) dan gözlerini sakınsınlar.» buyurur. Bu sebeple âlimlerden
bir çoğu, kadının yabancılara şehvetle olsun veya olmasın bakmasının caiz
olmadığı görüşündedirler.
Bunlardan bir çoğu, Ebu Dâvûd ve
Tirmizî'nin Zühri kanalıyla... ümmü Seleme'den rivayet etmiş oldukları şu hadîsi
delil getirirler: Ümmü Seleme ve Meymûne Allah Rasûlü (s.a.)nün yanında imişler.
Ümmü Seleme şöyle anlatıyor: Biz, Allah Rasûlü (s.a.)nün yanında iken İbn Ümmü
Mektûm gelip Hz. Peygamberin yanına girdi. Bu, biz örtünme ile emrolunduktan
sonraydı. Allah Rasûlü (s.a.): Ondan örtünün, buyurdu. Ben: Ey Allah'ın elçisi,
o kör değil mi? Bizi görmüyor ve tanımıyor, dedim. Allah Rasûlü (s.a.): Siz
ikiniz de kör müsünüz? Siz onu görmüyor musunuz? buyurdu. Tirmizî, hadîsin hasen
ve sahih olduğunu söyler. Âlimlerden diğerleri ise, kadınların şehvetsiz olması
şartıyla yabancılara bakmalarının caiz oldukları görüşündedirler. Nitekim sa-hîh
bir hadîste vârid olduğu üzere:
Hz. Âişe'den nakledildiğine
göre o, şöyle demiştir: Ben, mescidde oynayan habeşlilere bakıyorken bir de
gördüm ki Hz. Peygamber (s.a.) beni ridâsı ile örtüp gizliyor. Tâ ki ben usanıp
bakmaktan vazgeçinceye kadar. Oyuna çok arzulu küçük yaşta bir kız çocuğunun
durumunu bir gez önüne getirin (işte benim durumum öyleydi.)
«Irzlarını korusunlar." âyeti hakkında Saîd îbn Cübeyr : Mahrem yerlerini
fuhşiyâttan korusunlar, der. Katâde ve Süfyân: Kendilerine helâl olmayan
şeylerden korusunlar, derken; Mukâtil bu korumanın, zinadan koruma olduğunu
söyler. Ebu'l-Âliye ise şöyle diyor: Kur'an'da mahrem yerleri korumanın
zikrediküği her âyet, zinadan korunma hakkında nazil olmuştur. Sâdece «Irzlarını
korusunlar. Mahrem yerlerini bir başkasının görmemesi için muhafaza etsinler.»
âyeti müstesnadır.
veLgtetemn»! mümkün olmayan
kısmı
müstesna süslerini açmasınlar... başkalarına
göstermeslnler.» îbn Mes'-ûd burada görünen kısmın, ridâ ve elbise olduğunu
söyler. Yani bunlar Arap kadınlarının giymeyi âdet edindikleri elbiseleri üstüne
giydikleri örtüler ile elbiselerinin altlarından görünen kısımdır. İşte bunların
görünmesinden ötürü kadına herhangi bir günâh yoktur. Çünkü bunların gizlenmesi
mümkün değildir. Kadınların elbiselerinden gizlenmesi mümkün olmayan ve
izârlarından görünen kısımları da bunun benzeridir. Hasan, îbn Şîrîn,
Ebu'l-Cevzâ, îbrâhim en-Nehâî ve başkaları İbn Mes'ûd'un kavli ile fetva
vermişlerdir.
A'meş'in Saîd ibn Cübeyr'den, onun da îbn.
Abbâs'tan rivayetine göre; o, kendiliğinden görünen kısmın; kadının yüzü, iki
eli ve yüzüğü a _ olduğunu söyler. Bu görüş tbn Ömer, Ata, Ikrime. Saîd İbn
Cübeyr, ' Ebu Şa'sâ, Dahhâk, îbrâhîm en-Nehai ve başkalarından da rivayet
edilmiştir. Bunun, «kadınların göstermekten men'edildikleri zînet»in bir
açıklaması olması muhtemeldir. Ebu îshâk es-Sübey'î'nin Ebu'l-Ahvas'-tan, onun
da Abdullah îbn Mes'ûd'dan rivayetine göre; o, «Süslerini göstermesinler.»
âyetinde bunların küpe, pazubent. halhal ve gerdanlık olduğunu söyler. Yine bu
isnâd ile Abdullah'dan gelen rivayetlerden birinde o, şöyle demiştir: Zînet
ikidir: Bunlardan birisini sâdece koca görür ki bu, yüzük ve bileziktir.
İkincisi ise yabancıların da gördüğü zînet olup, bu da elbiselerin dış kısmıdır.
Zührî der ki: Allah Teâlâ'nın (nikâhı) kendisine helâl olmayanlardan isimlerini
saydıklarına bilezikleri, başörtüleri ve küpelerini açılmaksızm gösterebilir.
İnsanların geneline ise sâdece yüzükleri görünebilir. Mâlik'in Zührî'den
rivayetine göre; kendiliğinden görünen zînetleri, yüzük ve halhaldir.
Muhtemeldir ki İbn Abbâs ile ona tâ&i olanlar, zînetlerin kendiliğinden
görünen kısmını; yüz ve ellerle tefsir etmek istemişlerdir. Cumhûr'a göre meşhur
olan tefsir de budur. Ebu Davud'un Sünen'inde rivayet etmekte olduğu şu hadîs de
bu görüşü destekler mâhiyettedir: Ebu Dâvûd der ki: Bize Ya'kûb İbn Kâ'b
el-Antâkî ve Müemmel İbn Fadl el-Harrânî'nin... Hz. Aişe (r.a.)den rivayetlerine
göre Ebubekir'in kızı Esma, üzerinde ince bir elbise ile Hz. Peygamber (s.a.)in
yanına girmiş. Hz. Peygamber ondan yüzünü çevirip: Ey Esma, kadın bulûğa erdiği
zaman ondan sâdece şurasının —Hz. Peygamber yüzü ve ellerine işaret buyurdu—
görülmesi uygundur, buyurdu. Ebu Dâvûd ve Ebu Hatim er-Râzî hadîsin mürsel
olduğunu söylemektedirler. Zîrâ Hâlid îbn Düreyk, Hz. Âişe'den hadîs
işitmemiştir. En doğrusunu Allah bilir.
«Başörtülerini,
yakalarının üstüne salsınlar.» âyetinde, kadınlar için yapılan ve uçları geniş
olan başörtüleri kasdedilmektedir. Bunlar câhiliye devri kadınlannin âdet ve
görünüşlerine muhalefet etsinler diye göğüs ve gerdanlarını örtmek üzere
kadınların göğüsleri üzerine konulur. Câhiliye devri kadınları böyle
yapmazlardı. Aksine kadın, erkekler arasında göğsü açık olarak dolaşır, göğsünü
herhangi bir şeyle örtmezdi. Bazan olurdu ki boynunu, saç örgülerini ve
kulaklanndaki küpeleri de açıkta bırakırdı. Allah Teâlâ mü'min kadınlara,, gerek
görünüşleri ile ve gerekse halleriyle örtünüp gizlenmelerini emretmiştir.
Nitekim başka bir âyet-i kerîme'de: «Ey peygamber; eşlerine, kızlarına ve
mü'mlnlerin kadınlarına söyle: Üstlerine örtü alsınlar. Bu, onların tanınması ve
incitilmemeleri için daha doğrudur.» (Ahzâb, 59) buyru-lurken, burada da:
«Başörtülerini, yakalarının üstüne salsınlar.» buyurmuştur. (...)
Saîd İbn Cübeyr, âyetin bu kısmım şöyle açıklıyor: Başörtülerini göğüs ve
gerdanları üzerine örtüp bağlasınlar ki herhangi bir kısmı görünmesin. Buhârî
der ki: Bize Ahnıed İbn Şebîb'in... Hz, Âişe (r.a.)den rivayetinde o, şöyle
demiştir: Allah, ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. Allah Teâlâ:
«Başörtülerini, yakalarının üstüne salsınlar.» âyetini indirdiğinde, onlar dışa
giyilen elbiselerini yardılar (böldüler) ve bunlarla başlarını örttüler. Yine
Buhârî'nin Ebu Nuaym kanalıyla... Hz. Âişe (r.a.)den rivayetinde o şöyle dermiş:
«Başörtülerini, yakalarının üstüne salsınlar.» âyeti nazil olduğunda, onlar
peştamallarım alıp yanlarından yardılar ve bunlarla başlarım örttüler, ibn Efbu
Hatim der ki: Bize babamın... Safiyye Bint Şeybe'den rivayetinde o, şöyle
anlatıyor: Biz Hz. Âişe'nin yanında iken Kureyş'in kadınlarını ve üstünlüklerini
an-maştık. Âişe (r.a.) şöyle dedi: Şüphesiz Kureyş kadınlarının üstünlüğü
vardır. Allah'a yemîn ederim ki ben, Allah'ın kitabını tasdîkde ve indirilenlere
îmânda ansâr kadınlarından daha üstününü ve daha güçlüsünü görmedim. ^Ür
sûresinde «Başörtülerini, yakalarının üstüne salsınlar.» ayeti nazil oldu.
Erkekleri evlerine dönüp Allah Teâlâ'nın kendilerine kadınlar hakkında indirmiş
olduğunu onlara okudular. Herkes bu âyeti karısına, kızına, kız kardeşine ve
akrabasına okudu. Onlardan hiç bir kadın kalmayıp, nakışlı, resimli elbiselerine
yöneldiler ve bunlarla başlarından aşağı örtündüler ki Allah Teâlâ'nın
kitabından indirmiş olduğuna îmân etmiş ve onu doğrulamış olsunlar. Sabahleyin
namazda Allah Rasûlü (s.a.)nün arkasında baştan aşağı örtülü olarak durdular.
Sanki başları üzerinde kargalar vardı. Hadîsi bir başka kanaldan olmak üzere Ebu
Dâvûd aynca Safiyye Bint Şeybe'den de rivayet ediyor, tbn Cerîr der ki: Bize
Yûnus'un... Hz. Âişe'den rivayetinde o, şöyle demiştir: Allah Teâlâ ilk muhacir
kadınlara rahmet eylesin. Allah Teâlâ «Başörtülerini", yakalannın üstüne
salsınlar.» âyetini indirdiğinde onlar, dışa giyilen elbiselerinin en sık dokulu
olanlarını ortalarından yardılar ve taunlarla başlarını örttüler. Hz. Âişe'nin
bu sözünü Etou Dâ-vûd, îbn Vehb kanalıyla rivayet etmiştir.
«Süslerini; kocaları veya babalan, kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları
veya kız kardeşlerinin oğullan dışında başkalanna gö&-termesinler...» Bütün
bunlar kadının mahremleri (nikâhının haram olduğu kimseler) olup aşın gitmeden
ve süslenmeden, kadının zînetlerini onlara göstermesi caizdir. îbn Münzîr der
ki: Bize Mûsâ îbn Harun'un... Şa'bî ve Ikrime'den sonuna kadar olmak üzere
«Zînetlerini kocaları veya babalan veya kocalarının babalarından başkalanna
göstermesin-ler...» âyeti hakkında rivayetine göre o söyle demiştir: Burada amca
ye dayısı zikredjlmemişıtir.
Kadın amca ve dayının yanında
başörtüsünü çıkarmaz. Kocaya gelince; bütün bunlar (bu yasaklamalar) onun
içindir ve kadın bir başkasının huzurunda olmadığı şekilde onun için süslenip
giyinir,.
(Jkyette istisna edilenler içinde «Onların
kadınlan» da zikredilmektedir ki kadın, zînetini müslüman kadınlara
gösterebilir. Ancak erkeklerine niteleyip anlatmasınlar diye zimmet ehli
kadınlarına göstermez. Her ne kadar bir kadının, gördüğü başka bir kadını
kocasına anlatması bütün kadınlar hakkında yasak ise de bu yasak zimmet ehli
kadınlan hakkında daha şiddetlidir. Zîrâ onları bundan alıkoyacak hiç »bir engel
yoktur. Müslüman kadın ise bunun haram olduğunu bilir ve kendisini bundan
alıkor. Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kadın, kadına çıplak olarak
görünmesin ki o da kocasına sanki kocası (nitelemekte olduğu kadına) bakarmış
gibi anlatmasın. Hadîsi Buhar! ve Müslim Sahihlerinde tbn Mes'ûd'dan rivayetle
tahrîc ederler?)
Saîd îbn Mansûr Sünen'inde der ki: Bize
Ismâîl îbn Ayyaş'in... Haris îbn Kays'dan rivayetine göre;(mü'minlerin emîri
Ömer Îbn Hat-tâb, Ebu Ubeyde'ye şöyie bir mektup yazmış: Besmele, hamdele ve
sala-vattan sonra,; bana ulaştığına göre senin taraflarında müslüman kadınlardan
bir kısmı müşriklerin kadınlan ile beraber hamamlara giriyormuş. Allah'a ve
âhiret gününe îmân eden bir kadın için, onun görünmemesi gereken yerine kendi
dininden olanlar müstesna kimsenin bakması helâl değildir. Mücâhid, âyette
zikredilen «onlann kadınlan» hakkında şöyle der: Onlann müslüman olan
kadınlarıdır. Değilse onların kadınlarından müşrik olanlan değil. Müslüman bir
kadının müşrik bir kadının önünde açılmak hakkı yoktur. Abd'm tefsirinde, Kelbî
kanalıyla... îbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, «onlann kadınları» hakkında şöyle
demiştir: Bunlar müslüman kadınlardır. O, yahûdî ve hıns-tiyan bir kadına
zînetlerini göstermez (gösterilmemeleri emrolunan zînetleri) gerdan, küpe, örme
gerdanlık İle ancak mahrem olan birinin görmesi helâl olan yerleri ve
zînetleridir^Said'in Cerîr kanalıyla.:. Mü-câhid'den rivayetinde o, şöyle diyor:
Müslüman bir kadın müşrik bir kadının yanında başörtüsünü çıkarmaz. Zîrâ Allah
Teâlâ: «Onların kadınları...» buyurmuştur ki bunlar (müşrik kadınlar) onların,
kadınlarından de£ildir(Mekhûl ve Ubade tbn Nüseyy'den rivayete göre onlar»
hırıstiyân, yahûdi ve mecûsî kadınların müslüman kadınları öpmesini
hoş_görmezlermi|x tbn Ebu Hatim'in Ali îbn Hüseyn kanalıyla... fbn Atâ'dan,
önurTda babasından rivayet ettiği: Hz. Peygamber (s.a.)in ashabı Beyt-i Makdis'e
geldiklerinde, onların kadınlarının ebeleri ya-hûdî ve hıristiyan kadınlardı.
Hadîs'i sahîh bile olsa zaruret haline veya onları çalıştırma kabilinden
olmasına hamledümelidir. Sonra ortada mahrem yerlerinin açılması diye bir şey de
zâten yoktur. En doğrusunu Allah bilir.
«Veya
cariyeleri...» âyeti hakkında Ibn Cüreyc der ki: Yani müşriklerin kadınlarından.
Her ne kadar müşrik bile olsa kadının zînetini onlara göstermesi caizdir. Zîrâ
bunlar kendilerinin cariyeleridir. Saîd Müseyyeb de aynı görüştedir. Çoğunluk
ise şöyle diyor: Bilakis kadının zînetini erkek olsun kadın olsun kölesine
göstermesi caizdir. Bunlar, Ebu Davud'un rivayet etmiş olduğu şu hadîsi delil
getiriyorlar: Mu-hanımed Ibn îsâ kanalıyla.., Enes (r.a.)den rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber (s.a.), Hz. Fâtıma'ya, kendisine hediye etmiş olduğu bir köle
getirmişti. Fâtıma'nın üzerinde bir elbise vardı. Ancak bununla başını örttüğü
zaman ayaklarına; ayaklarım Örttüğü zaman da başına yetişmiyordu. Hz. Peygamber
(s.a.) Fâtıma'nın durumunu (örtünmeye çalıştığını) gördüğünde: Bir beis yok;
(gelen) senin baban ve kölendir, buyurdu. Hafız îbn Asâkir'in Tarihi'nde
Muâviye'nin kölesi Hudeyc el-Hasiyy'İn hal tercemesinde zikrettiğine göre,
Abdullah îbn Mes'ade el-Fezârî simsiyah bir zenci imiş. Hz. Peygamber (s.a.) onu
kızı Fâtıma'ya hediye etmiş, de Hz. Fâtıma onu terbiye edip yetiştirmiş, sonra
azâd etmiş. Daha sonra bu köle Sıffîn günlerinde bütünüyle Hz, Muaviye ile
beraber olmuştur ki Hz. Ali tbn Elbu Tâlib'e karşı olanların en şiddetlilerinden
imiş. imâm Ahmed'in Süfyân îbn Uyeyne kanalıyla... Ümmü Seleme'den rivayetine
göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Sizden birinin mükâteb bir kölesi olur
ve o kölenin de borcunu ödeyecek varlığı olursa ondan örtünsün. Hadîsi Ebu
Dâvûd, Müsedded'den o da Süfyân'dan rivayet etmiştir.
«Veya
erkekliği kalmamış hizmetçileri...» âyetinde onların (kadınların) dengi olmayan,
bununla birlikte akıllan zayıflamış ve kadınlara karşı şehvetleri ve düşünceleri
kalmamış olan hizmetçiler kasdedilmek-tedir. îbn Abbâs bunların, şehveti olmayan
burulmuş kimseler olduğunu söyler. Mücahid İse bunları ahmak, safdil olmakla
niteler. îkrime de: O, erlik organı kalkmayan hünsâdır, demiş ve Seleften bir
çokları da böyle açıklamışlardır. Zührî kanalıyla Hz. Âişe'den rivayet edilen
sahih bir hadîse göre bir hünsâ, Allah Rasûlü (s.a.)nün ailelerinin yanına girer
ve onlar kendisini erkekliği olmayanlardan sayarlarmış. O bir kadını: Yönelip
geldiğinde dört boğum, arkasını dönüp gittiğinde sekiz boğumlu olarak gider,
şeklinde vasfederken Hz. Peygamber (s.a.) girmiş ve: Onun- burada olanları
bildiğini görmüyor muyum? Bir dalia asla sizin yanınıza girmesin, buyurmuş ve
onu dışarı çıkarmış. O çölde oturur ve yemek almak üzere her cum'a şehre
girermiş. İmâm Ahmed der ki: Bize Ebu Muâviye'nin Ümmü Seleme'den rivayetle
anlattığına göre; Allah Rasûlü (s.a.) onun yanına girdiğinde, yanında bir hünsâ
ve erkek kardeşi Abdullah tbn Ümeyye varmış ve hünsâ, Abdullah'a: Ey Abdullah
tbn Ebu Ümeyye; eğer Allah Teâlâ yarın size Tâif'in fethini nasîb ederse,
Ğaylân'm kızını ara ,onu al. Zîrâ o, yönelip geldiğinde dört boğum, arkasını
dönüp gittiğinde sekiz boğumludur, diyormuş. Allah Rasûlü (s.a.) onun
(söylediğini) işitmiş ve Ümmü Seleme'ye: Bu bir daha senin yanına asla girmesin,
buyurmuş. Hadîsi Buhârî ve Müslim Sahîh'lerinde Hişâm İbn Urve kanalıyla tahrîc
etmişlerdir. Yine İmâm Ahmed der ki: Bize Abdürrezzâk'ın... Hz. Âişe (r.a.)den
rivayetinde o, şöyle anlatıyor : Hünsâ olan bir adam, Hz. Peygamber (s.a.) in
hanımlarının yanına girer ve onlar kendisini erkekliği kalmamış olanlardan
sayarlardı. Bir gün o Hz. Peygamber (s.a.) in hanımlarının bazısının yanında bir
kadını anlatırken Hz. Peygamber (s.a.) girdi. O; şüphesiz o yönelip geldiği
zaman dört boğum, arkasını dönüp gittiğinde sekiz boğum, diyordu. Hz. Peygamber
(s.a.): Şunun burada olanları bildiğini görmüyor muyum? Bir daha bu sizin
yanınıza asla girmeyecek, buyurdu da ,onu girmekten men'ettiler. Müslim, Bbu
Dâvûd ve Neseî, hadîsi Abdürrezzâk kanalıyla rivayet etmişlerdir.
