ESMAÜL HÜSNALAR HAKKINDA HERŞEY

Listeden Seçiniz

9. ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
    9.1 Sesli Dinle
    9.2 ESMAÜL HÜSNA DETAYLI BİLGİLER - İslami Konular
    9.3 ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ
        9.3.1 Sesli Dinle
        9.3.2 İÇİNDEKİLER-ÖNSÖZ -TAKDİM-AÇIKLAMA
        9.3.3 ALLAH
        9.3.4 ER'RAHMAN ER'RAHÎM
        9.3.5 EL'MELİK
        9.3.6 EL'KUDDÛS
        9.3.7 ES'SELÂM
        9.3.8 EL'MÜ'MİN
        9.3.9 EL'MÜHEYMİN
        9.3.10 EL'AZİZ
        9.3.11 EL'CEBBAR
        9.3.12 EL'MÜTEKEBBİR
        9.3.13 EL'HALİK EL'BARİ EL'MUSAVVİR
        9.3.14 EL-MUSAVVİR
        9.3.15 EL'GAFFAR
        9.3.16 EL'KAHHÂR
        9.3.17 El’VAHHÂB
        9.3.18 ER’ REZZAK
        9.3.19 EL'FETTAH
        9.3.20 EL'ALİM
        9.3.21 EL'KABIZ EL'BASID
        9.3.22 EL'ALÎY
        9.3.23 EL'HAFİD ER'RAFİ
        9.3.24 EL'MUİZ EL'MUZİLL
        9.3.25 ES'SEMİ
        9.3.26 EL'BASÎR
        9.3.27 EL'HAKEM
        9.3.28 EL'ADL
        9.3.29 EL'LÂTİF
        9.3.30 EL’HABİR
        9.3.31 EL'HALÎM
        9.3.32 EL'AZÎM
        9.3.33 EL’GAFUR
        9.3.34 EŞ’ŞEKÛR
        9.3.35 EL'KEBÎR
        9.3.36 EL'HAFÎZ
        9.3.37 EL'MUKÎT
        9.3.38 EL'HASÎB
        9.3.39 EL'CELİL
        9.3.40 EL'KERÎM
        9.3.41 EL'RAKİB
        9.3.42 EL'MUCİB
        9.3.43 EL’VASİ
        9.3.44 EL'HAKİM
        9.3.45 EL’VEDÛD
        9.3.46 EL'MECÎD
        9.3.47 EL'BAİS
        9.3.48 EŞ’ŞEHÎD
        9.3.49 EL'HAK
        9.3.50 EL’VEKİL
        9.3.51 EL'KAVİY EL'METİN
        9.3.52 EL’VELİY
        9.3.53 EL'HAMÎD
        9.3.54 EL'MUHSİ
        9.3.55 EL'MUBDÎ EL'MUÎD
        9.3.56 EL'MUHYÎ EL'MÜMİT
        9.3.57 EL'HAYY
        9.3.58 EL'KAYYÛM
        9.3.59 EL’VACÎD
        9.3.60 EL'MACİD
        9.3.61 EL’VÂHİD
        9.3.62 ES'SAMED
        9.3.63 EL'KADİR - EL'MUKTEDİR
        9.3.64 EL'MUKADDİM - EL'MUAHHİR
        9.3.65 EL'EVVEL EL’AHIR
        9.3.66 EZ'ZAHİR EL'BATIN
        9.3.67 EL'BERR
        9.3.68 ET'TEVVAB
        9.3.69 EL'MUNTEKİM
        9.3.70 EL'AFUVV
        9.3.71 ER'RAÛF
        9.3.72 MALİKÜL MÜLK
        9.3.73 VEL-İKRAM ZÜL-CELÂL
        9.3.74 EL’VALÎ
        9.3.75 EL'MUTEÂLİ
        9.3.76 EL'MUKSİT
        9.3.77 EL'CAMİ
        9.3.78 EL'GANÎ EL'MUGNÎ
        9.3.79 EL'MANİ
        9.3.80 ED'DAR EN'NAFÎ
        9.3.81 EN'NUR
        9.3.82 EL'HADÎ
        9.3.83 EL'BEDİ
        9.3.84 EL'BAKÎ
        9.3.85 EL’VARİS
        9.3.86 ER'REŞİD
        9.3.87 ES'SABÛR
        9.3.88 İkinci Bölümün Birinci Kısmının Sonu Ve Bir İtizar
        9.3.89 Soru Cevap
        9.3.90 Maksadlar Ve Gayeler Hakkındadır
        9.3.91 İlâve Ve Tekmiller Üç Kısımdan Müteşekkildir.
        9.3.92 ESMAÜL HÜSNA ANLAMLARI VE NE KADAR OKUNDUĞU
        9.3.93 KAYNAKLAR
    9.4 ALLAH-U TEÂLÂ'NIN EN GÜZEL İSİMLERİ-ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
    9.5 Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları
    9.6 Esmaül Hüsna Tüm Kaynakları
    9.7 Esmaül Hüsna Tirmizi Ayrıntılı
    9.8 286 Esmaül Hüsna
    9.9 CEVŞENİ KEBİR
        9.9.1 Sesli Dinle
        9.9.2 Çevşeni Kebir Arapça Okunuş
        9.9.3 Çevşeni Kebir Türkçe
        9.9.4 Çevşeni Kebir Sıralı
        9.9.5 Çevşeni Kebir Kaynağı
Previous topicNext topic
Help >
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ

[TOP]

9.1 Sesli Dinle

Previous topicNext topic
Sesli Dinle

[TOP]

[TOP]

9.2 ESMAÜL HÜSNA DETAYLI BİLGİLER - İslami Konular

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
ESMAÜL HÜSNA DETAYLI BİLGİLER - İslami Konular
ESMAÜL HÜSNALARI SESLİ DİNLE
https://www.youtube.com/watch?v=VaamFAAOLhU&list=PLO_UFDiYl0xVzNqWKHlRju5Dx5KJa7iYs&index=1


KURANI KERİMDE ESMAÜL HÜSNA GEÇEN AYETİ KERİMELERİ DİNLE
http://islamikonular.weebly.com/kurani-ker304mde-esmauumll-huumlsna-geccedilen-ayet304-ker304meler304-d304nle.html


KURANI KERİMDE ESMAÜL HÜSNALAR HARF SIRALI - İslami Konular
(Her bir Esmaül Hüsna ,hangi ayetlerde geçtiği ayrıntılı şekilde eklenmiştir.)
http://islamikonular.weebly.com/kurani-ker304mde-esmauumll-huumlsnalar-harf-sirali.html


KURANI KERİMDE ESMAÜL HÜSNALAR ARAPÇA YAZILIŞLARI
http://islamikonular.weebly.com/kurani-ker304mde-esmauumll-huumlsnalar-arapccedila-yazili350lari.html

KURANI KERİMDE ESMAÜL HÜSNALAR ARAPÇA YAZIŞLARI VE ANLAMLARI
http://islamikonular.weebly.com/kurani-ker304mde-esmauumll-huumlsnalar-arapccedila-yazi350lari-ve-anlamlari.html


KURANI KERİMDE ESMAÜL HÜSNALAR SLAYT - İslami Konular
http://islamikonular.weebly.com/kurani-ker304mde-esmauumll-huumlsnalar-slayt.html
Zûhri der ki: "Bana birçok ilim ehlinden ulaştığına göre, bu Esmau Hüsna'nın okunmasına "La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l Mülkü ve Lehü'I-Hamdu bi-yedihi'l-Hayr ve huve ala külli şeyin kadir, la ilahe illallahu, lehül-Esmau'l-Hüsna" diye başlanmalıdır."

Âyet ve hadislerde zikredilen "el-esmâü'l-hüsnâ"; Allah'ın nasıl bir varlık olduğunun, O'nun niteliklerini, özelliklerini ve hangi vasıflara sahip olup olmadığını beyan eden isim ve sıfatlardır.

Allah'ı güzel isimleriyle tanımak ve anmak, O'na layık olmayan nitelikler isnat etmemek insanın başta gelen görevidir.


Ayeti kerimede:

Kötü sıfat ahirete inanmayanlarındır. En yüce vasıflar ise Allah’ındır. O Azîz’dir, hükmünde hikmet sahibidir.(NAHL SÜRESİ:60)

Diğer Ayeti Kerimede:

Resulüm! De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, hangisi ile çağırırsanız çağırın, en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini yükseltme, sesini o kadar da kısma, ikisi arasında bir yol tut.(İSRA SÜRESİ:110)

Başka bir ayeti kerimede:


En güzel isimler Allah’ındır. O halde Allah’a o güzel isimlerle duâ edin. O’nun isimleri hususunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yakında yaptıklarının cezalarını göreceklerdir.(ARAF SÜRESİ:180)

TİRMİZİDEKİ ESMAÜL HÜSNALAR

ALLAH
RAHMAN
RAHİM
MELİK
KUDDÜS
SELAM
MÜMİN
MÜHEYMİN
AZİZ
CEBBAR
MÜTEKKEBİR
HALIK
BARİ
MUSAVVİR
ĞAFFAR
KAHHAR
VEHHAB
REZZAK
FETTAH
ALİM
KABID
BASIT
HAFİD
RAFİ
MUİZ
MUZİLL
SEMİ
BASİR
HAKEM
ADL
LATİF
HABİR
HALİM
AZİM
ĞAFUR
ŞEKÜR
ALİYY
KEBİR
HAFİZ
MUKIT
HASİB
CELİL
KERİM
RAKIB
MUCİB
VASİ
HAKİM
VEDUD
MECİD
BAİS
ŞEHİD
HAKK
VEKİL
KAVİY
METİN
VELİ
HAMİD
MUHSİ
MÜBDİ
MUİD
MUHYİ
MÜMİT
HAYY
KAYYUM
VACİD
MACİD
VAHİD
SAMED
KADİR
MUKTEDİR
MUKADDİM
MUAHHİR
EVVEL
AHİR
ZAHİR
BATIN
VALİ
MÜTEAL
BERR
TEVVAB
MÜNTEKİM
AFÜVV
RAUF
MALİKÜL MÜLK
ZÜL CELALİ VEL İKRAM
MUKSİD
CAMİ
ĞANİYY
MUĞNİ
MANİ
DAR
NAFİ
NUR
HADİ
BEDİ
BAKİ
VARİS
REŞİD
SABUR



TİRMİZİDE OLMAYAN ,İBNİ MACE VE İBNİ HACERDE OLAN ESMAÜL HÜSNALAR.

ALA
ALİ
BARRU
BÜRHAN
CEMİL
DAİM
EBED
EKREM
GAFİR
GALİB
HAFİ
İLAH
KADİM
KAFİ
KAHİR
KAİM
KARİB
KEFİL
MALİK
MEVLA
MUHİT
MUTİ
MÜBİN
MÜNİR
MÜSTEAN
NASİR
RABB
REFİ
SADIK
SAMİ
ŞAKİR
ŞEDİD
TAMM
VAKİ
VİTR
ZÜL KUVVE



ALLAH,ADL, AFÜV, AHİR, ALA, ALİ, ALİM, ALİY, AZİM, AZİZ, BAİS, BAKİ, BARİ, BARRU, BASİT, BASİR, BATIN, BEDİ, BERR, BÜRHAN, CAMİ, CELİL, CEMİL, DAİM, DARR, EBED, EHAD, EVVEL, FATIR, FETTAH, GAFFAR, GAFİR, GAFUR, GALİB, ĞANİYY, HABİR, HADİ, HAFİ, HAFİ, HAFİD, HAFİZ, HAKEM, HAKİM, HAKK, HALIK , HALİM , HALİM, HAMİD, HASİB, HAYY, KABID, KADİR , KAHHAR, KAHİR, KAİM, KARİB, KAVİY, KAYYUM , KEBİR, KEFİL, KERİM, KUDDÜS, LATİF, MACİD , MALİK, MALİKÜL MÜLK, MANİ, MECİD, MELİK, METİN, MEVLA, MUAHHİR:, MUBDİ, MUCİB, MUĞNİ, MUHİT, MUHSİ, MUHYİ, MUİD, MUİZ, MUKADDİM:, MUKIT, MUKSİD, MUSAVVİR, MUTİ, MUZİLL, MÜBİN, MÜHEYMİN, MÜKTEDİR, MÜMİN , MÜMİT, MÜNİR, MÜNTEKİM , MÜSTEAN, MÜTEALİ , MÜTEKEBBİR, NAFİ, NASİR, NUR , RABB, RAFİ, RAHİM, RAHMAN, RAKIB, RAUF, REFİ, REŞİD, REZZAK, SABUR, SADIK, SAMED, SAMİ, SEMİ, SELAM, ŞAKİR, ŞEDİD, ŞEHİD, ŞEKUR, TAMM, TEVVAB , VACİD, VAHİD , VAKİ, VALİ, VARİS, VEDUD, VEHHAB, VEKİL, VELİ , VİTR, ZAHİR, ZUL KUVVE, ZÜL CELALİ VEL İKRAM
TİRMİZİ ,İBNİ MACE,İBNİ HACERDE OLAN 134 ESMAÜL HÜSNA
1.ADL
2.AFÜV
3.AHİR
4.ALA
5.ALİ
6.ALİM
7.ALİY
8.ALLAH
9.AZİM
10.AZİZ
11.BAİS
12.BAKİ
13.BARİ
14.BARRU
15.BASİT
16.BASİR
17.BATIN
18.BEDİ
19.BERR
20.BÜRHAN
21.CAMİ
22.CELİL
23.CEMİL
24.DAİM
25.DARR
26.EBED
27.EHAD
28.EVVEL
29.FATIR
30.FETTAH
31.GAFFAR
32.GAFİR
33.GAFUR
34.GALİB
35.ĞANİYY
36.HABİR
37.HADİ
38.HAFİ
39.HAFİ
40.HAFİD
41.HAFİZ
42.HAKEM
43.HAKİM
44.HAKK
45.HALIK
46.HALİM
47.HALİM
48.HAMİD
49.HASİB
50.HAYY
51.İLAH
52.KABID
53.KADİR
54.KAHHAR
55.KAHİR
56.KAİM
57.KARİB
58.KAVİY
59.KAYYUM
60.KEBİR
61.KEFİL
62.KERİM
63.KUDDÜS
64.LATİF
65.MACİD
66.MALİK
67.MALİKÜL MÜLK
68.MANİ
69.MECİD
70.MELİK
71.METİN
72.MEVLA
73.MUAHHİR:
74.MUBDİ
75.MUCİB
76.MUĞNİ
77.MUHİT
78.MUHSİ
79.MUHYİ
80.MUİD
81.MUİZ
82.MUKADDİM:
83.MUKIT
84.MUKSİD
85.MUSAVVİR
86.MUTİ
87.MUZİLL
88.MÜBİN
89.MÜHEYMİN
90.MÜKTEDİR
91.MÜMİN
92.MÜMİT
93.MÜNİR
94.MÜNTEKİM
95.MÜSTEAN
96.MÜTEALİ
97.MÜTEKEBBİR
98.NAFİ
99.NASİR
100.NUR
101.RABB
102.RAFİ
103.RAHİM
104.RAHMAN
105.RAKIB
106.RAUF
107.REFİ
108.REŞİD
109.REZZAK
110.SABUR
111.SADIK
112.SAMED
113.SAMİ
114.SEMİ
115.SELAM
116.ŞAKİR
117.ŞEDİD
118.ŞEHİD
119.ŞEKUR
120.TAMM
121.TEVVAB
122.VACİD
123.VAHİD
124.VAKİ
125.VALİ
126.VARİS
127.VEDUD
128.VEHHAB
129.VEKİL
130.VELİ
131.VİTR
132.ZAHİR
133.ZUL KUVVE
134.ZÜL CELALİ VEL İKRAM
ANLAMLARINA GÖRE KATEGORİ OLUŞTURULUP LİSTELENMİŞTİR.PARANTES İÇİNDEKİLER İBNİ MACE VE İBNİ HACERDE BULUNAN ESMAÜL HÜSNALAR.DİĞERLERİ İSE TİRMİZİDE BULANAN ESMAÜL HÜSNALARDIR.
DAHİ İYİ ANLAŞILIP ZİKİR EDİLMESİ İÇİN OLDUĞU KADAR LİSTELEDİK.
ANLAMLARI BİRBİRİNE YAKINDIR.

134 ESMAÜL HÜSNA

ALLAH
AFFEDAN:AFÜV,GAFFAR,GAFUR,RAUF,TEVVAB (GAFİR)
ALÇALTAN:HAFİD,MUZİLL
AZAP:KAHHAR,KABID,MÜNTEKİM (KAHİR,ŞEDİD)
AÇAN:FETTAH,BASİT
AÇIK:MÜBİN
BÜYÜKLÜK:KUDDÜS,AZİZ,MÜTEKEBBİR,AZİM,ALİY,KEBİR,CELİL,MECİD,MACİD ,MÜTEALİ (ALA,ALİ,CEMİL,TAMM)
BİLEN:ALİM,LATİF,HABİR,ŞEHİD
DELİL SAHİBİ:BÜRHAN
DOST:VELİ (MEVLA)
DİRİLTEN:BAİS,MUİD,MUHYİ,HAYY
EBEDİ SONSUZ:BAKİ (DAİM,EBED)
ENGELLEYEN:MANİ
GÖREN:BASİR
GÖRÜNEN:ZAHİR
GÖRÜNMEYEN:BATIN
GÜÇ:KAVİY,METİN,KADİR (ZUL KUVVE)
HAK:HAKK
HAYIR,SEVGİ,İYİLİK:VEDUD,BERR,HALİM (BARRU,HAFİ)
HERŞEYİ ELDE EDEN:VACİD
HIZLI HESAP SORAN:HASİB
HÜKÜMDAR:MELİK,HAKEM,HAKİM,MÜKTEDİR,VALİ,ADL,MUKSİD,KAYYUM (GALİB,KAİM)
HİDAYET:HADİ
HİLM:HALİM
İLAH:İLAH
İCABET EDEN:MUCİB
İLK:EVVEL
İŞİTEN:SEMİ (SAMİ)
ŞEKİL:MUSAVVİR
ŞÜKÜR:ŞEKUR,HAMİD (ŞAKİR)
KEFİL:KULLARINA YETEN ,RIZKI ÜZERİNE ALAN
KORUYAN:MÜHEYMİN,HAFİZ,RAKIB,MÜMİN (VAKİ)
KUŞATAN:MUHİT
GERİ BIRAKAN:MUAHHİR
İLERİ ALAN:MUKADDİM
MÜLK:MALİKÜL MÜLK,ĞANİYY,ZÜL CELALİ VEL İKRAM (MALİK)
NUR:NUR (MÜNİR)
RAHMET:RAHMAN,RAHİM
RIZIK,NİMET,İHSAN:VEHHAB,REZZAK,MUKIT,KERİM,VSİ,MUĞNİ,SAMED (HAFİ,MÜSTEAN,MUTİ)
SABIRLI:SABUR
SAYI:MUHSİ
SELAMET:SELAM
SON:AHİR
SONUCA ULAŞTIRAN:REŞİD
SÖZ,İŞ,VAADİNDE DOĞRU:SADIK
TEK,BİR:EHAD,VAHİD (VİTR)
TOPLAYAN:CAMİ
ÖLDÜREN:MÜMİT
VARİS:VARİS
VEKİL:VEKİL
YAKIN:KARİB
YARARLILARI YARATAN:NAFİ
YARATAN:HALIK ,BARİ,MUBDİ,BEDİ (FATIR)
YARATAN,YETİŞDİREN,TERBİYE EDEN,EĞİTİEN:(RABB)
YARDIM EDEN:NASİR
YÜKSELTEN:RAFİ,MUİZ (REFİ)
ZARARLILARI YARATAN:DARR



TİRMİZİDE OLMAYAN TÜM ESMAÜL HÜSNALARDA

9 İSMİ ŞERİF : BÜRHAN-DAİM-EBED-HAFİ-KEFİL-SAMİ-TAMM-VAKİ-VİTR
AÇIK OLARAK KURANI KERİMDE GEÇMİYOR.ANLAM OLARAK BAZI ESMAÜL HÜSNALARA BENZİYORLAR.AYRICA HADİSİ ŞERİFLERDE BU İSMİ ŞERİFLER GEÇMİŞ.

BÜRHAN:DELİL SAHİBİ
DAİM:DAİMA SONSUZ
EBEDİ:EBEDİ,EBEDİYYEN,ÖLÜMSÜZ
HAFİ:ÇOK İKRAM EDEN
KEFİL:KULLARINA YETEN ,RIZKI ÜZERİNE ALAN
SAMİ:SÖZLERİN AÇIĞINI ,GİZLİSİNİ İŞİTEN
TAMM:EKSİKSİZ,KUSURSUZ,TAM
VAKİ:YARATTIKLARINI KORUYAN
VİTR:İLAH,YARATICI,MABUD,EŞİ VE BENZERİ OLMAYAN TEK

GERİ KALANLAR İSE KURANI KERİMDE GEÇMEKTEDİR.
BUNLAR:
ALA,ALİ,BARRU,EKREM,GAFİR,GALİB,KAHİR,KAİM,KARİB,MALİK,MEVLA,MUHİT,MUTİ,MÜBİN,MÜNİR,MÜSTEAN,NASİR,RABB,REFİ,SADIK,ŞAKİR,ŞEDİD,ZÜL KUVVE


ESMAÜL HÜSNALAR TİRMİZİ ANLAMLARIYLA

ALLAH : İsmi şeriflerin en büyüğü  .  Zat ismi .  Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış .
RAHMAN : İnananı inanmayanı ayırt etmeden bütün mahlukatına rahmet den , bağışlayan , esirgeyen .
RAHİM : Müminlerin Rahimidir . Ahirette inananı  , çalışanı ayırıp mükafatlandırır , rahmet eder .
MELİK : Mülk ve melekûtun yegane sahibi  . Mutlak hükümdar .
KUDDÜS : Hertürlü eksikliklerden ve noksanlıklardan pak ve temiz .
SELAM : Selametin kaynağı  , selamet veren , selamete çıkaran .
MÜMİN : Emniyet ve emân veren , iman ihsan eden .
MÜHEYMİN : Gözetip koruyan , murakabaha eden  , sevk ve idare eden .
AZİZ : Yegâne galip , daima üstün merinde galib  , mağlup edilemez .
CEBBAR : Dilediğini dilediği şekilde yaptıran : daima üstün , emrinde galib mağlup edilemez .
MÜTEKEBBİR : Azamet ve ululukta eşi olmayan , büyüklük  , yüce Kibriya sıfatlarının yegane sahibi .
HALIK : Herşeyi nizam ve intizam izinde yoktan var eden , yaratan .
BARİ : Nümunesiz , örneksiz yoktan yaratan .
MUSAVVİR : Şekil veren  , düzenleyip en güzel bir biçimde tertip eden .
ĞAFFAR : Günahları affeden örten  , güzeli iyiyi ortaya çıkaran .
KAHHAR : Kahredici güce sahip .
VEHHAB : Karşılık beklemeden gayb hazinelerinden bağışlayan  , nimetleri ihsan eden .
REZZAK : Zahiri ve batıni rızıklar veren rızıklandıran .
FETTAH : Açan , kullarına rahmet kapıları açan  , bereket ve fetih kapılarının anahtarı  , ferahlatan
ALİM : Ezeli ve ebedi ilmi ile  , gizli  , açık  , olmuş , olacak , herşeyi bilen .
KABID : Sıkan  , daraltan . Kabz ile daraltır .
BASIT : Açan  , genişleten , inşirah veren  . Bast ile genişleten .
HAFİD : Alçaltan  , aşağıya indiren , rezi rüsva eden .
RAFİ : Yükselten  , yukarı kaldıran  , şan ve şeref veren .
MUİZ : İzzet veren , aziz kılan  , şeref  , kudret  , üstünlük veren .
MUZİLL : Zillete düşüren  , hor ve hakir kılan .
SEMİ : Herşeyi hakkıyla işiten duyan .
BASİR : Herşeyi hakkıyla gören .
HAKEM : Hükmü mutlak sahibi  , yegane hakim , hükmeden .
ADL : Çok adaletli olan  , hakkaniyetle hükmeden , adaletsizlik bulunmayan  , yegane adil .
LATİF : En ince işleri yapan  , bütün incelikleri bilen , sonsuz lütufkar .
HABİR : Herşeyin içyüzünü bilen  , gizli taraflardan haberi olan  , her şeyden haberdar .
HALİM : Hilmi çok olan  , ceza vermekte acele etmeyen .
AZİM : Azametli ve ulu olan , çok büyük  , akıllar ululuk ve büyüklüğü karşısında aciz kalır .
ĞAFUR : Günahları örten  , kusurları bağışlayan , mağfirete bol .
ŞEKÜR : Şükrün karşılığını kat kat veren , lütfundan fazlasını veren .
ALİYY : Pek yüce olan çok yüce , gerçek yüce , ulu .
KEBİR : Kibriya ona mahsustur , pek büyük olan .
HAFİZ : Koruyan  , muhafaza eden , gerçek koruyucu  , hıfz himaye eden .
MUKÎT : Maddi ve manevi rızıkları yaratan  , mahlukatın azığını veren  , ruha ve bedene gıdaları veren .
HASİB : Herşeyin izlediklerini  , bütün incelikleriyle hesabını bilen , hesaba çeken .
CELİL : Celalet ve ululuk sahibi  , kudreti  , rahmet ve keremi  , afv ve gufranı büyüktür .
KERİM : Talepsiz , sebepsiz , karşılıksız kullarına ikramda bulunan  , kerimi bol cömert .
RAKÎB : Bütün işleri murakabe altında tutan , gözcü gözeten  , görüp gözeten .
MUCÎB : Dualara icabet eden  , istek ve ihtiyaçları gideren , dilekleri gerçekleştiren .
VASİ : Nimetleri bol ve geniş olan  , lütfu geniştir . İhsan ve lütfun sınırı yok .
HAKİM : Bütün buyrukları ve işleri hikmetli  , hükmünde hikmet sahibi .
VEDUD : itaat kullarını çok seven sevilmeye en layık  , sevgisi ölçüsüz ve sonsuz .
MECİD : kerimi sonsuz  , şanı yüce olan  , şerefli  , şanlı ve kadri yüksek  , güzel vasıflı .
BAİS : Ölümden sonra dirilten , ölü iken hayat veren .
ŞEHÎD : Heran her yerde hazır ve nazır olan  . Uzak  , yakın herşeye şahit .
HAKK : Gerçekten var olan  , varlığı değişmeyen  . hakiki var  , hakkın ta kendisi .
VEKİL : Herşeye vekil  , işleri kendisine bırakılanların işlerini gören  , ona yönelenlere kafidir .
KAVİY : Kuvveti ve kudret tam  , pek güçlü  , güç ve kudret sahibi .
METİN : Çok sağlam  , hayrı veya cezası engellenemeyen , zorluktan pak .
VELİ : Salih kullarını dost , gerçek dost , hakiki yardımcı , asıl dost .
HAMİD : Ancak kendisine hamd ve sena edilen  , her türlü medih ve övgüye layık .
MUHSİ : Herşeyi kavrayan zerrelerden kürrelere kadar her şeyin bir bir sayısını bilen .
MÜBDİ : Yarattığı herşeyi numunesiz , ilk baştan yaratan , yoktan var eden  , sürdüren .
MUİD : Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar hayata çeviren .
MUHYİ : Cansızlara can bağışlayan , hayat verip dirilten .
MÜMİT : Ölümü yaratan öldüren .
HAYY : Hayat kaynağı , hayat veren , bütün hayat ve ebedilik zatı ile kaimdir .
KAYYUM : Bütün varlıkları ayakta tutan , herşeye hakim .
VACİD : İstediğini istediği vakitte bulan , herşey ona ait sahibi odur .
MÂCİD : Kadri büyük , şanı yüce , en yüce şeref sahibi
VÂHİD : Zatında , sıfatlarında , isimlerinde , işlerinde , hükümlerinde misli ve benzeri olmayan tek .
SAMED : Tüm ihtiyaçları gideren , istek ve dilekleri , hacetleri gideren , ihsan eden . Muhtaç olmayan ihsan sahibi .
KADİR : İsteğini istediği şekilde yapmaya gücü yeten  , herşeye kadir  , dilediğini yapar .
MUKTEDİR : Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde  dilediği gibi tasarruf eder . Bütün kuvvet onundur .
MUKADDİM : Dilediği ileri geçiren  , öne alan , takdim ve takdir onundur .
MUAHHİR : Dilediğini geri koyan , geri bırakan , cezaları geciktiren .
EVVEL : Başlangıcı olmayan ilk . Varlığı zatının gereği .
AHİR : Nihayeti olmayan son  . Sona ermekten münezzeh .
ZAHİR : Aşikar olan  , zahir  . Bütün mevcudat onun varlığının eseri ve delilidir .
BATIN : Gizli olan  , uluhiyet sırları kainatın her zerresinde gizli .
VALİ : Mülkünü  , mülkünde olup biten herşeyi tek başına  , tedbir  ve idare eden .
MÜTEAL : Yüce ve ali  , yaratılmışların sıfatlarından münezzeh , noksan sıfatlardan muttasıf .
BERR : Bütün iyiliklerin kaynağı  , iyiliği  ve bahşişi bol  , lütuf  ve ikram ondandır .
TEVVAB : Tevbeleri kabul eden  , rahmetiyle yarlığan .
MÜNTEKİM : İntikam  sahibi  , dilediğine ceza vermekte şiddetli davranan  , zalimlerden öç alan .
AFÜVV : Affı çok olan  , günahları çokça bağışlayan , Affedenlerin en affedeni .
RAUF : Merhametli , şefkatli  , rahmeti engin  , affı seven .
MALİKÜL MÜLK : Mülkün yegane sahibi  , herşeyin onun mülküdür , sahibi ve hükümdarı .
ZÜL CELALİ VEL İKRAM  : her türlü büyüklüğün  , fazl ve keremin sahibi , ne kadar kemalat varsa hepsi zatında toplamış . Celal ve ikram sahibi . İkram edenlerin en hayırlısı .
MUKSİD : Bütün işleri birbirine uygun  , yerli yerinde yapan , adaletten şaşmayan .
CAMİ : Dilediğini dilediği anda  , dilediği yerde toplayan . Bütün kemal et ve üstünlükleri zatında toplayan .
ĞANİYY : Çok zengin  , her şeyden müstağni , mülk onun hükümranlık ona mahsus , bitmeyen tükenmeyen zengin .
MUĞNİ : Yeterince veren , keremiyle zengin kılan , lütfuyla zenginleştiren .
MANİ : Dilediğini engelleyen  , mani olan .
DAR : Zarar ve elem verici şeyleri yaratan , zararı kendisinden başkası yok edemez .
NAFİ : Hayır ve menfaat veren şeyleri yaratan , hayırlar onun elindedir .
NUR : Alemleri nurlandıran , göklerin ve yerin nuru .
HADİ : Hidayeti yaratan  , dilediğine hidayet eden , doğru yolu buldurtan .
BEDİ : Numune ve emsali bulunmayan  , acib ve hayran verici şeyleri yaratan .
BAKİ : varlığında hiçbir değişme olmayan  , ebedi olan  . sonsuz .
VARİS : Mevcut olan şeyler yok olduğunda varlığı devam eden servetlerin gerçek sahibi herşeye varis .
REŞİD : Bütün işleri ezeli takdirine uygun bir nizam ve hikmet züre sonuna ulaştıran  .
SABUR : çok sabırlı  , intikam ve cezaya acele etmeyen ,  sabrı yaratan .