Allah Teâlâ: «Yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan
çocuklardan başkalarına göstermesinler...» buyurur. Yani küçüklükleri sebebiyle
kadınların ince sözlerinden, yürümede sağa sola meyletmelerinden, hareket ve
duruşlarından kadınların durumlarını ve mahrem yerlerini anlamayan çocuklar.
Çocuk küçüklüğünden bunu an-lamıyorsa, kadınların yanma girmesinde bir beis
yoktur. Ancak mürâ-hik veya buna yakın olduğunda kadınların durumlarını
bileceği, çirkinle güzelin arasını ayırabileceği cihetle kadınların yanına
girmesi caiz değildir. Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde Allah Rasûlü (s.a.) den
rivayetle mevcûd bir hadîste : Kadınların yanma girmekten sakının, buyurmuştur.
Onlar: Ey Allah'ın elçisi, kocalarının babalan hakkında ne buyurursun? dediler
de: Ya kocalarının babaları veya ölüm (ölsünler de yine yapmasınlar),
buyurdu.
«Gizledikleri zînetlerinin bilinmesi için
ayaklarını da vurmasınlar.» câhiliye devrinde kadın yolda yürürken ayağında sesi
duyulmayan bir halhal varsa erkekler onun sesini (halhalin tınlamasını) duyup
bilsinler için ayağını yere vururmuş. îşte Allah Teâlâ mü'min kadınlara bu çeşit
davranışı yasaklamıştır. Kadının örtülü bir zıneti olur da gizli olan bu zîneti
görünsün için hareket ettirirse bu da bu yasaklamanın içine girer. Zîrâ Allah
Teâlâ: (gizledikleri zînetlerinin bilinmesi için ayaklarını da vurmasınlar.»
buyurmuştur. Bu sebeple erkekler kokusunu alsınlar için evinden çıkarken
kokulanma da kadınlara yasak edUmistir?)Ebu îsâ Tirmizî der ki: Bize Muhammed
İbn Beş-şâr'm... Ebu Mûsâ el-Eş'ârî'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)den
rivayetinde şöyle buyurmuş: Her göz zina edicidir; bir kadın kokulanıp bir
meclisten geçtiği zaman o (o mecliste oturanların gözleri) şöyle şöyledir... Hz.
Peygamber burada göz zinasını kasdetmektedir. Tirmizî bu konuda Ebu Hüreyre'den
rivayet edilen bir hadîs daha olduğunu, bunun hasen, sahîh olduğunu söyler.
Aynca Ebu Dâvûd ve Neseî, hadîsi Sabit tbn Ümâre kanalıyla da rivayet
etmişlerdir. Elbu Dâvûd der ki: Bize Muhammed tbn Kesîr'in... Ebu Hüreyre
(r.a.)den rivayetle anlattığına göre; eteği tozlu ve güzel kokusunu hissettiği
bir kadın ona uğramıştı. O: Ey zâlimin kızı; mescidden mi geliyorsun? dedi.
Kadın; evet, diye cevabladı. Ebu Hüreyre ona: Mescid için mi kokulandın? diye
sordu. Kadın yine evet, dedi. Ebu, Hüreyre dedi ki: Ben, dostum Ebu'l-Kâsım
(s.a.)ı şöyle buyururken işittim : Allah Teâlâ şu mescid için kokulanan bir
kadının namazını dönüp cünüblükten yıkandığı gibi yıkan-madıkça kabul buyurmaz.
Hadîsi Ibn Mâce de Ebu Bekr îbn Ebu Şey-be'den, o ise Süfyan tbn Uyeyne'den
rivayet etmiştir. Yine Tirmizî'nin Mûsâ İbn Ubeyde kanalıyla... Meymûne Bint
Sa'd'dan rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ailesi
haricindeyken zîneti içinde kırıtarak yürüyen bir kadın kıyamet günü nûr olmayan
bir zulmet gibidir. Bir açılıp saçılma sayılacağı için kadınların yolun
ortacında yürümeleri de yasaklanmıştır. Ebu Dâvûd der ki: Bize Ka'nebî'nin...
Ebu Üseyd (veya Esîd) el-Ansârî'den rivayetine göre; yolda kadınlarla erkekler
karışmışken mescidden çıkan Allah Rasûlü (s.a.) nün kadınlara şöyle buyurduğunu
işitmiş: Geriye kaim; sizin yolu ortalamaya hakkınız yok, yolun kenarlarından
gidin. Kadınlar da (yolda yürürken) duvarlara yapışır gibi gidermiş. O kadar ki
duvarlara yapışmalarından dolayı elbiseleri duvarlara takılırmış.
«Ey mü'minler; hepiniz Allah'a tevbe edin ki felaha eresiniz.» Allah'ın
size emretmiş olduğu bu güzel sıfatlan ve yüce huyları yerine getirip câhiliye
halkının üzerinde olduğu rezîl ahlâk ve sıfatları terke-diniz. Zîrâ bütünüyle
kurtuluş, Allah'ın ve Rasûlünün emrettiklerini yapmakta, Allah ve Rasûlünün
yasakladıklarını terketmektedir. Yardım dilenecek, yalnızca
Allah'tır.[19]
Müminlerin Hanımlarına Söyle(Ahzab Süresi 59.Ayet Tefsiri)
33-Ahzab Süresi 59. Resulüm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına
söyle. (Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman), dış
elbiselerini üzerlerine giysinler. Bu onların ahlâksız kadınlardan
olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha elverişlidir. Allah çok
bağışlayandır, merhamet edendir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Tefsiri
59- Ey Peygamber! Hanımlarına
da, kızlarına da, bütün müminlerin kadınlarına da söyle. Görülüyor ki, burada
yalnız Peygamberin hanımlarına ve kızlarına değil, Nur Sûresi'ndeki "Baş
örtülerini yakalarının üstüne koysunlar, zinet yerlerini göstermesinler." (Nûr,
24/31) âyeti gibi müminlerin kadınları dahi bu hükmün kapsamına dahil
edilmiştir. Bununla birlikte müminlerin kadınlarında aslolan hürriyet olduğu
için, bundan kastolunanın hür kadınlar olduğu beyan edilmiştir. Araplarda
tesettür adet değildi. Cahiliyet devrinde kadına hürmet yoktu. Eski cahiliye
kadınlarında erkeklerin dikkatlerini çekecek şekilde göz alıcı biçimde açık
saçık çıkan, açılıp saçılan orta malı olanlar bulunurdu. Bundan dolayı kız
çocuklarını diri diri gömenler olmuştu. İslam ise kadının şanını iffet ve
ısmetle, vakar ve haysiyetle yükseltiyordu.
Nur Sûresi âyetleri "Mümin
erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar" (Nur, 24/30) ve "Mümin kadınlara da
söyle, gözlerini sakınsınlar." (Nur, 24/31), mümin erkeklerin ve mümin
kadınların, yani bir cinsin karşı cinse göz dikmeyip, bakışlarını kısarak
edeblerini ve iffetlerini korumayı öğreterek terbiyelerini yükseltmiş olduğu
gibi, burada da imanlı hür kadınların hiçbir şekilde eziyete uğramamalarını
pekiştirmek için buyuruluyor ki: Cilbablarından üzerlerini sıkı
örtsünler.
CİLBAB: Baştan aşağı örten
çarşaf, ferace, câr gibi dış elbisenin adıdır. "Kadınların elbiselerinin üstüne
giydikleri her çeşit giysidir." " Tepeden tırnağa örten giysidir", "Kadınların
tesettür ettikleri her türlü elbise ve başka şeylerdir." "Çarşaf ve
peçedir".
İDNÂ: Yaklaştırmak demek
ise de, âyette ile kullanılması, kapsamak suretiyle sarkıtmak mânâsını da ifade
ettiğinden üzerinden sıkı örtmek demek olur. Cilbabdan örtmek tabirinde de iki
şekil vardır. Birisi cilbablarından birisiyle bütün bedenini sıkıca örtmek,
birisi de bir cilbabın bir tarafıyla başından yüzünü örtmek demek olur. Bu
beyanda da iki suret vardır. Birisi kaşlarına kadar başını örttükten sonra büküp
yüzünü de örtmek ve yalnız tek bir gözünü açık bırakmak. ikincisi de alnının
üzerinden sıkıca sardıktan sonra, burnunun üzerinden dolayıp gözlerini ikisi de
açık kalsa bile, yüzün büyük bir kısmını ve göğsü tamamen örtmüş bulunmaktır.
Rivayet olunduğu üzere Ümmü Seleme (r.a.) demiştir ki: "Cilbablarından
üzerlerini sıkı örtsünler' âyeti nazil olduğu zaman Ensar kadınları üzerlerine
siyah elbiseler giyerek öyle bir ağırbaşlılık ile çıkmışlardı ki, başları
üstünde kuşlar varmış gibi idi."
Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir ki;
"Ensar kadınlarına Allah rahmet etsin. Bu "Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına
bütün müminlerin kadınlarına da söyle" âyeti indiği zaman mırtlarını yardılar,
onunla başlarını sardılar da Resulullah'ın arkasında öyle namaz kıldılar ki,
sanki başlarında kargalar varmış gibi..." demiştir. Bu tesettür onların
tanınmalarına, dağınık cariyelerden, adi kadınlardan vakar ve heybetle seçilerek
hürmet edilmelerine ve dolayısıyla incitilmemelerine elverişli olan biçimdir.
Gerçi eziyeti kendilerine davet edecek olan içi bozukları örtü tutacak değildir.
Fakat imanlı, temiz kadınların, kirli bakışlardan yuvalarında gizli inciler gibi
korunmuş kalmalarına en uygun olan biçim de budur. Asıl o zamandır ki onlara
eziyet edecek olanların açık bir vebal ve iftira yüklenmiş oldukları ortaya
çıkar. Ve dolayısıyla bundan önceki ve sonraki âyetlerin hükümlerine dahil
olacakları anlaşılır. Bununla birlikte Allah bağışlayıcı ve çok merhamet edici
bulunuyor. Burada yukardaki âyetlerin eki gibi getirilen bu son cümle çok
anlamlıdır. Bu bize şu mânâları ilham eder:
1- Allah'ın bağışlaması
çoktur. Bugüne kadar geçmiş açıklıkları bağışlar. O kusurları örter. Rahmeti de
çoktur; bundan böyle emrini tutanları rahmetiyle arzusuna çok
ulaştırır.
2- Allah bağışlayıcı ve merhametli olduğu içindir ki,
kadınlara eziyet edilmesine razı olmaz ve onun için örtülmelerini
emreder.
3- Tesettür emrolunduğundan dolayı da kadınlar bir baskıya
uğratılmasın, aşırıya gidilmesin; çünkü Allah bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
Bu emri onların aleyhine değil, lehine olarak vermiştir demek de
olabilir.
Allah Teâlâ Rasûlüne —Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun—
mü'min kadınlara —özellikle değerli olmalarından dolayı eşleri ve kızlarına—
üstlerine örtü almalarını ve câhiliyet devri kadınlarının kiyâfetlerinden ayrı
ve cariyelerin giyimlerinden farklı biçimde giyinmelerini emretmesini söylüyor.
Âyet-i kerîme'de yer alan ve örtü diye tercüme edilen kelimesi, himârm üzerine
örtülen Örtüdür. İbn Mes'ûd, Ubeyde, Katâde, Hasan el-Basrî, Saîd İbn Cübeyr,
İbrahim en-Nehaî, Ata el-Horasânî ve başkaları böyle demişlerdir. Günümüzdeki
izâr (çarşafın yerine alınan örtü) mesabesindedir.
Cevheri der ki:
kelimesi örtü anlamınadır. Nitekim Hüzeyl kabilesinden bir kadın öldürülen bir
kişiye ağıt yakarak şöyle demiş:
Şahinler ona doğru yürüyor,
oynarcasına;
Tıpkı-üzerinde örtüler (celâbîb) bulunan bakirelerin
yürüyüşü gibi.
Ali ibn Ebu Talha, Abdullah İbn Abbâs'm şöyle dediğini
nakleder: Allah Teâlâ mü'min kadınlara bir ihtiyâç için evlerinden çıktıkları
zaman, başlarının üzerinden örtü örterek yüzlerini kapamalarını ve bir tek
gözlerini göstermelerini emretmektedir. Muhammed İbn Şîrîn der ki: Abîde
es-Selmânî'ye Allah Teâlâ'nın «Üstlerine örtülerini alsınlar.» kavlini
sorduğumda o; yüzünü ve başını örttü, sol gözünü açtı, der.
İkrime der
ki: Kadın boğazının boğumunu örtüsü ile (cilbâb) örter ve onu üzerine
sarkıtır.
İbn Ebu Hatim dedi ki: Bize Ebu Abdullah ez-Zahrânî yazılı
olarak... Safiyye Bint Şeybe'den nakletti ki; Ümmü Seleme şöyle demiş:
«Üstlerine Örtülerini alsınlar.» âyeti nazil olunca, ansâr kadınları başlarında
sükûnetten kargalar yuva kurmuş gibi dışarı çıktılar. Üzerlerine de siyah
elbiseler giyiyorlardı.
İbn Ebu Hatim der ki: Bana babam... Yûnus İbn
Yezîdden nakletti ki, o şöyle demiş: Ben Zührî'ye Velîde (Arap asıllı olmayıp
ta, araplar arasında doğmuş bulunan câriye) nin evli veya evlenmemiş hanımlar
gibi örtünüp örtünmeyeceklerini sordum. O dedi ki: Eğer evlenmişse örter. Ancak
cilbâb örtünmez. Çünkü onların muhsan olanları dışında hür kadınlara benzemeleri
doğru değildir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Ey peygamber; eşlerine,
kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: Üstlerine örtülerini
alsınlar.»
Süfyân es-Sevrî'nin şöyle dediği rivayet edilir: Zimmîlerin
kadınlarının zînetlerine bakmakta bir beis yoktur. Bu, sırf fitne korkusuyla
yasaklanmıştır, yoksa haram olduklarından değil. Sevrî bu sözüne delil olarak da
bu âyetteki «Mü'minlerin kadınlarına» ifâdesini alır. [37]
«Bu, onlann
tanınıpta incitilmemeleri için daha elverişlidir.» Yani böyle yaptıkları
takdirde onların hür oldukları, câriye ve fahişe olmadıkları kolaylıkla
bilinir.
Süddî, «Eşlerine, kızlanna ve mü'minlerin kadınlarına söyle:
Üstlerine örtülerini alsınlar. Bu, onlann tanınıpta incitilmemeleri için daha
elverişlidir.» âyeti konusunda şöyle dedi: Medîne'li fâşıklardan bir topluluk
geceleyin karanlık bastığı zaman, Medine sokaklarına çıkar ve kadınlara
sataşırlardı. Medine'nin evleri çok dardı. Kadınlar akşam olunca ihtiyâçlarını
gidermek için dışarı çıkarlardı. İşte o fâsıklar bu zamanı gözlerler ve üzerinde
cilbâb bulunan kadın görürlerse; bu hürdür, diyerek ondan kaçınırlardı. Üzerinde
cilbâb bulunmayan kadın görürlerse; bu câriyedir, derler ve ona
saldırırlardı.
Mücâhid der ki: Cilbâb giymeleri halinde onlann hür
oldukları anlaşılır ve hiç bir fâsık onlara sataşmaz.
«Allah, Gafur, Rahîm olandır.» Bu konuda bilginin mevcûd olmadığı
câhüiyet devrinde geçenleri Allah bağışlar ve merhamet eder.
Hazret-i Zeyneb -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in düğün yemeğinde
dâvetliler geliyor, yemeğini yiyor, çıkıp gidiyordu. Herkes dağıldıktan sonra
bir topluluk konuşmaya daldılar ve oturup kaldılar. Resulullah Aleyhisselâm
kalkıp Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in odasına kadar gitti. Diğer
hanımlarının odalarına da uğradı. Ziyaretçiler gitmişlerdir düşüncesiyle dönüp
geldi, fakat onlar hâlâ oturuyorlardı. Hayâ ve edebinin üstünlüğünden ötürü
zamansız oturuşlarının kendisine ağırlık verdiğini söylemekten çekiniyordu.
Tekrar gitti geldi. Üçüncü defa gittiğinde
çıktılar.
Hâne-i saâdet'lerine geldiğinde
Âyet-i kerime'ler nâzil oldu:
"Ey
müminler! Bundan sonra Peygamber'inizin evlerine yemeğe dâvet olunmadıkça
vakitli-vakitsiz girmeyin. Dâvet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yiyince de
hemen dağılın, söze sohbete dalıp kalmayın. Çünkü bu haliniz Peygamber'i üzüyor,
o da size bir şey söylemekten utanıyor. Allah ise gerçeği açıklamaktan
çekinmez." (Ahzâb:
53)
"Peygamber'in zevcelerine herhangi
bir şey soracağınız vakit perde arkasından sorun. Böyle yapmakla hem sizin
gönülleriniz hem de onların gönülleri daha temiz kalır." (Ahzâb:
53)
"Sizin Allah'ın Resul'ünü üzmeniz
ve ondan sonra onun hanımlarını nikâhlamanız aslâ câiz olamaz. Çünkü bu Allah
katında çok büyük bir günahtır." (Ahzâb:
53)
"Bir şeyi açıklasanız da gizleseniz
de muhakkak ki Allah her şeyi bilendir." (Ahzâb:
54)
Allah-u Teâlâ "Hicab"
Âyet-i kerime'sini indirdikten sonra, mahremleri bu hükmün dışında tutarak şöyle
buyurdu:
"O
hanımlara babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız
kardeşlerinin oğulları, kadınları ve câriyeleri hususunda vebâl
yoktur.
Allah'tan
korkun!
Şüphesiz ki Allah her
şeye şâhittir." (Ahzâb: 55)
Allah-u
Teâlâ Resulullah Aleyhiselâm'ın muhtereme hanımlarının, kızlarının ve diğer
mümine hanımların şereflerinin korunması için tesettüre riâyet etmekle sorumlu
olduklarını beyan etmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle
buyurdu:
"Ey
peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına
söyle.
Zaruri bir ihtiyaçları
olup dışarı çıkmak istedikleri zaman, dış elbiselerini üzerlerine giysinler. Bu
onların ahlâksız kadınlardan olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha
elverişlidir." (Ahzâb:
59)
"Resul'üm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına
söyle. (Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman), dış
elbiselerini üzerlerine giysinler. Bu onların ahlâksız kadınlardan
olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha elverişlidir. Allah çok
bağışlayandır, merhamet edendir." (Ahzâb: 59)
"Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde)
yakalarının üstüne koyup örtsünler." (Nûr: 31)
"Vakar ile evlerinizde oturun. İlk cahiliye çağı
kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak yürümeyin." (Ahzâb:
33)
Âyet-i kerime'leri ile müslüman hanımlara tesettürü
emretmiştir.
Ebeveynler olarak ilk önce tesettürün bir ilahi emir olduğunu
kendimiz idrak etmeliyiz ve başörtümüzü ve dış kıyafetimizi "Allah için"
giydiğimizi her fırsatta çocuklarımıza vurgulamalıyız. Erkek-kız ayırımı
yapmaksızın tesettürle ilgili ayetleri numaraları ile çocuklarımıza
ezberletmeliyiz.