TİRMİZİDE OLMAYAN İBNİ MACE VE İBNİ HACERDEKİ ESMAÜL HÜSNALARIN ANLAMLARI

ALA : En yüce  , en şerefli .
ALİ : Şanı , şerefi , izzeti , kudreti yüce
BARRU : İyilik eden , çok merhametli .
BÜRHAN : Delil sahibi , varlığına herşey delalet eder .
CEMİL : Zatı  , ismi  , sıfat , söz , fiillerinde yüce . Güzellik , iyilik , ihsan sahibi .
DAİM : Ölümsüz sürekli .
EBED : Ebedi  , sonsuz .
EKREM : Çok ikram den , iyilik ve lütuf sahibi .
GAFİR : Affeden  , bağışlayan .
GALİB : Emrinde  , işinde  , hükmünde  , herşeyde galib .
HAFİ : Çok ikram eden  , iyilik ve lütuf sahibi .
İLAH :  Tapınılan ,  yüceliği karşısında hayrete düşülen ,  gönülden bağlanılıp sığınılan ,  duyularla idrak edilemeyen varlık .
KADİM :  Evveli olmayan ,  ezelî olan ilk varlık .
KAFİ : Kullarına yardım etmede , hesap etmede , rahmet  , merhamet ve ihsanlarda kafi gelen . Herşeye yeten .
KAHİR : Güçlü zelil eden , kahreden .
KAİM : Görüp gözeten  , koruyan  , yöneten . Herşey onla kaim .
KARİB : Yakın . Herşeye herşeyden daha yakın .
KEFİL : Kullarına yeten , Rızıklarını üzerine alan .
MALİK : Bütün herşeyin sahibi .
MEVLA : Dost , yardımcı , koruyucu .
MUHİT : Herşeyi kuşatan .
MUTİ : Nimet veren , ihsanda bulunan .
MÜBİN : Açık , varlığı aşikar , gerçeği beyan eden .
MÜNİR : Işık veren  , aydınlatan .
MÜSTEAN : Kendisinden yardım istenen , kendisine sığınılan .
NASİR : Yardımcı , yardım eden .
RABB : Yaratan  , yetiştiren , terbiye eden , eğiten , herşeye nizam ve güzelliğini veren .
REFİ : Yükselten , şan ve şeref veren ve arttıran .
SADIK : Söz , iş , vaadinde doğru , her sözünü ve vaadini yerine getiren .
SAMİ : Sözlerin açığını da  , gizlisini de işiten .
ŞAKİR : Şükür edeni ödüllendiren  , şükür edilmeye layık .
ŞEDİD : Şiddetli  , kuvvetli .     
TAMM : Eksiksiz , kusursuz , mükemmel , tam .
VAKİ : Yarattıklarını tehlikelerden koruyan .
VİTR : İlah  , yaratıcı  , mabud , eşi ve benzeri bulunmayan Tek .
ZÜL KUVVE : Güç ve kuvvet sahibi ,


ANLAMLARIYLA 134 ESMAÜL HÜSNA HARF SIRALI

ALLAH : İsmi şeriflerin en büyüğü  .  Zat ismi .  Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış .
ADL : Çok adaletli olan  , hakkaniyetle hükmeden , adaletsizlik bulunmayan  , yegane adil .
AFÜVV : Affı çok olan  , günahları çokça bağışlayan , Affedenlerin en affedeni .
AHİR : Nihayeti olmayan son  . Sona ermekten münezzeh .
ALA : En yüce  , en şerefli .
ALİ : Şanı , şerefi , izzeti , kudreti yüce
ALİM : Ezeli ve ebedi ilmi ile  , gizli  , açık  , olmuş , olacak , herşeyi bilen .
ALİYY : Pek yüce olan çok yüce , gerçek yüce , ulu .
AZİM : Azametli ve ulu olan , çok büyük  , akıllar ululuk ve büyüklüğü karşısında aciz kalır .
AZİZ : Yegâne galip , daima üstün merinde galib  , mağlup edilemez .
BAKİ : varlığında hiçbir değişme olmayan  , ebedi olan  . sonsuz .
BARRU : İyilik eden , çok merhametli .
BARİ : Nümunesiz , örneksiz yoktan yaratan .
BASIT : Açan  , genişleten , inşirah veren  . Bast ile genişleten .
BASİR : Herşeyi hakkıyla gören .
BATIN : Gizli olan  , uluhiyet sırları kainatın her zerresinde gizli .
BAİS : Ölümden sonra dirilten , ölü iken hayat veren .
BEDİ : Numune ve emsali bulunmayan  , acib ve hayran verici şeyleri yaratan .
BERR : Bütün iyiliklerin kaynağı  , iyiliği  ve bahşişi bol  , lütuf  ve ikram ondandır .
BÜRHAN : Delil sahibi , varlığına herşey delalet eder .
CAMİ : Dilediğini dilediği anda  , dilediği yerde toplayan . Bütün kemal et ve üstünlükleri zatında toplayan .
CEBBAR : Dilediğini dilediği şekilde yaptıran : daima üstün , emrinde galib mağlup edilemez .
CELİL : Celalet ve ululuk sahibi  , kudreti  , rahmet ve keremi  , afv ve gufranı büyüktür .
CEMİL : Zatı  , ismi  , sıfat , söz , fiillerinde yüce . Güzellik , iyilik , ihsan sahibi .
DAR : Zarar ve elem verici şeyleri yaratan , zararı kendisinden başkası yok edemez .
DAİM : Ölümsüz sürekli .
EBED : Ebedi  , sonsuz .
EKREM : Çok ikram den , iyilik ve lütuf sahibi .
EVVEL : Başlangıcı olmayan ilk . Varlığı zatının gereği .
FETTAH : Açan , kullarına rahmet kapıları açan  , bereket ve fetih kapılarının anahtarı  , ferahlatan
GAFİR : Affeden  , bağışlayan .
GALİB : Emrinde  , işinde  , hükmünde  , herşeyde galib .
ĞAFFAR : Günahları affeden örten  , güzeli iyiyi ortaya çıkaran .
ĞAFUR : Günahları örten  , kusurları bağışlayan , mağfirete bol .
ĞANİYY : Çok zengin  , her şeyden müstağni , mülk onun hükümranlık ona mahsus , bitmeyen tükenmeyen zengin .
HABİR : Herşeyin içyüzünü bilen  , gizli taraflardan haberi olan  , her şeyden haberdar .
HADİ : Hidayeti yaratan  , dilediğine hidayet eden , doğru yolu buldurtan .
HAFİ : Çok ikram eden  , iyilik ve lütuf sahibi .
HAFİD : Alçaltan  , aşağıya indiren , rezi rüsva eden .
HAFİZ : Koruyan  , muhafaza eden , gerçek koruyucu  , hıfz himaye eden .
HAKEM : Hükmü mutlak sahibi  , yegane hakim , hükmeden .
HAKK : Gerçekten var olan  , varlığı değişmeyen  . hakiki var  , hakkın ta kendisi .
HAKİM : Bütün buyrukları ve işleri hikmetli  , hükmünde hikmet sahibi .
HALIK : Herşeyi nizam ve intizam izinde yoktan var eden , yaratan .
HALİM : Hilmi çok olan  , ceza vermekte acele etmeyen .
HAMİD : Ancak kendisine hamd ve sena edilen  , her türlü medih ve övgüye layık .
HASİB : Herşeyin izlediklerini  , bütün incelikleriyle hesabını bilen , hesaba çeken .
HAYY : Hayat kaynağı , hayat veren , bütün hayat ve ebedilik zatı ile kaimdir .
İLAH :  Tapınılan ,  yüceliği karşısında hayrete düşülen ,  gönülden bağlanılıp sığınılan ,  duyularla idrak edilemeyen varlık .
KABID : Sıkan  , daraltan . Kabz ile daraltır .
KADİM :  Evveli olmayan ,  ezelî olan ilk varlık .
KADİR : İsteğini istediği şekilde yapmaya gücü yeten  , herşeye kadir  , dilediğini yapar .
KAFİ : Kullarına yardım etmede , hesap etmede , rahmet  , merhamet ve ihsanlarda kafi gelen . Herşeye yeten .
KAHHAR : Kahredici güce sahip .
KAHİR : Güçlü zelil eden , kahreden .
KARİB : Yakın . Herşeye herşeyden daha yakın .
KAVİY : Kuvveti ve kudret tam  , pek güçlü  , güç ve kudret sahibi .
KAYYUM : Bütün varlıkları ayakta tutan , herşeye hakim .
KAİM : Görüp gözeten  , koruyan  , yöneten . Herşey onla kaim .
KEBİR : Kibriya ona mahsustur , pek büyük olan .
KEFİL : Kullarına yeten , Rızıklarını üzerine alan .
KERİM : Talepsiz , sebepsiz , karşılıksız kullarına ikramda bulunan  , kerimi bol cömert .
KUDDÜS : Hertürlü eksikliklerden ve noksanlıklardan pak ve temiz .
LATİF : En ince işleri yapan  , bütün incelikleri bilen , sonsuz lütufkar .
MALİK : Bütün herşeyin sahibi .
MALİKÜL MÜLK : Mülkün yegane sahibi  , herşeyin onun mülküdür , sahibi ve hükümdarı .
MANİ : Dilediğini engelleyen  , mani olan .
MECİD : kerimi sonsuz  , şanı yüce olan  , şerefli  , şanlı ve kadri yüksek  , güzel vasıflı .
MELİK : Mülk ve melekûtun yegane sahibi  . Mutlak hükümdar .
METİN : Çok sağlam  , hayrı veya cezası engellenemeyen , zorluktan pak .
MEVLA : Dost , yardımcı , koruyucu .
MUAHHİR : Dilediğini geri koyan , geri bırakan , cezaları geciktiren .
MUCÎB : Dualara icabet eden  , istek ve ihtiyaçları gideren , dilekleri gerçekleştiren .
MUHSİ : Herşeyi kavrayan zerrelerden kürrelere kadar her şeyin bir bir sayısını bilen .
MUHYİ : Cansızlara can bağışlayan , hayat verip dirilten .
MUHİT : Herşeyi kuşatan .
MUKADDİM : Dilediği ileri geçiren  , öne alan , takdim ve takdir onundur .
MUKSİD : Bütün işleri birbirine uygun  , yerli yerinde yapan , adaletten şaşmayan .
MUKTEDİR : Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde  dilediği gibi tasarruf eder . Bütün kuvvet onundur .
MUKÎT : Maddi ve manevi rızıkları yaratan  , mahlukatın azığını veren  , ruha ve bedene gıdaları veren .
MUSAVVİR : Şekil veren  , düzenleyip en güzel bir biçimde tertip eden .
MUTİ : Nimet veren , ihsanda bulunan .
MUZİLL : Zillete düşüren  , hor ve hakir kılan .
MUĞNİ : Yeterince veren , keremiyle zengin kılan , lütfuyla zenginleştiren .
MUİD : Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar hayata çeviren .
MUİZ : İzzet veren , aziz kılan  , şeref  , kudret  , üstünlük veren .
MÂCİD : Kadri büyük , şanı yüce , en yüce şeref sahibi
MÜBDİ : Yarattığı herşeyi numunesiz , ilk baştan yaratan , yoktan var eden  , sürdüren .
MÜBİN : Açık , varlığı aşikar , gerçeği beyan eden .
MÜHEYMİN : Gözetip koruyan , murakabaha eden  , sevk ve idare eden .
MÜMİN : Emniyet ve emân veren , iman ihsan eden .
MÜMİT : Ölümü yaratan öldüren .
MÜNTEKİM : İntikam  sahibi  , dilediğine ceza vermekte şiddetli davranan  , zalimlerden öç alan .
MÜNİR : Işık veren  , aydınlatan .
MÜSTEAN : Kendisinden yardım istenen , kendisine sığınılan .
MÜTEAL : Yüce ve ali  , yaratılmışların sıfatlarından münezzeh , noksan sıfatlardan muttasıf .
MÜTEKEBBİR : Azamet ve ululukta eşi olmayan , büyüklük  , yüce Kibriya sıfatlarının yegane sahibi .
NAFİ : Hayır ve menfaat veren şeyleri yaratan , hayırlar onun elindedir .
NASİR : Yardımcı , yardım eden .
NUR : Alemleri nurlandıran , göklerin ve yerin nuru .
RABB : Yaratan  , yetiştiren , terbiye eden , eğiten , herşeye nizam ve güzelliğini veren .
RAFİ : Yükselten  , yukarı kaldıran  , şan ve şeref veren .
RAHMAN : İnananı inanmayanı ayırt etmeden bütün mahlukatına rahmet den , bağışlayan , esirgeyen .
RAHİM : Müminlerin Rahimidir . Ahirette inananı  , çalışanı ayırıp mükafatlandırır , rahmet eder .
RAKÎB : Bütün işleri murakabe altında tutan , gözcü gözeten  , görüp gözeten .
RAUF : Merhametli , şefkatli  , rahmeti engin  , affı seven .
REFİ : Yükselten , şan ve şeref veren ve arttıran .
REZZAK : Zahiri ve batıni rızıklar veren rızıklandıran .
REŞİD : Bütün işleri ezeli takdirine uygun bir nizam ve hikmet züre sonuna ulaştıran  .
SABUR : çok sabırlı  , intikam ve cezaya acele etmeyen ,  sabrı yaratan .
SADIK : Söz , iş , vaadinde doğru , her sözünü ve vaadini yerine getiren .
SAMED : Tüm ihtiyaçları gideren , istek ve dilekleri , hacetleri gideren , ihsan eden . Muhtaç olmayan ihsan sahibi .
SAMİ : Sözlerin açığını da  , gizlisini de işiten .
SELAM : Selametin kaynağı  , selamet veren , selamete çıkaran .
SEMİ : Herşeyi hakkıyla işiten duyan .
ŞAKİR : Şükür edeni ödüllendiren  , şükür edilmeye layık .
ŞEDİD : Şiddetli  , kuvvetli .    
ŞEHÎD : Heran her yerde hazır ve nazır olan  . Uzak  , yakın herşeye şahit .
ŞEKÜR : Şükrün karşılığını kat kat veren , lütfundan fazlasını veren .
TAMM : Eksiksiz , kusursuz , mükemmel , tam .
TEVVAB : Tevbeleri kabul eden  , rahmetiyle yarlığan .
VACİD : İstediğini istediği vakitte bulan , herşey ona ait sahibi odur .
VAKİ : Yarattıklarını tehlikelerden koruyan .
VALİ : Mülkünü  , mülkünde olup biten herşeyi tek başına  , tedbir  ve idare eden .
VARİS : Mevcut olan şeyler yok olduğunda varlığı devam eden servetlerin gerçek sahibi herşeye varis .
VASİ : Nimetleri bol ve geniş olan  , lütfu geniştir . İhsan ve lütfun sınırı yok .
VEDUD : itaat kullarını çok seven sevilmeye en layık  , sevgisi ölçüsüz ve sonsuz .
VEHHAB : Karşılık beklemeden gayb hazinelerinden bağışlayan  , nimetleri ihsan eden .
VEKİL : Herşeye vekil  , işleri kendisine bırakılanların işlerini gören  , ona yönelenlere kafidir .
VELİ : Salih kullarını dost , gerçek dost , hakiki yardımcı , asıl dost .
VÂHİD : Zatında , sıfatlarında , isimlerinde , işlerinde , hükümlerinde misli ve benzeri olmayan tek .
VİTR : İlah  , yaratıcı  , mabud , eşi ve benzeri bulunmayan Tek .
ZAHİR : Aşikar olan  , zahir  . Bütün mevcudat onun varlığının eseri ve delilidir .
ZÜL CELALİ VEL İKRAM  : her türlü büyüklüğün  , fazl ve keremin sahibi , ne kadar kemalat varsa hepsi zatında toplamış . Celal ve ikram sahibi . İkram edenlerin en hayırlısı .
ZÜL KUVVE : Güç ve kuvvet sahibi ,
 


ALLAH, ALLAHÜ HALİKU KÜLLİ ŞEY'İV, ALLAHÜ VELİ, AFÜVVEN GAFUR, AFÜVVEN KADİR, AHİR, ALİMEN HABİR, ALİMEN HALİM, ALİMUL GAYBİ, ALİMÜL HAKİM, ALİMÜM BİZATİS SUDUR, ALİMÜN KADİR, ALİYYEN KEBİR, ALİYYÜL AZİM, ALİYYÜN HAKİM, ALLAMÜL GUYUB, AZABELLAHİ ŞEDİD, AZABI LE ŞEDİD, AZİZİL ALİM, AZİZİL HAMİD, AZİZİL VEHHAB, AZİZİM MUKTEDİR, AZİZÜL GAFFAR, AZİZÜL HAKİM, AZİZÜN GAFUR, AZİZÜN ZÜNTİKAM, AZİZÜR RAHIYM, BARİ, BEDİUS SEMAVATİ VEL ARD, BERRUR RAHIYM, BESİR, CAMİUL MÜNAFİKIYNE VEL KAFİRINE, CAMİUN NAS, CEBBAR, CEMIA HÜVES SEMİUL ALİM, EHAD, EVVEL, FADL, FADLİH İNNELLAHE KANE Bİ KÜLLİ ŞEY'İN ALİMA, FADLİL AZİM, FADLİN ALEL ALEMIN, FADLİN ALEL MÜ'MİNIN, FADLİN ALEN NASİ, FADLÜL KEBİR, FADLÜLLAHİ YÜTIHİ MEY YEŞA, FATIRİS SEMAVATİ VEL ERDI, FETTAHUL ALİM, GAFFAR, GAFİRİZ ZENBİ, GAFURU ZÜR RAHMEH, GAFURUN HALİM, GAFURUN ŞEKUR, GAFURUR RAHIYM, GAFURÜL VEDUD, GANİ, GANİYYÜ VE ENTÜMÜL FÜKARA, GANİYYÜ ZÜR RAHMEH, GANİYYÜN ANİL ALEMIN, GANİYYÜN HALİM, GANİYYÜN HAMİD, GANİYYÜN KERİM, GAYBES SEMAVATİ ARD, HABİR, HABİRAN BESİRA, HADİYEV VE NESİRA, HAFİD, HAFİZ, HAKİM, HAKİMİN HAMİD, HAKİMÜL ALİM, HAKİMÜL HABİR, HAKKUL MÜBİN, HALAK, HALAKNES SEMAVATİ VEL ERD, HALİMEN GAFURA, HAMİD, HAMİDÜM MECİD, HASİB, HAYRIR RAZİKIYN, HAYRUL FASILIN, HAYRUL FATİH, HAYRUL GAFİR, HAYRUL HAKİMIN, HAYRUL MAKİRIN, HAYRUL MÜNZİLIN, HAYRUL VARİSIN, HAYRUM NASIRIN, HAYRUN HAFİZAV, HAYRUR RAHIMIN, HAYRUV VE EBKA, HAYY, HAYYÜL KAYYUM, İLAHİN NAS, İLAHÜV, İLAHÜV VAHİD, KADİR, KAHİR, KARİB, KARİBÜM MİNEL MUHSİNIN, KARİBÜM MÜCIB, KAVİYYÜN AZİZ, KAVİYYÜN ŞEDİDÜL İKAB, KEBİRUL MÜTEAL, KUDDÜS, KUL İNNEL FADLE Bİ YEDİLLAH, LA İLAHE İLLA HU, LATİF, LATİFÜL HABİR, LİLLAH MIRASÜS SEMAVATİ VEL ARD, MALİKEL MÜLK, MALİKİ YEVMİD DİN, MELİKİL KUDDÜS, MELİKİM MÜKTEDİR, MELİKİN NAS, MELİKÜL HAKK, MEVLA, MEVLAHÜMÜL HAKK, MUHYİL MEVTA, MÜHEYMİN, MÜHİT, MÜKTEDİR, MÜLKEHU MEY YEŞA, MÜLKÜ YEVME, MÜLKÜS SEMAVATİ VEL ARD, MÜSAVVİR, MÜTEKEBBİR, NASRALLAHİ KARİB, NİMEL KADİR, NİMEL MAHİDUN, NİMEL MEVLA, NİMEL MÜCCIBUN, NİMEL NESİR, NİMEL VEKİL, NURUS SEMAVATİ VEL ARD, RABB, RABBEKE ALİMÜN HAKİM, RABBEKE FE'ALÜL LİMA YÜRID, RABBEKE GAFURUR RAHIYM, RABBEKE HAKİMÜN ALİM, RABBEKE HÜVEL HALLAKUL ALİM, RABBEKE HÜVEL KAVİYYÜL AZİZ, RABBEKE LE HÜVEL AZİZÜR RAHIYM, RABBEKE SERİUL İKAB, RABBEKÜMÜLLAHÜLLEZI HALEKAS SEMAVATİ VEL ERD, RABBENA VE İLEYKEL MASIYR, RABBI ALA KÜLLİ ŞEY' İN HAFİYZ, RABBI Bİ MA TA'MELUNE MÜHIYT, RABBI KARİBÜM MÜCIB, RABBI KÜLLE ŞEY'İN ILMA, RABBI LATİFÜL, RABBI LE SEMİUD, RABBİ YA'LEMÜL KAVLE FİS SEMAİ VEL ERD, RABBİHİM İLA SIRATIL AZİZİL HAMİD, RABBİK LA İLAHE İLLA HU, RABBİKE VEKİL, RABBİKÜM AZİM, RABBİL ALEMİN, RABBİYELLEZI YUHYI VE YÜMITÜ, RABBÜKEL GAFURU ZÜR RAHMEH, RABBÜKEL GANİYYÜ ZÜR RAHMEH, RABBÜKEL'EKRAM, RABBÜKÜM ZU RAHMETİV, RABBÜKÜMÜL HAKK, RABBÜL ARŞİL AZİM, RABBÜS SEMAVATİ VEL ERD, RAHIYMÜL GAFUR, RAHIYMÜV VEDUD, RAHMAN, RAHMANURRAHIYMU, RAKIYBA, RAUFÜM BİL IBAD, RAUFÜR RAHIYM, RAFİ, RAZZAK, SAMED, SELAM, SEMİAM BASIYRA, SEMİUD DÜA, SEMİUL ALİM, SEMİUN KARİB, SUBHANE RABBİKE RABBİL İZZETİ, SUBHANEH HÜVEL GANİYY, SUBHANEH HÜVELLAHÜL VAHİDÜL KAHHAR, SUBHANEHU AMMA YÜŞRİKUN, SUBHANEHU VE TEALA, SUBHANEKE, SUBHANELLAHİ RABBİL ALEMIN, SUBHANELLAHİ RABBİL ARŞİ AMMA YASIFUN, SUBHANELLEZI HALEKAL, ŞAKİRUN ALİYM, ŞEDİDÜL AZAB, ŞEDİDÜL İKAB, ŞEDİDÜL MİHAL, ŞEHADETİ FE TEALA AMMA YÜŞRİKUN, ŞEHADETİ HUVERRAHMANURRAHIYMU, ŞEHADETİL AZİYZÜR RAHIYM, ŞEHADETİL KEBİRUL MÜTEAL, ŞEHADETİL'AZİYZULHAKİYMU, ŞEKURİN HALİYMUN, TEALA, TEBARAKELLAHÜ AHSENÜL HALİKIYN, TEBARAKELLAHÜ RABBÜL ALEMIN, TEBARAKELLEZI CEALE, TEBARAKELLEZI LEHU MÜLKÜS SEMAVATİ VEL ERDI, TEBARAKESMU RABBİKE ZİL CELALİ VEL İKRAM, TEBAREKE, TEBAREKELLEZİY BİYEDİHİLMÜLKU, TEVVAB, TEVVABÜN HAKİM, TEVVABÜR RAHIYM, ULÜVVEN KEBİR, VAHİD, VAHİDETİV VE CEALE, VAHİDÜL KAHHAR, VASİ, VASİAN HAKİM, VASİUN ALİM, VEHHAB, VEKİL, VELİYYÜL HAMİD, VELİYYÜL MÜ'MİNIN, VELİYYÜL MÜTTEKIYN, VELİYYÜLLEZINE AMENU, ZİT TAVL, ZUL CELALİ VEL'İKRAMİ., ZÜ FADLİN ALEL ALEMIN, ZÜL ARŞİL MECİD, ZÜL FADLİL AZİM
Euzu billahi mineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l Mülkü ve LehüI-Hamdu bi-yedihil-Hayr ve huve ala külli şeyin kadir. la ilahe illallahu ,  lehül-Esmaul-Hüsna.
 