Kız çocuklarımıza ise çok küçük yaşlarda küçük ve renkli
başörtüler sunmalıyız. Mutlaka her kızımızın dolabında ve çekmecesinde kendine
ait bir başörtüsü olmalıdır. Çünkü kızımız gelişim esnasında anneyi model alacak
ve dolayısıyla annesi gibi başörtü takmaya çalışacaktır. Bu eylem belki de bazen
sizin en gözde, en pahalı, en değerli başörtünüz ile gerçekleşecektir. Böyle bir
zamanda çocuğunuzun elinden başörtünüzü kızarak almak yerine "Çok yakıştı
kızım! Genç kız olunca daha da çok yakışacak. Bu nedenle bu örtüyü güzelce
muhafaza edelim!" derseniz kızınız muhtemelen başörtünüzü sizden daha çok
koruyacak ve en önemlisi kızınızın hevesi kırılmayacaktır.
Kızlarımıza her fırsatta genç kız olunca tesettürün kendilerine
farz olduğunu vurgulamalıyız. Bunun Hazreti Allah tarafından kadınların
incitilmemesi için bir "muhafaza" olduğunu güzel bir dil ile anlatmalıyız.
Maalesef günümüzde Hazret-i Allah'ın koyduğu hudutlar
"Müslümanım!" diyen bazıları tarafından alabildiğince genişletiliyor, bazıları
tarafından da kısıtlanıyor. Bu sebepten dolayı tesettürün niteliklerini
çocuklarımıza "çok iyi" öğretmeliyiz. Tesettürde bulunması gereken
nitelikler:
Yüz ve ellerin dışında kalan bedenin tümünü örtmeli. Vücudun
çizgilerini göstermeyecek şekil ve bollukta olmalı. İçini gösterecek şekilde
(şeffaf) olmamalı. Kadının elbisesinin erkeğin elbisesine benzememeli.
Dikkatleri çekecek şekilde renkli ve desenli olmamalı. Adi ve seviyesiz
kimselerin giyindiği elbiselere benzememelidir.
Saçlarımızı toplarken, başımızın deve hörgücüne benzememesine
dikkat etmeliyiz. Zira bu konuda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz şöyle buyurur: "İki sınıf var ki bunlar cehennemliktir, fakat henüz
onları göremiyorum. (Bunların biri) giyimli fakat çıplak; (erkeklere) meyleden,
(kendilerine) meylettiren kadınlardır. Bunların başında yana yatmış deve
hörgücünü andıran şeyler vardır. Bunlar asla cenneti göremeyecek, kokusunu da
alamayacaklardır. …" (Müslim)
Aynı zamanda kızlarımıza mahrem ve mahrem olmayan erkekler
karşısında giyimlerin değiştiğini anlatmalıyız ki, fıtrat icabı giyinmeye ve
süslenmeye düşkün olan kızlarımız bu konuda tatmin olsun.
Dua ve niyaz ile vicdanları eğitmeye çalışmalıyız ki bir gün
genç kızımız, bizim baskımız ile değil de, Hazret-i Allah'ın sevgisi ile
tesettüre bürünsün. Bilsin ki emri veren de O, hesaba çekecek olan da O. O ki;
karanlık bir gecede ve gözden ırak bir kayanın üzerinde yürüyen siyah karıncanın
yürüyüşü bile kendisinden gizli kalmayan Yüce Allah'tır.
Giyim-kuşamda dikkat edilecek ve çocuklarımıza öğretilmesi
gereken bir husus da kibirlenmek maksadıyla giyinmenin ne kadar büyük bir günah
olduğudur:
"Dünya hayatında şöhret elbisesi giyen (kibirlenerek kendini
beğenerek) bir kimseye kıyamet günü Allah zillet elbisesi giydirir." (Ebu
Dâvud)
Müslüman temiz ve güzel giyinir. Temiz ve güzel giyim ile kibir
ve gösteriş için yapılan giyim arasında fark vardır. Zira Peygamber -sallallahu
aleyhi ve sellem- Efendimiz'e sahabeden birisi: "Kişi elbisesinin ve
ayakkabısının güzel olmasını ister?" diye sorduğu zaman Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
"Muhakkak Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise Hakk'a
karşı direnmek ve insanları da küçük görmektir." (Müslim). Güzel elbise
giyinmek konusunda esas olan "niyet"tir.
Şu bir gerçek ki gençlerimiz çevreden ve medyadan olumsuz yönde
çok etkileniyor. Bu yüzden çocuklarımıza öncelikle kendimiz güzel bir örnek
olmalı, "Hazret-i Allah çocuklarımızı sevsin ve emirlerini de sevdirsin" diye
dua etmeliyiz.
Her müslüman için, avret mahallini örtecek, sıcaktan ve
soğuktan kendisini koruyacak elbise giymek farzdır.
Allah-u Teâlâ örtünme ihtiyacının ilk insan Hazret-i Âdem ve
Hazret-i Havva ile başladığını, çıplaklığın çirkin bir şey olduğunu Âyet-i
kerime'sinde beyan buyurmaktadır:
"Ey Âdemoğulları! Şeytan ayıp yerlerini kendilerine
göstermek için elbiselerini soyarak ana-babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi
de aldatmasın." (A'raf: 27)
Onun hedefi, insanın örtüsünü yırtmak, hissi ve mânevî
faziletlerden onu mahrum bırakmaktır.
Erkeklerin avret mahalli, göbek altından diz kapağının altına
kadar olan kısımdır. Kadın ve kızlarda yüz, el ve ayaklardan başka bütün
bedendir.
İslâm dini, vücudun bakılması haram olan yerlerini açmayı
yasaklamış ve bunu büyük günahlardan saymıştır.
Çünkü İslâm dini, zinâyı yasaklayıp haram kılarken zinaya
vasıta ve vesile olan bütün yolları da haram kılmış, bir kısmını mekruh
saymıştır. Böyle olmamış olsaydı, zinayı haram kılmanın bir mânâsı kalmazdı.
Dinimiz kötü bakışlardan korunmak, fitne ve fesadı engellemek,
şerefine dil, namusuna el uzatılmasını önlemek için hususiyetle müslüman
kadınların örtünme ve korunmalarını açık ve kesin olarak emir buyurmuştur.
Bugün kimisi Allah-u Teâlâ'nın kesin emri olan tesettür emr-i
şerif'ini hafife alıp inkâr ediyor, kimisi kabul ettiği halde riayet etmiyor,
kimisi de tesettür adı altında ahkâma mugayir kıyafetler giyiyor.
Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama
bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp
göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller)
müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının
üstüne koyup örtsünler." (Nur: 31)
Mahrem yerlerin korunmasından önce gözlerin sakınmasından söz
edilmesinin sebebi, bakışın zinanın aracısı olmasındandır. Çünkü bakış,
fiiliyata geçmeye dâvet eder. Göz, her şeyi kalbe ulaştıran en büyük kapıdır.
Bakış tebessüme, tebessüm konuşmaya, konuşma anlaşmaya, anlaşma da gayr-ı meşru
bir şekilde bir araya gelmeye vesile olur.
Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanında bakış tehlikesinin büyüklüğüne
dikkat çekmek için, harama bakmanın yasaklanışı ile namusu korumayı bir arada
zikretmiştir.
"Ziynetlerini açıp göstermesinler." (Nûr: 31)
Ziynetlerden kasıt, küpenin takıldığı kulak, kolyenin takıldığı
boyun gibi kadınların süs olarak kullandığı şeylerin takıldığı yerlerdir.
Bunların yabancılara gösterilmesi tesettür emrine aykırıdır.
Süs ve ziynet kadının yaratılışında olduğu için, süs ve
ziynetten menetmek kadına ağır gelir. Dinimiz kadına bu hususta ruhsat
vermiştir. Şu kadar var ki namahrem olan yabancı erkeklerden sakınmalarını,
süslerini ve ziynet yerlerini göstermemelerini emir buyurmuştur.
"Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan kısımlar
müstesnâdır." (Nûr: 31)
Bu kısımlar yüz ve ellerdir.
"Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde)
yakalarının üstüne koyup örtsünler." (Nûr: 31)
Saçlarını, kulaklarını, küpelerini, boyunlarını, gerdanlarını,
sinelerini yabancılara karşı örtmek üzere başörtülerini yakalarının üzerine
alsınlar.
Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanı ile kadınlara başlarını
örtmelerini ve örtüsünün fazlasını da boyun ve yakayı kapamak üzere aşağıya
indirmelerini emir buyuruyor.
İslâm dini, kadını erkeğin kötü nazarından korumak için ona en
uygun örtünme şeklini, kıyafet ölçüsünü getirmiştir. İslâm'ın terbiye sistemi
hem âilenin namus ve şerefini, hem de insan haysiyetini korur.
Tesettür emrinin kuvvet ve şümulünü bir daha hatırlatmak üzere
Allah-u Teâlâ yürüyüş tavırlarının bile düzeltilmesi için şöyle
buyurmaktadır:
"Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere
vurmasınlar." (Nûr: 31)
Allah-u Teâlâ hem ziynetlerinin sesinin duyulmasını istememiş,
hem de ses çıkartan, nazar celbedici, rahatsız edici ayakkabılara dikkati
çekmiştir.
Allah-u Teâlâ, mümine hanımların şereflerinin muhafazası için
tesettüre riâyet etmekle mükellef olduklarını beyan etmek üzere Âyet-i
kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Resul'üm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına
söyle. Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman, dış
elbiselerini üzerlerine giysinler." (Ahzâb: 59)
"Cilbab", kadınların elbiselerinin üstüne giydikleri,
kadını tepeden tırnağa örten her çeşit büyük örtüdür.
"Ahzâb sûresinin ‘Dış elbiselerini üzerlerine giysinler.'
âyeti nâzil olunca, Ensâr hanımları dışarı çıktılar. Giydikleri örtülerden
dolayı sanki başlarının üzerinde siyah kargalar vardı." (Ebu Dâvud:
4101)
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"Bu onların ahlâksız kadınlardan olmadıklarının bilinmesi ve
incitilmemesi için daha elverişlidir. Allah çok bağışlayandır, merhamet
edendir." (Ahzâb: 59)
Tesettürü emreden hicab Âyet-i kerime'leri inmeden önce
müslüman kadınlar başörtülerini omuzları arasından salıverirlerdi. Bu yüzden
saçlarının bir kısmı, kulakları, boyun ve gerdanları açık kalırdı.
Tesettür emri geldiğinde, hiçbir kadın kalmayıp başlarından
aşağı hemen örtündüler. Bu emr-i şerif zaten fıtratlarına da uygundu.
"Allah-u Teâlâ Mekke'den Medine'ye hicret eden muhâcir
kadınların iyiliğini versin. ‘Başörtülerini yakalarının üstüne koyup örtsünler.'
Âyet-i kerime'si indiği zaman, entarilerinin eteklerini keserek başlarını
örttüler." (Buhârî)
Ümmül-müminin Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir
başka rivayette ince bezlerin bırakıldığını, başörtüsü için kadınların kalın bez
seçtiklerini söylemiştir. (Ebu Dâvud)
Ümmü Halid -radiyallahu anhâ- isminde bir hanımın oğlu
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in de bulunduğu bir gazâda
şehid düşmüştü. Yüzü örtülü olduğu halde huzur-u saâdete oğlunu sormaya geldi.
Ashab-ı kiram'dan bazıları, "Oğlunu sormaya geldin, yüzün de örtülü!"
deyince buyurdu ki:
"Oğlumu kaybettimse hayâmı da kaybetmedim ya!"
(Ebu Dâvud)
•
Örtünmeyi, setri hafife alan ve inkâr edenlere ise, yine
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde cevap
veriyorlar:
Bir gün Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in kız
kardeşi Esmâ -radiyallahu anhâ- üzerinde ince ve şeffaf bir elbise olduğu halde,
kendisini ziyarete gelmişti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
ondan yüzünü ters istikamete çevirerek:
"Ey Esmâ! Büluğ çağına ermiş bir genç kızın, yüz ve
ellerinin dışında hiçbir yerinin görünmesi doğru değildir." buyurdu ve yüzü
ile ellerini işaret etti. (Ebu Dâvud: 4104)
Tesettür hakkında emr-i ilâhî budur. Ahkâm budur.
Tesettür, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
zamanında savaş sebebi dahi sayılmıştır.
Asr-ı saâdet yıllarında Beni Kaynuka yahudilerinden bir
kuyumcunun mümin bir kadının tesettürüne, başörtüsüne el uzatması savaş sebebi
sayılmış ve savaşılarak yahudi erkekleri öldürülmüştür. (Hişam: c. 3, sh:
66)
Allah'ın hükmü bu kadar önemli bir meseledir.
•
Allah-u Teâlâ emir ve hükümlerini koymuş, onu yasaklarıyla
sınırlamıştır:
"Bu hükümler Allah'ın hudutlarıdır." (Talâk: 1)
İnananlar için tesettür kesinlikle uyulması gerekli bir
farzdır.
Örtünme emri, kıyamete kadar bâki kalacak bir hükümdür.
Allah-u Teâlâ'nın emr-i ilâhi'si olduğu bir şeyde, mahlûkun
hükmü yoktur. Bu noktada akıl yürütmek yersizdir. Akıl büyük bir nimet olmasına
rağmen; vahiy ışığı, peygamber nuru olmadan ne önünü görebilir, ne de doğruyu ve
doğru yolu bulabilir.
Örtünülmezse kâfir mi olunur? Hayır. Örtünmezse günâhkâr olur,
tesettürü inkâr ederse kâfir olur.
"Kim Allah'ın hudutlarını aşarsa kendisine yazık etmiş
olur." (Talâk: 1)
Allah-u Teâlâ, yolunda gidenlerin kurtuluşu için emir ve
yasaklarla birtakım sınırlar çizmiştir. O sınırları geçtikleri zaman hak yoldan
çıkarlar ve karanlıklara saparlar. Bu ise nefislere karşı en büyük zulümdür ve
bu yüzden cehennem azabını hak etmiş olurlar.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Bunlar Allah'ın koyduğu hudutlardır. Sakın bunları
çiğnemeyin. Kim Allah'ın hudutlarını çiğnerse, işte onlar zâlimlerin tâ
kendileridir." (Bakara: 229)
Hakikat budur. Hüküm Allah-u Teâlâ'nın hükmüdür. Hüküm vermek
Allah-u Teâlâ'ya mahsustur.
•
Evli kadınların örtünmesinden kocaları mesul olduğu gibi, kız
çocuklarının evleninceye kadar örtünmelerinden birinci derecede babaları, ikinci
derecede anneleri mesuldür.
Allah-u Teâlâ müslümanların helâlinden temiz ve güzel
giyinmelerini, kendileri için yarattığı ziynet ve elbiseden faydalanmalarını
mübah görmüştür. Nimetlerinin eserini kullarının üzerinde görmek ister.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Ey Âdemoğulları! Size utanç yerlerinizi örtecek bir elbise
ve bir de süs elbisesi indirdik." (A'râf: 26)
Bu ilâhî beyanda, insanoğlunun utanç yerlerini örtecek ve ona
vakar sağlayacak iki türlü elbise indirildiği bildiriliyor. Utanç yerlerini
örten ev kıyafeti, şeref ve vakar veren dış kıyafeti.
İnsanı mükerrem yaratan Allah-u Teâlâ, Âyet-i kerime'nin
devamında ona vermiş olduğu iradeyi örtmesini dilemiş ve bunu insanoğlu
hakkındaki kanunlar arasına koymuştur.
"Takvâ elbisesi ise bunlardan daha hayırlıdır." (A'râf:
26)
Elbise nimetinden faydalanma ve istifade asıl bununladır. Takvâ
duygusundan mahrum olan günahkârlar ne kadar giyinseler yine de açılmaktan
kurtulamazlar.
Ölçü "Takvâ" iledir. İlle şu kıyafet diye bir zorlama yoktur.
Bir müslüman hanım, bir müslüman erkek giydiği kıyafeti gönlünde tartsın,
kalbine baksın. Kendi durumunu "Takvâ" ölçüsüne vursun.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Bilin ki Allah takvâ sahipleriyle beraberdir." (Tevbe:
123)
Bir de manevî elbise vardır ki, onu da Allah-u Teâlâ giydirir.
Herkesin durumuna göre bir elbisesi vardır. Kimisi de çıplaktır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bir
sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardı:
"Geçenlerde tanıdığımız bir kimse geldi. Dedi ki: ‘On sene
evvel vefat eden hanımımı rüyada gördüm, çıplak bir hâlde idi. Gel sana yerimi
göstereyim deyip, beni bir yere götürdü, uzunboylu simsiyah bir adamın yanına
yattı. Yahu diyorum, yabancı bir adamla bir kadın nasıl yatar?'
Kardeşim dedik, senin hanımın çok çok günah işlemiş. O siyah
adam onun ameli idi, sen onu adam olarak gördün. Hanım sana diyor ki: ‘Ben bu
cezâya bu çıplaklığımın yüzünden müstehak oldum, çok şiddetli azap içindeyim. Ne
olur bana merhamet et de Cenâb-ı Hakk'a benim için duâ ediver.'"
İnsandaki edep ve hayâ duygusu örtünmeyi gerektirir.
Bu erkek için de kadın için de bir emirdir.
Tesettüre riâyet etmemek fitne kapısını açar, kadının
cazibesini düşürür, vakarını zedeler. Saygı dolu bakışları, şehvet kokan
bakışlara çevirir. Utanma duygusunu kökünden yıkar. Örtünmek kadının fıtratında
olan bir şeydir. Binaenaleyh utanma iman ile küfür arasında bir perde
gibidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde buyururlar ki:
"Hayânın azlığı küfür alâmetidir." (Münâvî)
Çıplaklık arttıkça iffet ve hayâ da azalır.
"Hayâ ile iman bir arada bulunur, birbirinden ayrılmazlar.
(Yani biri gidince öteki de kalmaz)." (Câmi'üs-sağîr)
Hayâ, bir müminde bulunması gereken en mühim hususiyetlerden
birisidir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde kadınların vücut hatlarını belli eden ve şeffaf elbiseler
giymelerini yasaklamıştır:
"Cehennemlik bazı kadınlar vardır ki, örtülü fakat
çıplaktırlar. Her iki tarafa salınırlar. Onlar cennete girmeyecek ve onun
kokusunu da duymayacaklardır." (Müslim)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz ise, ince ve şeffaf
elbiseler giymiş oldukları halde yanına gelen Temim oğulları kabilesinden bir
takım kadınlara:
"Eğer siz mümin iseniz, bu elbiseler müminlerin elbisesi
değildir."demiştir.
Bir defasında da huzuruna ince başörtülü bir gelin
getirilmişti. Ona şöyle dedi:
"Nûr suresine inanan bir kadın bunu örtünmez."
Bir defasında da yanına ince bir başörtü ile giren Hafsa binti
Abdurrahman -radiyallahu anhâ-nın başörtüsünü yırtmış ve ona kalın bir başörtü
örtmüştür.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- evden dışarı çıkacak olan
kadının örtünmesi ile ilgili olarak da şu sözü söylemiştir:
"Müslüman kadın, bir ihtiyacı olduğu zaman, vücudunu gizleyen
bir elbise içinde evden dışarı çıkmaktan menedilemez. Ancak bu öyle bir örtü
olmalıdır ki, eve dönünceye kadar onu kimsenin tanımaması gerekir."
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine
göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i
şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimin son zamanlarında döşeli süslü oturaklara benzeyen
eyerler üzerinde cami kapılarına gelip inen erkekler olacaktır. Karıları ise
giyinik fakat çıplaktırlar. Başları üzerinde arık melez develerinin hörgüçlerine
benzer durum vardır. Onları lânetleyin, çünkü onlar lânetlenmişlerdir.
Şayet önünüzde başka milletlerden bir millet bulunacak olsa,
sizden önceki ümmetlerin kadınlarının size hizmet ettikleri gibi, bu kadınlar da
onlara hizmet etmekten çekinmezler." (İbn-i Hibban)
Kadının açılıp saçılması, erkeklerin nazarını çekmek için
süslenmesi, şehvâni hislerin uyanıp kamçılanmasına sebep olur. Örtülmesi gereken
yerlerin örtülmesi, namusu korumanın ilk şartıdır.