ALLAH :Hiç sen Allah’ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?
ALLAHÜ HALİKU KÜLLİ ŞEY'İV VE HÜVE ALA KÜLLİ ŞEY'İV VEKİL: Allah her şeyin yaratıcısıdır ve O her şeye vekildir.
ALLAHÜ VELİ :Allah iman edenlerin dostudur.
AFÜVVEN GAFUR : Şüphesiz ki Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.
AFÜVVEN KADİR : Allah çok affedicidir ,  her şeye kâdirdir.
AHİR :   Sondur.
ALİMEN HABİR : Şüphesiz ki Allah her şeyi bilen her şeyden haberdar olandır.
ALİMEN HALİM : Şüphesiz ki Allah çok iyi bilendir ,  hilim sahibidir.
ALİMUL GAYBİ : Allah ,  gaybları çok iyi bilendir.
ALİMÜL HAKİM : O her şeyi hakkıyla bilendir ,  hükmünde hikmet sahibidir.
ALİMÜM BİZATİS SUDUR : Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü bilendir.
ALİMÜN KADİR: Şüphesiz ki Allah bilendir ,  her şeye gücü yeter.
ALİYYEN KEBİR: Muhakkak ki Allah çok yücedir ,  çok büyüktür.
ALİYYÜL AZİM : O çok yüce ,  çok büyüktür.
ALİYYÜN HAKİM: O ,  yücedir ,  hikmet sahibidir.
ALLAMÜL GUYUB: Allah ,  gaybları çok iyi bilendir.
AZABELLAHİ ŞEDİD: Allah’ın azabı pek şiddetlidir.
AZABI LE ŞEDİD:Şüphesiz ki azabım çok şiddetlidir.”
AZİZİL ALİM : Azîz ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.
AZİZİL HAMİD : O mutlak galip ve övgüye lâyık olan Allahdır.
AZİZİL VEHHAB : Yoksa O Aziz ve Vehhâb olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?
AZİZİM MUKTEDİR :Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık.
AZİZÜL GAFFAR :O Azîz'dir ,  çok bağışlayandır.
AZİZÜL HAKİM :Şüphesiz ki Aziz ve Hakîm olan ancak sensin.”
AZİZÜN GAFUR : Şüphesiz ki Allah Azîz'dir ,  çok bağışlayıcıdır.
AZİZÜN ZÜNTİKAM : Muhakkak ki Allah Aziz’dir ,  intikam sahibidir.
AZİZÜR RAHIYM : Rabbin şüphesiz ki Azîz’dir ,  engin merhamet sahibidir.
BARİ : Şekil veren Allah'tır.
BEDİUS SEMAVATİ VEL ARD :Göklerin ve yerin yaratıcısı O’dur.
BERRUR RAHIYM :Şüphesiz ki O iyilik yapandır ,  merhamet edendir.
BESİR : Allah yaptıklarınızı görmektedir.
CAMİUL MÜNAFİKIYNE VEL KAFİRINE :Şüphesiz ki Allah münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde bir araya toplayacaktır.
CAMİUN NAS : “Ey Rabbimiz! Gelmesinde aslâ şüphe olmayan bir günde sen insanları mutlaka toplayacaksın.”
CEBBAR :  İstediğini yaptırandır.
CEMIA HÜVES SEMİUL ALİM :bütün izzet yalnız Allah’ındır. O işitendir ,  bilendir.
EHAD : De ki: O Allah bir tektir.
EVVEL :  O Evvel'dir.İlkdir.
FADL :  Allah çok lütufkârdır.
FADLİH İNNELLAHE KANE Bİ KÜLLİ ŞEY'İN ALİMA :Allah’ın fazlından ve kereminden isteyin.
FADLİL AZİM :Allah büyük lütuf sahibidir.
FADLİN ALEL ALEMIN :Allah bütün âlemler üzerine lütuf ve kerem sahibidir.
FADLİN ALEL MÜ'MİNIN : Allah müminlere karşı çok lütufkârdır.
FADLİN ALEN NASİ :  Rabbin insanlara karşı lütuf sahibidir.
FADLÜL KEBİR : Çünkü O’nun senin üzerindeki lütfu çok büyüktür.
FADLÜLLAHİ YÜTIHİ MEY YEŞA :  Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır ,  kime dilerse ona verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
FATIRİS SEMAVATİ VEL ERDI : O ,  göklerin ve yerin yaratıcısıdır.
FETTAHUL ALİM : O en âdil hüküm verendir ,  çok iyi bilendir.
GAFFAR :O çok bağışlayıcıdır.
GAFİRİZ ZEMBİ :O; günahı bağışlayan ,  tevbeyi kabul edendir.
GAFURU ZÜR RAHMEH : Senin Rabbin çok bağışlayıcıdır ,  merhamet sahibidir.
GAFURUN HALİM : Allah bağışlayıcıdır ,  Halîm’dir.
GAFURUN ŞEKUR :  O ,  çok bağışlayan ,  şükrün karşılığını bol bol verendir.
GAFURUR RAHIYM : Senin Rabbin çok bağışlayıcıdır ,  merhamet sahibidir.
GAFURÜL VEDUD :  O ,  çok bağışlayan ,  çok sevendir.
GANİ :Zengindir.Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur
GANİYYÜ VE ENTÜMÜL FÜKARA :Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her şeyden müstağnidir ,  her hamde lâyıktır.
GANİYYÜ ZÜR RAHMEH :Ganî’dir ve rahmet sahibidir.
GANİYYÜN ANİL ALEMIN : Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir.
GANİYYÜN HALİM :Allah zengindir ,  Halîm’dir.
GANİYYÜN HAMİD :Allah zengindir ,  hamdedilmeye lâyıktır.”
GANİYYÜN KERİM :Rabbim müstağnidir ,  kerem sahibidir.”
GAYBES SEMAVATİ ARD : Allah göklerin ve yerin gaybını bilir
HABİR : Allah yaptığınız her şeyden haberdardır
HABİRAN BESİRA : Şüphesiz ki O ,  kullarından haberdardır ,  onları görmektedir.”
HADİYEV VE NESİRA : Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter!
HAFİD : O alçaltıcıdır.
HAFİZ : Rabbim her şeyi gözetip koruyandır.”
HAKİM :  O hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
HAKİMİN HAMİD : O ,  hikmet sahibi ve övülmeye lâyık olan Allahtır.
HAKİMÜL ALİM : O ,  hikmet sahibidir ,  her şeyi bilendir.
HAKİMÜL HABİR : O ,  hikmet sahibidir ,  her şeyden haberdardır.
HAKKUL MÜBİN :  Allah’ın apaçık bir hak olduğunu bilirler.
HALAK : Yaratan Rabbinin adıyla oku!
HALAKNES SEMAVATİ VEL ERD :Gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır.
HALİMEN GAFURA : O halim olandır ,  çok bağışlayandır.
HAMİD : Çok hamdedilen Allahtır.
HAMİDÜM MECİD : Şüphesiz ki O övülmeye lâyıktır ,  iyiliği boldur.”
HASİB :  Şüphesiz ki Allah her şeyi hesap edendir.
HAYRIR RAZİKIYN : Sen rızık verenlerin en hayırlısısın!”
HAYRUL FASILIN : O ,  ayırdedenlerin en hayırlısıdır.”
HAYRUL FATİH : Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.
HAYRUL GAFİR : Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”
HAYRUL HAKİMIN : O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
HAYRUL MAKİRIN :  Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır.
HAYRUL MÜNZİLIN :Sen indirenlerin en hayırlısısın.”
HAYRUL VARİSIN :Sen vârislerin en hayırlısısın.”
HAYRUM NASIRIN : O yardımcıların en hayırlısıdır.
HAYRUN HAFİZAV :Sen rızık verenlerin en hayırlısısın!”
HAYRUR RAHIMIN : sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”
HAYRUV VE EBKA : O’nun vereceği mükâfat ve ceza daha devamlıdır.”
HAYY : O Hayy'dır (ezelî ve ebedî hayat ile bâkidir).
HAYYÜL KAYYUM : O Hayy ve Kayyum’dur. (Ezelî ve ebedî hayat ile bâkidir. Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup ,  bütün varlıklar O’nunla kâimdir).
İLAHİN NAS : İnsanların İlâh'ına.
İLAHÜ :  ilâh
İLAHÜV VAHİD :  Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur.
KADİR :Allah her şeye kâdirdir.
KAHİR :  Kahredici güce sahiptir
KARİB : Resulüm! Kullarım sana beni sorunca haber ver ki ,  ben onlara yakınım.
KARİBÜM MİNEL MUHSİNIN :Muhakkak ki Allah’ın rahmeti muhsinlere yakındır.
KARİBÜM MÜCIB :Rabbim size çok yakındır ve duâları kabul edendir.”
KAVİYYÜN AZİZ : O ,  kuvvetlidir ,  güçlüdür.
KAVİYYÜN ŞEDİDÜL İKAB : Muhakkak ki O kuvvetlidir ,  cezalandırması pek şiddetlidir.
KEBİRUL MÜTEAL :  Çok büyüktür ,  yücedir.
KUDDÜS : mukaddes , her türlü eksiklikten yücedir ,
KUL İNNEL FADLE Bİ YEDİLLAH : Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir ,  onu dilediğine verir.
LA İLAHE İLLA HU : O’ndan başka ilâh yoktur.
LATİF :  Allah lütufkârdır.
LATİFÜL HABİR :  Şüphesiz ki Allah Lâtif’tir ,  haberdar olandır.
LİLLAH MIRASÜS SEMAVATİ VEL ARD :  Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.
MALİKEL MÜLK : Ey mülkün sahibi Allah!
MALİKİ YEVMİD DİN : Din gününün sahibidir.
MELİKİL KUDDÜS : mülkün sahibi ,  mukaddes ,
MELİKİM MÜKTEDİR :  kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar.
MELİKİN NAS : İnsanların Melik'ine.
MELİKÜL HAKK :Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir.
MEVLA : Sizin mevlânız Allah’tır .O bizim sahibimizdir.
MEVLAHÜMÜL HAKK : gerçek sahipleri olan Allah
MUHYİL MEVTA :Allah ,  elbette ölüleri de diriltir
MÜHEYMİN :Gözetip koruyandır
MÜHİT :  İyi bil ki O her şeyi çepeçevre kuşatandır.
MÜKTEDİR :  Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
MÜLKEHU MEY YEŞA : Şüphesiz ki Allah mülkünü dilediğine verir.
MÜLKÜ YEVME :  O gün mülk Allah’ındır ,  onların arasında hükmeder.
MÜLKÜS SEMAVATİ VEL ARD :  Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır
MÜSAVVİR : Şekil veren Allah'tır.
MÜTEKEBBİR :Büyüklükte eşi olmayandır.
Nasrallahi Karib :   Allah insanlara yakındır.
NİMEL KADİR :Biz ne mükemmel kudret sahibiyiz!
NİMEL MAHİDUN :  Yeri de döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz!
NİMEL MEVLA : O ne güzel Mevlâdır.
NİMEL MÜCCIBUN : Duâsına ne güzel icabet etmiştik.
NİMEL NESİR :ne güzel yardımcıdır!
NİMEL VEKİL : O ne güzel vekildir!”
NURUS SEMAVATİ VEL ARD :Allah göklerin ve yerin nûrudur.
RABB :Rabbiniz O’dur
RABBEKE ALİMÜN HAKİM :Rabbin çok iyi bilendir ,  hüküm ve hikmet sahibidir.”
RABBEKE FE'ALÜL LİMA YÜRID :Rabbin dilediğini yapandır.
RABBEKE GAFURUR RAHIYM :  Rabbin çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”
RABBEKE HAKİMÜN ALİM :  Rabbin hikmet sahibidir ,  bilendir.
RABBEKE HÜVEL HALLAKUL ALİM : Şüphesiz ki Rabbin yaratan ve bilendir.
RABBEKE HÜVEL KAVİYYÜL AZİZ : Doğrusu Rabbin pek kuvvetlidir ve Azîz’dir.
RABBEKE LE HÜVEL AZİZÜR RAHIYM : Rabbin şüphesiz ki Azîz’dir ,  engin merhamet sahibidir.
RABBEKE SERİUL İKAB : Rabbin cezayı çabuk verendir
RABBEKÜMÜLLAHÜLLEZI HALEKAS SEMAVATİ VEL ERD :Şüphesiz ki Rabbiniz Allah ,  gökleri ve yeri altı günde yarattı ,
RABBENA VE İLEYKEL MASIYR : Ey Rabbimiz ,  bağışlamanı dileriz! Dönüş sanadır.”
RABBI ALA KÜLLİ ŞEY' İN HAFİYZ : Rabbim her şeyi gözetip koruyandır.”
RABBI Bİ MA TA'MELUNE MÜHIYT :Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatmıştır.”
RABBI KARİBÜM MÜCIB :  Rabbim size çok yakındır ve duâları kabul edendir.”
RABBI KÜLLE ŞEY'İN ILMA : Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır.
RABBI LATİFÜL : Rabbim bana gerçekten pek çok iyilikte bulundu. Şüphesiz ki Rabbim dileyeceği şeyleri çok ince düzenler.
RABBI LE SEMİUD : Şüphesiz ki Rabbim duâları işitendir.”
RABBİ YA'LEMÜL KAVLE FİS SEMAİ VEL ERD :Benim Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir.
RABBİHİM İLA SIRATIL AZİZİL HAMİD :  yegâne galip ve övülmeye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.
RABBİK LA İLAHE İLLA HU : O’ndan başka ilâh yoktur.
RABBİKE VEKİL :  Rabbin vekil olarak yeter.”
RABBİKÜM AZİM : Bütün bunlarda ,  Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı.”
RABBİL ALEMİN :Âlemlerin Rabbi
RABBİYELLEZI YUHYI VE YÜMITÜ : Benim Rabbim diriltir ve öldürür.”
RABBÜKEL GAFURU ZÜR RAHMEH :Rabbin çok bağışlayıcıdır ,  merhamet sahibidir.
RABBÜKEL GANİYYÜ ZÜR RAHMEH : Rabbin Ganî’dir ve rahmet sahibidir.
RABBÜKEL'EKRAM : Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.
RABBÜKÜM ZU RAHMETİV VASİAH  :Rabbiniz geniş rahmet sahibidir.
RABBÜKÜMÜL HAKK :  İşte gerçek Rabbiniz Allah budur.
RABBÜL ARŞİL AZİM : O ,  büyük Arş’ın sahibidir
RABBÜS SEMAVATİ VEL ERD : Göklerin ,  yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.
RAHIYMÜL GAFUR : O çok bağışlayan ,  çok merhamet edendir.
RAHIYMÜV VEDUD : Doğrusu Rabbim çok merhametlidir ve çok sever.”
RAHMAN :  Rahman olan Allah.
RAHMANURRAHIYMU : Rahman ve Rahim olan Allah
RAKIYBA :Allah şüphesiz ki sizin üzerinizde murakabe edicidir (hepinizi görüp gözetmektedir).
RAUFÜM BİL IBAD : Allah ise kullarına karşı çok merhametlidir.
RAUFÜR RAHIYM : Şüphesiz ki Allah insanlara şefkatlidir ve merhamet edendir.
RAFİ:Yüceltendir.
RAZZAK : Şüphesiz ki rızıklandıran Allahtır.
SAMED : Her şey O'na muhtaç ,  O hiçbir şeye muhtaç değildir.
SELAM :  Selâmet verendir
SEMİAM BASIYRA : O işitendir ,  görendir.
SEMİUD DUA : Şüphesiz ki Rabbim duâları işitendir.”
SEMİUL ALİM : Allah işitendir ,  bilendir.
SEMİUN KARİB :Şüphesiz ki O işitendir ,  yakındır.
SUBHANE RABBİKE RABBİL İZZETİ :Kudret ve şeref sahibi Rabbin onların isnat etmekte oldukları vasıflardan yücedir ,  münezzehtir.
SUBHANEH HÜVEL GANİYY : O bundan münezzehtir. O müstağnidir.
SUBHANEH HÜVELLAHÜL VAHİDÜL KAHHAR : O münezzehtir. O ,  tek ve Kahhar olan Allah'tır.
SUBHANEHU AMMA YÜŞRİKUN : Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.
SUBHANEHU VE TEALA : Allah onların koştukları ortaklardan yüce ve münezzehtir.
SUBHANEKE : Seni tenzih ederiz.
SUBHANELLAHİ RABBİL ALEMIN : Âlemlerin Rabbi olan Allah ,  noksan sıfatlardan münezzehtir.”
SUBHANELLAHİ RABBİL ARŞİ AMMA YASIFUN :Arşın Rabbi olan Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.
SUBHANELLEZI HALEKAL : Yaratan Allah'ın şanı ne yücedir!
ŞAKİRUN ALİYM :Şüphesiz ki Allah karşılığını verir ,  O her şeyi bilir.
ŞEDİDÜL AZAB : Allah’ın azabının şiddetli olduğunu keşke bilselerdi!
ŞEDİDÜL İKAB : Biliniz ki Allah ,  azabı pek şiddetli olandır.
ŞEDİDÜL MİHAL :O kudreti pek çetin olandır.
ŞEHADETİ FE TEALA AMMA YÜŞRİKUN : Görüneni de bilendir. O ,  müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.
ŞEHADETİ HUVERRAHMANURRAHIYMU :Görüleni de bilir. O Rahman'dır ,  Rahîm'dir.
ŞEHADETİL AZİYZÜR RAHIYM : Görüleni de bilendir ,  Azîz’dir ,  merhamet edendir
ŞEHADETİL KEBİRUL MÜTEAL :Görüleni de bilir. Çok büyüktür ,  yücedir.
ŞEHADETİL'AZİYZUL HAKİYMU : Görüleni görülmeyeni bilendir ,  Aziz'dir ,  hükmünde hikmet sahibidir.
ŞEKURİN HALİYMUN : Allah şükrün karşılığını verendir :  ceza vermekte acele etmeyendir.
TEALA :Yücedir.
TEBARAKELLAHÜ AHSENÜL HALİKIYN :  Şekil verenlerin en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!
TEBARAKELLAHÜ RABBÜL ALEMIN : Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!
TEBARAKELLEZI CEALE : Allah ,  Yüceler Yücesidir.
TEBARAKELLEZI LEHU MÜLKÜS SEMAVATİ VEL ERDI :  Göklerin ,  yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin hükümranlığı kendisine âit olan Allah
TEBARAKESMU RABBİKE ZİL CELALİ VEL İKRAM :  Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!
TEBAREKE : Allah’ın şânı ne yücedir.
TEBAREKELLEZİY BİYEDİHİLMÜLKU :Mutlak hükümranlık elinde olan Allah ,  yüceler yücesidir.
TEVVAB : O ,  tevbeleri daima kabul edendir.
TEVVABÜN HAKİM :Allah tevbeleri kabul eden ,  hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı! (Suçlunun hemen cezâsını verirdi).
TEVVABÜR RAHIYM :Allah tevbeleri kabul eden ve merhametli olandır.
ULÜVVEN KEBİR :Yücedir ve Uludur.
VAHİD : Şüphe yok ki sizin ilâhınız bir tektir.
VAHİDETİV VE CEALE : Sizi bir tek candan yaratan ve ondan da gönlünün ısınıp huzura kavuşacağı eşini vâreden Allah’tır.
VAHİDÜL KAHHAR :  O ,  tek ve Kahhar olan Allah'tır.
VASİ :Rabbiniz geniş rahmet sahibidir.
VASİAN HAKİM : Allah’ın lütfu geniştir ,  hikmet sahibidir.
VASİUN ALİM :Allah’ın lütfu geniştir ve O her şeyi bilendir.
VEHHAB : Şüphesiz ki sen karşılıksız bağışta bulunansın.
VEKİL :Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
VELİYYÜL HAMİD : O hakiki dosttur ,  övülmeye lâyık olandır.
VELİYYÜL MÜ'MİNIN : Allah müminlerin dostudur.
VELİYYÜL MÜTTEKIYN : Takvâ sahiplerinin dostu ise Allah'tır.
VELİYYÜLLEZINE AMENU : Allah iman edenlerin dostudur.
ZİT TAVL : Lütfu bol olandır.
ZUL CELALİ VEL'İKRAMİ: Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin veçhi (zâtı) bâki kalacak.
ZÜ FADLİN ALEL ALEMIN :Allah bütün âlemler üzerine lütuf ve kerem sahibidir.
ZÜL ARŞİL MECİD :Şerefli Arş'ın sahibidir.
ZÜL FADLİL AZİM :Allah büyük lütuf sahibidir.
 

[TOP]

9.3 ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ

[TOP]

9.3.1 Sesli Dinle

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
Sesli Dinle
https://www.youtube.com/watch?v=24qxKFMDD0I&list=PLO_UFDiYl0xVzNqWKHlRju5Dx5KJa7iYs&index=7

[TOP]

9.3.2 İÇİNDEKİLER-ÖNSÖZ -TAKDİM-AÇIKLAMA

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
İÇİNDEKİLER-ÖNSÖZ -TAKDİM-AÇIKLAMA

ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ 5

Takdim.. 5

İmam Gazali Hayatı, Ve Eserleri Yaşadığı Devir Ve Muhit 5

Doğumu. 6

Sapık Ceryanlara Karşı Gazali 7

Eserleri 7

ESMÂ-İ HÜSNA ŞERHİ 9

Önsöz. 9

1- İsim, Müsemma Ve Tesmiye Terimlerinin Manâsının İzahı Hakkındadır 9

Bu Kısım, Mânâca Birbirine Yakın Olan İsimlerin İzahı Hakkındadır. 15

Bu Kısım, Muhtelif Mânâları Bulunan Ve Bu Muhtelif Mânâlara İzafetle Müşterek Olan İsim Hakkındadır. 16

Bu Kısım, Allah'ü Teala'nın Ahlakı İle Ahlaklanmak, O'nun Sıfat Ve İsimlerinin Mânâları İle İmkân Nisbetinde Nefsi Tezyinetmek Sahasında Kulun Kemâl Ve Saadetinin Beyanı Hakkındadır. 16

2- Gayaler Ve Maksadlar Üç Kısımdan Müteşekkildir 21

Allah'ın Doksandokuz İsminin Manalarının Şerh Ve İzahı Hakkındadır. 21

ALLAH.. 22

Faide. 22

Bir İncelik: 22

Tenbih: 23

ER'RAHMAN ER'RAHÎM... 23

Bir İncelik: 23

Faide: 23

Tenbih: 24

Bir Soru Ve Bir Cevap: Soru: 24

Beyit: 25

EL'MELİK.. 25

Tenbih: 25

EL'KUDDÛS. 26

Tenbih: 26

ES'SELÂM... 27

Tenbih: 27

EL'MÜ'MİN.. 27

Tenbih: 27

Hayâl Ve Tenbih: 28

EL'MÜHEYMİN.. 28

Tenbih: 28

EL'AZİZ.. 28

Tenbih: 29

EL'CEBBAR.. 29

Tenbih: 29

EL'MÜTEKEBBİR.. 29

Tenbih: 29

EL'HALİK EL'BARİ EL'MUSAVVİR.. 29

El-Musavvir İsmine Gelince: 30

Tenbih: 30

EL'GAFFAR.. 31

Tenbih: 32

EL'KAHHÂR.. 32

Tenbih: 32

El'VAHHÂB.. 32

Tenbih: 33

ER' REZZAK.. 34

Tenbih: 34

EL'FETTAH.. 34

Tenbih: 34

EL'ALİM... 35

Tenbih: 35

EL'KABIZ  EL'BASID.. 35

Tenbih: 35

EL'HAFİD ER'RAFİ 35

Tenbih: 36

EL'MUİZ EL'MUZİLL. 36

ES'SEMİ 36

Tenbih: 36

EL'BASÎR.. 37

Tenbih: 37

EL'HAKEM... 37

Tenbih: 38

EL'ADL. 39

EL'LÂTİF. 41

Tenbih: 42

EL'HABİR.. 42

Tenbih: 42

EL'HALÎM... 42

Tenbih: 42

EL'AZÎM... 43

Tenbih: 43

EL'GAFUR.. 43

EŞ'ŞEKÛR.. 43

Tenbih: 44

EL'ALÎY.. 44

Tenbih: 45

EL'KEBÎR.. 45

Tenbih: 45

EL'HAFÎZ.. 45

Tenbih: 46

EL'MUKÎT.. 46

EL'HASÎB.. 47

Tenbih: 47

EL'CELİL. 47

Tenbih: 48

EL'KERÎM... 48

Tenbih: 48

EL'RAKİB.. 48

Tenbih: 48

EL'MUCİB.. 49

Tenbih: 49

EL'VASİ 49

Tenbih: 49

EL'HAKİM... 50

Tenbih: 50

EL'VEDÛD.. 50

Tenbih: 51

EL'MECÎD.. 51

EL'BAİS. 51

Tenbih: 52

EŞ'ŞEHÎD.. 52

EL'HAK.. 53

Tenbih: 53

EL'VEKİL. 53

EL'KAVİY EL'METİN.. 54

EL'VELİY.. 54

Tenbih: 54

EL'HAMÎD.. 54

Tenbih: 54

EL'MUHSİ 54

EL'MUBDÎ EL'MUÎD.. 55

EL'MUHYÎ EL'MÜMİT.. 55

EL'HAYY.. 55

EL'KAYYÛM... 55

EL'VACÎD.. 55

EL'MACİD.. 56

EL'VÂHİD.. 56

ES'SAMED.. 56

EL'KADİR - EL'MUKTEDİR.. 56

EL'MUKADDİM - EL'MUAHHİR.. 56

Tenbih: 57

EL'EVVEL  EL'AHIR.. 57

EZ'ZAHİR  EL'BATIN.. 57

Tenbih: 58

EL'BERR.. 58

ET'TEVVAB.. 59

Tenbih: 59

EL'MUNTEKİM... 59

Tenbih: 59

EL'AFUVV.. 59

Tenbih: 59

ER'RAÛF. 59

MALİKÜL MÜLK.. 60

VEL-İKRAM  ZÜL-CELÂL. 60

EL'VALÎ 60

EL'MUTEÂLİ 60

EL'MUKSİT.. 60

EL'CAMİ 61

Tenbih: 61

EL'GANÎ EL'MUGNÎ 61

EL'MANİ 62

ED'DAR  EN'NAFÎ 62

EN'NUR.. 62

EL'HADÎ 62

EL'BEDİ 63

EL'BAKÎ 63

EL'VARİS. 63

ER'REŞİD.. 63

ES'SABÛR.. 64

İkinci Bölümün Birinci Kısmının Sonu Ve Bir İtizar 64

Maksadlar Ve Gayeler Hakkındadır 67

Bu Kisim, İsimlerin Mutezile Ve Filozofların Mezhebine Göre Tek Zata Nasıl Raci Olduklarının Beyanı Ve İzahı Hakkındadır. 68

İlâve Ve Tekmiller Üç Kısımdan Müteşekkildir. 69

Bu Kısımda Doksan Dokuz İsmin Üzerinde Durulup Sayılmasının Faydası Beyan Edilecektir. 70

Allah'a İtlak Edilen İsim Ve Sıfatlar Tevkifi Midir, Yoksa Aklın Bunda Bir Dahli Var Mıdır? Bu Kısım Bunun Hakkındadır. 72

Bu Kısım Esmâ-i Hüsna'nın Kısaca Mânâlarını, Okunmasının Adabı, Fazilet Ve Meziyetlerini Beyan Eder. 74

ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ İMAM GAZALİ HAZRETLERİ


Takdim

 

Hamd olsun Allah'a ki, Kitab-ı Celîlinde "Allah, Esmâ-ı Hüsnâ sahibidir; O'nu bu güzel isimleri ile çağırın!" buyurdu. Salât ve selâm olsun Efendimiz Muhammed'e (SAV.) ki, yaratıklar ara­sında Allah'ı en iyi tanıyan O'dur. Hidayet bulan ve ayni zaman­da hidayet vesilesi olan âl ve ashabına da salât ve selâm olsun!.

İmam Gazalî, bir mevzuda eser verdiği zaman, o eser, par­lak lafız kalıplarına dökülen aydınlatıcı mânalardan başka bir şey değildir. Kitabın mevzuu, Esmâ-ı Hüsnâ (Allah'ın güzel isimleri)nin şerh ve izahı olduğundan, büyük ve ulu bir mevzudur.

Esasen Hüccet'ül İslâm İmam Gazalî'nin himmet ve emeği­ne ayak uyduracak şekilde İslam Âlimlerinden hakikat semaların­da yükselen kim vardır. Gerçek şu ki, Gazalî, akranlarını geride bırakmış ve her sahanın öncüsü olmuştur.

Nitekim bu kitabın okurken, derin araştırmalarda, ayrıntılı in­celemelerde ve yüce mânaların ardından kuvvet ve parlaklıkla enginlere dalışlarda İmam Gazalî'nin ufuklarının genişliğini bizzat müşahede edeceksiniz.

İmam-ı Gazalî'nin El-Maksatül Esna Şerhi Esma-il Hüsna adlı eserinin tercümesi tamamlandıktan sonra, bu isimlerin mânaları­nın kısaltılmış, özetleri fazilet ve meziyetleri hülasa edilerek bu esere ilave edilmesi uygun görüldü. Bu arada kıymetli ilim adam­larımızdan O. Zeki Mollamehmedoğlu'na teşekkürü borç biliriz.

Şöyle ki rica ve istirhamımızı kabul buyurarak ilmi ve felsefi kıs­mını teşkil eden birinci bölümü tercüme etmek lûtfunda bulun­dular. Cenab-ı Hak kendilerini me'cur ve dini hizmetlerini daim eylesin. Ayrıca matbaa tashihlerinde emeği geçen Mühendis Ali Yüce'ye de şükranlarımızı bildiririz.[1]


İmam Gazali Hayatı, Ve Eserleri Yaşadığı Devir Ve Muhit

 

İmam Gazalî Hazretlerinin yaşadığı asır olan Hicri V Milâdi XI. Yüzyıl, Abbasi halifelerinin siyasi ve idari nüfus bakımından ikbâllerinin sönmek üzere oldukları devirdir. Her tarafta gittikçe artan karışıklıklar, hilafet merkezi Bağdat'ta bile sık sık vuku'a gelmekte ve bir türlü önlenememektedir. Halife Kaim, Büveyhi'lerin elinde bir kukla haline gelmiştir. Büveyhi'lerden Emir'ül Ümera Celâl'üd Devle asi askerlerin Bağdat'taki sarayını istilâ etmeleri karşısında birçok defalar şehri terk etmek mecbu­riyetinde kalmıştır. Yerine geçen Ebu Kaliçar zamanında, Bağ­dat'ın durumu düzelir gibi olmuştur. Şahsen uzak görüşlü bir kimse olan Ebu Kaliçar gelişmekte olan Selçuklu Türklerin duru­munu dikkate alarak onlarla dostane münasebet tesisine giriş­miş, fakat bu siyaseti hicri 440 Milâdi 1048 deki ölümü ile sona ermiştir. Oğullarının eyaletlerde birbirleriyle olan mücadeleleri imparatorluğun durumunu pek vahim bir hale koymuş ve İslâm âleminin daha da karışıklıklar içine düşmesine sebep olmuştur. Aralarından Ebu Nasr-ı Hüsrev, EI' Melik er'Rahim unvanıyla ba­basının yerini almış, diğer kardeşi Ebu Mansur Fûlad ise Selçuk­lularla anlaşmıştır.

Ebu Mansur'un bu hareketine, Selçukluların günden güne artmakta olan kuvvet ve nüfuz'larının büyü tesiri vardır. Esasen Horasan taraflarının Nişabur, Tus, Serahs, Merv ve Belh gibi bü­yük şehirlerini ellerine geçirmiş olan Selçuk Türkleri, artık batıya doğru (Anadolu'ya) süratle genişlemeye başlamışlardır.

Arzettiği coğrafi mevki dolayısıyla Karahanlılar, Samâniler ve Gazneliler arasında uzun zaman rekabet mevzuu olmuş olan, Horasan artık Sünni bir İslam devletinin yerleşme sahası olmuş­tur.

Bünyesinde İslâm ve Türk hasletlerini en güzel tarzda kay­naştırmış bulunan Selçuklular, adil ve cesur davranışlarıyla Bağ­dat'taki Abbasi halifelerinin tek ümit kaynağı olmuşlardır.

Halife El'Kaim, Bağdat komutanı El-Besasâri'nin gittikçe artan nüfuz ve kudretinden endişelenip Selçuk Sultanı Tuğrul Bey'den yardım talebinde bulundu.

Tuğrul Bey birtakım sebepler ve bilhassa Hac ve Kabe yol­larını tamir etmek gibi bir gaye ile Irak'a geldi. İsmi hicri 22 Haziran 447'de (Miladi 15 Kanun evvel 1055) hutbede okundu. Üç gün sonrada Bağdat'a girdi. Şehirde bu esnada vukua gelen isyan bastırıldı. Bu işte parmağı olan Komutan Besasâri ve avanesi zindana atıldı. Bağdat'ta Abbasi halifelerini bir müddet­ten beri tesir ve nüfuzları altına almış olan Büveyhi hanedanı böylelikle nihayete ermiş oluyordu.

Fatımilerle anlaşmış olan el'Besasâri, onlardan gördüğü ve etraftan topladığı kuvvetlerle Musul taraflarını ele geçirmişti. Fakat Tuğrul Bey, kısa zamanda Tigritten, Diyarbakır'a olan böl­geyi hakimiyeti altına alarak Bağdat'a girdi. Esasen dindar bir şahsiyet olan el'Kaim, Fatımilerin Sünni İslâm dünyası için arzettikleri tehlikeyi sezmiş olduğundan Tuğrul Beyi "Melik'ül Maşrık ve'l-Mağrib Doğunun ve Batının Meliki" unvanıyla taltif etti. Fakat bu sırada Tuğrul Bey yine Fatımilerin teşvik ve tahrikleriyle ayak­lanan kardeşi İbrahim Yınal ile uğraşmak mecburiyetinde kaldı. Bunun fırsat bilen el'Besasiri Bağdat'a girdi. Hutbeyi Fatımi hâlifesi adına okuttu. Fakat kardeşinin isyanını bastıran Tuğrul Bey Hicri 451 (Miladı 1059) da Geri döndü, Bağdat'a girdi. Bağdat'tan Küfe'ye kaçan el'Besasiri orada Tuğrul Beyin kuvvetleriyle yaptığı muharebede öldü.

İşte Gazali'nin doğduğu sıralarda Hilafet merkezi ve ülkesi bu gibi hareketlere şahit olmaktaydı. [2]


Doğumu

 

İslam âleminin en büyük âlimlerinden biri olan İmam Gazali hicri 450 (Miladi 1058) de Horasan'ın Tus şehrine dünyaya geldi. Babası hayatını yün ticaretiyle kazanan mütevazı dindar bir müslümandı.

Kendisi mütevazı imkanlarıyla tahsil yapamamış fakat oğulla­rını devrin rağbette olan bilgileri ile teçhize çalışarak ilim ve tasavvuf âlemine iki büyük şahsiyet kazandırmıştır. Bu zat Ebu Hamid Muhammed. (İmam Gazali) ile diğer oğlu Ebü'l Futuh Ahmed (İmam Gazali'nin Kardeş)'i Tus'ta sofi bir arkadaşına emanet ve tahsilleri ile alakadar olmasını rica etmiştir. Evlatlarını küçük yaşta yetim bırakan Gazali'nin babası onları dünya'da sahipsiz bırakmadı. Bu sofi'nin ismine kaynaklarda rastlanmıyor. Ancak bu sıralarda, Tus'ta pek faal olan tasavvufi hayat nazar'ı itibara alınırsa, bunun; Tus'un meşhur Şeyhlerinden Ebû'Ali Fadl b. Muhammed El-Farmedî'nin müridlerinden bir zat olması kuv­vetle muhtemeldir. Malûm olduğu üzere el'Farmedi, meşhur sofi ve mutasavvıf Ebü'l Kasım Addülkerim el'Küşeyri'nin (İrtihali H. 465 Miladi 1079) müridi idi.