Müslüman bir hanım, meziyet ve güzelliklerini sadece evine ve
eşine hasreder.
Erkeklerin gözlerini sakınması, kadınların iffetini korumak
içindir.
Allah-u Teâlâ büyük bir rahmet olmak üzere erkek ve kadın
müminlere ayrı ayrı hitap ederek gözlerini bakılmaya uygun olmayan yerlere
bakmaktan sakınmalarını emir buyurmuştur:
"Resul'üm! Mümin erkeklere söyle. Gözlerini harama bakmaktan
sakınsınlar!" (Nûr: 30)
Müminlere yakışan yabancı kadınlara bakmamaktır.
"Mümine kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan
sakınsınlar." (Nûr: 31)
Allah-u Teâlâ kadının örtünmesini emrederken, buna riâyet
hususunda erkeği de kadını da uyarmaktadır.
Göz, kalbin anahtarı; bakış, fitne ve fesadın elçisidir. Gözler
ne derece korunursa şeytana o derece fırsat verilmemiş, kötü düşüncelerden ve
alışkanlıklardan uzaklaşılmış olur.
Vedâ haccında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz Medine-i münevvere'den hareket ettiğinde, terkisine amcası Abbas
-radiyallahu anh-in oğlu Fazl -radiyallahu anh-i almıştı. Yolda genç bir kadın
bir mesele sormak için yaklaştığında Fazl kadına bakmaya başladı. Kadın da son
derece güzel olan Fazl'a bakıyordu. Bu durumu gören Resul-i Ekrem -sallallahu
aleyhi ve sellem- Efendimiz Fazl'ın çenesinden tutup öbür tarafa çevirdi.
(Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 752)
Böylece, arzuyla bakmanın haram olduğunu fiilen açıklamış
oldu.
Harama bakmakla bir kısım hayaller başlar ve insanı Allah'ı
anmaktan alıkoyar. Kalp aynası lekelenir, hafıza dağılır. İnsan böylece şeytanın
menziline girmiş olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Helâl olmayan şeylere bakmak, şeytanın zehirli oklarından
bir oktur."
Gözler ne derece korunursa şeytana o derece fırsat verilmemiş,
kötü düşüncelerden ve alışkanlıklardan uzaklaşılmış olur. Gözleri menhiyata
kapamak, korunmanın en güzel yoludur. Ani göze çarpan bir harama ısrarla tekrar
bakılmamalıdır.
Bir müslümanın şehvetle bakabileceği kadın yalnızca eşidir.
Karı-kocanın birbirine karşı avreti yoktur. Bunun dışında hiç kimseye şehvetle
bakmak câiz değildir. Şehvetle bakmanın ölçüsü "Devamlı bakmak"tır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e şöyle buyurmuştur:
"Yâ Ali! Yabancı kadınlara ısrarla ve arka arkaya bakma. İlk
bakış için bir vebâl yoktur. İkinci defa bakman ise sana yasaktır." (Ebu
Dâvud)
Zira bu görüş, insanın iradesi dışında olmuştur. Görür görmez
gözünü başka tarafa çevirirse bunda bir günah yoktur. Fakat bakmaya devam ederse
günahkâr olur.
Cerîr -radiyallahu anh- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e ansızın
görmeyi sordum. Bana gözümü çevirmemi emretti." (Müslim: 2159)
Namahrem bir kadının elinden ve yüzünden başka yerlerine bakmak
haramdır. İhtiyaç olmaksızın eline ve yüzüne bakmak bile mekruhtur.
Vücut hatları belli olacak kadar ince veya bedene yapışık dar
elbise üzerinden bakmak, doğrudan bakmak gibidir.
Erkeklerin avret mahalli olan göbek altından diz kapaklarının
altına kadar olan kısımlara bakmak haramdır. Bir kadının diğer bir kadının bu
kısımlarına bakması da haramdır.
Gözü sakınmakla Allah-u Teâlâ'nın emri tutulmuş, bir ok gibi
kalbi yaralayan manzaralardan korunmuş olunur. Kalp kuvvetlenmiş ve nurlanmış,
şeytanın giriş yolları kapatılmış olur.
Ümmü'l-müminin Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in
şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
Sevde -radiyallahu anhâ-, hicâb âyetinin gelişinden sonra bir
lüzum ve ihtiyaç için bir yatsı vakti dışarıya çıkmıştı. Ömer bin Hattab
-radiyallahu anh-, uzun boylu Sevde'yi önceden tanıdığı için onun olduğunu
anladı, evin dışına çıkmasına itiraz ederek:
"Yâ Sevde! Bil ki vallahi sen bizce tanınmamış değilsin.
Düşünsene, sen ne cesaretle evin dışına çıkıyorsun?" dedi.
Sevde dönerek odama geldi. O sırada Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- benim odamda akşam yemeğinde idi. Elinde etli bir but
vardı.
Sevde:
"Yâ Resulellah! Bazı hâcetim için evimden çıkmıştım Ömer
bana şöyle şöyle söyleyerek itiraz etti." diye şikâyet etti.
Bu sırada Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a vahiy
gönderdi. Vahiy halindeki terleme gidince, elinde tutmakta olduğu et parçasını
yere koymaksızın şöyle buyurdu:
"Siz kadınların lüzum ve ihtiyaç üzerine örtünerek
evlerinden çıkmalarına izin verildi." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1723)
Şu kadar var ki bu izin istismar edilmemelidir. İlâhî hilkat,
kadına nezâket ve nezâhet bahşetmiştir. Her haliyle buna riâyet gerekir.
Erkeklerin bakışlarını üzerine celbedecek her şey kadına
haramdır.
Allah-u Teâlâ mümin kadınlara şöyle sesleniyor:
"Vakar ile evlerinizde oturun. İlk cahiliye çağı
kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak yürümeyin." (Ahzâb:
33)
•
Pek ihtiyar kadınların kılık kıyafetleri hakkında Allah-u Teâlâ
bazı kolaylıklar getirerek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Evlenme ümidi kalmayan yaşlı kadınların, ziynetlerini açığa
vurmamak şartıyla dış örtülerini çıkarmalarında kendilerine bir günah
yoktur." (Nûr: 60)
Gizlemeleri gereken ziynetlerden hiçbirini göstermemek şartıyla
üzerlerindeki dış elbiselerini bırakıp yalnız başörtüsüyle çıkabilirler. Fakat
kadının kendisini süsleyip sokağa çıkması, gençler için günah olduğu gibi,
ihtiyarlar için de günahtır. Süslenmeleri değil, süsle yabancı erkeklere
görünmeleri günahtır.
Onlar bu dış örtülerini bırakırken, süslenmek kastı ile bunu
yapmazlar, sadece örtülerini hafifletmek maksadı ile yaparlar.
"Yine de iffetli olmaları kendileri için daha
hayırlıdır." (Nûr: 60)
Ziynetli olmadıkları halde de iffet ölçülerine uymaları ve genç
hanımlar gibi örtülerini bırakmamaları haklarında daha hayırlıdır. Çünkü
töhmetten daha uzaktır.
"Allah işiten ve bilendir." (Nûr: 60)
Bundan dolayı müslümanız diyen hanımlar bu hükümleri
dinlesinler, düşünsünler ve hayatlarını nezih bir şekilde tanzime
çalışsınlar.
Mümin bir kadın, yabancı erkekle konuşmasında ölçülü olmalı ve
ihtiyaç kadar konuşmalıdır.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Eğer takvâ sahibi olmak istiyorsanız edâlı konuşmayın.
Kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit eder. Dâima ciddi ve ağırbaşlı
söz söyleyin." (Ahzâb: 32)
Dinimiz fitne ve fesadı önlemek için, kadın ve erkeğin mahrem
olanların dışındakilerle bir arada bulunmalarını ve konuşmalarını yasaklamıştır.
Dinin süzgecinden geçmeyen fenâ lâf ve fâhiş sözler, kalpte uyuyan gizli
düşünceyi ortaya çıkartır. Kötülüklerin filizlenip hayat bulmalarını sağlayarak
zinâya meyli artırır ve imanı felâkete sürükler.
Nefsin arzu ve isteklerine uyarak dilinin dizginlerini
salıverip fuhşun yayılmasına sebep olanlara Allah-u Teâlâ, acıklı bir azap
vereceğini beyan etmektedir:
"Müminler arasında hayâsızlığın, kötü sözlerin yayılmasını
arzu edenlere dünyada da ahirette de can yakıcı bir azap vardır." (Nûr:
19)
Tevbe ve istiğfar etmeksizin ahirete gidince de orada cehennem
azabına ve Allah-u Teâlâ'nın bildiği daha nice felâketlere uğrarlar.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime'sinde ise Ashâb-ı kiram'a
hitap ederek şöyle buyurmaktadır:
"Peygamber'in zevcelerine herhangi bir şey soracağınız vakit
perde arkasından sorun." (Ahzâb: 53)
Bundan böyle "Harem" farz kılınmıştır ki, o zamana kadar
Araplar'da âdet değildi.
"Böyle yapmakla hem sizin gönülleriniz hem de onların
gönülleri daha temiz kalır." (Ahzâb: 53)
Şeytânî düşüncelerden, vesveselerden uzaklaşırsanız hem
kadınların, hem erkeklerin iffet ve ismet hisleri daha fazla yükselir, hürmet
duyguları artar. Fitne ve su-i zannı giderir. Birbirini görmedikleri zaman
kalplerinden kötü bir şey geçmez.
Fitne, erkekle kadın arasında müşterektir. Erkekten
geleceğinden ne kadar endişe edilirse, kadından gelmesinden de o kadar
korkulur.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Kadın avrettir. Evinden çıkınca şeytan onu daha çekici
yapar." (Mişkât'ül-mesâbih)
Birbirine nikâh düşen kadın ve erkeklerin bir arada yalnız
bulunmaları haramdır. Çünkü bu beraberlik birçok günahın işlenmesine sebep
olmaktadır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i
şerif'lerinde şöyle buyurur:
"Hiçbir erkek nikâh düşen yabancı bir kadınla yalnız
kalmasın. Hiçbir kadın yanında nikâh düşmeyen birisi bulunmadan yolculuğa
çıkmasın." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1260)
Mümin hanımların görüşüp-konuşabileceği mahremi olan erkekleri
Allah-u Teâlâ Nûr sûre-i şerif'inin 31. Âyet-i kerime'sinde bir bir beyan
buyurmuştur:
"Ziynetlerini kocaları veya babaları veya kayınpederleri
veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri, veya erkek
kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları
veya cariyeleri veya kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız) hizmetçiler veya
kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına
göstermesinler." (Nûr: 31)
Bilhassa bugün müslümanların para ve kadın hususunda hiç
kimseye itimat etmemeleri gerekir. Hatta kendi öz kardeşlerine bile.
Zira Ukbe bin Âmir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Yanında mahremi olmayan kadınların yanına girip yalnız
kalmaktan sakının."
Buyurduklarında Ensar'dan bir zât: "Yâ Resulellah!
Kocanın öz kardeşi de, akrabaları da mı bizim kadınlarımızla bir arada, yalnız
kalamazlar?" diye sordu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise:
"Asıl felâket buradadır!" cevabını vermiştir.
(Buhârî-Müslim)
Bu Hadis-i şerif'e göre müslüman bir kadının; kocasının
kardeşi, kocasının yeğenleri, amca ve dayı oğulları gibi hısımlarının yanına
tesettürsüz çıkması ve onlarla yalnız kalması yasaklanmıştır. Çünkü bunlar
yengeye nâmahremdir.
Ölüm veya boşanma hâlinde evlenilebilecek akraba fertleri ile
bir arada yalnız bulunmanın tehlikesi yabancıdan daha fazladır. Fitne fücuru
daha kuvvetlidir. Çünkü yabancıya nazaran akraba hiçbir mâni olmadan evin içine
ve kadının yanına serbestçe girip çıkar.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir
Hadis-i şerif'te de şöyle buyurulmaktadır:
"Sizden biriniz, yakını olandan başka bir kadınla başbaşa
kalmasın." (Müslim: 1341)
Dikkat edilirse Nûr sûre-i şerif'inin 31. Âyet-i kerime'sinde
kadının mahremleri sayılırken öz kardeş bu sayıya dahil edilmemiştir. O halde
haramdır. Öz kardeşin durumu bu olursa, diğerlerinin durumu ne olur? Yine Âyet-i
kerime'ye göre müslüman bir hanımın kâfir kadınlara da ziynet yerlerini
göstermesi haramdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde bir erkekle kadının yalnız bulunmaları halinde üçüncülerinin
şeytan olacağını haber vermişlerdir. (Ahmed bin Hanbel)
Bu Hadis-i şerif, bir kimsenin eşi ve nikâh düşmeyen yakın
akraba ve hısımları dışında kalan kadınlarla yalnız kalmasını haram kılmaktadır.
Böyle bir durum hem karşı cins için tahrik edicidir, hem de dedikoduya sebep
olabilmektedir.
Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:
"Benden sonra erkeklere, kadınlardan daha zararlı bir fitne
bırakmadım." (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 1795)
Müslüman erkekler hanımlarını kıskanmalı ve yabancı kimselerden
korumalıdırlar.
Asr-ı saâdet'te tesettür tatbikatını gösteren bu Hadis-i
şerif'ler, tesettürle ilgili Âyet-i kerime'lerin birer tefsiri
mâhiyetindedirler.
Dövme Yaptırma, Kaş İnceltme, Meylettirici Süslenme ve Giyinme
Dövme Yaptırma, Kaş İnceltme, Meylettirici Süslenme ve
Giyinme:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyuruyorlar:
"İki sınıf var ki bunlar cehennemliktir, fakat henüz onları
göremiyorum. (Bunların biri) giyimli fakat çıplak; (erkeklere) meyleden,
(kendilerine) meylettiren kadınlardır. Bunların başında yana yatmış deve
hörgücünü andıran şeyler vardır. Bunlar asla cenneti göremeyecek, kokusunu da
alamayacaklardır." (Müslim)
"Henüz göremiyorum." buyurmaları, ileride, ahir zamanda
çıkacaklarına işarettir. Biri giymiş ama çıplak. Niçin? Vücut hatları belli
olduğu için. İkincisi erkeklere meyleden ve kendilerine meylettiren kadınlar, ki
saçlarını deve hörgücü gibi yaparlar. Bu iki hususta ciddi ikazlar var.
Hazret-i Allah bizi muhafaza etsin.
Tesettür kıyafeti yüz ve ellerin dışında kalan bedenin tümünü
örtecek şekilde ve vücudun çizgilerini göstermeyecek şekil ve bollukta
olmalıdır. İçini gösterecek şekilde (şeffaf) olmamalı. Dikkatleri çekecek
şekilde, renk ve desende olmamalıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
Oysa bugün birçok kadın güzel görünmek adına kaşında gözünde
değişiklik yapıyor, hatta yüzünden ya da vücudundan estetik ameliyat oluyor.
Kapalısı da yapıyor, açığı da yapıyor.
Değil kaşta, gözde, şurda burda değişiklik yapmak, kadın
İslâm'da kocasından başkası için süslenemez, makyaj yapamaz.
Hatta ve hatta kadın koku sürünerek dışarı çıkarsa,
başkalarının dikkatini çekerse "Zinaya bir adım atmış olur"
buyuruluyor.
Hadis-i şerif'te:
"Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve kokusunu
başkalarının duymasını arzularsa, zinaya bir adım atmış olur."
buyurulmuştur. (Tirmizî Edep : 35)
Kadın kokular sürüp camiye bile gidemez. Birgün koku sürünen
bir kadın, Ebû Hureyre -radiyallahu anh-in yanından geçerken ona "Nereye
gidiyorsun?" diye sordu. Kadın: "Camiye" diye cevap verince Ebû
Hureyre -radiyallahu anh-:
"Kokulandığın halde mi?" diye tekrar sordu. Kadın
"Evet" dedi.
Ebû Hureyre -radiyallahu anh- Hazretleri bunun üzerine şöyle
buyurdu:
"Dön ve yıkan. Çünkü Peygamberimizden dinledim:
‘Kokulanan bir kadın mescide giderse, dönüp gusletmedikçe Allah
onun namazını kabul etmez.'"
Kadınlar âile içinde veya kendi cinsleri ile bir araya
geldiklerinde koku sürünebilirler. Ancak evden dışarı çıkarken, câmide veya
yabancı erkeklerin bulunduğu yerlerde koku sürünmeleri, bu erkeklerin
dikkatlerinin kadınların üstüne çekilmesine yol açar.
Ebu Musa -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bir
Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Bir kadın güzel koku sürünüp bunu hissetsinler diye bir
topluluğa uğrarsa, zinâ etmiş olur." (Ebu Dâvud: 4174 - Tirmizî: 2787)
Çünkü bu hâl erkeklerin kalbini meşgul eder, nazarlarını
kendisine çeker. Bu duruma koku sürünen kadın sebep olduğu için, zâniye olarak
tavsif edilmiştir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir başka
Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Kendisine buhur (koku) değen bir kadın sakın bizimle yatsı
namazına katılmasın." (Müslim: 444)
Buhurdan maksat, kadının üzerinde koku duyulmasıdır. Şu halde
ne suretle sinmiş olursa olsun, üzerinde koku bulunan kadın camiye gelemez.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine
göre:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- kadının saçını
başka saçla çoğaltan, başka saç ilâvesiyle saçını çoğalttıran, dövme yapan ve
dövme yaptıran kadınları lânetlemiştir." (İbn-i Mâce: 1987)
Renkli ipekten mâmul ipliklerin ve saça benzemeyen diğer
maddelerin saça takılması ve bağlanması, bu yasağın dışında kalır. Çünkü bunlar
süslenmek için takılır.
Dinimiz kadının erkeğe, erkeğin kadına benzemesini şiddetle
yasaklamıştır.
Bu sebeple bir erkek kadın elbisesi, bir kadın da erkek
elbisesi giyemez.
Erkeklerin kadın elbisesi, kadınların da erkek elbisesi
giymelerini Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yasaklamıştır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, kadın elbisesi
giyen erkeğe ve erkek elbisesi giyen kadına lânet etti." (Ebu Dâvud)
Erkeğin giydiği kadınların giydiğine benzemeyecek, kadının
giydiği de erkeğin giydiği elbiselere benzemeyecek. Pantalon da bir erkek
giysisidir.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine
göre Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-; erkeklerden kadınlaşan,
kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti ve:
"Bu gibi kimseleri evinizden kovunuz!" buyurdu.
Hatta falancayı çıkardı. Ömer -radiyallahu anh- de falancayı
çıkardı. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1954)
Buna benzer başkaları hakkında ise:
"Bunlar sizin yanınıza girmesin." buyurmuştur. (Müslim:
2180)
Küffar "Moda" ile hem kendi sapmışlığının bir neticesi olan
çıplaklığı yaygınlaştırmak ister, hem de insanların nefsânî zaaflarından
istifade ederek para kazanmaya çalışır.
Bu şekilde ahkâm-ı ilâhî harici Sünnet-i Resulullah'a aykırı
takva ve hâyâ dışında giyinip kuşanan, eşyasını değiştiren kişiler şu
tehlikelerin altındadır:
Hazret-i Allah'a Karşı Gelme2. İsraf ve Lüks3. Küffara Benzeme4. Çıplaklık5. Riya (Gösteriş)6. Kendini Beğenme7. Hırs ve Haset
1. Hazret-i Allah'a Karşı Gelme:
Hazret-i Allah Âyet-i kerime'leri ile Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'leri ile müslümanın tâbi olacağı
hükümleri, riayet edeceği ölçüleri ortaya koymuş iken bir müslümanın bütün bu
hükümleri hiçe sayarak nefsinin arzularına göre hareket etmesi Hazret-i Allah'a
karşı gelmesi demektir.
Bütün bu ahkâma mugayir hareketler zaten Hazret-i Allah'ın
emirlerine aykırı davranmak değil midir? Hazret-i Allah'a karşı gelmek değil
midir? Hazret-i Allah tefahürden hoşlanmaz. Mütevazı giyimi, yaşamayı sever.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı
görmez mi ki, şimdi o apaçık hasım kesilmektedir." (Yâsin: 77)
Bir diğer Âyet-i kerime'de onlar hakkında şöyle
buyurmuştur:
"Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Bakara: 44)
Nedir bu yaptığınız hareketler?
Çünkü aklı başında olan her insan geleceğini düşünür, ona göre
tedbirini alır, tedarikini yapar.
İlâhî bir lütuf olan aklını, vicdanını suistimal ederek
Hakk'tan ayrılan, Hakk ve hakikati kabul etmeyen, bâtıl peşinde koşup duran
kimseler, cezâ günü geldiğinde pişmanlık ve hasretler içinde kendilerini
kınayacaklar.
Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsi'de buyurur ki:
"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben
yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor! Ben rızıklandırıyorum, benden
başkasına şükrediliyor." (Taberânî)
Hazret-i Allah bu kadar gadab ediyor.
Tevbe edip rızası mucibince, istikamet üzere hayatını idame
ettirenler ise Hazret-i Allah'ın mükâfatına nail olurlar.
Zirâ Âyet-i kerime'de:
"Yaptığı zulümden sonra tevbe edip hâlini düzelten kimse,
bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet
edicidir." buyuruluyor.(Mâide: 39)
2. İsraf ve Lüks:
Her sene yeni bir "Moda" icat edildiği için insanlar eskimediği
halde çok sık bir şekilde yeni kıyafetler almaya; çok pahalı markalı ürünleri
kullanmaya; lüzumundan fazla eşyaya sahibi olmaya sevkedilmeye
çalışılmaktadır.
Bu gibi israflar özellikle zenginler arasında çok
yaygınlaşmıştır.
Yabancı markalar, yabancı modalar, fahiş fiyatlara alınıp
giyilmektedir.
Halbuki israf dinimizde haram kılınmıştır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri
sevmez." buyuruyor. (A'râf: 31)
Haksız yere başkasının malını yemeyi yasaklayan dinimiz, insana
kendi malını dahi ölçülü harcamasını emretmiştir. Kişi, Allah ve Resul'ünün
koyduğu ölçülere göre harcama yapmazsa, sarfiyatının her zerresinden
mesuldür.
Malın haram olan yollardan harcanması, kişiye ve başkalarına
hiçbir faydası olmayan harcamalar, başkalarına muhtaç hale gelecek derecede
ölçüsüzce yapılan bağış ve harcamalar, Allah için değil de gösteriş için infakta
bulunmak hep israftır ve haramdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, deniz
kenarında bile olsa, abdest alırken suyu ölçülü kullanmayı tavsiye
etmişlerdir.
İsraf, cömertliğin ifrat dereceye varmış olan şeklidir.
Cömertlik ise müslümanda bulunması gereken güzel huylardan birisidir.
Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Cömert insan Allah'a yakın, insanlara yakın, cennete yakın
ve cehennem ateşinden uzaktır." (Tirmizi)
Allah'ımız bize itidali, orta hâli emir buyuruyor:
"Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme! Büsbütün de saçıp
israf etme ki, sonra kınanır, hasret içinde eli boş kalırsın." (İsrâ:
29)
Buradan anlaşılıyor ki, korunması gereken yerde malı korumalı,
sarfedilmesi gereken yerde de bolca harcamalıdır.
Korunması gereken yerde bolca harcamak israftır. Bolca
sarfedilecek yerde sıkılık etmek ise cimriliktir. Her ikisi de
kınanmaktadır.
En makbul ve övülmüş olanı sehavettir.
Âyet-i kerime'de:
"Rahman'ın o kulları ki, harcadıkları zaman ne israf
ederler, ne de cimrilik ederler. Harcamaları bu ikisinin arasında dengeli olur."
buyuruluyor. (Furkan: 67)
Meşru yollardan helâl kazanç temin edip muhafaza etmek ve
rızâya uygun olarak yerli yerinde kullanmak farz olduğu gibi, lüzumsuz yerlere
ve bilhassa şer'î sınırları aşacak derecede günah yollara sarf edip israf etmek
de haramdır.
İslâm'da nezafet vardır, temizlik vardır. Kişi kendi bütçesine
göre israfa kaçmadan nezih bir şekilde ve takvâ ölçüsünde giyinebilir. Ancak
ifrata kaçmak, hele israfa dalmak kesinlikle yasaktır.
3. Küffara Benzeme:
"Moda" küffar memleketlerinden çıktığı için, onlara benzemeye
çalışmak kişiyi küfre kadar götüren bir tehlikedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Kim, hangi kavme benzerse o da onlardandır." (Ebu
Davud)
"Kalıplar birbirlerine benzeyince, kalpler de birbirine
benzer."
Yabancıların giyim tarzları da müslümanlar arasında
yaygınlaşmaya başladı. Çıplak giyim tarzlarını zaten mevzu etmiyoruz.
4. Çıplaklık:
Dikkat edilirse Avrupa'daki kadınlar bile yüz yıl önce bu kadar
çıplak değildi. Adım adım kadını bu hale getirdiler.
Nefis ve şeytan hem kadınlara hem erkeklere yularını geçirmiş,
nereye sürüklerse insanlar oraya gidiyor.
Hiçbir kadının giyinip sokağa çıkmayı aklına dahi getirmeyeceği
kıyafetler önce "Moda" adı altında reklam edilmekte, her geçen gün ortalık
"Örtülü çıplaklar" ile dolmaktadır.
"Tesettür modası" denilen bidat da aynı şekilde her geçen gün
tesettürlü kadınları iffet ve takvâ ölçüsünden uzaklaştırmaktadır. Tesettür adı
altında bu tür kıyafetlerin giyilmesi kadınların açık olmasından daha büyük bir
fitne ve tehlikedir. Zira İslâm'ın yasakladığı bu menhiyat "İslâmî giyim" adı
altında işlenmektedir.
İslâm'ın "Tesettür" hükümleri ise yukarıda izah edilmiştir.
5. Riyâ (Gösteriş):
Riyâ, insanın kendisini başkalarına üstün göstermek, onların
kalplerinde yer etmek, hürmet ve tâzim beklemektir.
Riyâ haramdır. Riyakâr kimselerin gadâb-ı ilâhi'ye maruz
kaldıklarına dair Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Yazıklar olsun o namaz kılanların hâline ki, onlar
kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar." (Mâun: 4-5-6)
Allah-u Teâlâ, rızâsından gayrı hiçbir karşılık beklemeyen
ihlâslı kullarını Âyet-i kerime'sinde övmüştür:
"Biz sizi sadece Allah rızâsı için yediriyoruz, sizden ne
bir karşılık ne de bir teşekkür beklemiyoruz." (İnsan: 9)
Münafıklar hakkında Allah-u Teâlâ buyurur ki:
"Onlar insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az
zikrederler." (Nisâ: 142)
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyuruluyor:
"Her kim ki yaptığı bir işe benimle birlikte başkasını ortak
koşarsa, onu şirki ile baş başa bırakırım." (Müslim)
"Duysunlar diye iyi işler yapanı Allah duyurur. Gösteriş
için iyi iş yapanları kıyamet gününde teşhir eder." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh:
2039)
Riyâ, karıncanın ayak sesinden daha da gizli ve sessizdir.
Nefsin ani çıkışlarını, riyânın sızmasını önleyecek olan Allah-u Teâlâ'nın
hıfz-u himaye'sidir. Kurtulmasını murad ettiği kulunu, riyâ yolundan gelecek
tehlikelerden muhafaza eder.
6. Kendini Beğenmek:
Giyim-kuşamda dikkat edilecek bir husus da kibirlenmek
maksadıyla giyinmenin ne kadar büyük bir günah olduğudur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Dünya hayatında şöhret elbisesi giyen (kibirlenerek kendini
beğenerek) bir kimseye kıyamet günü Allah zillet elbisesi giydirir." (Ebu
Dâvud)
Müslüman temiz ve güzel giyinir. Temiz ve güzel giyim ile kibir
ve gösteriş için yapılan giyim arasında fark vardır.
Kibir ve gösteriş kendini beğenmekten gelir. Kendini beğeneni
Hazret-i Allah hiç sevmez ve beğenmez.
Zira Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e
sahabeden birisi:
"Kişi elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister?"
diye sorduğu zaman Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurdu:
"Muhakkak Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise Hakk'a
karşı direnmek ve insanları da küçük görmektir." (Müslim)
•
Hadis-i şerif'lerde yasaklanan bir başka kıyafet de, dikkatleri
üzerine çekmek gayesini güden şöhret elbisesidir. Elbiseyi örtünmeden çok,
çeşitli süs ve renklerle dikkatleri üzerine çekme vasıtası olarak kullananlar da
bu sınıfa girerler.
Ümmü'l-müminin Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den
rivayet edilmiştir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Mescid'de otururken
Müzeyne kabilesinden bir kadın girdi. Çok süslüydü. Ziynetleriyle Mescid'in
içinde bile eteğini sürüyüp böbürlenerek yürüyordu.
Bunun üzerine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurdu:
"Ey insanlar! Kadınlarınızı Mescid'de süslü elbise giymekten
ve çalımlı yürümekten menediniz. Zira İsrâiloğulları, kadınları mescidlerde
süslü elbise giyip çalımlı yürüyünceye kadar lânetlenmediler." (İbn-i Mâce:
4001)
Allah-u Teâlâ'nın bir kimseyi lânetlemesi, onu rahmetinden
uzaklaştırması demektir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in
bir kimseyi lânetlemesi ise, o kimsenin Allah-u Teâlâ'nın rahmetinden
uzaklaştırılmasını dilemesi demektir.
7. Hırs ve Haset:
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir
Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Kıyamet yaklaştı. Halbuki insanların dünyaya karşı ancak
hırsları artıyor, Allah'tan uzaklaşıyorlar." (Hâkim)
Bu Hadis-i şerif'lere bakan bir ayna gibi kendisini görür, ona
göre kendisini ayarlar.
•
Haset, Allah-u Teâlâ'nın bir kuluna ihsan ettiği nimetlere
karşı kıskançlık duymak, o nimetin ondan çıkmasını istemektir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği kimselere haset mi
ediyorlar?" (Nisâ: 54)
"Birbirlerinize buğzetmeyin, birbirinize haset etmeyin,
birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinizle alâkayı kesmeyin. Kardeş olun ey
Allah'ın kulları!" (Buhârî - Müslim)
Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine verir, dilediğini
dilediğinden alır. O'nun bir kuluna lütuf buyurduğu herhangi bir nimeti
kıskanmak, ilâhi taksime itiraz etmek demektir.
Haset eden kimse gıybet ettiği için, ibadetlerinin sevabını da
gidermiş olur.
Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Hasetten sakınınız. Şüphesiz ki ateş odunu mahvettiği gibi,
haset de sevap ve iyiliklerin yok olmasına sebep olur." (Ebu
Dâvud)
"İman ile hased bir mümin-i kâmilin kalbinde katiyyen
birleşmez." (Nesâî)
"Ateş odunu yakıp imhâ ettiği gibi başkasında olan nimetin
zevâlini arzu eylemek mânâsında olan ‘haset' dahî insanın amel ve ibâdetini
mahveyler." (Ebu Dâvud)
Gıpta ise güzel bir huydur. Bir kimsede bulunan güzel huyların
kendisinde de bulunmasını istemek demektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her şeyde
sadeliği tercih ederdi. Sade yer, sade giyinir, sade yaşardı. Bulduğunu yer,
bulduğunu giyerdi. Tam mânâsı ile ferâgat sahibi idi.
Sade ve mütevazi bir hayat yaşamış, hiçbir zaman dünya
nimetlerinin cazibesine kapılmamıştır.
Hicretin üçüncü senesinden sonra fütuhatlar çoğalmış, dokuzuncu
senesinde ise elde edilen ganimetler Medine-i münevvere'ye sel gibi akmış,
müslümanların durumu düzelmiş, çoğu zengin olmuştu. Mısır azizi, Bizans
imparatoru ve diğerleri kendisine kıymetli hediyeler gönderiyorlardı. Fakat o
bunlara zerre kadar iltifat etmedi, eski yaşama biçimini sürdürmeye devam etti.
Eline geçen her şeyi, bir gün bile yanında tutmadı; fakirlere, gazilere,
müslümanların yükselmesine sarfetti.
Kendisine bağışlanan çok kıymetli bağları halkın istifadesine
bıraktı. Mahsulleri fukaraya ve muhtaçlara dağıtılırdı.
Ahzab sûre-i şerif'inin 28. Âyet-i kerime'sinde beyan
buyurulduğuna göre; diğer müslümanlar seviyesinde bir hayata kavuşmak isteyen
hanımlarına küsmüş ve onlardan dünya ile ahiret arasında bir tercih yapmalarını
istemiştir.
Müellefet-ül kulûb adı verilen birtakım gayr-i müslimlerin
kalplerini İslâm'a ısındırmak için onlara yaptığı iyilikler anlatmakla bitmez.
Ümmetinden en fakir bir kimsenin yaşayışı gibi hayat sürmeyi,
sadelik içinde yaşamayı tercih etti.
Hadis-i şerif'lerinde:
"Sade hayat imandandır." buyurmuşlardır. (Ebu Dâvud)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sadeliği
severlerdi. Süsten-lüksten hoşlanmazlardı.
Sadelik en güzel nezafettir, tevazuya meyletmektir. Süs ise
kibre vesile olur. Yani güzel giyinmek güzeldir ve fakat sadeliği tercih etmek
daha güzeldir.
Hane-i saâdetleri, eski halini muhafaza ediyordu. Tevazu ve
sadeliği o kadar ileri götürmüştü ki, bütün mefruşat; bir yatak, bir hasır,
toprak bir su kabı gibi eşyadan ibaretti. Süse ve lükse hiç önem vermedi.
Günlerce bacası tütmez, aylarca evinde ışık yanmadığı
olurdu.
Yiyecek bir şey bulamadıkları için, hanımları ve çocukları ile
beraber, birçok geceler yemek yemeden yatarlardı.
Hiçbir zaman hiçbir yemeği beğenmemezlik etmez; arzu ederse
yer, etmezse bırakırdı.
Zenginliği kendisinin ve âile fertlerinin bir yıllık
nafakasından fazla değildi. Asıl zenginliği de Rabb'ine güvenerek beslediği
gönül zenginliği idi.
•
Fakat Ümmehât-ı müminîn -radiyallahu anhünne- Hazerâtı,
kadınlığın fıtratında bulunan ziynet ve dünya malına karşı meyil sebebiyle
yiyecek ve giyecek hususunda Resulullah Aleyhisselâm'dan bazı isteklerde
bulundular. "Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetlerden
isteriz." dediler. Her biri birtakım şeyler istiyordu. Onların bu
teklifleri, uygunsuz tutum ve davranışları kalbinin kırılmasına sebep olmuştu.
Çünkü kendisi sade yaşadığı gibi, onların da sade bir hayat sürmelerini arzu
ediyordu.
Resulullah Aleyhisselâm onlarda gördüğü bazı dilekleri ve
birbirlerine arka çıkmaları karşısında sırf bir ibret dersi olmak üzere, bir ay
müddetle onları kendi hallerine bırakarak yakın alâkadan mahrum etti. Büyük bir
irfan sahibi olan Ezvâc-ı tâhirat'ın daha fazla ıslah olmaları için bu şekilde
acı bir dersin olması gerekiyordu.
Bu bir ay müddetince meşrebe diye anılan çardakta yalnız başına
kalmıştı, sabah ve akşam yemeğini yalnız başına yedi.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- izin alarak Resulullah
Aleyhisselâm'ın huzuruna girdi. Beline bir ihram bağlayıp hurma lifinden
yapılmış bir hasır üzerine uzanmış olduğunu gördü, selâm verdi. Vücudundaki
hasır izlerini görünce dayanamadı, ağlamaya başladı.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Niye ağlıyorsun yâ Ömer!" diye sorduğunda:
"Yâ Resulellah! Ne diye ağlamayayım ki? Kisrâlar,
Kayserler dünyanın zevk ve sefâsını sürerken, siz Allah katında en seçkin kul
olduğunuz halde böyle bir hayat sürüyorsunuz!"dedi.
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
"Yâ Ömer! Dünya onların, ahiretin de bizim olmasına râzı değil
misin?"
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-: "Râzıyım!" diye
cevap verdi. (Ahmed bin Hanbel)
Bir ay dolunca Resulullah Aleyhisselâm inzivadan çıkarak
hanımları ile görüşmeye başladı.
Bu sırada Ahzâb sûre-i şerif'indeki ilgili Âyet-i kerime'ler
nâzil oldu:
"Ey Peygamber! Hanımlarına söyle: Eğer dünya hayatını ve
onun ziynetini istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de sizi
güzellikle salıvereyim." (Ahzâb: 28)
"Eğer Allah'ı, Peygamber'ini ve ahiret yurdunu istiyorsanız,
bilin ki Allah içinizden güzel davranan hanımlara büyük bir mükâfat
hazırlamıştır." (Ahzâb: 29)
Bu hadiseye "Tahyir" adı verilir. Bir erkeğin hanımını
boşanma veya yanında kalma hususunda karar vermede serbest bırakması
demektir.
Bu duruma göre Resulullah Aleyhisselâm hanımlarını dünya
ziyneti ile Allah ve Resul'ünü tercih etmekte serbest bırakmaya memur edilmiş
bulunuyordu.
İlk olarak meseleyi Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ-
Vâlidemiz'e açtı.
"Yâ Âişe! Sana bir şey soracağım, cevap vermekte acele etme,
anne-babana sor, sonra karar ver." buyurdu ve nâzil olan Âyet-i kerime'leri
okudu. O ise derhal cevap verdi. "Yâ Resulellah! Ben bu hususta anneme babama
hiç danışır mıyım? Elbette Allah'ı, Allah'ın Resul'ünü ve ahireti tercih
ederim." dedi. Diğer Ezvâc-ı tâhirat da aynı şekilde Allah ve Resul'ünü,
dünya ziynetine tercih ettiler. Böylece sadâkatlerini ispat etmiş oldular.
•
O, Allah'tan gafil olmaya sebep olacak fakirlikten ve azdıracak
zenginlikten hoşlanmayarak Allah'a sığınmıştır.
Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Her zengin ve her fakir kıyamet günü dünyada rızkının
geçinecek kadar verilmiş olmasını muhakkak arzulayacaktır." (İbn-i Mâce:
4140)
Bir duâları ise şöyledir:
"Alllah'ım! Muhammed'in ev halkının rızkını geçinecek kadar
kıl!" (İbn-i Mâce: 4139)
Böyle bir rızık sahibi ne fakir ne de zengin sayılır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hâdis-i
şerif'lerinde, İslâm dinine erdirilerek Rabb'ine itaat eden, ihtiyacına cevap
verebilecek derecede helâl rızık verilen ve kanaatkâr olan müminin kurtuluşa
ereceğini beyan buyurmuşlardır:
"İslâm dinine erdirilen, yetecek derecede rızık verilen ve
buna kanaatkâr olan kimse muhakkak ki felâh bulmuştur." (İbn-i Mâce:
4198)
Amr bin Hâris -radiyallahu anh- buyurur
ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- vefat ettiği
vakit geride ne dinar, ne dirhem, ne köle, ne cariye, ne de başka bir şey
bıraktı. Onun bıraktıkları beyaz katırı, silâh ve yakınları için tasadduk ettiği
bir tarladan ibaretti." (Buhârî. Vesâya, 1)
Hiçbir kimseye mal vasiyetinde bulunmamıştır. Zira arkasında
mal bırakmamıştır.
Gerçi Hayber ve Fedek'te hissesine düşmüş arazisi vardı ve
fakat onları sağlığında tasadduk etmiştir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
dileseydi Hazret-i Allah ona dünyayı verirdi. O istemedi. Nitekim Hazret-i Allah
onu "Hükümdar peygamber" veya "Kul peygamber" olmak arasında muhayyer bırakmış,
o "Kul peygamber" olmayı tercih etmişti. Allah-u Teâlâ da bu tevâzusuna karşı
onu, kıyamet günü insanların şefaatçisi yaptı.