Evvela Tus'ta Ahmed b. Muhammed el Razakani'den bir müddet fıkıh okuyan Gazali, sonra Cürcan'a giderek, İmam Ebu Nasr'al İsmaili'den de ders okudu, Bu dersleri havi notlarını, yolda haydutların gasp ettikleri, ricası üzerine iade etmeleri ve bu hadiseyi ilahi bir ikaz sayarak bu olaydan sonra bütün öğ­rendiği bilgileri ezberlemesi hadisesi çok meşhurdur. Bundan sonra Nişabur'a giden Gazali, Horasan'ın mutlak içtihad derece­sine varan İmamı, İmam'ül Haremeyn Ebu'l Ma'ali el Cuveyni(vefatı 478)'nin derslerine devama başladı. Vezir Nizam'ül Mülkün kendi ad'ına izafeten yaptırmış olduğu Nizami­ye medresesinde dinlediği bu dersleri az zaman zarfında tam bir vukuf ile elde eden Gazali İmam'ül Harameyn'in en gözde üç talebesinden biri olarak tanındı.

Nizam'ül-Mülk Nişabur'daki Nizamiye medresesinde hilâfiyat ve usul kürsüsüne İmam'ül Harameyn'i tayin ederken, Bağdat'ta da yaptırdığı Nizamiye medresesinin kürsüsüne de Irak'ın meşhur fakihi Ebu İshak İbrahim b. Ali el Şirazi (Vefatı 474)'yi tayin etmişti. İmam'ül Harameyn'in vefatın (478 Hicri)'den sonra, Bağdat'ta Nizam'ül Mülk'ün meclisinde gördüğümüz Gazaliyi bilahare Bağdat Nizamiye medresesinin müderrisi (Pro­fesörü) Ebu İshak Şirazı'nin (H. 484 M. 1091 )'de vefatı üzerine' mezkûr medresenin (Üniversitenin) kürsüsünde görüyoruz.

İlminin genişliği, lisanının belagat ve fesahati ve öğretici ola­rak şöhreti kısa zamanda bütün memlekete yayıldı. Çok geniş bir talebe kitlesi derslerine devama başladı. Bu hal 488 senesi­ne kadar devam etti, Fakat bu tarihte yavaş yavaş hissettiği ve kalbine düşen şüphe tohumlarının gittikçe kuvvetlenmesi, halet'i ruhiyesi üzerinde tesirler icra etmeye başladı. (Bu halleri bizzat kendinin kaleme aldığı el'Munkız-u min'ed-Dalâl isimleri eserinde tafsilatıyla yazılıdır.) Bunun üzerine ders vermeyi terketti. Bir müddet her şeyden şüphe ederek, sufistâ'i bir hayat yaşadı. Dili tutulmuş, fesahat ve belâgati zail olmuştu. Nihayet ilâhi bir lütuf eseri olarak (kendi değişiyle "Allah-ü Tealâ'nın kalbime ilka ettiği bir nur ile"[3] şüpheden tatamamiyle azade bir imanın doğması üzerine gayb âleminin esrarına ittilâ yolları gö­ründü, Kal (lâf) âleminden hal âlemine ulaşmanın verdiği neşve içinde Bağdat'ı terke, halvet ve uzlet hayatı yaşamağa karar ver­di. Bu sıralarda yıl 488 olduğuna göre Gazali Hazretleri 33-39 yaşlarında idi.

Ancak birdenbire tedrisi terk etmesine itiraz edileceğini bildiğinden, hac niyeti ile Hicaz'a gideceğini söyleyerek yerine kardeşi Ebü'l-Fütuh Ahmed el'Gazalîyi (vefatı 520) bıraktı. Doğ­ruca Şam'a gitti.[4] 489'da Şam'a gelen Gazali bu şehirde iki sene kadar kalmış, uzlet ve halveti ihtiyar ederek, riyazat ve mücahede ile dolu tam bir derviş hayatı yaşamıştır. Evvelce tasavvuf kitaplarında okudukla­rını[5] burada nefsinde tatbik ederek, Emeviye cami'inde itikâfa giren Gazali'nin kalbinde Resülullah Efendimizin (SAV) Ravda-ı Mutahharasını ziyaret ve Kabe'yi ziyaret arzusu uyanması üzerine buradan ayrıldığını öğreniyoruz.[6] Hicaz'a gitmeden yolda Kudüs-ü Şerifede uğrayan Gazali Hz. leri burada Hz. İbrahim (A,S.)'i ziyaret etmiş orada (Sahra'da) dua ve zikir ile nefsini tezkiye etmiştir. Hac farizasını ifadan sonra artık tam kemale eren Gazali Hazretleri zahir ve batın ilimlerinin üstadı yani zûlcenaheyn ola­rak Bağdat'a döndü. Burada asrımıza kadar şöhreti artarak devam dünyaca meşhur (İHYA-U ULUM-İD'DİN) kitabını okutma­ya başladı. Fakat Hz. üstadın artık mizacına tamamıyla hâkim olan sofiyane hayatı yaşama isteği onu doğduğu yer olan Tus'a çekilmeye şevketti. Burada 10 sene kadar dervişane yaşayan Gazali Hz. lerini. Vezir Fahrülmülk tekrar Nizamiye medresesine dönmeye razı etti. Halkın zayıflayan imanı karşısında, bid'at ehli­nin kuvvetlendiğini gören Gazali Hz. leri ulema ile istişare ede­rek, halvet ve inzivanın caiz olmadığına kanaat getirip 499 (M, 1105) 'da tekrar ders vermeye başladı. Fakat bu ikinci tedris hayatı pek kısa sürdü. Bir sene kadar ders okuttuktan sonra tek­rar doğduğu yer olan Tus şehrine avdet etti. Feyizli ve ihya edi­ci ömrünün son beş senesini kendi parası ile inşa ettirdiği tekke ve medresede, hususi talebeler okutmak ve hak âşıkları yetiştir­mek, batıl ve sapık ceryanları yıkan birbirinden kıymetli eserlerini telif etmekle ve riyazet, mücahede, ibadetle geçirdi. Nihayet 14. Cemaziyülahır. 505 (19 Aralık 1111) Pazartesi günü Cemal âlemine yürüdü. Cenab-ı Allah'ın Rahmeti üzerine olsun. Âmin. [7]


Sapık Ceryanlara Karşı Gazali

 

Gazali Hazretleri, bozuk ve sapık fikirlerin ve batıl mezhep­lerin bütün dehşetleri ile ceryan ettiği bir zamanda ve zeminde yaşamıştır. Anadolu Fatihi Büyük Selçuklu Türk imparatoru Alparslan'ın ilk devirlerinde, batıl mezhepler, hususiyle Batinıyye mezhebi İslam Âlemini fitne ve fesada boğmuştu. Her bozuk mezhebin menbaı olan İran bu seferde batınilik ve İsmailiği ortaya çıkardı. İslam'a belki de en büyük zararı vermiş olan bu zararlı ceryanların mensupları, Hasan Sabbah ve avanesi, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini batıl tevillerle izah etmeye çalışıyorlardı. Muh­kem ayetlerle tenakuz halinde olan tefsir ve beyanlarda buluna­rak Ehl-i Sünnet Vel Cemaat yolunu tıkamak istiyorlardı. Allah Yolunun eşkıyaları olan mezkur mezhep mensuplarının fitne ve faaliyetleri ile Âlem-i İslam'da umumi bir huzursuzluk meydana gelmişti.

Her asırda bir müceddid tarafından izale edilen bu gibi sapıklıklar V. asırda İmam Gazali Hz. leri tarafından karşılandı. Bu sapıklıklara karşı başta İmam Gazali Hz. leri olmak üzere çok kıymetli bir irfan kadrosu harekete geçti. Fakat Hüccet'ül İslam Gazali Hz. lerinin ilmi kudreti ve kalplere tesir, akılları durduran reddiyeleri  diğerlerinin  hepsini   bastırıyordu, Nizam-ül  Mülk kendisine hayran olmuş ve Gazali'ye "Zeynüd'Din Dinin Ziyneti" unvanını vermiştir.

Hücce'tül İslam Gazali Hz. şehadetiyle asrının mücaddidi idi.

Gazali Hz. leri mutezileye karşı (Fays'ül-Tefrika beyn-el İslam ve'l-Zendeka), İsmaililere karşı (el'Mustahziri), (Mufassil'al-Hilaf) (el'Durc al-Merkum), (el'Kıstas'ül-Müstakim) eserlerini yazmış ve onların batıl mezheplerini iptal etmiştir.

Felsefe: İmam Gazali felsefecilerin fikriyatını öğrenmek için evvela iki sene kadar felsefe ile uğraştı. Bu iki sene zarfında fel­sefeye vukuf peyda etti. Bir senede öğrendiklerini tekrar eden Hz. Üstad, bu sahadaki tetkiklerinde, felsefenin İslam dini bakı­mından ihtiva ettiği hataları meydana çıkarmayı gaye ittihaz eder. Gazali;

1- Dehriyyun (Materyelistler)

2- Tabiyyun (Natüralistler)

3- İlahiyyun (Metafizikçiler)

olmak üzere üç grupta mülahaza ettiği felsefeciler içinde, birin­ci zümreyi, âlemin müdebbirini inkâr ile kidem-i Âleme inandığı için, tektir ve ikinci zümreninde sani-i âlemi ispat ettikleri halde, haşr ve ba'se inanmadıkları cihetle hesap ve kitabı inkar ettikle­rinden dolayı, zinadika adı ile küfürlerine hükmeder. Esas hü­cumlarını tevcih ettiği zümre ise, ilahiyyun (Metafîzikçiler) dir. Bu zümreye mensup olanlar mezkûr iki zümreyi redde kalkış­mışlar, birbirlerine de hücum etmişlerdi. Zaten bunların tutarsız­lığı o derecedir ki birinin söylediğini, diğeri nakzedib kabul etmemektedir. Mesela Aristo, bizzat kendi üstadlarını reddet­miştir.

Felsefe mevzu'unda evvela onların maksatlarını anlatan (Makasıd'-ül-Felasife) isimli eserini yazmış bilahare felsefecilerin sapıklığını ispat eden (Tehafüt'-ül-Felasife) isimli meşhur kitabını yazmıştır.

Tasavvuf: Gazali'nin memleketi olan Tus o asırda bir tasav­vuf merkezi idi. Gazali küçüklüğünde ve talebeliği esnasında sofi muhitlerinde yaşadı. Tedris hayatında ise tasavvuf ikinci planda kaldı. Nihayet geçirdiği ruh ve iman buhranından sonra bütün bu hallerini kendisi el'Munkız-u Min'ed' Dalal kitabında kendisi bizzat anlatmaktadır. Bu kitap Türkçeye tercüme edil­miştir. Gazali Hazretlerini tanımak isteyen bu kitabı mutlaka okumalıdır. En güzel tercümeleri şunlardır.

1- Salih Şeref ve Ahmed Davudoğlu, Hüseyin Tural Beyle­rin tercüme ettikleri "El'Munkız-u min-ed' Dalal" Cağaloğlu Yayı­nevi 1970 İstanbul isimli tercüme ile,

2- Doç. Dr. Ahmed Subhi Furat Beyin tercüme ettiği "Dala­letten Hidayete" Şamil Yayınevi Kitapçılar çarşısı N. 13 Beyazıd İstanbul 1972 isimli kitaptır. (Bu tercümeye kitabın aslı da ilave edilmiştir.) Tekrar tasavvufa döndü. Bu halini şöyle anlatmaktadır. (Kafi olarak anladım ki, sofiye boş sözlere değil, iyi hallere sa­hiptir. İlim yoluyla elde edilmesi mümkün olanı tahsil ettim. Yal­nız işitmek ve öğrenmekle tahsili mümkün olmayıp tatmak ve hak yoluna, girmekle bilinecek olan hususlar kalmıştı. Öğrendi­ğim ilimler, seri ve nakli ilimlerin sınıflarını araştırmak için takip et­tiğim o meslekler, bana Allah'a; Nübüvvette (Peygamberliğe), kıyamet gününe karşı şüphesiz bir iman bahsetmişti. İmanın bu üç esasının kalbimde sağlam bir şekilde yer etmesi, muayyen ve mücerret bir dem ile değil, çeşitli sebepler, karineler ve sayısız tecrübelerin bir neticesi olmuştur. Anlamıştım ki, ahirette saadet (Bahtiyarlık) ancak takva (günahlardan uzaklaşmak) ile; nefsi, heva ve hevesten men'etmekle olur.

Şüphe götürmeyecek şekilde anladım ve yakinen gördüm ki: Sofiye (mutasavvıflar) hakikaten Allah yolunu tutan ve bulan kimselerdir. O'nların tuttukları yol yolların en güzelidir.[8] Bizim bu sözlere ilave edecek ne sözümüz olabilir ki.

Allah hepimizi bu yola sevk ve hidayet eylesin. [9]


Eserleri

 

İmam Gazali'nin eserleri pek çok olup, alfabe sırasına göre bir listesi, al'Murtaze'el-Zebidi tarafından tanzim edilmiştir.[10] Ali Arslan Bey'in yaptığı tercümenin 1. cildinde de Lâtin harfleriyle eserlerinin listesi mevcuttur. Biz burada Gazali Hazretlerinin Türkçeye tercüme edilen kitap­larından tespit edebildiklerimizi kaydedeceğiz..

1- İhya-i' Ulum'id-Din

En meşhur eseri budur. Bu kitabın şöhreti bütün dünyaya yayılmıştır.

Türkçeye Ahmed Serdaroğlu ve Ali Arslan Bey tarafından iki ayrı tercümesi yapılmaktadır. En büyük temennimiz tercüme­lerin bir an önce tamamlanmasıdır. Muhterem Hocamız Ali Arslan Bey tercümeyi (1973) senesine kadar tamamlayacağını ümit ettiğini ifade etmektedir.

2- Kimya-ı Saadet. Bu kitap A. Faruk Meyan tarafından ter­cüme edilmiştir. Bedir Yayınevi Neşriyatından 4. Baskı 1392 -1972 İstanbul

3- El'Erbaın (Kırk Esas) adıyla Yaman Arıkan tarafından Türk­çeye tercüme' edilmiştir. Kasım 1970 İstanbul.

4- el'itikad fi'l-İktisad. (İtikadda iktisad) adıyla O. Zeki Soyyiğit ve (itikadda orta yol) adıyla Dr. Kemâl Işık tarafından yapılmış iki ayrı tercümesi vardır.

5- Mükaşife'tül-Kulûp (İlâhi Nizam) adıyla Yaman Arıkan ta­rafından tercüme edilmiştir.

6- Minhac'ül-Abidin. (Abidler Yolu) adıyla Yaman Arıkan tarafından tercüme edilmiştir.

7- Mizan'ül-Amel (Amellerin Ölçüsü) adıyla Remzi Barışık tarafından tercüme edilmiştir. Bir başka tercüme daha vardır.

8- Cevahir'ül-Kur'an (Kur'an'dan Cevherler) adıyla H. Suudi Erdoğan tarafından tercüme edilmiştir.

9- Eyyühel Veled (Oğlum'a) adıyla Abdülhalim Akkul tara­fından tercüme edilmiştir.

Bu eserin başka tercümeleri de vardır.

10- Ravdat'üt-Talibin (Tasavvufun esasları) adıyla Ramazan Yıldız tarafından tercüme edilmiştir.

11- Dürret'ül-Fahir (Kıyamed ve Ahiret) adıyla H. Hilmi Işık tarafından tercüme edilmiştir.

12- el'Munkız-u min-ed-Dalal.

Bu kitap hakkında yukarda izah verilmişti.

13- el'Hikmet-ü fi Mahlukatillah. (Varlıkların yaradılış hikmet­leri) adıyla: Hasan Akarsu-Mürsel Sıradağ tarafından tercüme edilmiştir.

14- Nasihat'ül Müluk. (Devlet Başkanlarına) adıyla Osman Şekerci tarafından tercüme edilmiştir.

15- Bidayet'ül-Hidaye; aynı isimle Abdülkadir Akçiçek tara­fından tercüme edilmiştir.

16- Sırr'ül-Âlemin. (Âlemlerin Sırrı) ismiyle Naim Erdoğan tarafından tercüme edilmiştir.

17- el'Keşf'ü vet'Tebyin (Riyadan İhlasa, Gururdan Tevazua) adıyla Celal Yıldırım, (Aldanış) adıyla Ahmed Arslantürkoğlu tarafından iki tercüme yapılmıştır.

18- Hülasat'üt Tesanifi fit' Tasavvufı. (İrfan Ordusunun El Ki­tabı) adıyla Ahmed İnce tarafından tercüme edilmiştir.

19- Mearic'il-Kûds. (Mukaddes Merdivenler) adıyla Yaman Arıkan tarafından tercüme edilmiştir.

20- Mirac'üs-Salikın. (Hak Yolcularının Miracı) ismiyle Yaman Arıkan tarafından tercüme edilmiştir.

21- el 'Kıstas'ül-Muştakim. Aynı isimle Yaman Arıkan tarafın­dan tercüme edilmiştir.

22- Kavaid'ül-Akaid (Akaidin Esasları) ismiyle Yaman Arıkan tarafından tercüme edilmiştir.

23- el'Madnun'üs-Sagir (Sorular ve Cevaplar) ismiyle Ya­man Arıkan tarafından tercüme edilmiştir.

24- Tehafüt'ül-Felâsife. (Felsefecile Cevap) ismiyle Akif Nuri tarafından tercüme edilmiştir.

25- Mişkat'ül-Envar. (Nurlar Feneri) ismiyle Süleyman Ateş tarafından tercüme edilmiştir.

26- er'Risalet'üt-Ledünniyye, (İlahi Sır) İsmiyle A. Şener ve Ş. Topaloğlu tarafından tercüme edilmiştir. Bu kitabı Tasavvufu inkâr edip; "İslam'da Tasavvuf yoktur" diyenler bilhassa okuma­dırlar.

27- Faysal'üt-Tefrika Beyn'el-İslâm vez-Zendeka (İslam'da Müsamaha) ismiyle Süleyman Uludağ tarafından tercüme edil­miştir.

28- et'Tecrid fi Kelimetit-Tevhid. (Kelime-i Tevhid Kafası) ismiyle Celal Yıldırım tarafından tercüme edilmiştir.

29- Zübdet'ül İhya, aynı isimle Ali Özek tarafından aynı ki­tap (Mev'izet'ül Mü'minin) ismiyle Ali Arslan tarafından tercüme edilmiştir. Bu kitap İhya'nın hülasasıdır.

30- el'Mürşid'ül-Emin, Abdülkadir Akçiçek tarafından ter­cüme edilmiştir. Bu kitapta İhyanın bir başka hülasasıdır.

31- el'Kanunül-Külli fit-Tevil (Tevil Hakkında Genel Bir Kai­de) adıyla (İslâm'da Müsamaha) adıyla tercüme edilen kitabın sonunda ilave edilmiştir. M. Şerafettin tarafından çevrilmiş.

32- Kitab-ı Kavasım el'Batınıyye (Gazali'nin Batınilerin Belini Kıran Delilleri) ismiyle A. Ateş tarafından tercüme edilmiştir.

Eserleri hakkında fazla tafsilat vermeyi Gazali'nin Hayatı hak­kında yazılması icap eden büyük esere havale ederek bu mevzu'u burada kesiyoruz.

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a, Salat Peygambe­rimiz Efendimiz Muhammed Mustafa (S.AV) aline ve ashabına, Selam Allah ve' Resulünün yolunda gidenlere olsun. [11]


ESMÂ-İ HÜSNA ŞERHİ


Önsöz

 

Kitabı üç bölüme ayırmayı münasip gördük:

1- Girişler ve önsözler.

BİRİNCİ BÖLÜM (4 kısımdır.)

2 - Gayeler ve maksatlar.

İKİNCİ BÖLÜM (3 kısımdır.)

3 - İlaveler ve tekmileler.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (3 kısımdır.)

Birinci bölümün ayrıntılarında maksatlara iltifatımız, giriş ve hazırlık yönünden olacak ve üçüncü bölümün ayrıntılarında da, ilâve ve tekmile bakımından maksatlara bir dönüş yapacağız. Matlabın özü ise, vasıta ve vesilenin ihtiva ettiği unsurdur.

Birinci Bölüm: Bu bölüm, isim, müsemma ve tesmiye terim­lerinin mana ve hakikatlerinin izahıdır. Fırkaların çoğunun bu hu­sustaki yanlış tutumları meydana 'çıkarılacak; manaca birbirine yakın olan azim, cem ve kebir gibi Esma-i Hüsna'dan bazı isim­leri bir manaya hamlederek müteradif (eş anlamlı) kabul et­menin caiz olup olmadığı veya değişik manada birer isim mi oldukları izah edilecektir. Keza iki mânası olan bir ismi, bu iki mânaya izafetle müşterek mi kabul edeceğiz, yoksa o ismin, bu iki mânadan birine hamli ciheti mi teayyün edecek; bu husus da açıklanacaktır. Aynı zamanda Esma-i Hüsna'dan herbir ismin manasından kulun bir nasibi bulunduğu keyfiyeti de izah edile­cektir.

İkinci Bölüm, Allah-ü Teâlâ'nın doksan dokuz isminin mana­larını şerh ve izahıdır. Şöyle ki bu isimlerin, Ehl-i sünnet mezhe­bine göre bir zat ve yedi sıfata nasıl râci olduğu, Mu'tezile ve felâsife mezhebine göre de, kesret kabul etmeyen bir zata râci olmasının ne suretle mümkün olacağı beyan edilecektir.

Üçüncü Bölüm, Esma-i Hüsna'nın tevkifen doksan dokuz­dan fazla olduğunu beyan hakkındadır ki, bu isimlerin yüz ol­mayıp doksan dokuz olarak tayin ve tahsisinin faidesi ve Allah-ü Teâlâ'yı muttasif olduğu medh sıfatları ve manası medh olan her sıfatla vasıflandırmanın cevazı izah edilecektir. Ancak herbir sıfatın noksanlıktan arı ve beri olması şarttır. Manası noksanlık iş'ar eden sıfatların Allah-ü Teâlâ hakkında kullanılması zinhar caiz değildir; fakat bir izne müstenid olursa bu durumda Allah-ü Teâlâ hakkında layık olduğu lafızlar var ki, onların Allah-ü Teâlâ hakkında mutlak şekilde tevil edilerek kullanılmasında beis yok­tur. Kimi lafızlar var ki onların Allah-u Teâlâ hakkında mutlak ola­rak istimali memnu ve ancak bir karine ile birlikte caizdir. Gerçek şu ki, Allah, emir buyurduğu veçhile Esma-i Hüsna ile anılır. Şa­yet isimleri geçerek O'nu sıfatları ile çağırmak istersek yalnız medh ve celal sıfatları ile çağırabiliriz. Vasıflandırılması caiz olan her sıfat ve her fiil ile çağıramayız. Meğerki az önce belirttiğimiz gibi o sıfatla veya o fiilde medh ve iclâl manası mevcut ola. Mamafih bunu inşaallah yerinde geniş olarak zikredeceğiz. [12]


1- İsim, Müsemma Ve Tesmiye Terimlerinin Manâsının İzahı Hakkındadır

 

İsim ve müsemmâdan bahsedenler çoğalmış, ayrı ayrı yollar tutulmuş ve fırkalardan çoğu haktan sapmıştır. Kimi, ismin, müsemmâ'dan ayni olduğunu, fakat tesmiye'den ayrıldığını söyler­ken kimi de, ismin, tesmiyenin ayni olup müsemma'dan ayrıldı­ğını ileri sürmektedir. Cedel ve kelâm kolunda mahareti ile ta­nınmış olan bir üçüncüsü de şöyle diyor: "İsim, müsemma'nın kendisi olabilir: Allah-ü Teâlâ hakkında "O, zat ve mevcuddur!" dememiş gibi. Müsemma'dan başka da olabilir: "O, yaratan ve rızık verendir!" sözümüz gibi. Bu yaratan ve rızık veren isimleri, yaratma ve rızıklandırmaya delâlet etmekledirler ki, buhlar mü­semma'dan ayrıdır. Bazen da isim, müsemma'nın ne kendisi ne de başkası olur, Meselâ "O, alim ve kaadir'dir!" dediğimiz vakit, bunlar ilim ve kudrete delâlet ederler ki, sıfâtüllah, zatın ne ayni ne de gayrıdır." Fırkalar arasında baş gösteren bu ihtilafın men­şei ikidir:

A- İsmin kendisi tesmiye midir değil midir?

B- İsmin kendisi müsemma mıdır değil midir?

Gerçek şu ki, isim tesmiye de değildir müsemma da değil­dir. Bu üç kelime, müteradif olmayıp bilâkis mütebayin (birbirine zıd) dır. Bu hususu meydana koymak için bu üç lafızdan her birinin manasını münferit olarak izah etmemiz gerekmektedir ki, ancak bunu müteakip, şu bunun ayni veya gayridir demek mümkün olacaktır. Hakikatleri meydana çıkarma yolu ve metodu işte budur. Bu yoldan ayrılan, başarı kaydetme imkânını aslen yitirmiş demektir. Tasdiki her ilmin tasdik veya tekzibe mevzu olabilecek vasıfta olan her hususu kastediyorum lafzı, mevsuf, sıfat ve sıfatın mevsufa nispeti gibi üç unsurdan meydana gelen bir kaziyye olduğunda şüphe yoktur. Birinci merhalede, tarif ve hakikatini tasavvur etmek yolu ile yalnız mevsufu tanımış, sonra tarif ve hakikatini tasavvur etmek yolu ne yalnız mevsufu tanımış, sonra tarif ve hakikatini tasavvur etmek suretiyle yalnız sıfatı ta­nımış ve sonra da sıfatın mevsufa olan nispetinin mevcut veya menfi olduğunu göz'önüne almış olmak gerekir. Şöyle ki mül­kün kadim veya hadis olduğunu bilmek isteyen bir insan, önce mülk lâfzının mânasını sonra kadim ve hadis'in manasını bilmeli ve ancak bundan sonra, mülk için iki vasıftan birini tespit etme cihetini düşünmelidir. Bu yüzdendir ki ismin manasını ayrı olarak bilmek, müsemmanın manasını ayrı olarak bilmek, tesmiyenin manasını ayrı olarak bilmek, ayniyet, hüviyet ile sayriyet terimle­rini ayrı ayrı mütalaa ederek manalarını bilmek gerekiyor. Bu sa­yede ancak neyin, neyin ayni veya gayrı olduğunu tasavvur etmek mümkün olacaktır.

İsmin tarif ve hakikatinin izahı hakkında deriz ki:

Eşyanın aslıda vücudu, zihinlerde vücudu ve dillerde vü­cudu vardır. Gerçek ve hakiki olan vücud, asıdaki vücuddur. Zihinlerdeki vücudu ise ilmi ve şekli, lisanlardaki vücudu da lafzi ve istidlalidir. Mesela semanın (göğün) aslında ve zatında bir vücudu vardır, zihinlerimizde ve gönüllerimizde de bir vücudu vardır. Çünkü semanın şekli, gözlerimizde ve dolayısıyla haya­limizde iz bırakmış bulunmaktadır. Semanın yok olduğunu, vücuddan kalktığını farzedelim, onun şekli hayalimizde devamlı olarak yaşayacaktır. İlim diye tabir ettiğimiz şey işte bu suret ve bu şeklidir. O halde ilim malumun bir örneğidir. Maluma benze­yen ve ona muvazi olan bir örnek. Ve o, aynada görünen şekil ve suret gibidir. Bu suret, dış ve mukabil suretin mümasili ve benzeridir ve malûmun zihinde meydana gelen örneğinden ibarettir.

Sema'nın dildeki varlığına gelince, bu varlık, birtakım sesler­den mürekkep bir lafızdan ibarettir. Bu sesler dört parçaya ayrılarak birincisi (sin), ikincisi (mim), üçüncüsü (elif) ve dördün­cüsü (hemze) tabir edilmiştir. Şimdi sema sözümüz zihindeki sema'nın bir delili ve zihindeki sema da asıldaki sema'ya muta­bık olan bir surettir. Asıldaki vücud olmasa şekil ve suretlerin zihinlerde meydana gelmesine, zihinlerde suret meydana gelmese insanın o sureti duymasına ve insan o sureti duymamış olsa onu lisanla tabir etmesine imkân yoktur.

Belki geri zekâlı olanlar bunları birbirinden ayırt edemeye­cekler. Ne var ki bu vücutların birbirinden farklı oldukları, her birinin kendisine mahsus bir takım özellikleri bulunduğu bir ger­çektir.

Meselâ insan, asıldaki vücudu itibariyle uyuyan, uyanan, ya­şayan, ölen, gezen, oturan bir varlıktır. Zihinlerdeki vücudu itiba­riyle de mübtedâ (özne), haber (yüklem), âmm (genel), hâss (özel) cüzi, küllî, kaziye gibi şeylerdir. Dillerdeki vücudu itibariy­le ise Arap, Acem, Türk, Zenci, çok harfli, az harfli, isim, fiil, harf ve benzeri şeylerdir ki, bu vücut zamana ve her ülkenin örf ve adetlerine göre değişir; fakat asıldaki ve zihindeki vücut ne zamana nispeten ne de milletlere göre zinhar değişmez. Asıl­daki ve zihindeki vücudu şimdilik bir tarafa bırakarak yalnız lâfzi olan vücudu göz önünde tut; çünkü maksadımız bununla ilgili­dir.

Lafızlar, eşyanın ayanına (zat ve asıllarına) delalet etmek üzere insan iradesinin özel surette vazettiği' alfabetik harflerden ibarettir. Bu lafızlar, (vaz-ı evvel) ve (vaz-ı sani) olarak kısımlara ayrılırlar. Mesela gök, ağaç, insan ve benzeri lafızlar vaz-ı evvel­dir. İsim, fiil, harf, emir, nehy, muzari gibi lafızlar vaz-ı sânîdir. Bu­na, vaz-ı sânî dememizin sebebi, çünkü eşyaya delalet etmek üzere vazedilen lafızlar şöyle kısımlandırılıyor:

a- Lafız, kendisinde değil gayrisinde manaya delâlet eder­se o harftir.

b- Kendisinde mânâya delâlet eden lafız da iki kısma ayrılır.

1- Mânâsının zamanla alâkası olan lafız. Buna fiil denir. Vurdu ve vurur gibi.

2- Mânâsının zamanla alâkası olmayan lafız. Buna isim de­nir, Gök ve yer gibi.