"İyi bilin ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir
süstür. Aranızda övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olmak isteğinden
ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği şeyler ekicilerin hoşuna
gider. Sonra o bitki kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çer çöp olur. İşte
hayatı bu şekilde olan kimse için ahirette şiddetli azap, müminler için ise,
Allah'ın mağfireti ve rızâsı vardır. Dünya hayatı insanı oyalayan aldatıcı bir
zevkten başka bir şey değildir." (Hadîd: 20)
İşte dünya hayatı budur.
"Dünya hayatı aldatıcı zevkten başka bir şey değildir."
(Âl-i imran: 183)
Dünyayı ahirete değişen, tercih eden nice kavimler helâk olmuş
gitmişlerdir.
"Zâlim olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra
da başka bir topluluk var ettik.
Onlar bizim azabımızı hissettiklerinde oradan hızla uzaklaşıp
kaçıyorlardı.
Kaçmayın! İçinde şımarıp azdığınız nimetlere ve meskenlerinize
dönün! Çünkü sorguya çekileceksiniz.
Dediler ki: ‘Vay başımıza gelenlere! Biz gerçekten
zâlimlermişiz.'
Biz onları kuruyup biçilmiş ekin haline, sönmüş ateşe
çevirinceye kadar bu haykırmaları sürüp gitti." (Enbiyâ: 11-15)
Dünya hayatının bir oyun, bir eğlence olması, nefsinin heva ve
hevesine uyanlar içindir. Yoksa Allah-u Teâlâ bu dünyayı oyun ve eğlence olsun
diye yaratmamıştır:
"Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyun olsun diye
yaratmadık.
Eğer biz oyun-eğlence edinmek isteseydik, herhalde onu kendi
katımızdan edinirdik. Bunu yapsaydık böyle yapardık.
Hayır! Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız
da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir.
Allah'a yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!" (Enbiyâ:
16-18)
Dünyanın geçici oyun ve eğlencesini tercih edenlerin âkıbeti
işte budur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir
Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Bir memlekette zinâ ve fâiz yaygınlaşırsa, o memleket halkı
Allah'ın azabını mutlaka helâl kılmış, hak etmiştir." (Taberâni)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif'lerinde:
"Çalgıcı kadınlar ve çalgı aletleri türediği zaman... Kızıl
rüzgâr, zelzele ve yere batma gibi... Afetleri bekleyin." buyuruyorlar.
Bunlara itibar ediliyor. Bütün fuhuş, fenalık, rezalet alenen
meydanda ve bunlara rağbet ediliyor. Sanat adı altında yapılıyor ve
televizyonlarda gösterilerek onca imanlar söndürülüyor. Allah-u Teâlâ onlara
lânet eder, hiçbir surette onlara rahmet nazarı ile bakmaz.
Cahş'ın kızı Zeynep -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar
ki:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kere
telaşla: ‘Lâ ilâhe illâllah'diyerek odama girdi. Baş parmağıyla
onu takip eden (şehadet) parmağıyla halka yaparak;
"Yaklaşan fitne ve belâdan vay Arapların haline! Bugün Ye'cüc
ve Me'cüc seddinden bu kadar delik açıldı."
Bu sırada ben; ‘Yâ Resulellah! İçimizde bu kadar sâlihler
varken biz de helâk olur muyuz?' diye sordum.
"Evet fısk-ı fücür, fuhuş, masiyet çoğalınca (helâk
olursunuz)" diye cevap verdi." (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 1372)
O gün gelmezden evvel tevbe edip Allah ve Resulü'ne yönelenlere
ne mutlu! Allah-u Teâlâ dilediğini dilediği şekilde kurtarır. Bu gibi kimselerin
dünyası saâdet olur. Çünkü o Hakk ile idi halk ile değil.
Hadis-i şerif'te ise:
"Allah bir topluluğa azap indirince, bu azap onların hepsine
dokunur. Sonra kıyamet gününde herkes kendi ameline göre haşrolunur. (Sâlihler
mükâfatını görür, fâsıklar azap olunur.)" buyuruluyor. (Buhârî Tecrîd-i
sarîh: 2119)
İyiler saâdet-i ebediye'ye nâil oldukları gibi cennet-i âlâ'ya
girerler, en güzel bir hayatla yaşarlar, kendilerine vadolunan ilâhi mükâfatlara
nâil olurken sonsuz bir hayatla müşerref olurlar.
Ve fakat azgın nankörlere gelince küfürleri sebebiyle bu azgın
cahillere hazırlanmış ilk ziyafet kaynar sudur. Sonra cehenneme atılırlar. Ateş
içinde yiyecekleri zakkum, içecekleri kanlı irindir. İsyan edip karşı gelenlerin
cezası budur.
•
Memleketimizin yüzde şu kadarı müslüman diyoruz ancak bu kadar
menhiyat işlenirken kimse bunlara mani olmuyor, ikaz etmiyor, hatta hoş görüyor.
Allah-u Teâlâ'nın bir azab göndermesinden korkulur.
Nitekim Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'in bu
husustaki bir hutbeleri ne kadar arza şayandır.
Şöyle buyurmuşlardır:
"Ey insanlar! Sizden önce helâk olanlar, günahlara dalmaları,
yol göstericilerinin ve dinde derinleşen âlimlerinin de onları men etmemeleri
yüzünden helâk olmuşlardır.
Onlar günah işlemeyi aralıksız sürdürüp, diğerleri de onları
men etmeyince, kötü bir sonuç onları yakalayıvermiş, başlarına cezalar
gelmiştir.
Öyleyse onlara gelen azabın bir benzeri sizin başınıza gelmeden
önce iyilikle emredin, kötülükten de men edin.
Bilmiş olun ki iyilikle emretmek ve kötülükten men etmek;
ne rızkı keser, ne de eceli yaklaştırır." (İbn-i kesir)
•
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine
göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde
şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim içinde açıktan kötülükler işlenirse, o zaman Allah-u
Teâlâ katından hepsine birden azap eder.
– Yâ Resulellah! Onların içinde sâlih insanlar yok
mudur?
– Evet vardır.
– O halde onlara bunu nasıl yapar?
– İnsanların başına gelen onların da başına gelir. Sonra
Allah'tan bir bağışlanma ve hoşnutluğa ulaşırlar." (Ahmed bin Hanbel)
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk
eder misin Allah'ım!" (A'râf: 155)
Bu bir nevi Hazret-i Allah'a sığınmak ve yalvarmaktır.
Uyan be kardeş! Şu Âyet-i kerime'yi düşün ve günahlarına tevbe
et! Hazret-i Allah'tan affını iste! Allah'ın dinini, Resulullah Aleyhisselâm'ın
sünnetini yaşamayı gaye edin ve azmet!
"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle
işledikleriniz yüzündendir. O yine de çoğunu affeder." (Şûrâ:
30)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb-ı kiram -radiyallahu
anhüm- Hazerâtı'na hitaben şöyle buyurdular:
"Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, kim memur olduğu
vazifenin onda birini terk ederse helâk olur. Fakat öyle bir zaman gelecek ki,
onlardan her kim kendisine emredilenlerin onda birini işlerse kurtulacaktır."
(Tirmizî)
Çok tehlikeli, çok müzayakalı, çok da kıymetli bir zaman.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Hadis-i
şerif'lerinde:
"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniyye'me
sarılanlara yüz şehid sevabı vardır." buyuruyorlar. (Beyhakî)
Ma'kıl bin Yesar -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir
Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Fitne-fesadın çoğaldığı bir zamanda ibadet etmek, bana
hicret etmek gibidir." (Müslim: 2948)
Fitne zamanında yapılan ibadetin faziletli olması, insanların
ekserisi fitneye karışarak ibadetten gafil kaldıkları içindir. Allah-u Teâlâ bir
kulunu muhafaza edip hıfz-u himâye ve tasarruf-u ilâhîsine aldığı zaman böyle
oluyor.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah'a tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç
tutanlar, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye
çalışanlar ve Allah'ın hududunu koruyanlar var ya, işte bu müminleri müjdele!"
(Tevbe:112)
Ahir Zamanda Ahkâm-ı İlâhî'yi Yaşayanların
Durumu:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar
ki:
"İnsan üzerine öyle bir zaman gelecek ki, sünneti eskitecekler
ve bid'atları tazeleyeceklerdir. O gün benim sünnetime bağlanan garip kalır ve
yalnız kalır. Bid'atlara bağlı olan kişi ise elli ve daha fazla arkadaş
bulabilir."
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı Resulullah
Aleyhisselâm'ın bu beyanı üzerine:
"Yâ Resulellah! Allah'ın selâmı senin üzerine olsun!
Bizden sonra daha faziletli kullar gelecek mi?" diye
sorduklarında:
"Evet! Bizden sonra daha faziletli kullar gelecek!"
buyurdu.
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı:
"Seni onlar görürler mi?" diye sorduklarında:
"Hayır!" cevabını verdi.
"Peki onlara vahiy mi iner?"dediklerinde:
"Hayır!" buyurdu.
"Onlar o zamanda nasıl olurlar?"dediler.
Buyurdu ki:
"Tuzun suda eridiği gibi kalpleri erir."
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı: "Onlar o
devirde nasıl yaşarlar?"diye sorduklarında:
"Onlar o devirde kurdun sirkede yaşadığı gibi yaşarlar!"
buyurdu.
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı son olarak:
"Dinlerini nasıl muhafaza ederler?"dediklerinde:
"Avuçtaki kor gibidir ki; elinden onu bıraksan söner, tutsan
ve sıksan elini yakar." cevabını verdi. (Abdüllâtif)
İşte bu zaman.
Nitekim yukarıdaki Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"O gün benim sünnetime bağlanan garip kalır ve yalnız kalır.
Bid'atlara bağlı olan kişi ise elli ve daha fazla arkadaş
bulabilir."
Bugün İslâm'ı yaşamaya ve tebliğ etmeye çalışan bir kimsenin
durumu böyle değil mi?
Nefis ister ki; "Halkın arasına karışayım, rağbetim olsun,
arkadaşım olsun."
Olsun, olsun ama imanın ne olacak?
Bu zamanda imana talip olana çok büyük müjdeler, çok büyük
mükâfatlar var.
Bu müjdelere ve mükâfatlara nâil olmak hem çok kolay, hem de
çok zor. Kolay çünkü bizden öyle uzun riyâzatlar, mücadeleler beklenmiyor, iman
bekleniyor. Zor çünkü bu zamanda iman sahibi olmak, imanı tercih etmek gerçekten
çok müşkil duruma düşmüştür.
Zaman ahir zaman, iman kurtarma zamanı.
Dikkat ederseniz, yukarıdaki birinci Hadis-i şerif'te
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ne buyurdu?
"O fitneler içerisinde, sizin üzerinde bulunduğunuz inancın
benzerine sımsıkı yapışan bir kimse için, SİZDEN ELLİ KİŞİNİN SEVABI KADAR SEVAP
VARDIR." (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
İşte bu fitne zamanında Asr-ı saadet'teki gibi yaşamaya
çalışanların mükâfatı budur.
Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesine tasarruf-u ilâhîsine aldığı
kimseler hiç şüphesiz ki bu fitnenin dışında kalacaklardır.
Nitekim Ebu Ümâme -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir
Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Birtakım fitneler olacaktır. Kişi o fitnelerde mümin olarak
sabahlayacak ve kâfir olarak akşamlayacaktır.
Ancak Allah'ın, ilim ile (kalbini) ihyâ ettiği kimseler (bu
tehlikeden) müstesnâdır." (İbn-i Mâce: 3954)
•
Allah-u Teâlâ kıyamet gününde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi
ve sellem-ine ve beraberindeki müminlere ikram ve ihsanların en büyüğünü yaparak
taltif eder, onları mahçup edip rüsvaylığa sürüklemez.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"O gün Allah Peygamber'ini ve iman edip onunla beraber
olanları rüsvay etmeyecek, utandırmayacak." (Tahrîm: 8)
Zira Allah-u Teâlâ'nın vaad-i Sübhânî'si vardır. Günahları olsa
bile onları örtecek ve affedecek, yüzlerini aslâ kara çıkarmayacak. Çünkü onlar
o nurlu Peygamber'e uymuşlar ve o nur izinde yürümüşlerdir.
"Nurları önlerinde ve sağlarında koşup parlayacak."
(Tahrîm: 8)
O nur onları cennete götüren yollarını aydınlatacak.
Gece ceryanlar kesildiği zaman insan karanlıkta kalıyor,
gideceği yeri de bilemiyor bulamıyor. Mahşer karanlığını bir tasavvur buyurun.
Ancak nur ihsan ettiği kimse, o nur ışığı ile önünü görür, yolunu bulur,
gideceği yere gider. Nuru olmayanlar nereye gidecek?
Onları Peygamber'ine bağlayarak herkesin başının derdine düşüp
perişan olduğu o günde bu şerefe erdirmesi, gerçekten de son derece imrendirici
bir lütuftur.
Kendilerinden başka kimselerin yürekler acısı durumlarını
görünce şöyle derler:
"Ey Rabb'imiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz ki
sen her şeye kâdirsin." (Tahrîm: 8)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde
şöyle buyurmuşlardır:
"-Müferridler yarışı kazandılar!"
"-Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?"
"-Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ'nın zikrine bütün
benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar. Bu zikir onlardan
yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak gelirler." (Hâkim)
Kur'an Okuyup Namaz Kıldığı Halde Din Namına Haramları Mübah Görenler
Kur'an Okuyup Namaz Kıldığı Halde Din Namına Haramları
Mübah Görenler:
Din adına fetva vermek, Allah adına konuşmak çok ciddi ve
mesuliyetli bir iştir. Hele yanlışa sürükleyenler, arkalarından onca insanı
sürükledikleri halde yoldan çıkaranlar Hakk'ı ve hakikati söylemeyenler büyük
vebal altındadırlar.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar
ki:
"Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey
haber verdiğimde onu hakikat olarak kabul ediniz. Onun dilinden yalan
uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp
gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesna. Çünkü harp
hiledir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den kulağımla duydum şöyle
buyurdular:
‘Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye
kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar iyiler gibi peygamberin tebligatından
(âyet ve hadisten) bahsedecekler. Fakat onlar tıpkı okun hedefi delip geçtiği
gibi, İslâm'dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.'"
(Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1472)
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edilen bir
Hadis-i şerif'te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır:
"Ümmetimden birtakım zümreler türeyecektir. Onlar Kur'an'ı öyle
okurlar ki; sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında hiç kalır. Namazınız da
namazlarına göre bir hiç kalır. Orucunuz da oruçlarının yanında bir hiç kalır.
Kur'an'ı okurlar, onu lehlerine zannederler, halbuki o aleyhlerine olacaktır.
Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez.
Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan hemen
çıkacaklar. Onlarla harp eden ordunun askerleri Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem-inin dilinden kendilerine ne (kadar ücret)ler takdir edilmiş olduğunu
bilselerdi (başkaca) çalışmaktan mutlaka vazgeçerlerdi."
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- bu Hadis-i şerif'i ve devamını
rivayet ettiği zaman Ubeyden es-Selmânî -radiyallahu anh-: "Ey müminlerin
emiri! Kendisinden başka ilâh olmayan Allah aşkına söyle! Sen bu Hadis'i
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bizzat işittin mi?" diye
sordu.
O da: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin
ederim ki evet!" dedi. Ubeyde -radiyallahu anh- ona üç sefer yemin
verdi, o da üç sefer yemin etti. (Müslim: 1066)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Saîd ve
Enes -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinin bir
noktasında da şöyle buyuruyorlar:
"Onlar insanları Kitabullah'a çağırırlar, fakat Kitap'tan
zerre kadar nasipleri yoktur." (Ebu Dâvud: 4765)
Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde buyurur
ki:
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i
şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyuruyor:
"Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini
dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak
ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt
gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle
buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar,
yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir
musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar
şaşakalacaklardır.'" (Tirmizî, Zühd)
•
Abdullah İbn-i Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine
göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır:
"İleride genç bir grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur'an'ı
okuyacaklar, ancak okudukları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek.
Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır. Nihayet
onların bu sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında Deccal çıkacaktır."
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- der ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in:
"Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır.' ibaresini yirmi
kereden fazla işittim." (İbn-i Mâce: 6034)
•
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre
-radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle
buyuruyorlar:
"Dikkat edin! Birtakım adamlar benim havuzumun başından
kayıp, develerin kovulduğu gibi kovulacaklardır. Ben onlara: ‘Hey, beri gelin!'
diye nidâ edeceğim. Bunun üzerine bana: ‘Onlar senden sonra hakikaten (dinde)
tebdilât (değişiklik, bidat) yaptılar.' denilecek. Ben de: ‘Öyleyse uzak
olsunlar, uzak olsunlar!' diyeceğim." (Müslim: 249)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i
şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle
buyurmuştur:
"Dünyaya karşı zühd dilde kalmadıkça, takvâ da yapmacık
hâline gelmedikçe kıyamet kopmaz." (Câmiu's-sağîr: 9856)
Nice müttaki görünen kimseler vardır ki, uzaktan baktığın zaman
onu müslümanların en ön safında görürsünüz, fakat takvâ içine nüfuz
etmemiştir.
•
Allah'ım iman şerefi ile müşerref, İslâm dini ile müzeyyen
etsin.
Rızası dairesince, ahkâm mucibince, nur yolunda yürümeyi de
bizlere nasib etsin. Amin.
SORU Baş
örtüsünün kullanımı nasıl olmalıdır? Türban şekli denilen saçını topuz yapıp
boneyle birlikte takmak veya deve hörgücü gibi yapmak caiz midir?
CEVAP Değerli kardeşimiz; Cahiliye devrinde
başörtüsü vardı. Ancak enselerine bağlar ve arkaya bırakırlardı. Yakaları önden
açılır, gerdanları ve boyunları görünürdü. İşte bu durumu düzeltmek için ayeti
kerimede Allah Teala,
“Başörtülerini yakalarının üzerine
vursunlar...”
buyurmuştur. Bu örtünün şekli ve biçimi ise önce
açık yer kalmayacak şekilde başı, boyun ve gerdanlığı örtmektir. Sonra da ince
ve çekici olmayan bir örtüyü kullanmaktır. Mutlaka şu ölçüde ve şöyle olmalıdır
demek doğru değildir. (bk. Elmalılı, Hak Dini, Nur Suresi 31. ayetin
tefsiri.)
Buna göre başörtüsünü yakaların üzerinden örtmenin hikmeti;
boyun, gerdan ve göğsün örtülmesini sağlamaktır. Bu zamandaki kadın giyiminde
başörtüsü pardesünün veya üst elbisenin içine konduğunda boyun ve gerdan
örtülmüş olmaktadır. Bu örtünme sağlandığına göre başörtüsünü bu şekilde
bağlamak caizdir. Önemli olan, İslama uygun olarak tesettürün
sağlanmasıdır.
Ancak saçları tepeye toplayıp deve hörgücü gibi yapmak
sakıncalıdır.
Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah'ın hem de
Peygamber (asm)'in emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan
kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayındır; açmak ise bir farzın terki
sayıldığından haramdır.
Kadının taktığı başörtüsü altını gösterecek kadar
ince olmamalıdır. İnce olan başörtüsü ile örtünme sağlanmış olmaz. Ayrıca
insanların dikkatini çekecek şekilde açık renkli ve gösterişli başörtüsünden
uzak durulmalıdır. Böyle bir başörtüsünün bir mahzuru yoktur
denilemez.
Sadece baş örtüsünde değil kadının diğer dış elbiselerinde de
cazip renkli kumaşlar kullanılmamalıdır. Eğer üstten örtülecek örtünün kendisi
ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa ona tam örtü
denilemez.
Ahzab suresi 33. ayetinde mealen şöyle
buyruluyor:
"Vakarla evinizde oturun. Önceki Cahiliye
kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstererek (teberrüc) yürüyüşleri gibi
yürümeyin."
Ayette geçen teberrüc
kelimesi; Zemahşeri'ye göre; "Genelde; gizlenmesi gereken
şeyleri açmada çaba sarf etme, özelde ise; kadınların ziynetlerini ve
güzelliklerini açıp yabancı erkeklere göstermesidir."
İmam
Suyuti;"Kadının endamlı endamlı yürümesi, başörtüsünü bağlamadan başına atıp
kadınların tabii ve yapay güzelliklerini ve çekiciliklerini uygun olmayan
yerlerde sergilemeleri, süs ve eylemleriyle kendilerinden yararlanma hakkı
olmayanların dikkatini ve ilgilerini çekmeleridir." der.
Alusi ise;
"Bana göre zamanımızda müreffeh kadınların evlerinden çıkarken üstlük olarak
örtündükleri örtülerde yabancıya gösterilmemesi gereken ziynet kabilindendir.
Çünkü bunlar rengarenk çekici giysilerdir." açıklamasını yapar.
Buna
göre kadınların örtüye dikkat ettikleri gibi, onun bir süs eşyası gibi
olmamasına da dikkat etmeleri gerekir.
Saçları Tepeye Toplayıp
Deve Hörgücü Gibi Yapmak:
Konuyla ilgili Hadis-i
Şeriflerde "deve hörgücü gibi saçları bağlamanın uygun olmadığı"
açıkça ifade edilmiştir. (bk. Müslim, Libas 125) Kadınların
başlarının deve hörgüçlerine benzetilmesi çeşitli bağ ve sargılarla sararak
onları büyüttükleri içindir. Saçların deve hörgücüne
benzetilmesi saçların açık veya kapalı olarak toplanıp yüksekçe
bağlanması şeklinde de anlaşılabilir. Açık olarak yapanlar daha büyük
günah işlemekle beraber kapalı olanların da dikkat etmesi
gerekir.
Aşırı süslü, şeffaf, göz alıcı renkte ve yaldızlı
başörtüsü: Örtünmenin hedefi "dikkat çekmemek" olduğu halde, bu tür
başörtüler dikkatleri üzerine toplamaktadır. Şeffaf olanlar, içini göstererek
hadislere açık bir muhalefet teşkil etmektedir.
Boynu ve -baştan
arkaya kayarak- saçı tam örtmeyen başörtüsü: Yalnız çene altından veya
enseden bir düğüm atılınca, boyun açık kalmakta ve âyette geçen
"başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar." emri terk
edilmektedir. Altına tülbent takılmayan ve sağlam bağlanmayan ince başörtüleri
de saçın bir bölümünü açıkta bırakmakta ve Rabbimizin emri ihlâl edilmiş
olmaktadır.
Allah Teala (c.c) yarattığı kişilerin fıtratını
(yaratılışını) en iyi şekilde bildiği için, hanımların fıtratında da cekici
yönlerinden dolayı, onlara cekici olan âzalarını örtmelerini emretmektedir. Bu
konuda hem Kur’an-ı Kerim'deki hem de Resulüllah (asm)’in sünnetindeki hükümler
açıktır ve bu emirler örtünmenin farz olduğu hükmünü ortaya koymaktadır. Bu
konuda bütün mezhep imamları, fıkıhcılar, hadisciler ve tefsirciler ittifak
etmişlerdir.
Resulüllah (asm) Müslüman hanımları ve aile reislerini
uyarıyor. Tesettüre uygun olmayan giyim, tavır ve hareketlerin cennetten mahrum
olmaya ve cehennem azabına neden olacağı unutulmamalıdır. Kısa dünya hayatı ve
nefsimizin istekleri için ebedi hayatımızı tehlikeye atmak asla doğru
değildir.
Tabi ki bunlar tövbe edildiği takdirde değişecektir. Allah
tövbe edenlerin tövbelerini kabul edicidir. Allah yitiğini bulan insanın
sevinmesinden daha çok günah işleyen kulunun tövbe etmesinden hoşnut olur.
Öyleyse açılma gibi bir hataya düşen insanlar tövbe edip Allah’a dönsünler,
Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde hem örtünüp hemde gereği gibi ibadetlerini
yapsınlar ki böylece Allah’ın cennetine erip cemaline kavuşabilsinler. Aksi
halde Allah (c.c) Kur’an'ın emir ve yasaklarına uymayanlara soruyor:
“Siz nereye gidiyorsunuz.” (Tekvir,81/26)
Evet hep
birlikte kendi kendimize soralım “Biz nereye
gidiyoruz?.."
Bu ikazları dikkate alarak hareket etmenin daha
faydalı olacağını düşünüyoruz.
"Kadınların şerlisi kendini
beğenip kibirlenen ve (açılıp saçılarak) teberrüc yapanlardır. Onlar
münafıktırlar. Bu yüzden kadınlardan cennete girecek olanlar ayağı sekili karga
gibi azdır."[1]
İbnu’s-Seken, Ebu Uzeyne’nin sahabe olduğunu
söylemiştir.[2]
İbn Mes’ûd radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
المختلعات والمتبرجات هن
المنافقات
“(Sebepsiz olarak) Boşanmak isteyen kadınlar ve açılıp
saçılan kadınlar münafıklardır.”[3]
İbni Abbas radıyallahu
anhuma şöyle rivayet etmiştir;
أن رسوالله صلى الله عليه وسلم لعن
المتبرجات من النساء
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem
teberrüc yapan (açılıp saçılan) kadınlara lanet etti.”[4]
Ebu
Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"İki sınıf insan vardır
ki, onlar cehennem ehlidirler; Bunlardan biri ellerinde sığırkuyruğu gibi
kamçılar olup insanları dövecekler. Diğeri; vücutlarını belli edecek
elbise giyen, bu elbiselerle erkekleri meylettirmek için kırıtarak yürüyen,
saçlarını deve hörgücü gibi başlarında toplayan kadınlardır ki; bunlar cennete
giremeyecek ve çok uzak mesafelerden bile hissedilen cennetin kokusunu dahi
duyamayacaklardır."[5]
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan
gelen hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmaktadır:
سيكون في آخر أمتي رجال يركبون على السروج كأشباه الرجال
ينزلون على أبواب المسجد نساؤهم كاسيات عاريات على رؤوسهم كأسنمة البخت العجاف
العنوهن فإنهن ملعونات لو كانت ورائكم أمة من الأمم لخدمن نساؤكم نساءهم كما
يخدمنكم نساء الأمم قبلكم
“Ahir zamanda ümmetimden, deve semerine
benzer bineklere binen adamlar olacak, mescit kapılarında inecekler. Onların
kadınları örtülü çıplaktırlar. Saçları deve hörgücü gibi kabarıktır. Onlara
lânet edin, çünkü onlar lanetlidir. Eğer sizden sonra başka ümmetler gelmiş
olsaydı sizin kadınlarınız onların kadınlarına hizmetçi olurdu, aynı sizden
önceki ümmetlerin kadınlarının size hizmet ettiği gibi.”[6]
Bu
hadisin isnadında Abdullah b. Ayyaş b. Abbas saduk bir ravi olup, Ebu Davud ve
Nesai onu zayıflıkla nitelemişlerdir. Hadiste “Onlara lanet edin” kısmı
münkerdir. Kalan lafzı, Muslim’in rivayetine uygundur.
Hakim’deki
rivayette ise şöyledir: “Bu ümmetin sonunda lüks döşeklere binen adamlar
olurda mescitlerinin kapılarında inerler. Onların kadınları örtülü
çıplaktırlar.”
ألا ومن لم رأى اهل النار فلينظر
الى نساء كاسيات عاريات مائلات من غير ميل رؤوسهن كأسنمة البخت العجاف يذاب بالنار
يوم القيامة
“Dikkat edin! Kim cehennemlikleri görmediyse,
giyindikleri halde çıplak olan, meylettiren kadınlara baksın. Başlarını sıska
develerin hörgücü gibi yapan kadınlar Kıyamet gününde ateş ile
eritileceklerdir.”[7]
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma şöyle
demiştir:
إنا لنجد في كتاب الله المنزل صنفين في النار قوم يكونون في آخر
الزمان معهم سياط كأنها أذناب البقر يضربون بها الناس على غير جرم لا يدخلون بطونهم
إلا خبيثا ونساء كاسيات عاريات مائلات مميلات لا يدخلن الجنة ولا يجدن
ريحها
“Muhakkak ki Allah’ın indirdiği kitapta iki sınıfın ateşte olduğunu
buluruz: Bunlardan birisi: Ahir zamanda, yanlarında bulunan sığırkuyrukları gibi
kamçılarla insanları suçsuz yere döven, karınlarına ancak pis (haram kazanç)
sokan bir topluluktur. Diğeri ise; Giyinmiş fakat çıplak olan, meyleden
ve meylettiren kadınlardır. Bunlar cennete giremeyecekleri gibi, kokusunu dahi
alamayacaklar.”[8]
Ka’b el-Ahbar rahimehullah şöyle
demiştir:
يأتي على الناس زمان فيه نساء كاسيات عاريات حاليات عطرات تفلات ،
لهن عقص مثل أسنمة البخت ، مائلات مقتبات هاربات إلى
النار
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, kadınların bazıları
giyinik olmalarına rağmen çıplaktırlar. Süslenip kokular sürünmelerine rağmen
kokuları olmayacaktır. Deve hörgücü gibi topuzları vardır. Deve yükü gibi
salınacaklar. Cehenneme doğru koşacaklar.”[9]
Yine şöyle
demiştir:
مالي أرى في التوراة صفة قوم لم أرهم بعد ؟ ، فحشة متفحشين ، في
أيديهم سياط مثل أذناب البقر ، من أهل النار ، مالي أرى في التوراة صفة نساء لم
أرهن بعد ؟ ناعمات كاسيات عاريات ، من أهل النار
“Bana ne oluyor ki,
Tevratta henüz görmediğim bir topluluğun vasfını görüyorum? Onlar çirkinlik
yapan ve yaptıranlardır. Ellerinde sığırkuyrukları gibi kamçılar vardır.
Cehennem ehlidirler. Bana ne oluyor ki Tevratta henüz görmediğim
kadınların vasfını görüyorum? Onlar refah içinde, giyinmiş çıplak kadınlardır ve
cehhennem ehlidirler.”[10]
Ebu Şakra radıyallahu anh'den;
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إذا رأيتم اللاتي
ألقين على رؤوسهن مثل أسنمة البقر، فأعلموهن أنهن لا تقبل لهن
صلاة
"Başlarını deve (bir rivayette sığır) hörgücü gibi yapan
kadınları gördüğünüzde onlara hiçbir namazlarının kabul olmayacağını
bildiriniz."[11]
Rasûlullah (s.a.s.), hafif bir elbise giyip
tamamen vücut hatlarını örtmeyen kadınlara “Onlar adı örtülü ama
gerçekten çıplaktırlar” buyurmuştur (Süyûtî, Tenvîru’l-Havâlif, c. 3,
s. 103)
“Kadın, örtülmesi gereken avrettir. Dışarı çıktığı zaman
şeytan ona gözünü diker.” (Tirmizî, Radâ 18)
Âişe (r.a.)'den
rivâyete göre, bir gün Ebû Bekir (r.a.)'in kızı Esmâ (ki, Peygamberimiz’in
baldızıdır) ince bir elbise ile Allah Rasûlü’nün huzuruna girmişti.
Rasûlullah (s.a.s.) ondan yüzünü çevirdi ve şöyle
buyurdu: “Ey Esmâ! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şu ve
şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir.” Hz. Peygamber bunu
söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti." (Ebû Davûd, Libâs 31, 34, h. no:
4104)
"Kim dünyada şöhret için elbise giyerse Allah ona kıyâmet
gününde zillet elbisesi giydirir. Sonra da onu cehennemin alevli ateşlerinde
yakar." (Ebû Dâvud, Libas 5, h. No: 4029, 4030). "Şöhret
elbisesinden maksat, başkalarına câzip görünmek ve fors satmak için giyilen
elbisedir" (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c. 2, s. 94)
Bir
kadın, güzel kokular sürünüp, [kürk ve deri veya rengarenk dikkat çken kumaş vs
gibi] göz alıcı güzel elbiseler giyerek, bir toplumun önünden geçerse, o kadın
zina işlemiş gibi günaha girer.(İbn Hibban)
Ümmetimin
son dönemlerinde bir takım adamlar olacaktır. Erkekler gibi eğerlerin
(bineklerin) üzerine binip cami kapılarına ineceklerdir. Hanımları ise giyinik
uryandır, (giyinik çıplaktır), başları üzerinde arık deve hörgücü gibisi vardır.
Onalara lanet edin. Zira onlar lanet olunmuşlardır.” (Ahmet b.Hambel -
müsned nr.6786, Ibn-i Hibban sahih nr:5655-7347)
Eğer sizden sonra
gelecek ümmet olsaydı, bunlar da o gelecek ümmete hizmetçi olurlardı. Nasıl ki,
sizden önceki ümmetlerin kadınlarının sizlere hizmetçi oldukları gibi.[Ramuz El
E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 303]
[1] Sahih.
Beyhaki (7/82) İsmail el-İsbehani (Kıvamu’s-Sunne), Tergib ve Terhib (1527)
Taberi Tarih (11/590) İbni Hacer el-İsabe (7/9) Camiüs Sağir (4092, 9180) Elbani
Sahihul Cami (3330) Feyzul Kadir (3/493) Muhlis El-Aşir (214/2) Dürrü Mensur
(8/156) İbnu Katan Kitabun Nazar (s.177) Ebu Ubeyd Garibu’l-Hadis (3/101) Elbani
Sahiha (1849) [2] İbn Hacer, El-İsabe (7/7) [3] Hasen. Ebu Nuaym
(8/375-6) Hatib Tarih (3/358) Tuhfetul Ahvezi (4/307) Mirkatu’l-Mefatih (10/234)
Sahiha (2/131, no 632) [4] Hasen. Nesai Sünenül Kübra (5/396) İbni Adiy
el-Kamil (2/408) [5] Sahih. Malik (Libas,7) Müslim (2128) Ahmed (2/355, 440)
Deylemi (3783) Beyhaki (2/234) Şuabu’l-İman (7801) İbn Hibban (16/500) Taberani
Evsat (2/224) Darimi (isti'zan,15) İbn Teymiye Mecmu (4/402) İbnu Katan
Kitabu’n-Nazar (s177) İbn Habib El-Gaye ve’n-Nihaye (s.213) [6] Sahih li
gayrihi. Ahmed Müsned (2/223 Hadis no: 7083) İbn Hibban (13/64) Hakim (4/483)
Taberani (13/63) [7] Mürsel. Abdulmelik b. Habib, el-Gaye ve’n-Nihaye
(218) [8] Sahih mevkuf. İbn Ebi Şeybe (7/530) [9] Maktu. Haraitî,
İ’tilâlu’l-Kulûb (206) [10] Maktu. Hadisu İsmail b. Ca’fer (409) [11]
Zayıf. Ebu Nuaym Marife (6860) Taberani (22/370) Bezzar, Keşfu’l-Estar (3015)
İbni Hacer el-İsabe (7/206) Camiu’s-Sagir (644) Mecmau’z-Zevaid (5/137) Hadimi,
Berika (5/346) Dumeyri Hayatu’l-Hayevan (s.133) İsnadında bulunan Mahled b. Ukbe
hakkında bkz: Buhari Tarih (7/437) Ebu Hatim Cerh ve Ta'dil (8/348) İbn Hibban
es-Sikat (9/185) İbn Hacer Lisan
(6/9)
AÇIKLAMA
a. Hadiste ileride/yakında
ifadesi sadece bildiğimiz şu ahir zamana değil, asr-ı saadetten sonra her zaman
bir ahir zaman dilimidir. Ancak bu zaman ise, tam ahir zamandır. Buna göre,
hadiste “SİN” harfi ile başlayan cümle ileride/yakında manalarına gelir ki,
tarih içerisindeki bütün zaman dilimlerini kapsayabilir.
b. Tarih
boyunca, eskiden olmayıp da daha sonraki saltanatlar devrinde belli başlı bazı
kimselerin bineklere/atlara veya develere binip mescitlere gittikleri
bilinmektedir. Bu onların diğer insanlardan farklı olduklarını gösterdiği için,
bir gurur simgesi olarak zikredilmiş olabilir.
c. Bu ahir zamanda meydana
gelen teknik ve teknolojiye bir işaret olabilir. Yani bazı kimseler içi deve
semereleri gibi döşenmiş taksilere binip mescide gideceklerine bir vurgu
olabilir. Bunu gurur, gösteriş, riya gibi islamın yasakladığı kötüduygularla
yapanlar kınanmaktadır.
Bizce hadisteki bu kısım müdrectir. Değişik hadis
rivayetlerinden parçalar alınmıştır. Çünkü ahir zamanda açık-giyinik kadınlardan
bahseden hadisler vardır. Orada erkeklerin durumu söz konusu değildir. Bu
sebeple erkeklerin bineklere binip gitmelerini ifade eden rivayette “b” ve “c”
maddelerinde zikredilen gerekçeler olabilir.
d. Kadınların giyinik-açık
olmaları hususu gözle görülen bir hakikattir. Nice kadınlar vardır ki, belki de
tesettür niyetiyle giydiği öyle dar, öyle tenteneli elbiseler var ki, İslam’ın
asla tasvip etmediği bir konumdadır.
e. Başlarındaki saçlarının deve
hörgücü gibi olması da açıktır. Saçlarını başlarının üzerinde toplayıp da tam
deve hörgücügörünümünü veren başı açık kadınlar yanında başı örtülü kadınlar
için de söz konusudur.
Bilemiyoruz belki bin yıl önce de böyle bazı
durumlar söz konusu olmuş olabilir. Ancak tarihin bizim devrimizdeki konumuçok
açıktır. Bunların hepsi birer gelecekten haber vermek türünden mucizelerdir.
Belki de zikredilmelerinin en önemli hikmeti, gelecek insanlara bu gaybi
haberler penceresinden imanlarını güçlendirme fırsatını
vermektir.
f. “Eğer sizden sonra başka ümmetler gelmiş olsaydı
sizin kadınlarınız onların kadınlarına hizmetçi olurdu, aynı sizden önceki
ümmetlerin kadınlarının size hizmet ettiği gibi” ifadesinden şu anlaşılabilir:
Zaman öyle bir değişiklik gösterecek ki, pek çok ev hanımları evde işi yapmayıp,
hizmetçiler kullanacaklardır.
Özellikle, bu ümmetin
kadınları başka milletlerden olan kadınları /cariyeleri kullandıkları ve
kullanacakları gibi, şayet başka bir ümmet olup da onlar hakim duruma geçmiş
olsalardı, onlar da -farklı millet olarak kabul ettikleri- müslüman kadınları
hizmetçikullanacaklardı.
Bunun verdiği mesaj, belki de İslam
ümmetinin içinde gayri müslim kadınlara dikkat çekmektir. Bir yandan fitne
fesadın olmaması için yabancı kadınları aile mahremiyetine almanın yanlışlığına,
diğer yandan -gayri müslim de olsa- kadınlara gereken saygıyı göstermeyen
insanların durumuna dikkat çekilmiş
olabilir. ____________________________________- Kâsiyat "giyinmiş kadınlar"
demektir, âriyat da "çıplak kadınlar" demektir. Kadın, hadiste iki zıt vasıfla
tavsif edilmektedir: "Giyinmiş fakat çıplak kadın." Alimler,
bunu farklı yorumlara tabi tutarlar:
* Bazıları kâsiyatı Allah'ın nimetine bürünmüş fakat
şükür yönüyle çıplak yani nimetlerin şükrünü eda etmeyen kadınlar diye
yorumlamıştır. * Bir kısmı: Kadın
kadınlık yönünü ortaya koymak, dikkatleri çekmek için, vücudunun bir kısmını
örttüğü halde, diğer bir kısmını açar diye yorumlamıştır.