Lafızlar, önce, zat ve asıllara delâlet etmek üzere vazedildi ve bunu müteakip, isim, fiil, harf ıstılahları, lafızların kısımlarına delâlet edici olarak vazedildiler. Çünkü lafızların kendileri, vaze­dildikten sonra zatları ve asılları itibarıyla birer mevcut oldular ve şekilleri zihinlerde tebessüm edince lisan hareketleri ile göste­rilmeye hak kazandılar. Bu cihetle lafızların vaz'ının teaddüd ettiği tasavvur ediliyor. Şöyle ki bir isim bir kaç kısma ayrılır ve her kısma ayrı bir isim verilirse bu durumda o isim, üçüncü de­recede olmuş olur. Nitekim ismi marife ve nekire olarak ikiye ayırmaktayız ve bundan maksat, bir ismin vaz-ı sânî durumunda olduğunu sana anlatmaktır. Şayet bize "ismin tarifi nedir?" diye sorulursa, "isim, müfred (tek) manâya delâlet etmek üzere va­zedilen lafızdır!" diyebilir ve ayni zamanda bu tarife, ismi fiil ve harften ayırt edecek bir kayıt da ekleyebiliriz. Fakat bizim bura­daki maksadımız isim için tarif beyan etmek değildir. Sadece isimden, onun üçüncü derecedeki mânâsının murad olduğunu belirtmek istemekteyiz ki, bu, ismin asılda ve zihindeki vücutları değil sadece lisandaki vücududur. "Eğer ismin bir mânâya delâ­let etmek üzere vazedilen lafız olduğunu anladınsa; artık bilme­lisin ki, mânâ ifade eden her mevzuun bir vazii ve bir vaz'ı ve bir de mevzûunleh'i vardır; mevzûunleh'e müsemma. Vâziin kendisine müsemmi ve vaz'a tesmiye denir, Mesela filan, çocu­ğuna ad koydu dediğimiz vakit, çocuğuna delalet eden bir lafız vaz'etmiş olmaktadır ve onun bu vazetme hareketine tesmiye adı verilir. Bazen de tesmiye lafzı, vazedilen ismi anına mana­sında istimal edilir. Mesela adı Ahmed olan bir şahsa, bir başka­sının "ey Ahmed" diye seslenmesi gibi ki, onun bu çağırmasına da adverme (tesmiye) denir. O halde tesmiye lafzı, ad vermek ile adını anmak arasında müşterektir. Gerçi tesmiyenin ad verme manasındaki istimali adını anma manasındaki istimalinden daha uygun ve elyak ise de iki husus arasında müşterek olduğu inkâr edilemez.

İsim, tesmiye ve müsemma lafızlarını, hareket, tahrik, müte­harrik ve muharrik lafızlarının mecrasında mütalâa etmek müm­kündür. Bunlar ise muhtelif mânâlara delâlet eden dört ayrı isimdir. Hareket, bir yerden bir yere taşınmaya delâlet eder. Tahrik ise, bu hareketi meydana getirmeye, müharik, hareketin fiiline taharrük de, bir fiilden saadır olmakla beraber kendisinde hareket bulunan şeye delâlet etmektedir. Müteharrik, kendisin­de hareket bulunan mahalle delâlet edip fiile delalet etmez. Bu lafızların mefhumları anlaşıldı ise, artık bunlar hakkında, onların birbirinin ayni veya gayri olduğunu söylemenin caiz olup olma­dığı düşünülsün. Mevzuu ihata edebilmek için gayriyet ve hüvi­yetin manasını iyice idrak etmek gerekir.

Hüve hüve (o odur, o onun aynidir)nin, üç çeşit istimali vardır:

1- Şarap badedir ve gazanfer arslandır sözünde olduğu gibi. Bu istimal, zat itibariyle bir olup eş anlamda iki ismi bulunan ve mefhumları arasında başkalık olmayan her şey için caridir. Sadece harfleri itibariyle değişik olan bu tür insimler müteradif tesmiye edilir.

2- Saarim kılıç ve mühenned kılıçtır sözünde olduğu gibi. Bu istimal, birinci istimalden farklıdır. Çünkü bu isimlerin mefhum­ları   müteradif  değil   muhteliftir.   Saarim   keskin   olan   kılıca, mühenned de Hind ülkesine mensup kılıca denir. Seyf (kılıç) ise, mutlak olarak istimal edildiği vakit saarim ve muhenned'den ayrı bir manaya delâlet eder. Oysa müteradif isimlerin sadece harf itibariyle değiştiklerini ve asılları itibariyle kendilerinde ziyadelik veya noksanlık bahis mevzuu olmadığını gördük. Bu tür isimlere mütedâhil demek doğru olur. Nitekim seyf (kılıç), ken­dilerinde mâna yönünden ziyadelik olmasına rağmen bu üç ismin de mefhumuna dâhildir.

3- Kar beyaz soğuktur sözünde olduğu gibi ki, beyaz ve soğuğun bir olduğu ve dolayısıyla beyazın soğuğun ayni oldu­ğu iddia edilecektir. Üç vecihden en uzağı budur. Buradaki ayniyet, iki vasıfla vasıflandırılan bir mevzuun vahdeti (tek oluşu)na racidir ve bunun mânası, bir zatın ayni zamanda beyazlık ve soğuklukla mevsuf olmasından ibarettir.

Hüve hüve sözümüzün, bir vecihden, vahdet ifade eden kesrete delâleti mülahaza edilmelidir. Vahdet olmasaydı hüve hüve demek mümkün olmaz ve kesret olmasaydı gene hüve hüve demek mümkün olmazdı; çünkü bu hüve hüve iki şeyi işaret etmektedir. Sadede dönelim ve diyelim ki:

"Şarap badedir!" sözümüzde olduğu sibi müteradif isimle­re kıyas ederek ismin müsemmanın aynı olduğunu iddia edenler mutlak surette yanılmışlardır. Müsemmanın mefhumu başka ismin mefhumu başkadır. Nitekim ismin dâil (delâlet eden) ve mü­semmanın medlul (delâlet olunan) olduğunu açıklamış bulun­maktayız. Sonra isim, lafız olmayabilir. Çünkü isim Arap, Acem ve Türk ismi, ,yani Acemlerin, Türklerin ve Arapların vazettikleri bir lafızdır. Bu itibarla bazen müsemmâ isme mutabık olmayabi­lir. İsimden sual edildiği vakit "nedir?" diye sual edilir. Oysa müsemmâdan "kimdir?" diye sual edilmektedir. Meselâ meclise bir şahıs geldiği vakit, "bu şahsın adı nedir?" diye sorulursa bu soruya "onun adı Ahmet'tir!" cevabı verilir. Şayet o şahsın ken­disinden, yani zatından sual edilecekse bu durumda "kimdir?" demek gerekir. Keza yakışıklı bir Türk'e Hind adı verildiğinde "isim çirkin, müsemma güzel!" diyoruz. Çok harfli veya ağır mah­reçli bir isim olursa "isim kaba, müsemmâ nazik!" diyoruz. Bazen isim mecaz oluyor, fakat müsemmâ mecaz olmuyor. Bazen de uğur sayma kabilinden isim değişiyor; fakat müsemmâ değişmi­yor. Bütün bunlar isim ile müsemmanın birbirinden ayrı şeyler olduklarının birer delilidir. Eğer fikrini çalıştıracak olursan bu zik­redilenlerden maada, isim ile müsemmâ arasında birçok farklar bulursun. Ne var ki basiret sahibi olana sözün azı da kâfidir İz'ansız ve idraksiz olanları ise, çok izah daha da çok şaşırtır.

İkinci istimale göre müsemmanın isimden müştak olduğu ve seyf (kılıç) sarim (keskin kılıç)ın mefhumuna dahil olduğu gibi müsemmanın da ismin mefhumuna dahil olduğu söylensin. Buna kail olunduğu takdirde tesmiye, müsemmâ, müsemmi ve ismin cümlesinin aynı şey olmaları lazım gelecektir. Çünkü hepsi de isimden müştak (türev) dir ve isme delalet etmektedirler. Bu ise bir mücazefe ve peşin hükümdür. Hareket, tahrik, muharrik ve müteharrikin ayni şey olduklarını iddia etmeye benzer. Bunların hepsi de hareketten müştaktır. Oysa bu iddia doğru değildir, çünkü hareket, mahalle ve faile ve fiile delâlet olmaksızın sade­ce bir yerden bir yere intikale delalet eder. Muharrik, hareketin failine delalet ediyor. Muharrek, meful olmakla beraber hareke­tin mahalline, müteharrik ise, meful olmaksızın hareketin mahalli­ne delalet ediyor. Tahrik, faile ve mahalle delaleti olmaksızın hareketin filine delalet ediyor. Bunlar, birbirinden ayrı gerçekler­dir. Hepsinde de hareketin mevcudiyeti mülahaza edilmekte ise de, hareket, kendi nefsinde ve müstakil olarak anlaşılan bir hakikate sahiptir. Hareketin ta ile nispeti ancak tali derecede anlaşılır. Bu izafet muzâfdan ayrıdır. İzafet, iki şey arasında müta­lâa edilir; muzâf ise önce müstakil olarak ve sonra mahalle nisbeti düşünülür. Bu, onun faile olan nisbetinden başkadır. Ni­tekim hareketin mahalle olan nisbeti ve ihtiyacı zaruri, faile olan nisbeti nazaridir. Bunu söylemekle tasavvursuz iki nisbetin mev­cudiyetine hükmü kastediyorum ki, isim bir delalettir; onun medlulü vardır ve ona müsemmâ denir ve ismin vaz'ı (istimali) ise, bir faili muhtarın işidir ve adına tesmiye denir. Sonra buradaki tedahül ile seyf (kılıç) in saarim (keskin kılıç) ve mühenned (hind kılıcı) mefhumlarına dahil oluşu arasında fark vardır. Şöyle ki saarim, bir sıfat ilavesi ile kılıçtır. Mühenned de sıfat ilavesi ile kılıçtır. Seyf işte bu mefhuma dahildir. Oysa müsemma bir sıfat ilavesi ile isim veya tesmiye bir sıfat ilavesi ile isim değildir ve bu tevil burada doğru olamaz.

Üçüncü istimale gelince; sıfatların teaddüdü ile mahallin itti­hadı esasına dayanan bu vecih, uzak olmasına rağmen isim ve müsemmâda can olmadığı gibi, isim ve tesmiyede de cari de­ğildir. Ancak bir şeyin hem isim ve hem tesmiye olarak adlandı­rılmak üzere vazedilmiş olduğuna kail olmak gerekir. Nitekim kar misalinde, olduğu gibi. Kar ise, soğukluk ve beyazlık vasıflarını taşıyan bir manadan ibarettir. Keza durum, "Sıddîk, (Hz. Ebu Bekir), Ebu Kuhafe'nin oğlunun kendisidir!" sözünden de farklı­dır. Çünkü bu söz tevil edildiğinde, Sıddîk olarak vasıflandırılan şahsın vilâdet bakımından Ebu Kuhafeye mensup olduğu anlaşı­lır. Bu takdirde hüve hüve (o odur)'nin manâsı, sıfatlar arasında kesin zıddiyet bulunmakta beraber mevzuun ittihadı (bir oluşu) dır. Sıddîk'ın mefhumu başka Ebu Kuhafe'nin oğlu olmanın mef­humu başkadır ve burada yapılması mümkün olan teviller, ne isim ve müsemmâda ne de isim ve tesmiyede, ne hakikat itiba­riyle ne de mecaz yönünden zinhar cari değildir. Müteradif isimler, "Gazanfer aslanın kendisidir!" sözümüzde olduğu gibi hakikat cümlesindendir. Ancak iki 'lafızdan anlaşılan mana ara­sında lûgavî bakımdan, herhangi bir farkın olmaması şarttır. Eğer fark varsa bu takdirde bir misal aramak gerekir. Bu, hakikatin bir ve isimlerin çok oluşu cihetine racidir. Hüve hüve (o onun, aynıdır) sözümüzde bir cihetten vahdetin ve diğer cihetten kesretin mevcut olması lazım geliyor. Vecihlerin en iyisi, vahde­tin manada ve kesretin ise mücerred lafızda olmasıdır.

Bahsi uzun ve anlaşılması güç olan bu ihtilaf hakkında bu kadar izah kâfidir. Artık isim, tesmiye ve müsemmanın her birin­den anlaşılan ve aranan mana bakımından farklı birer lafız olduklarını anlamış oldun. Ancak bunlardan her birinin diğerinden farklı olduğu söylenebilir; onun aynı olduğunu söylemeye imkân yoktur. Çünkü gayriyet, hüve hüve (ayniyet)nin mukabilidir.

İsim için, müsemmanın aynı olabilir, gayri olabilir ve ne aynı ne de gayri olabilir diyen üçüncü mezhebe gelince, haktan en uzak olan ve en çok karmaşıklık içinde bulunan fırka budur. Ancak tevile gidilirse durum değişir. Mesela üç kısma ayrılan isimden ismin kendisini değil mefhum ve medlulünün kastedil­diğini söylemek mümkündür. İsmin mefhumu tabii ki ismin gay­ridir. Çünkü ismin mefhumu, ismin medlulüdür ki delil başka ve medlul başkadır. Bu itibarla zikredilen bu taksim ismin mefhu­muna racidir ve doğrusu da şöyle demektir: İsmin mefhumu müsemmanın zatı ve hakikati ve mahiyeti olabilir. Bunlar insan ilim ve beyazlık gibi müştak (türev) olmayan nevi isimleridir. Müştak olan isimler ise müsemmanın hakikatine delâlet etmeyip hakikati müphem (bulanık) olarak bırakır ve sadece müsemma­nın bir sıfatına delalet eder. Alim (bilgin) ve kâtip (yazar) misal­lerinde olduğu gibi. Sonra insan ilim ve beyazlık gibi müştak olmayan nevi isimlerinden, âlim ve beyaz gibi müsemmâda mevcut bir halin vasfına veya yaratıcı ve yazar gibi müsemma için yapılan ve ondan ayrılmayan bir izafete delalet eden iştikak­lar yapılır. "O nedir?" sorusuna cevap olarak söylenen isimlerin birinci kısmın tarifi olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki bayağı bir insanı işaret edip "O kimdir?" demez de "O nedir?" derse, bunun cevabı "İnsandır!" olmalıdır. Şayet "hayvandır!" derse, mahiyetin cevabı olamaz. Zira insanın mahiyetinin mücerred hayvaniyet ile kaim olmadığı aşikârdır. İnsan, akıllı hayvandır. Mücerred olarak hayvan değildir. İnsan, hayvanı âkil'e verilen isimdir. İnsan yerine beyaz veya uzun veya âlim veya katip denilse cevap olmaz. Çünkü beyazın mefhumu, beyazlık vasfını taşıyan müphem bir varlıktır ki; mahiyeti bilinmez. Âlimin mef­humu, ilim sahibi müphem bir varlık ve katibin mefhumu, kitabet işini yapan müphem bir varlıktır. Gerçi kâtibin insan olduğu anlaşılabilir. Fakat bunun anlaşılması lafzın mefhumundan hariç ve onun mefhumuna ilave olan bir takım delil ve hususlar aracılısı iledir.

Keza bir renk işaret edilerek "O nedir?" dendiği vakit, "be­yazdır!" cevabı verilir. Eğer bunun yerine bir müştak isim zikre­derek "aydınlatıcıdır!" veya "gözün ışığını dağıtıcıdır!" desek cevap değildir. Çünkü "o nedir?" sorumuzdan kastımız zatın hakikat ve mahiyetini öğrenmektir. Aydınlatıcı lafzı aydınlatma hassesine sahip olan müphem bir varlıktır. Dağıtıcı lafzı, dağıtma hassesine sahip olan müphem bir varlıktır. İsimlerin medlul ve mefhûmları hakkında işte bu taksim doğrudur ve biz bu taksimi şöyle de tabir edebiliriz: İsim, zata da ve zatın gayrine de dela­let eder ve onun zatın gayrine delaleti, istimalde müsamaha tarikiyledir. Zatın gayrine delalet eder sözümüz, "O nedir" in cevabında vaki olan mahiyetin gayrini kastetmiş olmaklığımızla tefsir edilmezse cevap doğru olmaz. Âlim, ilim sahibi olan zata delalet etmektedir ki, onun zata delaleti vardır. Âlim lafzı ilim lafzından farklıdır. Âlim, ilim sahibi olan zata, ilim, ise yalnız ilme delalet eder. İmdi isim müsemmanın aynı olabilir iddiasında iki arıza vardır ve bu arızaların giderilmesi gerekmektedir:

1- Ya buradaki "isim" yerine "ismin mefhumu" getirilmeli.

2- Veya "isim", "zatın mahiyeti" ile değiştirilmelidir. Ancak bu takdirde, ismin merhumunun zatın hakikat ve mahiyeti veya hakikat ve mahiyetin gayri olduğu söylenebilir.

"Yaratıcı, müsemmanın gayridir!" sözüne gelince, bu söz­den yaratıcı lafzının müsemmanın gayri olduğu kastediliyorsa burada beis yoktur. Esasen lafız başka ve lafzın medlulü başka­dır. Fakat bu sözden, yaratıcının ifade ettiği mananın müsem­manın gayri olduğu kastediliyorsa işte bu muhaldir. Çünkü yara­tıcı, bir isim ve her ismin mefh'ûmu, o ismin müsemmasıdır. Eğer kendisinden müsemma anlaşılmazsa o müsemmanın ismi değil­dir. Yaratma, yaratıcının,  merhumuna dahil olmakla beraber yaratıcı, yaratmanın ismi değildir. Kâtip, kitabelin ismi değil, mü­semma da tesmiyenin ismi değildir. Yaratıcı, kendisinden yarat­ma fili sadır olan zatın ismidir ve bu itibarla yaratıcının merhumu aynı zamanda zattır. Yalnız zatın hakikati değil, izah bir sıfat sa­hibi olması yönünden zatın aynidir. Nitekim baba dediğimizde, bu lafızdan, oğul'un zatı değil, oğula izafeti yönünden babanın zatı anlaşılır. Sıfatlar, izah ve gayri izah olarak bölümlenir ve zat­lar bu sıfatları cemeder.

Eğer yaratıcının bir sıfat olduğu, sıratın bir, ispattan ibaret bulunduğu, yaratıcı lafzının mazmununda sadece yaratmanın ispatının varlığı, fakat yaratmak yaratıcı demek olmadığından yaratmakta yaratıcının hakiki bir sıfatı bulunmadığı ve ismin mü­semmanın gayri olduğu sözünün buradan ileri geldiği iddia edilirse, cevaben deriz ki: İsim, müsemmanın gayridir iddiası çelişiktir. Tıpkı bu; delilin medlulden başkasını gösterip tanıttığını iddia etmeye benzer. Zira müsemma ismin mefhumundan (isimden anlaşılan manadan) ibarettir ki, bu durumda mefhum, müsemmanın gayri ve müsemma, mefhûmun gayri nasıl" olur?

Sonra yaratanın, yaratmaktan sıfatı bulunmadığı ve yazarın, yazmaktan gelen bir vasfa sahip olmadığı iddiası da doğru de­ğildir. Yaratanın, yaratmaktan gelen bir sıfat sahibi olduğunun delili çünkü yaratan, bazen bu sıfatla vasıflandırılır ve kimi vakit de bu sıfat kendisinden nefyedilir. İşte izafet de muzafın vasfıdır ve bunda da nefy ve ispat caridir; aynen muzaf olmayan be­yazlık gibi.

Ahmed ve Fehmiyi tanıyan bir insan, Fehmi'nin Ahmed'in oğlu olduğunu öğrendiği vakit, şüphe yok ki, yeni bir şey öğ­renmiş oluyor ve bu yeni şey, ya sıfat veya mevsuftur. Mevsufun zatı olmadığına göre sıfat ve binefsihi kaim olmadığına söre de Ahmed'in sıfatıdır. İzafetler muzafların vasıflan kabilindendir; ne var ki bunların mazmunları, iki şey arasında mukayese yolu ile anlaşılır ve bu husus, onları sıfat olma durumundan çıkaramaz. Allah (c.c.)'ın yaratıcı olmakla mevsuf olmadığı söylense bu söz küfürdür. Nitekim âlim olmakla mevsuf bulunmadığı söylense bu da küfürdür. Bu sözün kailini bu karmaşıklığa düşüren sebep şu ki, izafet, kelamcılar nezdinde arazların cümlesinden sayılma­maktadır. Kelamcılara, "arazın manası nedir?" diye sorulsa, "binefsihi kaim olmayıp bir mahalde mevcut olan nesnedir!" diyecekler ve "İzafet bir mevcut mudur değil midir?" deseniz, "evet, mevcuttur!" demek zorunda kalacaklardır. Çünkü babalı­ğın yokluğunu iddia edemezler; Eğer yok olsaydı, kâinat ta ba­ba diye bir varlık bulunmazdı. Şimdi kelamcılara, babalık demek olan übüvvetin binefsiha kaim olup olmadığı sorulunca, onun binefsiha kaim olmadığını ve bir mahalde mevcut olduğunu itiraf edeceklerdir. Evet, izafet binefsiha kaim olmayıp bir mahal ile kaimdir. Arazın da bir mahal ile kaim olduğunu itiraf etmekle beraber, izafetin bir araz oluşumu dönüp inkâr ediyorlar. Kelamcıların, bazı isimlerin müsemmanın ne aynı ne de gayri oldu­ğu sözüne gelince, bu söz de yanlıştır ve bunun yanlışlığı "âlim" lafzının tefsiri ile izah edilecektir. Şayet Allah-ü Teâlâ hakkında bunun itlâkına şeriatın müsaade etmediği ileri sürülürse, hakkı ve doğruyu açıklamanın bir özel izne mütevakkıf olmadığı söyle­nebilir ve belki bu hususta şimdi müsamaha vardır. Dikkatimizi ilim ile vasıflandırılan insan üzerinde toplayalım ve diyelim ki; İlim insandan ayrı bir varlık değildir; insan var iken ilim yoktu. İlmin tarifinin insanın tarifinden başka oluşu sebebiyle ilmin insandan ayrı bir varlık olduğu söylenecektir. Fakat tek bir şahıs hakkında "O Âlimdir ve insandır" denildiği vakit, alim insanın ne ayni (ken­disi) ne de gayri (başkası) dır; çünkü insan, ilimle mevsuf olan bir varlıktır. Diyeceğiz ki bu hüküm, kâtip ve tacir hakkında da lazım gelecektir; çünkü bununla mevsuf olan gene insanın ken­disidir. Gerçek şu ki, mesele izah ve tafsile muhtaçtır. Şöyle ki, insan lafzının mefhumu, Âlim lafzının mefhumundan başkadır. Zira insan lafzının mefhumu, akıl ve nâtık hayvandır; âlimin mef­humu ise, ilim vasfına sahip olan müphem bir varlıktır. Her iki lafzın kendileri de başka başka ve mefhumları da başka başka­dır. İşte bu vecihten birbirinin ayni değillerdir ve onlara hüve hüve (o onun aynıdır) demek caiz değildir. Fakat başka vecih­ten ise birbirinin ayindirler ve bu vecih ile onlara birbirinin gayrı demek caiz değildir. Açıklayalım: İnsan ve Âlim olarak vasıflandı­rılan tek bir zatı göz önüne aldığın vakit, insan tesmiye edilen varlık, alım olarak. Vasıflandırılan varlığın kendisidir: Nitekim kar tesmiye edilen varlık, soğuk ve ayni zamanda beyaz olmakla vasıflandırılan varlığın kendisidir. İşte bu bakış ve itibarla ilim insanın ayni ve birinci itibarla da gayridir. İtibar yönü bir olup da o onun ayni veya o onun gayri, olmaması aklen muhaldir. Nite­kim o onun ne ayni ne de gayri olması keyfiyeti de müstahüdir. Çünkü gayriyet ve ayniyet, nefy ve ispata tekabül eden karşıt kavramlardır ve aralarında vasıta (orta derece) yoktur. Bu izahı kavrayan kişi, şunu bilecektir ki, zata ilave olarak Allah-ü Teâlâ için kudret ve ilim sıfatlarını ispat eylediği vakit zattan ayrı bir varlık ve ayni zamanda gayriyet için de, iznin varid olmasına mütevakkıf olduğundan lafzan itlak etmemiş (söylememiş) olsa bile bir mana ispat etmektedir. Buna itiraza mecal yoktur, ilmin tarifini zikredince bu tarife Allah-ü Teala'nın ilmi dahil olur; kud­reti ve zatı ise dahil değildir. O halde tarifin dışında k'alan şey, tarife dahil olan şeyin gayri nasıl olmaz? ve kudretin tarifine ilim dahil olmadığına göre ilmi tarif eden kişinin, "kudretin tarifin dışında kalmasında zarar yoktur; çünkü ben ilmi tarif ediyorum; kudret başka ilim ise başkadır; kudreti ilmin tarifine dahil et­mektim lazım gelmez. Keza âlim zat da ilmin gayridir ve onu da ilmin tarifine dahil etmekliğim gerekmez!" diyerek özür be­yân etmesi niçin caiz olmasın? Tarife girenin, tarife girmeyenden başka olduğuna kâh olanın sözünü tanımayan ve buradaki gayr lafzının itlakı (istimali)ni muhal gören kişi, şüphe yok ki gayr lafzı­nın manasını anlamayanlar gürûhundandır. Bence gayr lafzı, anlaşılmayacak bir mana değildir. Bu lafzın manası aşikârdır. Ne var ki belki o kimse, aklının ve vicdanının kabul etmediği şeyi lisanın­la söyleyebiliyor.

Fakat bürhanli mücadeleden maksat, dillen avlamak değil akılları avlamaktır ki, neticede hak olan şeyi batınen tanıyıp itiraf edelim. Artık o hakkın lisanen izahı ister yapılmış ve ister yapıl­mamış olsun.

Eğer ismin müsemmanın ayni olduğunu söyleyenlerin, bu sözü söylemeye, ismin ıstılah ile mânâya delâlet eden lafız ol­duğunu söylemekten sakınmak için mecbur oldukları, bu tak­dirde Allah-ü Teâlâ'nın ezelde ismi olmadığına kail olmak gere­keceği, çünkü ezelde lafzın ve lafızın bulunmadığı ve lafzın hadis olduğu ileri sürülürse deriz ki: Bu, bertaraf edilmesi kolay olan zayıf bir gerçektir. Şöyle ki isimlerin manalarının ezelde sabit olduğu ve kendilerinin bulunmadığı söylenir. Çünkü isimler ya Arap veya Acem (Arab'ın gayri) isimleridir ve cümlesi de hadisdir. Zatın manasına veya sıfatına raci olan her isimde bu hüküm caridir. Mesela Kuddüs ismi gibi ki, bu isim, ezelde kudsiyet sıfatı ile mevcuttu ve âlim gibi ki, O, ezelde alim olarak mevcuttu. Nitekim eşyanın, vücutta üç mertebesi bulunduğunu yukarıda izah etmiş bulunmaktayız. Bu mertebelerden biri, eş­yanın zat itibariyle olan vücududur ki. Allah-ü Teala'nın zatı ve sıfatı hakkında kadimlik ile mevsuf olan. vücuttur bu. İkincisi, eşyanın zihinlerde olan vücududur ki, bu vücut hadistir; çünkü zihinlerin kendileri de hadistir. Üçüncüsü, eşyanın dillerdeki vücududur ve dillerin hadis olması ile bu vücudun kendisi de hadistir.

Evet, zihinlerde sabit olan eşyadan bilgileri kastediyoruz ki, bu bilgiler, Allah-ü Teâlâya izafe edildiği zaman kadim olurlar. Zira Allah-ü Teâlâ ezelde mevcut ve ilim idi ve kendisinin mev­cut ve âlim olduğunu bilirdi. O'nun vücudu, nefsinde olduğu gibi ilminde de sabit bulunuyordu. Kullarına ilham edeceği, onların gerek zihinlerinde ve gerek dillerinde yaratacağı isimler de kendisince malumdu. İşte bu tevile dayanılarak O'nun ezelde isimleri bulunduğunu söylemek caiz alır. Fakat Haalik, Musavvir ve Vehhab gibi, file raci olan isimlere gelince, bazıları, Allah-ü Teala'nın ezelde haalik olarak vasıflandırdığını söylerken, kimi de vasıflandırılmaz olduğunu söylemektedir. Oysa bu ihti­laf, bir esasa müstenid değildir. Çünkü Haalik (yaratıcı), iki ma­nada istimal edilir: Biri, ezelde kati olarak sabit ve öbürü ise kati olarak menfi olan manadır ki, bu iki mana üzerinde ihtilaf yersiz­dir. Nitekim kılıç, kında olduğu zaman da ve boynu keserken de kesici olarak tesmiye edilir. Ne var ki kında bil-kuvve, kesme sırasında ise bil-tül kesicidir. Bardaktaki su da susuzluğu gideri­cidir: fakat bardakta iken bil-kuvve ve midede iken bil-fiil kandı­rıcıdır. Bardaktaki suyun kandırıcı olmasının manası ise, o suyun, mideye indiği zaman kandırmayı meydana getiren vasıf ve nite­likte bulunmasından ibarettir ve bu, maiyet (hidrat) sıfatıdır. Kın­daki kılıç da kesicidir; yani kesilmeye mahal olacak bir nesne ile buluştuğu zaman kesmeyi meydana getirecek vasıf ve nitelikte­dir. Bu sıfat ise keskinliktir. Artık kendi nefsinde yeni bir vasfın doğmasına muhtaç değildir. İşte Barî-i Teâlâ'nın ezelde Haalik (yaratıcı) olması, bardaktaki suyun kandırıcı olması manası iledir. Yani yapmayı ve yaratmayı mümkün kılacak sıfat üzere olduğu kastedilmiştir. O, kelimenin ikinci manası ile Haalik (yaratıcı) de­ğildir; yani yaratmak fili henüz kendisinden sâdır olmamıştır. Allah-ü Teâlâ'nın gerek ezelde ve gerek ebedde âlim, kuddüs ve sair isimlerinin bulunması da bu mana üzeredir. Bir başkası­nın, O'nu o isimlerden bin ile tesmiye etmesine veya etme­mesine ihtiyaç yoktur. Cedelcilerin çoğu zaman yanılmalarının menşei, müşterek isimlerin manaları arasındaki farkı temyiz edemeyişlerindendir. Bu farklar ayırt edildiği takdirde ihtilaflarının çoğu kalkar.

Eğer Allah-ü Teâlâ'nın, "Siz O'nu bırakıp da kendinizin ve atalarınızın tesmiye ettiğiniz isimlere tapıyorsunuz!"[13] Kavl-i şerifi ileri sürülürse, bilinmektedir ki, onlar, alfabetik harflerden mey­dana gelen lafızlara değil, müsemmâlara (isimlerin sahiplerine) tapmakta idiler. Ancak bununla istidlal edenin istidlal yönünün anlaşılması için şöyle demesi gerekir: Onlar, isimlere değil, müsemmâlara ibadet ediyorlardı ve bu takdirde O'nun sözünde, isimlerin müsemmânın gayri olduğuna dair tasrih (açıklama) var­dır. Nitekim biri, "Arap, müsemmâlara değil, isimlere tapıyorlar­dı" demiş olsa, sözü çelişik olur ve fakat "isimlere değil, müsemmalara tapıyorlardı" dese, sözünden anlaşılan 'mana çelişik olmaz. Oysa isimler müsemmâların ayni olmuş olsalardı İkinci sözün birincisinden manaca farklı olmaması gerekirdi.

Ayetin manası hakkında ayni zamanda şöyle de denilir:

Putlara verilen tanrı isimleri, müsemmâsız birer isimden iba­retti. Çünkü müsemma, asılda sabit olan ve lafzın kendisine delâlet ettiği manadır. Putlar, ne asılda sabit ne de zihinlerde malum olan tanrılardır; ancak isimleri dillerde mevcuttur ve bun­lar manası olmayan isimlerdir. Hikmetsinas olmayan bir kimse hikmetsinas olarak tesmiye edilir ve kendisi de bundan mem­nunluk duyarsa, "isim hoşuna gitti!" denir. Zira ismin ardında bir mana mevcut değildir.

İsmin müsemmânın gayrı olduğuna dair delil işte budur. Şöyle ki ismi tesmiyeye ve tesmiyeyi de onlara izafe etti ve tesmiyeyi onların fili kılarak, "tesmiye ettiğiniz isimler" buyurdu ki, onların fiil ve tesmiyeleriyle meydana gelen isimler demektir. Yoksa putların şahısları, onların tesmiyeleriyle hadis olmuş değil­lerdir.

Şayet Allah (c.c.)'ın, "Rabbinin o yüce adını teşbih (ve ten­zih) et!" [14] buyurduğu ve tenzih edilenin gerçekte isim olmayıp zat olduğu ileri sürülürse cevaben deriz ki: Burada isim, sıfat olmak tarikiyle ziyadedir ve bu istimal, Arap lisanında caridir. Nitekim Allah (c.c.)'ın, "Hiç bir şey O'nun misli gibi değildir" [15] kavli şerifine benzer. Bu ayete dayanarak burada Allah-ü teâlâ için misil ispat edildiğini söyiemek caiz olmaz. Çünkü teşbih edatı olan (ve "gibi" manasına gelen) kâf ziyadedir. Ayni za­manda müsemmâyı iclâl ve tazim olarak ismin müsemmadan kinaye olduğunu söylemek de yerinde olur. Nitekim yüksek rütbeli kişiler hakkında cenab ve hazret tabirlerini kullanarak cenablanna veya hazretlerine selam olsun derler. Bundan murad, selamın o şahsın üzerine olmasıdır. Fakat iciâl ve tazim kabilinden kendisi zikrediimeyerek yüksek rütbeli oluşuna dela­let eden bir husus kinaye tarikiyle zikredilmiştir. Sonra, isim, her ne kadar müsemmânın gayri ise de müsemmâ ile ilgili ve ona mutabıktır. Bu gibi hususların, lûgaviyatta basiret sahibi olanların gözünden kaçmaması gerekir.


Hem de kaçmamalıdır. Çünkü ismin müsemmânın gayri ol­duğuna kail olanlar, "En güzel isimler Allah'ındır."[16] ayet-i kerimesi ve "Allah-ü Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır; yüzden bir ek­sik; her kim, o isimleri ta'dad ederse behemehal cennete gi­rer!" [17] hadis-i şerifi ile istidlal etmekte ve şöyle demektedirler: isim, müsemmânın ayni olsaydı doksan dokuz müsemmâ bu­lunması gerekirdi; bu ise müsemma bir olduğundan muhaldir. Ötekiler de, burada ismin müsemmânın gayri olduğunu itiraf etmek zorunda kalarak, ismin müsemmâ manasında değil de tesmiye manasında varid olduğuna ihtimal veriyorlar. Nitekim berikiler de, ismin, asılda müsemmânın gayri olmakla beraber bazen müsemmâ manasında geldiğini teslim ediyor ve "Rabbi­nin o yüce adını teşbih (ve tenzih) et!" [18] ayetini bu manada tahric ediyorlar. Mamafi her iki grubun da istidlal ve cevapları düzgün değildir. "Rabb'ının Yüce ismini tenzih eyle!" ayet-i ke­rimesi hakkındaki görüşlere dair lehte ve aleyhte ne varsa zik­retmiş bulunuyoruz. Ancak bü istidlal ve o onların bu istidlal hakkındaki isim veya müsemmânın bir olduğuna ve buradaki isimden sadece tesmiyenin kastedildiğine dair cevaplan  iki yöndedir:

1- İsmin müsemmânın kendisi olduğunu söyleyen, burada müsemmanın doksan dokuz olduğunu söylemekten aciz de­ğildir. Çünkü bu sözün sahibine söre müsemmâdan murad, ismin mefhumu (isimden anlaşılan mana) dır. Nitekim Âlim ismi­nin mefhumu Kadir O isminin mefhumundan başkadır. Kuddûs, Haalik ve sair isimler de böyle. Her ismin kendine mahsus bir mana ve mefhumu vardır. Neticede tekbir zatın vasfına raci olmaları durumu değiştirmez. Sonra bu kavlin sahibi, ismin mana olduğunu söylemek durumundadır ve esma-i hüsnâdan maâniyi hüsnâ murad edildiğini söyleyebilir. Zira müsemmalar, çaresiz kendisinde kesret bulunan manalardan ibarettir.

2- Buradaki isimden tesmiyenin murad olduğu sözü ve iddiası yanlıştır. Tesmiyenin manasının, bir şeyin ismini anmak veya onu vasfetmek olduğunu, açıklamış bulunmaktayız. İsim bir olsa da tesmiye, isim alanların çok olması ile çoğalır ve teaddüd eder. Nitekim zikir ve ilim, zakir ve âlimlerin çokluğu ile çoğal­maktadır; oysa mezkûr ve malum olan birdir. Bu itibarla tesmi­yedeki çokluk isimlerin kesret ve teaddüdünü gerektirmez; çünkü tesmiye müsemmi (isim veren)lerin filine racidir; hâlbuki burada isimlerden tesmiyeler murad edilmektedir. İsimler ise, muhtelif manalara delalet etmek üzere vaz'edilen lafızlardan ibarettir. Artık ister isim müsemmamın ayni ve ister gayridir de­nilsin boş ve manasız tevillere kaçmak yersizdir. Mesele, büyük bir ehemmiyeti haiz olmadığından bu miktar izahat ile yetiniyo­ruz ve sözü uzatmaya da değmez. Ne var ki, bu gibi bahisleri tanıma yolunu öğretmek için bu kadar izaha lüzum gördük. Ta ki daha önemli meselelerde bu yoldan istifade edilsin. Şunu da kaydedelim ki, bu mesele üzerindeki çalışmalar, manalardan ziyade lafızlarla ilgilidir. [19]


Bu Kısım, Mânâca Birbirine Yakın Olan İsimlerin İzahı Hakkındadır.

 

İsimlerin müteradif olmasının caiz olup olmadığı veya mef­hûmlarının mutlak surette değişik olması gerektiği izah edilecek­tir.

Deriz ki: Bu isimlerin şerh ve izahını yapanlar bu hususa te­mas etmemişlerdir ve onlar, Kebir ve Azim, Kaadir ve Muktedir, Haalik ve Bari gibi iki ismin tek bir manaya delalet etmesini de uzak görmemektedirler. Oysa ben, doksan dokuz isimden hangileri arasında olursa olsun, bunu cidden uzak bulmaktayım. Şöyle ki isim, hadleri için değil, manaları için aranır. Müteradif (eş anlamdaki) isimlerin sadece harfleri değişir. Kaldı ki bu isim­lerin değeri taşıdıkları manalardadır. Mana olmayınca lafızlardan ibaret kalırlar. Bin isim ile gösterilen mana bir isim ile gösterilen manadan üstün değildir. Bu itibarla bu muayyen sayıdaki isimle­rin, manası bir olan lafızların tekrarlanması ile tamamlandığı keyfi­yeti akla yakın değildir ve uygun olan, her lafzın altında özel bir mananın bulunmasıdır. Birbirine yakın iki lafız gördüğümüz vakit burada çaresiz iki durumla karşılaşacağız;

A- O iki isimden birinin doksan dokuz ismin dışında oldu­ğunun açıklanmamış olması. Ehad ve Vahid isimleri gibi. Ebu Hüreyre (R.A.)'den gelen meşhur rivayetlerin birinde Vahid, öbüründe Vahid yerine Ehad gelmiştir. Bu durumda doksan dokuz sayısını, tekmil eden isim, ya Vahid veya Ehad lafzı ile ifade edilen tevhid manası olur. Fakat bu iki ismin, manaca bir oldukları halde sayıyı doldurma bakımından iki isim yerine kaim olmaları bence cidden uzaktır.

B- İki lafızdan birinin, diğerinde olmayan bir delalet taşıdı­ğım ileri sürerek birinin diğerine karşı bir meziyetini izhar etmek İçin fuzuli zahmete katlanacağız. Gafir, Gafur ve Gaffar isimleri­nin, varid olmasını buna misal gösterebiliriz. Şöyle ki bunları üç isim saymak uzak bir görüş değildir. Çünkü. Gafir, sadece mağfi­retin aslına delâlet eder. Gafir, günahların çokluğuna izafetle mağfiretin çokluğuna delalet eder; hatta suç ve günahlardan yalnız bir çeşidini affedene Gafur denmez. Gaffar ise, tekerrür yolu ile günah bağışlamanın çokluğuna delalet eder; yani gü­nahları tekrar tekrar bağışlayan demektir. Hatta bütün sunanları birinci defada bağışlayan, fakat tekrar günah işleyeni bağışlamayana Gaffar ismi verilmez Gani ve Melik isimleri de böyledir. Gani, hiçbir şeye muhtaç olmayan demektir. Melik de hiç bir şeye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır. Bu durumda Me­lik, Gani isminin manasını ve ayni zamanda ziyade bir mana taşımaktadır. Âlim ve Habir isimleri de böyledir. Âlim, ilme dela­let eden bir isimdir. Habir ise, batınî mesaile dair malumatlı ol­duğuna delalet eder. İşte isimler arasındaki bu miktar başkalık, onları müteradif olmaktan çıkarır ve bu isimler, leys ve esed cinsinden değil seyf, mühenned ve saarım cinsinden olurlar. Şayet birbirine yakın olan bu isimlerin bir kısmında bu iki yoldan birini takip etmemiz mümkün olmuyorsa; hangi yönden birbi­rinden ayrıldıklarını tayin edemezsek bile, iki lafzın manaları ara­sında behemehal başkalık bulunduğuna itikad etmemiz gerekir. Meselâ Azim ve Kebir isimleri gibi. Allah-ü Teâlâ hakkında bu iki lafzın manaları hangi yönden birbirinden farklı olduğunu tayin ve tespit etmek güçtür. Fakat buna rağmen asılda birbirin­den farklı olduklarında şüphe etmeyiz. Nitekim Allah-ü Teala, bir hadis-i kudsi'de "Kibriya ridâ (atkı)m ve azamet izar (peştemal) imdir..." buyurmak suretiyle iki kelime arasında başkalığa delalet eden bir ayrım yapmıştır. Her ne kadar ridâ ve izar, insanin ziy­neti ve süsü ise de, ridâ izardan daha şereflidir. Ayni zamanda namazın anahtarı "Allah-ü Ekberdir ki, büyük hukukçuların nezdinde "Allah-ü Azam" onun yerini tutmamaktadır. Nitekim Arap, istimalde iki lafzı birbirinden ayırmaktadır. Şöyle ki Azim'in kulla­nılmadığı yerde Kebiri kullanmıştır. Eğer müteradif olsalardı her makamda birbiri ardınca gelirlerdi. Mesela Arap, falandan yaş bakımından daha büyük olduğunu anlatmak isterse burada "ekber" tabirini kullanır, "a'zam" tabirini kullanmaz. Keza Cem de, Kebir ve Azim'den ayrı bir isimdir. Celal, şeref sıfatlarını gös­terir ve bu yüzden de, yaş bakımından gelen büyüklük ifade edilirken "ekber"in yerinde kullanılmaz; yani "eceli" denmez. Ayni zamanda "at insandan büyüktür" manası ifade edilirken burada "a'zam" tabiri kullanılır, fakat "ecel" tabiri kullanılmaz. Bütün bu isimler, manaca birbirine yakın oldukları halde müte­radif değillerdir.

Her şeye rağmen doksan dokuza dahil olan isimlerin mahza müteradif (eş anlamda) olmaları uzaktır. Çünkü isimler, harfleri ve mahreçleri için değil, ancak mefhumları ve manaları için aranırlar. İşte bu, itikad edilmesi gereken bir asıldır. [20]


Bu Kısım, Muhtelif Mânâları Bulunan Ve Bu Muhtelif Mânâlara İzafetle Müşterek Olan İsim Hakkındadır.

 

Mesela mü'min kelimesi gibi. Bununla bazen tasdik murad edilir ve bazen de bu kelime güven manasına gelen "emn" den müştak (türev) olur ki, bu durumda emniyet ve eman ifade, eder. O halde umum ifade eden bir ismi müsemmalarına hamletme kabilinden olarak, bu müşterek ismi her iki mânâya ham­letmek caiz midir? Nitekim Âlim ismi, gayb ve şehadet ilmine, zahir ve batın ilmine ve sair bilgilere hamledilmektedir.

Müşterek isim, lügat bakımından ele alındığı takdirde, umumun hamli kabilinden onu bütün müsemmalarına hamlet­mek uzaktır. Zira Arap, adam dediği zaman adamlardan her birini kasteder. Umum budur. Fakat "ayn" lafzını kullandığı, za­man, güneş, dinar, kefe, pınar ve güzel hayvan gözü gibi ayn lafzının müşterek olduğu bütün manaları kastetmez. Ancak "ayn" lafzını, bu manalardan birini kastederek kullanır ve onu karine ile ayırt eder.

Şafii (Rahimehullah) usûlde şöyle dediği rivayet ediliyor: "Müşterek isim bütün müsemmalarına hamledilir. Nitekim Âlim, mutlak olarak geldiğinde ilme hamledilir. Tahsise delalet eden karine bulunmadıkça hüküm böyledir." Şafii'nin bu sözü söyle­diği doğru ise, bu söz, hakikatten uzaktır. Hatta ayn (göz) lafzı­nın lügat manası, tayine delalet eden bir karine bulununcaya kadar müphemdir. Ta'mime gelince, bu mevzuda şer'in istimali lisanın istimaline muhalif olabilir ve bu durumlarda şer'in isimler hakkındaki izah ve beyanına müracaat etmek gereklidir. Her bir isim için yalnız yakın bulduğumuz manayı zikreder ve di­ğerlerinin üzerinden geçeriz. Ancak şer'in tasarrufu altına giren lafızlarda durum değişiktir. Bütün manalarının kastedilmesi için lafzın mutlak olarak istimali, serin vaz-u tasarrufatından olabilir. Bu takdirde mümin ismi, şer'in istimali ile tasdik eden manasında olduğu sibi güven manasını da ifade eder. Ve onun bu; manayı ifade etmesi, vaz-ı lûgavi kabilinden olmayıp vaz-ı şer'i kabilin­den olur. Nitekim namaz ve oruç isimleri de, şer'in tasarrufuna muhtas olan ve lûgavi istimalin dışında bir takım manalarda isti­mal edilen lafızlardır. Bir lafzın, şer'in tasarrufuna mevzu olduğu delil ile bilinirse mesele kalmaz. Fakat şer'in, bu lafızda lûsavi istimali değiştirdiğine dair bir delalet bulunmazsa, bu takdirde, ben, o lafzın değişmemiş olduğunu tercih ederim. Oysa Allah-ü Tealâ'nın isimlerinden birinin bir kaç manaya ihtimali olur ve akıl o manalardan hiç birini muhal görmezse umum tarikiyle o lafzın bütün, manalara hamledilmesi görüşünde olan musannifler var­dır ve bu hususta aşm gitmişlerdir. Evet, aralarındaki ihtilafı, izafi kılacak derecede birbirine yakın manalar taşıyan ve dolayısıyla umuma müşabeheti kuvvetli olan isimde ta'mim evladır. Meselâ Selâm ismi gibi. Bu isimden murad edilen mananın, O'nun ayb ve noksanlardan selâmeti olduğu muhtemel ve ayni zamanda bu isimle ve ondan umarak halkın selametinin kastedilmiş olması muhtemeldir. Bu ve buna benzer isimler, umuma daha çok yakındır. Şayet ta'mimi önleme ciheti daha ağır basmakta ise, bu durumda bazı manaların tayini ancak içtihad ile olur ki, bu tak­dirde bir müçtehidi manalardan birini tayin etmeye sevkeden sebepler şunlar olabilir:

A- Mânâlardan birinin daha layık olması. Mü'min ismi gibi. Bu ismin burada emân ve emniyet verici olarak tayin edilmesi, şüphesiz Allah (c.c.) hakkında methe, tasdik manasından daha layıktır. Allah'tan başkası hakkında olursa o zaman tasdik mânâsı daha layık olur. Herkese Allah'a iman edip O'nun kelamını tasdik etmesi vaciptir ve O'nun rütbesi, tasdik edenin rütbesinin şüp­hesiz üstündedir.

B- İki manadan birinin tesadüfe (eş anlamda olma duru­muna) yol açmaması. Müheymin isminin gayri müteradif bir ma­naya hamli gibi. Çünkü bu ismin mefhumu, Rakib isminin mef­hûmunun üstündedir ve Rakîb ismi (esma-i hüsna meyanında) varid olmuştur. Nitekim teradüfün esma-i hüsna arasında uzak olduğunu açıklamış bulunuyoruz.

C- Meşhur olması sebebiyle iki manadan birinin daha kolay tanınması veya övgü ve olgunluğa delaletinin daha üstün olması. İsimlerin beyan ve izahında bu ve buna benzer hususlara itim ad etmemiz gerekir. Şöyle ki, her isim için yakın bulduğumuz manayı zikredecek ve öbür manalara temas etmeden geçece­ğiz. Ancak öbür manayı, derece bakımından zikrettiğimiz ma­naya yakın bulursak veya birçok muhtelif kavillere mevzu olması sebebiyle zikredeceğiz; müşterek lafızların ta'mim edilmesi görüşünde olmamak ve bunda herhangi bir faide görmemekle beraber. [21]


Bu Kısım, Allah'ü Teala'nın Ahlakı İle Ahlaklanmak, O'nun Sıfat Ve İsimlerinin Mânâları İle İmkân Nisbetinde Nefsi Tezyinetmek Sahasında Kulun Kemâl Ve Saadeti­nin Beyanı Hakkındadır.

 

Her kimin Esma-i Hüsnâ'dan nasibi, sadece lafızlarını işit­mek, lügat bakımından tefsir ve vaz'ını bilmek ve manasının Al­lah-ü Teâlâ hakkında sabit olduğuna kalbi ile inanmaktan ibaret kalırsa, şüphesiz o insan talihsizdir ve derecesi düşüktür, Halk arasında övünecek bir şeye sahip olduğu söylenemez. Çünkü lafızları işitmek, sesleri işitmeye yarayan kulak vasıtasının selame­tine bağlıdır ki, bu meziyet hayvanda bile mevcuttur. Lafızların mana ve istimalini anlama keyfiyetine gelince, bu, Arap lisanına vakıf olmaya bağlıdır ki, bir lügatçi ve hatta geri zekalı bir bedevi bile bu mertebeyi onunla paylaşır. Bir lafzın manası Allah-ü Teâlâ hakkında sabit olduğunu keşifsiz olarak itikad etme keyfiyetine gelince bu lafızların manalarını anlayıp onları tasdik etmekten üstün bir maharet gerektirmez. Avamdan biri ve hatta bir çocuk bile bu mertebeyi onunla paylaşır. Sözü anlamaya başladıktan sonra bu manalar çocuğa telkin edilirse kabul ve telakki eder, kalbi ile inanır ve gönlünü kesin olarak o manalara bağlar. Alimle­rin ekserisinin mertebesi de işte budur. Tabii ki onlar, bu üç mertebede kendilerine ortak olanlardan daha üstündürler. Fakat bu, olgunluğun zirvesine nazaran apaçık bir naksıyettir. Zira ebrar (iyiler) in hasenatı mukarrabin (ermişler) in seyyiatıdır.

Nitekim ermişlerin Esma-i hüsnâdan nasibi üçtür:

a- Bu manâları mükaşefe ve müşahede yolu ile bilirler. Bu manaların hakikatleri, kendisinde hata ihtimali bulunmayan bir burhanla onlara açıklanır. Allah-ü Teâlâ'nın bu manalarla muttasıf olduğunu keşif yolu ile bilirler ki, bu keşif, vuzuh ve açıklık bakı­mından insanda batini sıfatlar sebebiyle hasıl olan yakın mesa­besindedir. Maddi ihsas ile değil, ancak batini müşahede ile idrak edilir. Bu çeşit imanla baba ve öğretmenlerden taklit yolu ile alınıp kesin olarak gönül bağlanan "itikad arasındaki fark cid­den büyüktür. İsterse bu taklidi itikad, ilm-i kelam'a dair bir takım cedeli delillere dayalı olsun.

b- Keşif tarikiyle erdikleri celal sıfatlarım çok büyük bulurlar; mekan bakımından değil, sıfat bakımından Hakk'a; daha yakın olmak için imkanları nisbetinde o sıfatlan takınmaya çalışırlar. O sıfatlara bürünmeleri neticesinde kendileri için Allah-ü Teâlâ, nezdinde melaike-i mukarrabîin'e benzerlik hasıl olur. Gönül, bir sıfatın büyüklük ve cazibeliği ile dolduktan sonra artık o sıfata karşı sürükleyici bir arzu duymaması, o celal ve cemal'e aşık olmaması, nefsini o sıfat ile tezyin hususunda titizlik gösterme­mesi tasavvur edilemez. O sıfatın kemaline ermek mümkün ol­masa bile mümkün olduğu kadarına ulaşmak arzusu onu hareke­te geçirir. Bu arzu herkeste vardır. Ancak iki şey onu önler. Ya bilinen vasim, cehil ve kemal vasıflarından olduğuna dair marifet ve ykinin zayıf oluşu veya gönlün başka bir arzu ile dolu ve o arzunun içine gömülü olması. Talebe, hocasının ilimdeki kemali­ni müşahede ettiği vakit ona benzemeye ve iktida etmeye ken­disini sevkeden şiddetli bir arzu belirir. Fakat o talebenin gönlü açlık duygusu ile dolu ise iç alemini kaplayan yemek arzusu, ilim arzusunun harekete geçmesini önleyebilir. Bu itibarla Allah-ü Teâlâ'nın sıfatlarını mütalaa eden kişinin kalbi, masivadan tama­men arınmış olmalıdır. Çünkü marifet arzunun tohumudur; nefsani duysulardan boş olan bir kalbe rastlayınca derhal yeşerir ve eğer kalb, bu duygulardan hali olmazsa tohum da başarılı olamaz.

c- O sıfatlardan mümkün olanı elde etmeye, onunla ahlâklanmaya, onun güzellikleri ile nefsini tezyin etmeye çalışır­lar. Kul böylece Rabbani, yani Rabb Teâlâ Hazretlerine yakın ve melaikeden meydana gelen melei âlâya refik olur, Nitekim onlar yakınlık bisatı (yaygısı) dırlar. Her kim onların sıfatlarından bir benzeyiş kaparsa onları Hak Teala Hazretlerine yaklaştıran sıfatlarından ne miktar elde etmiş ise o miktar yakınlık kazanmış olur.

Hak Teâlâ Hazretlerine sıfat yönünden yaklaşmanın kapalı bir manâ olduğunu ve kalplerin bu hususu kabul ve tasdikten istinkâf etmeye meyyal bulunduklarını ileri sürerek "meseleyi, inkarcıların inkar gücünü kıracak şekilde vuzuha kavuştur; mese­lenin hakikati izah edilmedikçe birçoklarının bu meyandaki tu­tumları inkara yakındır" dersen, cevaben derim ki:

Sen ve sarıklı cahiller mertebesinin biraz ilerisinde olan da bilir ki; varlıklar, kamil ve nakıs varlıklar olarak ikiye ayrılır. Kamil, kemal dereceleri her ne kadar mütefavit (birbirinden farklı) olur­sa olsun, nakısdan daha üstündür. Kemilin müntehâ (en son mertebe)si Bir'e mahsustur; hatta mutlak kemal sahibi ancak O'dur. Diğer varlıklar mutlak kemal sahibi değillerdir. Her biri, izafet sebebiyle değişen kemâlâta sahiptir. Onların ekmel (en kamil) 'i, mutlak kemal sahibine en yakın olanlarıdır. Mekan ve mesafe yakınlığını değil, rütbe ve derece yakınlığını kastediyo­rum. Sonra varlıklar, canlı ve cansız olarak da ikiye ayrılır. Biliyor­sun ki, canlı cansızdan daha üstün ve daha kamildir ve canlıların dereceleri üçtür: Meleklerin derecesi. İnsanların derecesi ve hayvanların derecesi. Hayvanların, sayesinde üstünlük kazandık­ları, hayat (canlılık) daki dereceleri en geridedir, çünkü canlı demek idrakli ve faal demektir. Hayvanın idrakinde noksanlık ve filinde de noksanlık' vardır. İdrakindeki noksanlık, onun idrakinin sadece duygulara münhasır oluşundan ileri gelmektedir. Duygu­ların idraki ise kaasırdır. Çünkü eşyayı ancak el değdirmek veya yakınında olmak suretiyle idrak eder. Şayet elle tutma veya ya­kınlık olmazsa duygu işlemez. Nitekim elle tutma ve tatma duy­gulan değmeye muhtaç görme, işitme ve koklama duygulan da yakınlığa muhtaçtır. Kendisinde temas ve yakınlık tasavvur edilmeyen bir varitk olursa, duygu, bu durumda o varlığı idrak edemez. Hayvanın fi'lindeki noksanlık ise, şehvet (istek) ve öf­kenin iktizasına münhasır oluşundan ileri geliyor. Bir hayvanı istek ve öfkeden başka harekete geçiren bir amil yoktur. Hayvanın aklı yoktur ki, onu istek ve öfkenin icaplarına muhalif (aykırı) oian işlere çağırsın.

Meleklere gelince, onların derecesi en yüksek derecedir. Çünkü melekler, idraki yakınlık ve uzaklığın tesiri altında bulun­mayan varlıklardır. Hatta onların idraki, kendisinde yakınlık ve uzaklık tasavvur edilenlere münhasır değildir. Çünkü yakınlık ve uzaklık ancak cisimler üzerinde tasavvur edilir. Cisimler, mevcu­datın en değersiz kısımlarıdır. Aynı zamanda melek, şehvet ve öfkeden münezzehtir. Onların fiilleri şehvet ve öfke icabı, de­ğildir. Fiil ve amelleri, şehvet ve öfkeden yüce bir gayeye daya­nır. Bu gaye, Allah-ü Teâlâ'ya yakın olma isteğidir.

İnsan ise, iki derece arasında orta mertebede bu­lunmaktadır. Sanki' insan, hayvaniyet ve melekiye'tten mürekkeb (terkib edilmiş) bir varlıktır. Başlangıçta (çocuklukta) hayvaniyet ciheti daha galiptir. Çünkü önceleri yürümek ve kımıldamak suretiyle mahsus (duyulan)'a yaklaşıldığı zaman ancak idrak edebilen duygulardan başka bir idrake sahip değildir. Beden hareketine muhtaç olmaksızın ve eşyayı idrak etmek için temas ve yakınlık aramaksızın göklerin ve yeryüzünün alemlerine, hatta mekanda yakınlık ve uzaklıktan münezzeh olan hususların idraki­ne nüfuz eden aklın nuru ile aydınlanıncaya kadar bu durum devam eder. Ayni zamanda önceleri onun varlığına hakim olan şey, şehvet ve öfkesidir. Kendisinde olgunluk arama isteği so­nuç ve akıbet düşüncesi, şehvet ve öfkenin icaplarına karşı isyan belirinceye kadar bu iki unsurun tesiri altında kalır. Şayet şehvet ve öfkesini yener, onlara, malik olur ve onlar, kendisini kumanda' ve idare edecek güçte olmazlarsa, bu bakımdan meleklerden bir benzeyiş almış olacaktır. Keza, nefsini hayâlât ve mahsusattan keser, hiç bir his ve hayalin erişemeyeceği hususlann idraki ile ünsiyet peyda ederse, meleklerden bir ben­zeyiş daha almış olacaktır. Çünkü hayatın hususiyeti idrak ve aklidir. Noksanlık, itidal ve kemal bu iki şeye racidir. Bu iki hususi­yette ne derece meleklere uyarsa: o nispette hayvaniyetten uzak ve meiekiyete yakın olur. Melek ise Allah'a yakındır. O hal­de yakına yakın olanında yakın olması gerekir.

Diyeceksin ki, bu sözden anlaşılan zahir mana kul ile Hak Teâlâ Hazretleri arasında benzerlik bulunduğunu gösterir. Çünkü kul, Allah'ın ahlakı ile ahlâklandığı vakit O'na müşabih (benzeyen) olur. Oysa şer'an ve aklen bilinmektedir ki, Allah'ın eşi ve ben­zeri yoktur. Allah hiç bir şeye benzemez ve hiç bir şey de O'na benzemez. Buna cevaben derim ki:

Allah-ü Teâlâ hakkında menfi olan mümasebetin manasını her ne şekilde anlarsan anla, O'nun eşi ve benzeri bulunmadığı­nı bileceksin, Şöyle ki herhangi bir vasıfta ortak olmanın mümaseleti gerektireceği zannedilmemelidir. Birbirine benze­meyen ve birbirinden son derece uzak olan iki zıddın birçok sıfatlarda ortak oldukları görülmektedir. Nitekim siyah, araz olma, renk olma, gözle görünme ve diğer bazı hususlarda beyaza ortak olmuştur. Bu durumda bir kimse "Allah-ü Teâlâ mahalle muhtaç olmayan mevcuttur ve o, Semi, Basir, Alim, Mürid, Mütekellim, Hayy, Kadir ve Fail'dir" der ve insan da böyle oldu­ğunu söylerse, onu müşebbihe fırkasından mı görecek ve misil ispat ettiğine mi hüküm vereceksin? Heyhat.. Durum zannettiğin gibi değildir. Eğer böyle olsaydı bütün insanların müşebbihe olmaları gerekirdi: Çünkü en azından vücud sıfatında müşareket vardır. Vücud ise müşabeheti, hatta nev'iyet ve mahiyette mü­şareketten ibaret olan mümaseleti andırıcıdır. At, zeyreklikte her ne kadar üstün olsa da insana örnek olamaz. Çünkü at, nev'iyette insandan ayrılmaktadır ve yalnız zeyreklikte ona ben­zemektedir ki bu zeyreklik, insanın zatiyetini teşkil eden mahi­yetten hariç bit arizdir. Tanrılık hususiyeti ise, bizatihi Vacibül-vücud olup var olması mümkün olan her şey'i muntazam ve mükemmel şekilde yaratan bir varlık olmasıdır. Bu hususiyette ortaldık ve ortaklıktan hasıl olan mümaselet elbetteki tasavvur edilemez, Kulun rahim, sabır ve şekûr olması mümaseleti gerek­tirmez. Nitekim semi, basir, alim, kaadir, hayy ve fail oluşu mümaseleti gerektirmiyor. Hatta diyebilirim ki, tanrılık hususiyetini ancak Allah-ü Teâlâ ve O'nun eşi ve benzeri olan bilir. Fakat O'nun eşi ve benzeri olmadığına göre O'ndan başkası zinhar bilemez. Bu sebeple "Allah'ı ancak Allah-ü Teâlâ bilir!" diyen Cüneyd (Rahimehullah) hakikati ifade etmiştir. Nitekim en üstün kuluna bile bir isim vererek o ismi arada perde kılmıştır; Allah'tan başkası bilmez. Zinnûn ölüm yatağında iken kendisine "ne arzu edersin?" diye soruldu. Cevaben "bir lahza bile olsa ölmeden evvel O'nu tanımayı" dedi. Bu söz şimdi bir, takım zayıfların kalplerini karıştırmakta ve bu nevi sözleri anlayacak kudrette olmadıklarından inkar ve tevile gitmektedirler. Halbuki "Allah'ı çok iyi bilirim" diyen de bence sözünde doğrudur ve "Allah'ı bilemem" diyen de sözünde doğrudur.