* Bir kısmı da
bedenini gösteren şeffaf elbiseler giyenler kastedilmiş
demiştir.
Bu açıklamaların hepsi
doğrudur. İslamî tesettüre aykırı olan bütün giyimler bu hadiste ifade edilmiş
durumdadır. İslamî tesettür sadece "giyinmek" aramaz, giyinmenin tarzını da
ister. * Belirlenen hududu örtecek
büyüklükte olmalıdır; el, ayak ve yüz hariç bütün beden örtülmelidir.
*
Vücud hatlarını gösterecek darlıkta olmamalıdır. Çok dar giyinen "giyinmiş
çıplak" hükmündedir. Batı menşeli modaları takip edenler bu hallere
düşmektedirler.
* Elbise bedeni
göstermemelidir. Çok ince naylon ve şeffaf elbise giyenler de giyinmiş çıplak
durumundadır. * Hadislerde yasaklanan
bir başka kıyafet şöhret elbisesidir. Yani dikkatleri üzerine çekmek gayesini
güden kıyafetler. İslam elbiseyi örtünmek için emrettiği halde günümüzde birçok
çevreler elbiseyi örtünmeden çok dikkatleri üzerine çekme vasıtası olarak
kullanıyorlar. Şu halde bu nev'e giren giyimler de giyinmiş çıplak manasına
dahildir.
Mâilat:
Lügat olarak eğilen, meyleden kadın demektir. Alimler umumiyetle Allah'ın
gösterdiği istikametten ayrılan, yanlış istikametlere meyleden diye
anlamışlardır. Bazı alimler de bu tabirle sağını solunu oynatarak, kırıtarak
yürüyenlerin kastedildiğini söylemiştir. Mümilat da başkasını
baştan çıkaran, başkasına salınarak yürümeyi öğreten kadın manasına
gelir.
Başlarını deve hörgücü
gibi yapacak kadınlar tabiri bilhassa günümüzün kadınlarını tasvir
ediyor gibidir. Kadınlar, değişik saç modaları uygulayarak saçlarını muhtelif
şekillerde bağlayarak tepelerinde hotos denen çıkıntılar teşkil etmektedirler.
Mü'min kadınlar, gerek giyecekte ve gerekse baş tuvaletinde bu
hadislerin tehdidini dikkatle gözönüne alıp cennetin kokusundan bile mahrum
kalmaktan korkmalıdırlar.
(bk. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte
Tercüme ve Şerhi)
“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını
da korusunlar. Ziynetlerini ise, görünmesi zarurî olan kısımlar müstesna, açığa
vurmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice
örtsünler. Kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından,
kocalarının oğullarından, kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından,
kızkardeşlerinin oğullarından, mü’min kadınlardan, cariyelerinden, cinsî
iktidarı olmayan hizmetçilerinden ve şehvet çağına gelmemiş çocuklardan
başkasına ziynet yerlerini göstermesinler. Gizledikleri ziynetleri belli olsun
diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tevbe edin, ey mü’minler, tâ
ki kurtuluşa eresiniz.” (24/Nur Sûresi 31)
“Ey Peygamber! Eşlerine,
kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini
söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine eza edilmemesi için daha uygundur. Allah
çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (33/Ahzâb, 59)
(Ahir zamanda ümmetimin kadınları vücutlarını gösterecek elbiseler giyecekler,
saçlarını da deve hörgücüne benzetecek şekilde topuz yapacaklardır. Onlar
lanetliktir.) [İbni Hibban] “Ümmetimin son dönemlerinde giyimli
fakat çıplak bir takım kadınlar olacak, bunların başlarının üstü deve hörgücü
gibi bulunacaktır. Onlar cennete giremez, cennetin kokusunu bile alamazlar. (Ebu
Davud Libas 125, Cennet 52) Resulullah (Aleyhissalatuvesselam
)”Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır
kuyruğu gibi bir şeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş, çıplak
kadınlar ki bunlar Allah´a taatten dışarı çıkmışlardır Bunlar, başkalarını da
baştan çıkarırlar Başları deve hörgücü gibidir Bu kadınlar cennete girmek şöyle
dursun, kokusunu dahi almazlar Halbuki onun kokusu şu şu kadar uzak mesafeden
duyulur” buyurdular.[Müslim, Cennet 53, (2857), 52, (2128)]
(Bir kadın, güzel kokular sürünüp, [kürk ve deri veya rengarenk dikkat çken
kumaş vs gibi] göz alıcı güzel elbiseler giyerek, bir toplumun önünden geçerse,
o kadın zina işlemiş gibi günaha girer.)[İbni Hibban] (Herkes
baksın diye [süslü] elbise giyen, onu çıkartıp atıncaya kadar, Allahü teâlânın
rahmetinden uzak olur.)[Taberani] “Kim dünyada şöhret için
elbise giyerse, Allah ona kıyâmet gününde zillet elbisesi giydirir Sonra da onu
cehennemin alevli ateşlerinde yakar” (Ebû Dâvud, Libas 5, h No: 4029,
4030) (Şöhret elbisesinden maksat, başkalarına câzip görünmek
ve fors satmak için giyilen elbisedir. (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c 2, s
94) Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Kim şöhret(Moda gösteriş, kendini begendirmek) elbisesi giyerse Allah ona
zillet elbisesi giydirir.” Bir rivayette de şöyle denmiştir: “…Kıyamet günü
Allah ona onun aynısını giydirir, sonra içinde ateşi tutuşturur.”Ravi : Hazreti
İbnu ÖmerKaynak :Ebu Davud, Libas 5, (4029), 4030) Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Kim muktedir olduğu halde tevazu
maksadıyla (Allah için) (kıymetli) elbise giymeyi terkederse, Allah kıyamet
günü, onu mahlukatın başları üstüne çağırır ve dilediği iman elbisesini giymekte
onu muhayyer bırakır.”Ravi : Hazreti Muaz İbnu EnesKaynak :Tirmizi, Kıyamet 40,
(2483)
Kuranı kerimde ALLAH’ın Rasülünü dinlememiz bildiriliyor: ,
“Rasûl size ne getirdiyse-verdiyse onu alın, sizi neden nehyetti-yasakladı ise
ondan da hemen sakının-vazgeçin” buyurmuştur, (Haşr suresi,
59/7)
12 MADDE DE
ÖRTÜNME GERÇEĞİ
İslâm'a göre kadının yabancı erkeklerle olan ilişkilerde giydiği elbisenin
taşıması gereken özellikleri şöylece sıralayabiliriz: 1. Kadının kıyafeti; genel olarak (el ve yüz
dışında) bütün vücudu örtmesi gerekir. Giyilen örtü; saçları da içine alacak
şekilde bütün vücudu kapamalıdır. Vücudu, el ve yüz dışında hangi elbise
kapatıyorsa, ismi ne olursa olsun kadın onu giyebilir. 2.
Elbise vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde bol olmalıdır. Kadının dar elbise
giymesi dinimizce yasaklanmıştır. Vücut hatlarını belli eden dar elbiseler giyen
kadınların "giyinik çıplak" ve "cehennemlik" olduğunu peygamberimiz hadisinde
haber vermektedir. Şu hususu belirtmeliyiz ki haram olan dar
giysiden kastımız giyilen dış elbisenin dar olmasıdır. Bunun dışında, bol
pardesü ve çarşafın altına giyilen, büluz ve gömleklerin dar olmasında sakınca
yoktur. Önemli olan dar bir kıyafetle dışarı çıkmamak ve erkeklere karşı, dar
giysilerle vücudu teşhir etmemektir. Günümüzde caddelerde, dar
bir buluzla göğüslerini ve belini, dar (streç) pantolon ile kalça ve bacaklarını
dışa vuran kadınlar "giyinik çıplak"lar hükmündedir. 3. İslâmî
elbisenin bir özelliği de şeffaf ve ince olmamasıdır. İslâm, kadın teninin
rengini gösteren kıyafetleri yasaklar. Hicâbtan maksat gizlemektir.
Peygamberimiz, ince elbise giyen hz. Esma'dan yüzünü çevirerek böyle giyinmesini
menetmiştir. Elbisenin ince (şeffaf) olmamasından kastımız
"tenin rengini belli etmemesi" dir. Bir başka rivayette "kadının kemiklerinin
iriliğini erkeklere göstermemek" olduğu belirtilmektedir.
Dışarıdan bakıldığında elbisenin içinden insanın teni görünüyorsa -elbise ister
kalın, ister ince olsun- böyle bir elbise ile setr-i avretin hasıl olmayacağı
belirtilmiştir. (fıkhî risaleler, dr. Faruk beşer seha yay. S. 53.)
4. Müslüman kadınların giysisi, kafir kadınların giysilerine de
benzememelidir. Bir hadislerinde: "bir topluluğa benzemeye çalışan kişi,
benzemeye çalıştığı toplumdandır." (ebu davud, libas, 4) buyuran peygamberimiz
hz. Muhammed (sav), başka din ve başka kültürden kadınlar gibi giyinen
kadınların, onlara benzeyip onlardan olacağını açıkca beyan etmiştir.
Bu konuya Abdullah Bin Amr'ın (Radıyallahu anh) şu rivayeti de açıklık
getirmektedir: "Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) benim üzerimde dikkat
çekici, altın renginde bir çeşit boya ile boyanmış iki elbise görünce şöyle
dedi: "bunlar kafirlerin elbiselerindendir, onları giyme!" Bu
ölçüleri verdikten sonra, bir de şimdiki halimizi düşünelim. Her çağda, kadın
olsun erkek olsun, kafirlerin elbiselerine benzer kıyafetler, yüce dinimiz
tarafından müslümanlara yasaklanmışken, bugünkü halimiz herhalde pek iç açıcı
olmasa gerek. Şöyle bir düşünsek; halkı müslüman ülkelerin
sokaklarındaki açık kıyafetli bir müslüman kızını, bir alman, bir ingiliz ya da
fransız kızlarının arasına koysanız, acaba bunlar arasından ‘müslüman’ diye
anılan kızı ayırdedebilir misiniz? Sanırız hayır! O kadar
birbirlerine benzeyeceklerdir ki bunlar arasında ‘müslüman’ olduğunu söyleyen
kızın seçilmesi belki mümkün olmayacaktır. Herkesin giysisi
onun görüş ve yaşayışıyla ilintilidir, özündeki birikimin dışa vurmuş şeklidir
ve kişiliğinin somutlaştırıcısıdır. Ve demekteyiz ki herkesin giysisi, kişinin
onun aracılığıyla konumunu başkalarına ilan ettiği ve onunla kendisini tanıttığı
şiarıdır. Yani müslüman kızın giydiği kıyafet, dininin şiarı, simgesi
olmalıdır. İmanlı kadına yaraşan, kendi inancına uygun ve onu
yansıtıcı elbiseleri giymektir. Kâfirlere benzer biçimde giyinmekten kesinlikle
kaçınmalıdır. 5. Bir kadının giyimi, kibir maksadı
taşımamalıdır. Hadîs-i şeriflerde "şöhret" karşılığı olarak geçen kibir
maksadıyla giyim haram kılınmıştır. İbnül esir der ki: "şöhret"
bir şeyin açıkça meydana çıkmasıdır. Burada maksat, giydiği elbisenin renkleri
başkalarının renklerinden farklı olduğu için elbisesini insanlar arasında
rahatlıkla görülsün ve böylelikle herkes ona bakarak, o da onlara karşı
kibirlenerek ve kendini beğenerek büyüklenme (tekebbüre) kapılsın diye giyinen
kimsedir. Yüce peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)
şöyle buyururlar: "Kibirden dolayı elbiselerini sürüyen kimseye, kıyamet gününde
rahmet nazarıyla allah bakmaz." (Buhari, libas, 20; müslim, libas, 42,
4) "Kibirlenme ve çalım satma (gösteriş) olmadığı halde
(bunlardan uzak kalarak) ye, iç ve giy." (ebu davud) Bir
müslümanın giyimi, başkalarını küçümsemek ve hava atmak için değil, allah
rızasına ve tevazuya uygun olmalıdır. 6. Müslümanın elbisesi
her an temiz olmalıdır. Kıyafetin temiz olması, aynı zamanda ibadet etmenin de
şartlarındandır. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)
hadîsinde şöyle buyurur: "ashabım! Sizler mü'min kardeşlerinizin yanına
varacaksınız. Binaenaleyh bineklerinize dikkat ediniz. Kıyafet ve elbiselerinizi
düzeltiniz ki insanlar arasında parmakla görülebilecek gibi olasınız. Çünkü
allah çirkinliği, çirkin söz söylemeye özenenleri sevmez.” (riyazüs salihin,
11/196) 7. Bir insanın elbisesi sade ve güzel olmalı ve süslü,
dikkat çekici özellikler taşımamalıdır. (yabancı erkeklere karşı) islâmi
örtünmenin bu özelliğini nur suresinin 31. Ayetindeki "süslerini göstermesinler"
ifadesinden öğreniyoruz. Giysi başlı-başına ziynet olmamalıdır.
Kadının dışarı çıktığında giydiği elbiseye erkeklerin bakışlarının takılmaması
için dış elbise ziynet (süs/süslü) olmamalı yani sade olmalıdır.
Bunun delili şu ayet-i kerimedir: "evleriniz de oturun, ilk cahiliye
devri kadınlarının açılıp saçıldığı gibi açılıp saçılarak yürümeyin." (ahzab
sûresi, 33) Peygamberimiz bir hadîs-i şerifinde: "giyimde
sadelik, imandandır." (ebu davud, tereccül, 2) buyurur. Bir
toplumda bazı kadınların aşırı derecede süslü, dikkat çekici ve pahalı elbise
giymesi, toplumdaki dengeyi bozar ve toplumda gösterişi hakim kılar. İslâma
göre, insanların üstünlüğü elbiseyle değil ancak takva ile belirlenir.
Kur'an'a göre, elbise vücudu sadece örtmekle kalmaz, insanı aynı zamanda
takvaya götüren bir araçtır. İslâm, takvayı (iç ve dış bütünlüğü) zedeleyen lüks
ve dikkat çekici elbiselerin de giyilmesini hoş görmez. İslâm
dini, bir kadının israfa kaçıcı, lüks, renk cümbüşü, parlak v.b.g. Özelliklere
sahip elbise giymesini tasvip etmez. Günümüzde bazı bayanlar
örtündüklerini zannederek dikkat çekici renklere (fosforlu, albenili renklere)
bürünmekte ve erkeklerin dikkatini çekmektedirler. Bu kişiler, başları örtülü de
olsa çarpıcı renklere büründüklerinden dolayı, hakiki manada örtünmenin gereğini
yerine getirmiş sayılmazlar. Örtüden amaç kadının zinetini saklamaktır. Bunun da
siyah ya da koyu renklerle daha iyi yapılacağı açıktır.
Tesettür emri ilk vahyedildiğinde ensar kadınlarının siyah elbiseler
giydiklerini sabuni, "ahkamül kur'an" adlı eserinde haber vermektedir. Yine
habibe binti abbad adlı hanım sahabinin "Hazreti Aişe'nin üzerinde siyah bir
başörtüsü gördüm" (tabakat-ı ibn saad) rivayeti bize bu konuda örnek
sayılır. Elbisenin sade olması istenirken, tabiî ki çirkin
olması da kastedilmemektedir. İslâm, pejmurde bir kıyafeti de öngörmez. Elbise;
lüks olmayan, saygı uyandırıcı, bakanların hafife almalarını engelleyici, bedeni
yakıştırıcı özelliklere de sahip olmalıdır. İşte bu anlayışla, giyilen elbise
ideal giyimdir. 8. Bir diğer özellik de kadının örtüsünden
parfüm ve güzel koku gelmemelidir. Çünkü bir kadının elbisesinden güzel koku
gelmesi erkekleri cezbeder. Bir hadîsi şerifte peygamberimiz: "bir kadın güzel
koku sürünerek erkeklerin arasından geçer ve erkekler o kokuyu alırlarsa o kadın
zânidir (zina yapan)." (kütüb-i sitte, ibrahim canan, 7/521) demiştir.
Dinimiz kadının parfümlü elbise giymesini kendi cinsleri arasında veya
kocasına karşı helâl görülür. İslâm, kadınların sokaklarda parfümlü giysilerle
arzı endam etmesini ve kıyafetine koku sürünüp bunu erkeklere hissettirmesini
yasaklamıştır. 9. Müslüman kadının elbisesinin boyu da itidalli
olmalıdır. Dinimize göre kadının elbisesi ne kısa, ne de yerde sürünecek kadar
uzun olmalı, topukları kapatacak hizada bulunmalıdır. Elbise, avret yerleri
örtecek uzunlukta olmalıdır. Giyilen kıyafet, kadının baştan
ayağa kadar olan kısmını örtmelidir. Bacaklarını tamamen örtmeyen bir etek
giydiği halde "benim eteğimin uzunluğu dizkapağımın altına ulaştığı için
örtünmüş sayılırım" şeklinde düşünenler yanılgı içindedirler.
Bahsettiğimiz gibi kadının avret kısmı diz kapağına kadar değil ayaklara kadar
(bacaklar da dahil) olan kısımdır. En azından uzunluğu dirseklerin altına kadar
uzanan eteğin altına, kalın ve cildi belli etmeyen çorap giyilirse örtünme ifa
edilmiş olur. Çarşı-pazarda, gayet uzun olduğu halde yırtmaçlı
etek giyenleri de görüyoruz. Her adım atışında bacakları yırtmaçtan görülen
kadınlar, peygamberimizin buyurduğu gibi "giyinik çıplaklar"dır. Onların mini
eteklilerden farkı yoktur. Günümüzde örneklerini gördüğümüz,
çarşaf ya da ayak topuklarına kadar uzanıp yerde sürünmeyen tesettür kıyafetleri
bu konuda ideal giysilerdir. 10. Elbise, insanı soğuk ve
sıcaktan koruyacak özelliklere sahip olmalıdır. Hanefî fukehâsı "mükellefin
(erkek ve kadının) avret mahallini örtecek, sıcak ve soğuktan gelebilecek her
türlü zararı ortadan kaldırabilecek şekilde giyinmesi farzdır." hükmünde
müttefiktir. Allah'ın insana emanet olarak verdiği bedeni, dış
etkilere karşı koruyucu elbise giymek de Müslümanın önemli görevlerindendir.
Müslümanlar yaşadığı coğrafyaya göre elbiselerini seçerler. Arabistan'da yaşayan
bir Müslüman ile kuzey kutbunda yaşayan bir Müslümanın (soğukluk ve sıcaklık
açısından) aynı elbiseyi giymesi mümkün değildir. Ama elbiselerde aranan ortak
özellik; elbiselerin avret yerlerini kapatıp, vücut hatlarını belli etmeyen
bollukta olmasıdır. 11. Müslüman kadın, islâmi bilinçten
kaynaklanmayan moda ve modern asrın zevklerine göre değil, kendi inançlarına
uygun elbiseleri seçmesi inancının bir gereğidir. Kadının tesettüre uymasında ki
amaç; Allah'ın rızasını sağlamaktır. İslâmda giyimin durumu da "ameller ancak
niyetlere göredir. Herkes yaptığı niyete göre karşılık görür.." hadîsin de
belirtilen ölçü dahilindedir. Yani bu dünyaya denenmek için
gelen kişiler, giyimiyle kimi taklit ediyorsa onunla beraber haşrolunacak,
onların safında yeralacaktır. 12. Vahşî hayvanların deri ve
kürklerinin elbise olarak kullanılmayacağı fıkıh kitaplarında yer almaktadır.
Peygamber efendimiz, vahşî hayvanların derilerinden yapılan kürk ve samur gibi
elbiseleri Müslümanlara yasak kılmıştır. Lüks bir giyim olan
vahşi hayvanların derilerinden yapılan kıyafet hem hüküm bakımından, hem de
dikiş yönünden islâma ve hicâba aykırıdır.