Bilindiği üzere nefy ve ispat, ikisi birden bir arada sıdka hamledilemez; ancak sıdk ve kezibi paylaşırlar. Yani nefy doğru olursa ispat yalan ve ispat doğru olursa nefy yalan olur. Fakat sözün vechi değişirse sıdk bir iki kısımda tasavvur edilir. Şöyle ki, "Ebu Bekir Es-Sıddîk'ı tanır mısın?" sorusu iki kişiye sorulsa ve onlardan biri, "Ebu Bekir Es-Sıddîk, bilinmeyecek ve tanınmaya­cak bir şahsiyet midir? Büyüklüğü, şöhreti ve adının her tarafa yayılmış olması yanında, dünyada onu tanımayan kimse tasavvur edemem, minberlerde sözü geçer, camilerde adı anılır, övgü ve meziyetleri bütün dillerde söylenir" diye cevap verse, öbürü de, "ben kimim ki Sıddîk'ı tanıyabileyim! Heyhat, heyhat! Sıddîk'ı ancak kendisi gibi veya daha, üstün olan tanır; onu tanıdığımı nasıl iddia edebilir veya onu tanımaya nasıl göz dikerim, ben gibiler, onun adını ve vasfını işitirler ki, onu tanıdıklarını iddia etmeye hakları yoktur" dese her ikisi de doğruyu söylemiş olmaktadırlar. Ne var ki, bu ikinci sözün vechi başkadır ve o tazim ve ihtirama daha layıktır.

İşte Allah'ı bilirim veya bilemem diyenlerin sözlerini bu şe­kilde anlamak gerekir. Hatta düzgün bir yazıyı anlayışlı bir insana göstersen ve "bu hattın sahibini tanır mısın?" diye sarsan, "hayır" dese doğru söylemiş olur. "Evet! bu hattın sahibi yaşayan, muk­tedir, işiten, gören, eli sağlam ve hattatlık sanatına vakıf bir in­sandır, hakkında bütün bunları bildiğim halde kendisini tanımaz olur muyum?" diye cevap verse gene doğru söylemiş olur. Şu farkla ki, tanımam sözü daha doğru ve uygundur. Çünkü hakikat­te o hattın sahibini tanımamaktadır. Sadece düzgün bir yazının yaşayan, muktedir, işiten, gören, eli sağlam ve yazı sanatını bilen bir hattata muhtaç olduğunu bilmiş, hattatın kendisini tanımamış­tır. Bütün insanlar da böyledir. Bu muntazam ve muhkem kaina­tın müdebbir, hayy, alim ve kaadir bir yapıcıya muhtaç olduğu­nu bilirler, Bu ise iki taraflı bir marifettir: Bir tarafı alem ile ilgilidir ve buradan alemin bir müdebbir'e muhtaç olduğu biliniyor. Öbür tarafı ise Allah-ü Teâlâ ile ilgilidir ve buradan da Zatın haki­kat ve mahiyetine dahil olmayan sıfatlardan müştak olan isimler biliniyor. Nitekim bir kimse, bir şey'i göstererek "o nedir?" diye sorarsa, bu soruya karşı bir takım müştak (türemiş) isimlerin zik­redilmesinin zinhar cevap sayılmayacağını yukarıda açıklamış bulunmaktayız. Mesela, bir hayvanın şahsını işaret ederek "bu nedir?" dese ve cevap olarak da, ya uzundur veya beyazdır veya kısadır dense yahut suyu işaret ederek "bu nedir?" dese ve soğuktur cevabı verilse yahut ateşi işaret ederek "bu nedir?" dese ve ısındırıcıdır cevabı verilse şüphe yok ki bütün bunlar mahiyetin cevabı değillerdir. Bir şey'i tanımak, ancak o şeyin hakikat ve mahiyetini bilmekle kaabildir; müştak isimleri tanıyıp bilmekle değil.

Evet, bir şeyi tanımak, o şeyin hakikat ve mahiyetini tanımak­tır. Isındırıcı ise, hararet vasfına sahip müphem bir varlıktır. Alim ve kaadir sözümüz de böyledir. Alim, ilim vasfına sahip müphem bir varlık, kaadir de kudret vasfına sahip müphem bir varlık­tır. Eğer sen, "var olması mümkün olan her şeyi var eden "vacibül-vücud" sözümüzün O'nun hakikatinden ibaret olduğunu söylersen; heyhat! derim. Çünkü "Vacibül-Vücud" sözümüz, O'nun illet ve faile muhtaç olmamasından ibarettir, bu da, On­dan sebebin selbi hususuna racidir. "Bütün varlıklar O'ndan vücud bulur" sözümüz ise, fiilerin Allah-ü Teâlâya izafeti husu­suna racidir, Bu durumda bize "bu şey nedir?" şeklinde bir soru tevcih edilse ve biz "faildir" desek, cevap olmaz. İlleti bulunan bir varlıktır desek, gene cevap olmaz. Ya illeti bulunmayan bir varlıktır desek nasıl cevap olur? Bütün bunlar O'nun zatının gay­risinden ve nefy veya ispata mevzu olmak üzere zatına izafe edilen bir husustan haber vermektedir. Bütün cevaplar isimler­de, sıfatlarda ve izafetlerde kalıyor. O halde "O'nu tanımanın yolu nedir?" diye sorarsan cevaben derim ki;

Bir sabi veya bir innin (iktidarsız, puluç), bize çiftleşmenin tadını duyma ve hakikatini idrak etme yolunu sorsa, bu mesele­de iki yolun bulunduğunu söyleriz. Ya onu kendisine vasfederek tanıtacağız veya "Şehvet garizesine ulaşıncaya kadar sabret; o zaman çiftleşmeyi kendin yapar ve tadını öğrenirsin!" diyeceğiz.. Gerçek marifete ulaştıran tahkik yolu bu ikinci yol­dur. Birinci yol ise bir tevehhüm yaratmaktan ileri geçmez. Çift­leşmeyi tad diye adlandırılan bir nesneye benzetmekten ibaret kalır. Fakat kendisinde şehvet meydana gelir ve tadarsa, onun şekerin tadına benzemediğini ve gerçek tadını tevehhüm ettiği şekilde olmadığını kesin olarak anlayacaktır. İsmi ve sıfatı hakkın­da bütün duydukları ve onun lezzetli ve güzel olduğu doğru olmakla beraber.

Böylece Allah-ü Teala'yı tanımanın da iki yolu vardır: Biri kaasır (kusurlu) ve öbürü mesdüd (kapalı) dır. Kaasır, isim ve sıfatların zikredilmesidir ki, bunun yolu, nefislerimizden öğrenip bildiklerimize benzetmektir. Biz kendimizi kaadir, amil, hayy ve mütekellim olarak biliyoruz. Sonra bunların, Allah-ü Tealâ'nın vasıflarından olduğunu işittik; delil ile öğrendik; kaasır (kusurlu) olarak da fehmettik. Tıpkı ınnin'in, şekerin tadına benzetmek suretiyle çiftleşmenin tadını anlaması gibi. Oysa bizim hayatımız, kudretimiz ve ilmimiz, Allah'ın hayat, kudret ve ilminden alabil­diğine uzaktır; hatta iki uzaklık arasında münasebet yoktur,

Allah-ü Teala'yı bu evsaf ile tarif etmenin faidesi ise iham, teşbih, kendisine benzemediği halde isimde müşarekettir. Ga­yemiz, çiftleşmenin tadını ınnin'e anlatmak olunca, onu kendisi­ne, duyduğu tatlardan biri, mesela tatlı bir yemeğin lezzeti ile temsil ederek, ona "şekerin tatlı olduğunu, şeker yediğin zaman ağzında tatlılık ve içinde hoş bir raiha hissetiğini biliyor musun?" deriz ve o, "evet!" der. Bunun üzerine "cima (cinsi münasebet) de işte böyledir!" deriz. Fakat ona çiftleşmenin gerçek tadını hakikatine uygun şekilde anlatmış olduğumuza ve ınnin'in bu tadı filen zevkeden ve duyan kişinin durumunda olacağına kani misin? 'Heyhat! Gerçek şu ki bu vasıf bir iham yanlış bir teşbih ve tefhim ve isimde müşareket olmaktan ileri geçmez. İhamdır; çünkü umumiyetle güzel bir iş olduğu vehmini Uyandırır. Teşbihdir; çünkü çiftleşmenin tadı sadece isimde şekerin tadına benzetilmiştir.

Fakat "hiç bir şey O'nun misli gibi değildir; diridir, diğer diri­ler gibi değil, kaadirdir, diğer kaadirler gibi değil" diyerek teşbihi keseriz. Nitekim "çiftleşme, şeker gibi tatlıdır, fakat o lezzet elbette bu lezzete benzemez ve aralarında yalnız isimde mü­şareket vardır!" deriz. Sanki biz Allah-ü Tealâ'nın hayy, alim ve kaadir olduğunu bilince önce Kendi sözümüzün manasını bil­mekte ve O'nu ancak kendimizle tanımaktayız. Şöyle ki kulağı işitmeyen insanın, "Allah-ü Teala semi'dir!" sözümüzün manasını anlaması tasavvur edilemez. Anadan doğma kör de, "O basir'dir!" sözümüzün manasını anlayamaz. Nitekim bize, "Allah eşyayı naşıl bilir?" diye sorulsa, "senin eşyayı bilmen gibi!" deriz. Naşıl kaadir oluyor?" diye sorsa, "senin kaadir olmaklığın gibi" deriz. Bizim bu cevabımızdan bir şey anlayamaz. Ancak kendisine münasip olan bir vasıf ise önce onunla kendisinin muttasıf olduğunu ve sonra kendisine mukayese etmek suretiyle başka­sını bilir. Allah-ü Teala'nın bizde münasibi bulunmayan bir vasıf ve hususiyeti olursa bu durumda bizdeki vasıf sadece isimde ona ortak olur. Şekerin tadının çiftleşmenin lezzetine müşareketi olmasaydı anlaşılması elbette imkansız olurdu.

Her insan önce kendini tanımakta ve sonra Allah-ü Teala'nın sıfatları ile kendi sıfatlan arasında mukayese yapmaktadır. Oysa Allah-ü Tealâ'nın sıfatları yücedir ve bizim sıfatlarımıza benze­mekten münezzehtir. İşte bu marifet kaasır (kusurlu) ve kendi­sinde iham ve teşbih ciheti galiptir. Bu itibarla müşabehetin aslen menfi olduğunu ve isimde müşareket olmakla beraber ikisi arasında münasebet bulunmadığını bilmek gerekir.

Mesdûd (kapalı) olan ikinci yola gelince, bu kulun tanrılık sı­fatlarının tamamını elde edinceye kadar beklemesi ve nihayette tanrı olması yoludur. Tıpkı Sübyanın çiftleşmenin tadını duymak için bulûğ çağını beklemesi gibi.

Ne var ki bu yol kapalı ve yasaktır. Çünkü tanrılık hakikatinin Allah'tan başkası için hasıl olması müstahildir. Bu yol, tahkiki mari­fetin yegane yoludur amma, o, Allah'tan başkasına mutlak ve kati surette kapalıdır. O halde Allah'ı, hakikati üzere Allah'tan başkasının bilmesi muhal (imkansız) dır. Hatta diyebilirim ki, Peygamberi bile ancak Peygamber'in kendisi bilir. Nübüvvet mertebesine ermemiş olan nübüvvetin sadece adını ve onun insanda Peygarnber'i Peygamber olmayandan ayırt eden bir hususiyet olduğunu bilir. Fakat o hususiyetin mahiyetini ancak o hususiyete sahip olan peygamberin kendi bilir. Peygamber olmayan asla bilemez. Ancak kendindeki sıfatlara benzetmek suretiyle anlar. Hatta daha ileri gidecek ve diyeceğim ki: Hiç kimse ölümün hakikatini, cennetin hakikatini ve cehennemin hakikatini bilemez. Bu hususlar ancak ölümden sonra, cennet ve cehenneme girdikten sonra bilinir. Çünkü cennet esbabı melezzettir. Ömründe lezzet duymayan bir insan farz edelim, cenneti ona çekici ve cazip bir şekilde anlatabilmemize imkan yoktur. Cehennem de acı veren sebeplerden ibarettir ki, öm­ründe acı çekmeyen bir insan farz edelim, cehennemi ona anlatabilmemiz mümkün değildir. Ancak acı çektiği en büyük acıya benzetmek suretiyle cehennemi kendisine anlatabiliriz ve lezzetlerden bir kısmını tattığı vakit de yemek, cinsi münasebet, manzara ve benzeri lezaizden tattığı en büyük lezzete ben­zetmek suretiyle cenneti kendisine anlatmaya çalışırız. Şayet cennette dünyadaki lezzetlere benzemen bir lezzet varsa onu anlatmaya aslen imkan yoktur. Ancak teşbih yolu ile anlatılabilir. Tıpkı çiftleşmenin lezzetinin şekerin tadına benzetilmesi gibi. Şüphe yok ki cennetin lezzetleri, dünyada tattığımız her çeşit lezzetten, cima lezzetinden, şeker lezzetinden çok uzak ve başkadır. Nitekim cennet lezzetlerinin en doğru 'tabiri göz görmemiş kulak işitmemiş ve insan hayalinden geçmemiş lez­zetler olarak tavsif edilmesidir. Eğer, dünya yiyeceklerinden birinin tadına benzetirsek, onun dünya yiyecekleri gibi olmadı­ğım ve mesela cinsi münasebetin lezzetine benzetecek olur­sak, onun dünyada bildiğimiz cinsi münasebet gibi olmadığını söylemek zorundayız.

Bütün bunlardan sonra artık yer ve gök halkının, Allah'ı an­cak isim ve sıfatları ile tanıdıklarını söylememizin hayreti mucip olacak tarafı var mıdır? Nitekim cennet hakkındaki bilgilerin de isim ve sıfatlardan ibaret olduğunu söylemekteyiz. İşte insanın isim ve sıfatını işitip de tanımadığı idrak edemediği, zatına eri­şemediği, hali ile hallanamadığı her şey de böyledir,

"Ariflerin Allah'ı tanımalarının neticesi nedir?" diye sorarsan deriz ki: Allah'ı (gerçek manada) tanımaktan aciz olduklarını bilmeleridir. İşte O'nu tanıyamayacaklarını ve tanımanın zinhar mümkün olamayacağını bildikleri zaman hakikati bilmiş olurlar. Zira tanrılık sıfatlarının künhüne vakıf olarak hakiki marifetle Allah'ı bilmek, Allah'tan başkası için muhaldir. Marifet, yukarıda zikretti­ğimiz gibi keşif ve burhan tarikiyle olursa, bir mahluk için mümkün olan marifetin son haddine erişilmiş olur. Nitekim Sıddîk'ı Ekber (R.A.), "derki idrakden acziyet idraktir!" sözü ile bu ger­çeği işaret etmiştir. Hatta kainatın efendisi Rasulüllah (S.A.V.) de, "Sen kendini övdüğün gibi ben seni övmeye muktedir değilim!" sözü ile bu hakikati kastediyor. Bu sözün manası şudur: Ey Al­lah'ım! Sana mahsus olan övgüleri ve tanrılık sıfatlarını ihata ede­bilecek güçte değilim onları ancak ve ancak sen ihata edersin.

Yoksa bu sözden, dil ile tabiri mümkün olmayan hakikatlere erdiğini kastetmiş değildir.

Marifetin genişlemesi meselesine gelince bu genişleme, O'nun isim ve sıfatlarına dair olan marifette olur. Eğer O'nu bil­mek mümkün değilse o halde melekler, nebiler ve velilerin mari­fet babındaki derecelerinin ne ile birbirinden farklı olacağını sorarsan cevaben derim ki: Marifetin iki yolu olduğunu öğren­miş bulunuyorsun. Birisi hakiki olan yoldur ki, bu yol, Allah'tan başkasına kapalıdır. Bu yolu kazanmak ve idrak etmek isteyen bir mahluku celal tecellileri hayrete düşürür ve başını kaldırıp bak­mak istediği an, duyduğu dehşetten gözleri kapanır. Sadece isim ve sıfatları tanımaktan ibaret olan ikinci yol ise halka açıktır. Mahlukların meratibi işte bu yolda değişmektedir. Allah-ü Tealâ'nın alim ve kaadir olduğunu icmali olarak bilenle O'nun yer ve gök alemlerinde; ruhların ve cesetlerin yaratılışında akıllara hayret veren eserlerini müşahede eden, memleketinin eşsiz ve emsalsiz güzelliklerine ve harika sanatlarına vakıf olan, bunları bütün ayrıntıları ile inceleyen, her birinde gizli olan hikmeti ara­yan, letaif-i tadbiri müstevfi ve Allah-ü Tealâya yaklaştıran melekiyet sıfatlarının tamamı ile muttasıf olan, o sıfatları bilfiil yaşayan bir olur mu? Hatta bu iki kişi arasında erişilemeyecek derecede uzaklık vardır.

Mamafi nebilerin ve velilerin meratibi arasındaki farkı, ancak bir misal ile anlayabileceksin. Mesela İmam Şafii (Rahimehullah) gibi takva sahibi ve kâmil bir âlimi malum olduğu üzere kapıcısı da tanır, talebesi El-Müzeni de tanır. Kapıcı, onun bir hukuk alimi ve yazan olduğunu ve halkı Allah'a irşad ettiğini icmali olarak bilir. El-Müzeni ise, kapıcısının tanıması gibi değil, onu sıfat ve malumatının teferruatım ihata edecek şekilde tanır; Hatta on çeşit ilim sahibi olan bir alimi, o ilimlerden yalnız birini tahsil etmiş olan talebesinin tanımış olmasına imkan bulunmadığı hal­de o ilimlerden hiç birini tahsil: etmeyen hizmetçi nasıl tanısın? Hatta on ilimden birini tahsil eden talebe, eğer o ilimde hocası­na müsavi olursa onun onda birini tahkik yolu ile tanımış olur. Şayet o ilimde de hocasının seviyesinde değilse, geri kaldığı hususlarda hocasını tahkik yolu ile değil, ancak icmali olarak bildiği söylenir. Bu icmali bilgi ise, hocasının kendisinden daha çok malumatlı olduğunu bilmesinden ibarettir.

İşte marifetullah'da meratibin değişik olması da buna ben­zer. Allah-ü Tealâ'nın malumatına, kudretinin harika eserlerine, dünya, ahiret, mülk ve melekut alemlerini süsleyen eşsiz ve benzersiz sanatlarına vukufiyet arttıkça Allah-ü Tealâya olan marifeti o nispette artar ve tahkiki marifete o nispette yaklaşır.

Eğer "zatın hakikatini bilmediklerine ve bunun müstabil ol­duğuna göre isimleri ve sıfatlan gerçek ve tam marifetle bilmişler midir?" diye soracak olursan, deriz ki: "Hebat! Bunu da ancak tam ve hakiki olarak Allah-ü Tealâ bilir. Çünkü bir zatın alim ol­duğunu bildiğimiz vakit, hakikatini anlayamadığımız müphem bir varlığı tanımış olmaktayız. Sadece o zatın ilim sıfatına sahip ol­duğunu biliriz. Sonra ilim sıfatını gerçekten ve hakikatine uygun şekilde bilirsek, o zatın alim olduğuna dair bilgimiz tamdır; yok­sa değildir. Allah-ü Tealâ'nın ilminin hakikatini ancak o ilme sahip olan bilir ve o ilme Allah'tan başkası sahip olamayacağına göre ondan başkası bilemez. Ne var ki kendi ilmine teşbih yolu ile .anlar. Yukarıda irad ettiğimiz şeker misalinde olduğu gibi.

Allah-ü Tealâ'nın ilmi, halkın ilmine benzemez ve bu itibarla halkın Allah-ü Tealâ'nın ilmine olan marifeti tam ve hakiki marifet değildir. İlhamı ve teşbihidir. Bu söz, hayretini mucip olmasın. Ben aynı zamanda bir sihirbazı ancak o sihirbazın kendinin veya onun gibi veya onun üstünde olan başka bir sihirbazın bile­bileceğim söylemekteyim. Sihir nedir bilmeyen, sihrin hakikat ve mahiyetini tanımayan kişi, sihirbazın sadece vücud yapısını ve onun mahiyetini bilmediği bir ilim ve hususiyete sahip oldugunu bilebilir. Sihirbazın malumatına ve taşıdığı hususiyetin mahiyetine vakıf değildir. Gerçi o hususiyetin, müphem de olsa ilmin bir şubesi olduğunu ve semeresinin de gönüllere tesir etmek, ci­simlerin zahiri evsafını değiştirmek ve karı kocayı birbirinden ayırmak olacağını bilir. Fakat bu, sihrin hakikatini bilmiş olmak değildir. Sihrin hakikatini bilmeyen de sihirbazın hakikatini bile­mez. Çünkü sahir (sihirbaz), sihir hususiyetine sahip kişi demek­tir ve sihir sıfatından müştak bir isimdir ki, sıfat bilinirse ancak isim bilinir ve sıfat bilinmezse isim de bilinmez. Bu itibarla sahirden başkasının sihir hakkındaki bilgisi, mahiyetten uzak bir umumi vasıfdan ibarettir; yani sihrin ilmin bir şu besi olduğunu ve ken­disine ilim isminin intibak ettiğini bilmekten ileri geçmez. Allah-ü Tealâ'nın kudretine dair malumatımız da böyledir. Kudretin bir vasıf ve semeresinin de eşyayı yaratmak olduğunu, kendisine kudret adı verildiğini, çünkü cima lezzetinin şeker lezzetine münasip olması gibi onun da kudrete münasip olduğunu biliriz. Bütün bunlar, kudretin hakikatinden uzak ve ayrı şeylerdir. Ne var ki Allah'ın kudretinin şümulü altına giren eşyanın tafsilatı ve kainattaki üstün sanat eserleri hakkında malumat bakımından kulun ihatası arttıkça kudret sıfatını anmaktan nasibi de o nispet­te artar. Nitekim bir meyve bir meyveliği gösterir. Hocasının ulum ve maarifi hakkında talebinin ihatası arttıkça onu daha iyi tanır ve ona karşı saygısı bütünlenir. Ariflerin marifetinin birbirin­den farklı oluşu da bu hususa racidir. İşte meratibin nihayeti yoktur. Çünkü kulun, Allah-ü Tealâ'nın nihayetsiz malumatından bilebildiklerinin ve bilemediklerinin de nihayeti yoktur. Vücud bulan şey mütenahi ise de insanın ilimler üzerindeki kudretine nihayet tasavvur edilemez: Gerçi vücud alemine intikal eden eşya, kesret (çokluk) ve kıllet (azlık) bakımından birbirinden farklı olurlar ve insanların da, marifette birbirinden farklı oldukları bununla bilinir. Bu durum, mal zenginliği ile hasıl olan kudrette insanların birbirinden farklı olmalarına benzer. Bir kuruşa ve bir liraya malik olan var; binlerce liraya malik olan da vardır. İlimler de böyledir. Hatta ilimlerdeki farklılık daha büyüktür. Çünkü malumat sonsuzdur. Malların maddeleri cisim ve cisimler de mütenahidir ki, kendilerinde sonsuzluk tasavvur edilemez.

Artık yaratıkların marifet denizlerinde birbirinden nasıl farklı olduklarını, marifetin de nihayetsiz olduğunu anlamış oldun. Ve artık bildin ki. Allah Allah'tan başkası bilemez diyen doğruyu söylemiştir; yalnız Allah'ı tanıdım diyen de doğruyu söylemek­tedir. Çünkü vücud aleminde yalnız Allah ve O'nun efâli vardır. Allah'ın fiillerine O'nun kendi fiilleri olması yönünden bakıp bu yönde karar kılar veya Allah'ın fiillerini gök veya yer veya ağaç olarak görmez de sırf O'nun sun'u ve eseri olarak görürse, bu şahsın marifeti rubübiyet sahasını geçmez ve bu şahıs için "yal­nız Allah'ı tanıyorum!" veya "yalnız Allah'ı görüyorum!" demek mümkün ve caiz olur. Yalnız güneşi ve onun ufuklarda intişar eden ziyasını görebilen bir şahıs tasavvur edilse, bu şahsın, "yalnız güneşi görüyorum!" demesi doğrudur. Güneşten taşan ışık, güneşin cümlesinden olup, bu cümleden hariç bir varlık değildir. Vücud aleminde bulunan her şey de ezeli kudretin nurlarından bir nur ve asarından bir eserdir. Güneş, bütün eşya­yı aydınlatan ışık kaynağı olduğu gibi böylece ibarenin tam ola­rak ifade edemediği mana da zaruret icabt ezeli kudret olarak tabir edilir ki, varlık aleminde hakim olan bu ezeli kudrettir ve bu manada vücud aleminde yalnız Allah'ın bulunduğu ve arifin de "yalnız Allah'ı tanıyorum!" demesi caizdir.

Hayreti mucib olan hallerden biri de, "Allah'tan başka bir varlık bilmiyorum!" diyenin doğruyu söylemiş ve ayni zamanda "Allah'ı bilemem" diyenin de doğruyu ifade etmiş olmasıdır. Ne var ki bu sözlerin vecihleri değişiktir. Nitekim vecihleri değişik olan mütenakızları tekzip etmek gerekseydi, Allah-ü Tealâ'nın atlısında sen atmadın; ancak Allah attı" [22]Kavl-i Şerifi doğru olmazdı. Oysa doğrudur. Çünkü rami (atıcı). İki itibarla rânidir. Birinde kula, öbüründe ise Allah'a nispet edilmiştir ki, bunda tenakuz yoktur.

Artık bu kadarla iktifa edelim; sahili bulunmayan bir denizin enginlerine açılmış olduk. Bu çeşit sırların, kitaplara tevdi edil­mek suretiyle tebeddüle uğramaması gerekir. Bunların burada arz ve beyanı kasıtsız gelmiş olduğundan bu bahsi kapatarak Esma-i Hüsna'nın mufassal olarak izahına dönelim. [23]


2- Gayaler Ve Maksadlar Üç Kısımdan Müteşekkildir


Allah'ın Doksandokuz İsminin Manalarının Şerh Ve İzahı Hakkındadır.

 

Ebu Hüreyre (R.A.) rivayet ediyor. Resulûllah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem buyurdular:

"Şüphe yok ki, Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Yüzden bir eksik.. Çünkü o, tektir; tek'i sever. Bu isimleri her kim sayarsa Cennet'e girer"

 

ESMA-İ HÜSNA ALLAH'IN EN GÜZEL 99 İSMİ:

Errahmanü
 

Errahimü
 

Elmelikü

 

Elkuddüsü

Esselâmü
 

Elmü'minü
 

Elmüheyminü
 

Elazizü

Elcebbârü
 

Elmütekebbirü
 

Elhâliku
 

Elbâriü

Elmusavvirü
 

Elgaffârü
 

Elkahhârü
 

Elvehhâbü

Errazzâku
 

Elfettâhü
 

Elalimü
 

Elkabizü

Elbâsitü
 

Elhafizü
 

Errâfiü
 

Elmuizzü

Elmuzillü
 

Essemiü
 

Elbasirü
 

Elhakemü

Eladlü
 

Ellatîfü
 

Elhabirü
 

Elhalimü

Elazimü
 

Elgafuru
 

Eşşekûrü
 

Elaliyyü

Elkebirü
 

Elhafizü
 

Elmukytü
 

Elhasibü

Elcelîlü
 

Elkerimü
 

Errakibü
 

Elmücibü

Elvasiü
 

Elhakimü
 

Elvedûdü
 

Elmecidü

Elbaisü
 

Eşşehîdü
 

Elhakku
 

Elvekîlü

Elkaviyyü
 

Elmetinü
 

Elveliyyü
 

Elhamidü

Elmuhsi
 

Elmübdiyü
 

Elmuidü
 

Elmuhyi

Elmümiytü
 

Elhayyü
 

Elkayyümü
 

Elvacidü

Elmacidü
 

Elvâhidü
 

Essamedü
 

Elkadirü

Elmuktedirü
 

Elmukaddimü
 

Elmuahhirü
 

Elevvelü

Elaâhırü
 

Ezzâhirü
 

Elbatînü
 

Elvali

Elmüteâli
 

Elberrü
 

Ettevâbü
 

Elmüntekimü

Elafüvvü
 

Erraûfü
 

Malikülmülki zülcelali velikram

Etmuksitü
 

Etcamiü
 

Elganiyyü
 

Elmuğni

Elmâniü
 

Ezzârrü
 

Ennâfiü
 

Ennûrü

Elhâdi
 

Elbediü
 

Elbâki
 

Elvârisü

Erreşidü
 

Essabûrü
 

Cellecelâlehu.
 


1) Cellecelâlehu.
2) Elaâhırü
3) Eladlü
4) Elafüvvü
5) Elalimü
6) Elaliyyü
7) Elazimü
8) Elazizü
9) Elbaisü
10) Elbâki
11) Elbâriü
12) Elbasirü
13) Elbâsitü
14) Elbatînü
15) Elbediü
16) Elberrü
17) Elcebbârü
18) Elcelîlü
19) Elevvelü
20) Elfettâhü
21) Elgaffârü
22) Elgafuru
23) Elganiyyü
24) Elhabirü
25) Elhâdi
26) Elhafizü
27) Elhafizü
28) Elhakemü
29) Elhakimü
30) Elhakku
31) Elhâliku
32) Elhalimü
33) Elhamidü
34) Elhasibü
35) Elhayyü
36) Elkabizü
37) Elkadirü
38) Elkahhârü
39) Elkaviyyü
40) Elkayyümü
41) Elkebirü
42) Elkerimü
43) Elkuddüsü
44) Ellatîfü
45) Elmacidü
46) Elmâniü
47) Elmecidü
48) Elmelikü
49) Elmetinü
50) Elmuahhirü
51) Elmuğni
52) Elmuhsi
53) Elmuhyi
54) Elmuidü
55) Elmuizzü
56) Elmukaddimü
57) Elmuktedirü
58) Elmukytü
59) Elmusavvirü
60) Elmuzillü
61) Elmübdiyü
62) Elmücibü
63) Elmüheyminü
64) Elmü'minü
65) Elmümiytü
66) Elmüntekimü
67) Elmüteâli
68) Elmütekebbirü
69) Elvacidü
70) Elvâhidü
71) Elvali
72) Elvârisü
73) Elvasiü
74) Elvedûdü
75) Elvehhâbü
76) Elvekîlü
77) Elveliyyü
78) Ennâfiü
79) Ennûrü
80) Errâfiü
81) Errahimü
82) Errahmanü
83) Errakibü
84) Erraûfü
85) Errazzâku
86) Erreşidü
87) Essabûrü
88) Essamedü
89) Esselâmü
90) Essemiü
91) Eşşehîdü
92) Eşşekûrü
93) Etcamiü
94) Etmuksitü
95) Ettevâbü
96) Ezzâhirü
97) Ezzârrü
98) Malikülmülki zülcelali velikram

[TOP]

9.3.3 ALLAH

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ALLAH

[24]
ALLAH

 

Bu Rubûbiyet sıfatlan ile müttesif, gerçek varlığı ile münferit olan varlığın ismidir. Çünkü ondan başka her varlık bizatihi varlığa müstahak değildir. Zira varlığı kendinden değildir. Zatı itibari ile helâka (yok olmaya) mahkumdur...

Evet, Allah'tan başka her varlık helâka mahkumdur. Yok ola­caktır, baki kalacak olan, ancak ve ancak O'dur!

Lafza-i Celâl bu mânâyadır. Onun asıl kökü hakkında yani (Allah) kelimesi hangi kelimeden meydana gelmiştir hususundaki ileri, geri fikirlerin serd edilmesi insana, beyhude çabalamaktan ve yorulmaktan başka bir şey kazandırmaz. [25]

 
Faide

 

Şunu iyi bil ki, bu isim, (Allah) Allah'ın doksan dokuz isminin en büyüğüdür! Çünkü bu, içinden hiç bir şey müstesna olmak­sızın, bütün ilahi sıfatlan cem eden zâte delâlet etmektedir.. Diğer isimleri ise, ilim, kudret, fiil gibi yalnız ifade ettikleri mana birimlerine delalet etmektedir..

Ve yine bu isim, Allah'tan başkasına, ne hakikat ve ne de mecazen delâlet etmeyeceği cihetiyle, bütün isimlerinden daha ahasdır. Yani daha özellik ve hususiyet ifade etmektedir.. Diğer isimler ise, böyle değildir. Ondan başkasına da itlâk edilip çağırılabilir: Kadir, Âlim, Halim gibi.. İşte bu iki sebeptendir ki, Allah ismi, bütün isimlerin en büyüğü olmuştur... [26]

 
Bir İncelik:

 

Diğer isimlerin mânâları, kula sübutu itibarıyla da tasavvur edilebilir. Hatta merhametli kişiye rahim, bilsin olan kişiye âlim, sabırlı olana sabûr, çok şükredene şekûr denebilir. Tabii Allah'a denmesiyle kula denmesi arasında farklar vardır. Lakin "Allah" ismi ise her ne suretle olursa olsun Allah'tan başkasına itlik edi­lemez.. Yukarıda arz ettiğimiz gibi, ne hakikat cihetinden ve ne de mecaz cihetinden.

Bu ismin bu özelliği itibarı iledir ki, Es'sabûr, Eş'şekûr, el'cebbar, el'melik gibi isimler Allah'a izafe edilerek: "Bunlar Allah'ın isimlerindendir,) denilmiştir de, Allah ismi, Sebûr ve Şekûr'ün isimlerindendir denilmemiştir. Zaten denemez de!

Neden mi? Çünkü, bu isim (Yani Allah ismi) ilahi mânaların hepsini içine alma itibarı ile daha şümullü ve daha kuvvetli oldu­ğundan, başka isimle tarif edilmesine hacet kalmamıştır. Diğerleri ise ancak O'na (Lafza-i Cellâl'e) izafetle tanımlanmıştır... [27]

 
Tenbih:

 

Kulun bu isimden nasibi, son derece teabbud olmalıdır. Yani Allah'a bütün kalbi ile bağlanmalıdır. Hem de öylesine ki, Sözü ondan başkasını görmemeli, ondan başkasına iltifat eyle­memeli, ondan başka hiç kimseden bir dilekte bulunmamalı (yani kimseye boyun eğmemeli), ondan başkasından' korkmamalı!. "Bu niçin olmasın ki, O bu isimden, O'nun (Allah'ın) gerçek varlık olduğunu, O'ndan başka ne varsa, bütün her şeyin fani, boş ve yokluğa mahkûm olduğunu anlamıştır.... Evet kişi, her şeyden önce kendisinin de yok olacağını her fani gibi haya­ta gözlerini yumacağım bilmelidir. Nitekim Resûlüllah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem kendisini yok saymış da şöyle buyurmuştur: Arab'ın söylediği beyitlerin en doğrusu Lebid'in şu sözüdür: "Allah'tan mâada her şey boştur."[28]

[TOP]

9.3.4 ER'RAHMAN ER'RAHÎM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ER'RAHMAN ER'RAHÎM

 
ER'RAHMAN ER'RAHÎM

 

Bu iki isim, rahmet kökünden gelmedir, Rahmet (esirgeme) esirgenmiş bir varlığı gerektirir, ihtiyaçsız bir esirgenmiş ise kabili tasavvur değildir. İşte bu isimle, kast etmeden, murat etmeden muhtacın ihtiyacı (ihtiyarı olmadan) karşılanır. Öyleyse muhtaç olan kişiye Rahim denemez!

Bir ihtiyacı karşılamak isteyen kimse, eğer o ihtiyacı karşıla­maya gücü yettiği halde karşılamazsa ona Rahim denmez, çün­kü iradesi tamam olsaydı mutlaka o ihtiyacı karşılardı. Eğer ihti­yacı karşılamaktan aciz ise, içinde şefkat ve merhamet duygusu taşıdığından dolayı kendisine Rahim denebilir.. Lakin ne var ki onun merhameti noksan sayılmış olur. Zira tam rahmet mer­hamet iyiliğin muhtaçlara izafesiyle ve onlara gerçekten isteme­siyle mümkün olur. Umumi Rahmet (Esirgeme) ise, hak edene de, etmeyene de şamil olan bir' merhamet (esirgeme) dir.

Allah'ın Rahmeti (Esirgemesi) hem tamdır, hem de şümulü­dür.

Tamdır: Çünkü muhtaçların ihtiyaçlarını gidermek istemiştir ve bizzat tam manâsıyla gidermiştir...

Şümullüdür; Zira, O, Rahmeti hak edene de, etmeyene de şamil olmuş, dünya ve ahirette duyulacak her türlü zaruret ve ihtiyaçları kapsamıştır... Şu halde mutlak ve gerçek Rahim (esir­geyici) O'dur!... [29]

 
Bir İncelik:

 

Rahmet (esirgeme), merhamet eden kimseye arız olan hü­zün verici bir duygu olmaktan hali değildir, Rabse şüphesiz ki bu gibi şeylerden münezzehtir. Bu sebeple belki bunun rahmet anlamında bir noksanlık olduğunu sanırsın. Oysa bu; O'nun hakkında noksanlık değil, bilakis kemal (mükemmellik) dir.

Noksan değildir. Çünkü, Rahmetin (esirgemenin) mükem­melliği; semeresinin kemâliyledir. Muhtacın ihtiyacı tam manasıy­la karşılanınca, esirgenen kişinin, asıl merhamet edenin elem duygusunda herhangi bir rolü olamaz!. Merhamet eden kimse­nin elem duyması, kendi şahsının zaafına ve noksanlığına delalet eder. Muhtacın ihtiyacı gerçek manada karşılanınca bu bir şey ifade etmiş olamaz.

Bunun esirgeme anlamında mükemmel olmasına gelince: Esirgeyici, hiç şüphe yok ki, kendi nefsinde duyduğu bu acıma hissini, muhtaç durumda olana yardım etmek suretiyle bertaraf etmek ister. Bu, her ne kadar zahiren ona noksanlık iras edeceği hissini verirse de, asıl gaye muhtaç durumda olan kişinin ihtiya­cını karşılamaktır. Yoksa kendi vicdani üzüntüsünü dindirmek değildir. Öyleyse, esirgeyici için böyle bir noksanlık kabili ta­savvur değildir.. [30]

 
Faide:

 

RAHMAN (ismi) Rahim (isminden) daha hususilik ifade eder. Bu sebepledır ki, Allah'tan gayrisine bu isim konamaz. Rahim ismi ise, Allah'tan başkasına da itlâk edilebilir. Bu yönden Rahman ismi Allah'ın Âlem (Zat) ismi olan "Allah" ismi ne yakın­dır. Her ne kadar bu isim Rahmet kökünden gelme ise de ger­çek budur. Bu sebepledir ki Cenab-ı Hak, her iki ismi şu ayette bir arada zikr etmiştir: "De ki: Gerek Allah diye ad verin, gerek Rahman diye ad verin, hangi adı verirseniz nihayet en güzel isimler onundur"[31]

İşte bu yönden ve birde sayılan Allah isimlerinde teradüfü önleme keyfiyetinden dolaydır ki, her iki ismin arasını ayırt etmek gerekmektedir. Rahman isminin ifade ettiği mana Rahim isminin ifade ettiği mânâdan mutlaka farklı olmalıdır. Yalnız Ahiret saa­detini vermek (Mü'minlere) anlamında olan Rahim isminden Rahman ismi şu bakımlardan farklıdır;

Rahman ismi icabında Allah insanları önce yaratmıştır, sonra mü'minleri imana ve mutluluk sebeplerine hidayet etmiştir. Daha sonra da onlan ahirette mutlu kılmıştır. Dördüncü olarak da on­ları, kendi Cemal-i İlahisini müşahede etmek şerefine nail ve mazhar etmiştir... [32]

 
Tenbih:

 

Mü'minler bu isimden ne elde edebilirler?

Mü'minler bu isimden şunu elde edebilirler. Önce Allah'ın gafil kullarına merhamet edip onları olanca güçleriyle Allah yo­luna vaaz ve nasihat etmek suretiyle çevirirler. Böyle bir teşeb­büste bulunduklarında şiddet yolundan ziyade yumuşaklık ve şefkat yollarını tercih ederler: Asilere de merhamet sözü ile bakarlar, eziyet ve zulüm nazarı ile değil...

Mü'minin başlıca sayesi, insanlardan sadır olan her masiyet sanki kendi nefsinden sadır oluyormuş gibi, o masiyeti onlardan bertaraf etmeye olanca gücüyle çalışmak ve bu suretle onları Allah'ın gazabına uğramaktan kurtarmak olmalıdır.

Mü'minin "Rahim" isminden istifade edeceği hususta şudur:

Gücü yettiği kadar muhtaç durumda olan kimselerin ihtiya­cını karışılar, yanında ve memleketinde ihtiyacını karşılamadığı hiç bir fakir bırakmaz. Muhtaçların ihtiyaçlarını ya para ile ya da nüfuzu ile veyahut hayra delâlet etmekle, daha olmazsa zengin ve söz sahibi olan kişilere başvurmak suretiyle karşılar. Bu say­dıklarımızdan aciz olursa, o zaman ona hayırlı dualar yapmak suretiyle onun hüzün ve kederini paylaşır... [33]

 
Bir Soru Ve Bir Cevap: Soru:

 

Allah'ın Rahim ve Erhamerrahimin (merhamet edicilerin en merhamet edicisi) olmasının manası nedir? Mademki Rahim, zarara uğramış, hasta, işkenceye maruz kalmış, bela ve musibet­lerle karşı karşıya gelmiş kişilerin imdadına koşup kurtarmaktır. Mademki Hak Tealâ her belayı, her fakrü zarureti önlemeye, her hastalığı bertaraf etmeye kaadirdir. Öyleyse neden dünya hasta­larla, muhtaçlarla doludur? Kullarını neden böyle işkenceler içerisinde kavranır bir halde bırakmaktadır?

 

CEVAP:

 

Bu suali bir misalle cevaplandıralım. Bir küçük yavruyu ele alalım, hastadır. Ameliyat edilmesi gerekmektedir. Annesi acıdığı için bir türlü onu ameliyat masasına, cerrahi müdahalede bulu­nacak operatöre teslim etmek istemiyor. Babası ise ameliyat olmasında karar!!...

Cahil zanneder ki, anne babadan daha merhametlidir. Bak anne evlâdı için nasıl telaşlanıyor ve ameliyata kıyamıyor, der. Akıllı kişi ise hiç de böyle düşünmez. O, babanın daha merha­metli olduğuna inanır. Çünkü baba onu devamlı sancıdan kurta­racak... Bunun için de muvakkat acılara tahammül etmesine göz yumacaktır..

Çünkü az ve geçici acılar sancılar ilerde gerçek sıhhate ve­sile olacaksa nazarı itibara alınmaz. Onlara kötü nazar ile bakıl­maz. Bilakis iyidir gözü ile bakılır. Çünkü onlar iyiye bais olacak­lardır.

Rahim (merhamet edici) ye gelince, hiç şüphe yok ki, mer­hamete muhtaç olan kişiye merhamet etmek ister... Sonra varlık âleminde hiç bir şer yoktur ki "Hayrı" içinde bulundurmasın. Şer, büsbütün ortadan kaldırılmış olsaydı, içinde bulundurduğu hayrı da beraberinde alıp götürecekti. İçinde bulundurduğu hayırla beraber ortalardan kaybolmasıyla şüphe yok ki daha büyük ser­ler ve zararlar ortalığı dolduracaktı...

Mikrop almış bir eli düşünelim. Bu eli kesmek, zahiren her ne kadar kötü görünürse de, bütün bedenin selameti gibi bü­yük bir mutluluğa vesile olacağından onda sonsuz hayırlar gizli­dir. Çünkü eli öyle kendi haline terk etmek bütün bedenin hela­kine sebep olur. Böylelikle şer, olduğundan daha da zararlı ve yaygın bir hal alır. Şu halde bütün bedenin selameti için bir elden olmak şer değil, bilâkis hayırdır. Eli kesmek bizzat bedeni kurtarmak için murat edilmiştir. Elin kendi uzviyetini kurtarmak için değil de bedenin selameti için kesilmiş olması, asıl gayenin eli değil de bedenin kurtulması olduğunu ortaya çıkarmıştır,. Netice olarak her ikisi de iradede yer almıştır. Ancak şu farkla; birisi kendi zatı için arzu edilmiş, diğeri ise başkasını kurtarmak için istenmiştir.. Kendi zatı için murat edilen, her zaman için başkası için murat edilenden önce gelir. Bu sebeple Cenab-ı Hak "Rahmetim gazabımı sevk etmiştir" buyurmuştur.[34]

Şimdi bu Kudsi Hadisi inceleyelim: Allah'ın gazabı, şerri mu­rat etmesidir. Çünkü şer de (kötülük de) O'nun iradesiyle mey­dana gelir.

Rahmeti ise Hayrı (iyiliği) murat etmesidir. Hayır da onun ira­desinin bir neticesidir. Lâkin hayrı, bizzat hayrın kendisi için murat etmiştir. Şerri, bizzat kendisi için değil, içinde bulundur­duğu (insanlara meçhul ve kapalı olan) hayır için murat etmiştir. Demek ki, şer (kötülük) bizzat kendisi için maksud değil, içinde sakladığı hayır için kasd edilmektedir. Şu halde hayır, kendisine vusul için bazı arazları gerektirmektedir.

Böyle olan bir şey, rahmete engel olabilir mi hiç? İmdi için­de hiç bir hayır saklamayan bir şer aklına gelirse veyahut hayrı serde değil de başka yönden tahsil edilmesi mümkündür der­sen, o zaman bu iki vehmi sana ilham eden cüce aklını suçla! (Neden mi?)

Şerrin içinde hayır yok demen, daha doğrusu böyle bir hükme varman, cüce aklının gerçek marifete nüfuz edememe­sinden ileri gelmektedir. Çünkü sen böyle düşündüğünde, ya ıstıraptan kurtulmak için ameliyatı kötü ve tehlikeli gören sabi, veyahut da maktulün ölümünü şer kabul ettiği için kısasla öldü­rülen kişinin idamını şer kabul eden ahmak gibi olursun. Ahmak kısasla olan umum menfaati, insanlığın selâmet ve saadetini dü­şünememiştir. Tek şahısta görülecek bir şer'in kaldırılmasıyla, umumun hayrına vesile olacak genel bir hayra tevessülün sırrını anlayamamıştır. O öyle düşünüyor veyahut öyle olmasını istiyor diye hayır olan şey ihmal edilir mi hiç?.. "Hayrı şerrin dışında tahsil etmek mümkündür." gibisinden aklını kurcalayan vehme gelince. Bu da ince, her aklın idrak edemeyeceği gayet muğlâk bir keyfiyet arz etmektedir. Zira her muhal veya mümkün olan şeyin imkanlılığı veya imkansızlığı, ne bilbedahe ve ne de azıcık bir düşünce bir nazarla anlaşılmaz, bilâkis bu, derin ve geniş düşünceleri gerektirir ki, bir çok kimselerin içinden çıkabileceği iş değildir bu...

Öyleyse bu iki vehmi sana ilham eden aklını suçla da Allah­'ın merhamet edicilerin en merhamet edicisi olduğu ve Rahme­tinin de gazabını sebk ettiği hususunda asla tereddüde kapılma. Şerri murad eden kimse hakkında, bunu bizatihi şer için murad ediyor, öyleyse o, Rahmet ismine müstahak değildir diyerek şüphecilik yollarını arama!

Şerrin ifşasını engelliyen örtüyü kaldırdığımızda mahzı hay­rın su yüzüne çıkacağını söyledik. İman et (yeter) beni ifşa ya zorlama!' Ben sana şifreyi verdim, eğer işaret ve şifreden arılı­yorsan bu kadarı sana yeter... [35]

 
Beyit:

 

"Eğer diriye çağırsaydın mutlaka duyururdun; lakin ne yazık ki çağırdığın kişide hayat yoktur!..."

Bu birçok kimselerin düşündüğüdür.. Onun için böyle bir açıklamada bulundum, Yoksa Allah'ın kader hakkındaki sırra vakıf olan kardeş bu söz sana değildir. Sen zaten bu sibi açıklamala­ra ve tenbihlere muhtaç değilsin. [36]

[TOP]

9.3.5 EL'MELİK

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MELİK

EL'MELİK

 

O, öyle bir varlıktır ki, ne zatında ve ne de sıfatında hiç bir varlığa ihtiyacı yoktur. Bilâkis her şey zatın da, sıfatında, mev­cudiyetinde ve bekasında ona muhtaçtır!

Şu halde ondan başka her şey O'nun memlukûdür..

O'nun ise hiç bir şeye ihtiyacı yoktur! İşte Melik-i mutlak O'dur!.. [37]

 
Tenbih:

 

Kulun mutlak melik olması hiç düşünülemez. Çünkü onun her şeyden müstağni olduğu söylenemez.. Allah'tan başkasına ihtiyacı olmasa bile, mutlaka daima Allah'a muhtaçtır. Sonra ona herkesin, her şeyin muhtaç olduğu da düşünülemez. Zira ona muhtaç olmayan birçok varlıklar vardır da o farkında değildir., Lakin kendisinin bazı şeylere muhtaç olmaması düşünülünce onun Melik olduğu zannı hâkim olur.

Kullardan gerçek Melik o kişidir ki; Allah'tan başka kimsesi olmaz.. Allahtan gayri her şeyden alakasını keser, bununla be­raber asker ve halkının kendisine itaat ettiği boyun eğdiği ülkeye sahip olur.. (Nasıl mı?)

Şöyle: Çünkü onun öz ülkesi kalbi ve kalıbıdır. Askerleri ise, gazabı, şehveti, hava hevesidir. Halkı ise; dilli, gözleri elleri ve sair azalarıdır....

O, bütün bunlara hâkim olup da kendisine boyun eğdirirse, işte kendi iç dünyasında sultanlık derecesine yükselmiş de­mektir.. Bir de buna insanlara karşı olan ihtiyaçsızlığı ve herkesin gerek dünya hayatında ve gerekse ahiret hayatında kendisi­ne, muhtaç olduğu hususu eklenirse işte o zaman yeryüzünün sultanı olmuş demektir ki bu, Peygamberlerin (Allanın selamı üzerlerine olsun) rütbesidir. Çünkü O'nlar, ahiret hayatına hida­yet etme hususunda Allah'tan başka hiç kimseye ihtiyaçları yok­tur, herkes kendilerine muhtaçtır...

Meliklik hususunda; Peygamberleri, onların varisleri olan âlimler takip ederler, onların sultanlık derecesi de, kulları irşat edebilmek yeteneğiyle ölçülür.

Evet, bu niteliklerle kul melekler derecesine ulaşır ve Allah'a yaklaşabilir. Bu mülk hakimiyet kendilerine gerçek melik olan, mülkünde ortağı bulunmayan Allah tarafından ihsan edilmiştir.

Emirlerden biri, ariflerden birine:

Ne ihtiyacın varsa söyle. Dediği zaman, arifin kendine verdiği cevap ne de arif'anedir.

Ben senden ne isteyeceğim ki, benim iki kölem vardır ki onlar senin efendindir..

Neymiş onlar bakalım?

Biri hırs, diğeri heva ve heves... İşte ben bu ikisinin sırtını yere getirip onlara hâkim oldum, sen ise bunlara yenildin. Onlar sana hâkim oldular. Demiştir.

Adamın biri, bir şeyh'ten kendisine nasihatte bulunmasını ri­ca edince Şeyh ona dedi ki:

Dünyada da, ahirette de melik ol. Adam bu sözü du­yunca şaşırdı ve tekrar sordu:

Nasıl yani?

Dünyaya karşı olan hırs ve şehvetini kesersen, hem dün­yada hem ahirette sultan olursun. Çünkü sultanlık hürriyet ve ihtiyaçsızlıkta görülebilir; esaret ve zillette değil... [38]

 

[TOP]

9.3.6 EL'KUDDÛS

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KUDDÛS

EL'KUDDÛS

 

O, hissin idrak ettiği, hayâlin tasavvur ettiği, vehmin ileri atı­lıp tahayyül ettiği, vicdanın ihtilâç ettiği tefkirin tasarladığı her vasıf (nitelik) den münezzeh ve müberradır..

O'nu vasf ederken; o, ayıp ve noksan sıfatlardan münez­zehtir demedim, çünkü böyle bir söz edebe aykırı düşer.. Zira böyle bir ifade, ülkenin kralını vasf eden kimsenin: "ülkemizin kralı, mühür kazıyıcı, kan alıcı değildir!" sözüne benzer.

Şurası da muhakkaktır ki, bir şeyin mevcut olmasını nefy et­mek (yoktur demek) o şeyin var olmasının mümkün olduğunu vehm ettirir.

Böyle bir vehim de Vacib-i Tealâya noksanlık isnad etme­ye yol açar. Onun için O'nu vasf ederken dedim ki: O, birçok kimselerin mükemmel olarak kabul ettiği veya sandığı vasıflardan münezzehtir.. Çünkü o insanlar, önce kendilerine bakıp nitelikle­rini tanıdılar.. Tabii ki, bu nitelikler içinde mükemmel olanı mev­cut olduğu gibi Doksan olanlar da mevcuttur.

Onlar, ilim, kudret, duyma, görme, konuşma, irade gibi va­sıflarını manalarının hizasına koyarak işte bu kemal sıfatlardır, dediler.

Kendilerine göre, cehalet, acizlik, körlük, sağırlık, dilsizlik gi­bi noksan olan sıfatları da mânâlarının hizasına koyarak noksan saydılar.

Sonra Allah'ı övmek istedikleri zaman kendi ölçüleri dahi­lindeki mükemmel sıfatlarla tavsif ettiler ve noksan sıfatlardan tenzih ettiler. Oysa Allah kendi nefislerinde kemal sıfatlar olarak tanıdıkları sıfatlardan da, kendi haklarında noksan kabul ettikleri sıfatlardan da münezzeh ve müberradır. Hatta yaratıklar için tasavvur ve tahayyül edilen her türlü sıfatlardan da münezzehtir. Çünkü O, onların hiç birine benzemez, hiç bir şey de O'na menend olamaz!..

Bu konuya daima ve izah etme olmasaydı zaten bu konuya girmezdim, teeddüp ederdim. Bunu, mukaddimeler bölümle­rindeki dördüncü bölümde gayet açık olarak izah ettim. Tekra­rına lüzum görmüyorum.. [39]

 
Tenbih:

 

Kulun takdisi, ilim ve iradesini tenzih etmesidir. İlmine gelin­ce: Onu, bütün muhayyetât, mahsusat (his edilenler).. Mevhûmat (vehm edilenler) ve benimi sıfatların iştirak ettiği her şeyden tenzih etmesidir.

İradesine gelince, onu, şehvet, öfke, yemek, içmek, evlen­mek, giymek, dokunmak, bakmak gibi beşeri lezzet ve sıfatlara müncer olan her türlü sıfatlardan tenzih etmektir.

İşte kul, böyle olunca ancak Allah'a yaklaşabilir. Onun kalbi her zaman için Allah'la beraber olabilir. Onun Allah'tan başka hiç bir şeyde hazzı, Allah'a kavuşmaktan başka hiç bir şeyde şevki, Allah'tan gayri hiç bir nesnede sevinç ve neşesi kalmaz!.. O'na Cennet bütün nimetleri ile verilse, hiç birine iltifat etmez. Sahipsiz evi ne yapsın O?.. Hülasa: Kul, hissi, hayali ve hayvani olan temayüllerden kurtulduğu gün ruhen kemale ermiş olur.

Müridin celâleti, muradının celâletiyle ölçülür. Bütün gayesi karnına giren şey olursa, kıymeti de ondan çıkan şey kadar olur...

Allah'tan başka gayesi olmayan kişinin derecesi, himmetine göredir..

İlmi, mahsusat, mütehayyilât derecesini geçerse, iradesi şehvet icaplarından arınırsa Hazretil Kuds'un sevgisine mazhar olmuş demektir... [40]

[TOP]

9.3.7 ES'SELÂM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ES'SELÂM

ES'SELÂM

 

O, zatı ayıptan, sıfatı noksanlıktan, ef'ali kötülükten beri olan bir varlıktır. Hal bu olunca, varlıktaki bütün selam et ve emniyet­ler ondan sadır olmuştur ve yine ona rucû edecektir. Yukarıda anlatmıştık: Vacib tealâ'nın fiilleri şer'den (yani mutlak serden) salim olmuştur.

Şerri hiç bir zaman bizatihi murat etmemiştir. Ama içinde hayır saldı olan şerri murat etmiş olabilir. Çünkü böyle olan şer aslında, yukarda da işaret ettiğimiz gibi şer değildir... [41]
 
Tenbih:

 

Hile, kin, hased, kötülüğü istemek gibi şeylerden uzak, gü­nah ve yasaklardan beri olan her kul, Allah'a selâmet bulmuş bir kalple gelecektir. İşte kulun bu gibi huylardan arınması Selam-ı Mutlak'dan istifade etmesiyle mümkündür.

Kulun her bakımdan selamet bulması, ayrıca in'tikas ve in'tikasdan da beri olmasına bağlıdır.

İn'tikas: Aklın şehvet ve gadaba esir olması demektir. Ger­çekse bunun tam aksidir. Yani şehvet ve gazabın aklın esiri ol­masıdır. Bunun aksi olunca intikasa maruz kalmış olur. Böyle olunca da emir memur; kral köle olmuş olur.. Şu halde selam ve İslâmla, ancak Müslümanların dilinden ve elinden kurtulmuş olan kimse nitelenebilir. Henüz kendi nefsini kurtaramayan kişi, bu ulvi vasıfla nasıl nitelenebilir?.. [42]
 

[TOP]

9.3.8 EL'MÜ'MİN

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MÜ'MİN

EL'MÜ'MİN

 

O öyle bir varlıktır ki, bütün emniyet ve em an ona racidir. Çünkü emniyet sebeplerini açıklamış, korku yollarını kapatmıştır.

Korku mahalli olmadan emniyet, helak olma tehlikesi olma­dan da korku tasavvur edilemez. Mü'mini mutlak o varlıktır ki, bütün emniyet ve emanın kaynağı asla ondan başkası olamaz. İşte o da Allah'tır.

Şurası da bir gerçektir ki, kör görmediği yerden kendisine bir felâketin gelebileceğinden endişe eder. İşte gören göz, sahibini böyle bir tehlikeden kurtarır. Eli olmayan kişi de el ile savunabileceği yerden tehlike geldiğinde böyle bir korkuya kapılır. Ama eli olursa o tehlikeyi rahatlıkla önler.

İşte insanoğlunun bütün organ ve duyuları da böyledir... İsimlerinden biri Mü'min olan Allah onları yaratmış, şekillendirmiş, kuvvetlendirmiştir.

Şimdi düşmanları tarafından aranan bir insanı düşünelim:

Çembere alınmış, halsiz olduğu için organları hareket ede­miyor. Hareket etse bile, kendisini koruyacak silahı yok. Veya silahı da var ama, düşman çok, tek başına üstelerinden gelemi­yor. Kendini koruyan insanlarda var ama, mutlaka hep beraber sığınacak bir kaleleri olması gerekiyor.. Tam o sırada biri yetişiyor ana silah, asker veriyor. Üstelik O'nu ve askerlerini muhafaza edecek bir de kocaman kale yapıyor. Ona emniyet ve eman nimetini tattırıyor. İşte böyle olan kişiye min diyebiliriz..

İmdi kul, yaradılış itibarı ile şayet zayıftır. Hastalık, açlık, su­suzluk, gibi şeylere maruz olduğu gibi: yanma, boğulma, yara­lanma, kırılma tehlikeleriyle de her zaman karşı karşıyadır.

Onun hastalık hakkındaki korku ve endişelerini, Ancak has­talığa çare bulan doktorlar bertaraf edebilirler. Yemekler de açlığını, su da susuzluğunu giderebilir. Azalan (organları) da bedenin muhafazası için elverişli olabilir.

Duyuları da felâketten haber verecek birer casuslarıdır..

Bütün bunların yanında kulun asıl büyük korkusu vardır ki, o da ahiret korkusudur. Onu bu korkudan kurtaracak yegâne siper ise Kelime-i Tevhiddir, Allah'ta işte kullarına en büyük bir reçete olarak ve en güzel koruyucu kale olarak bu Kelime-i Tayyibeyi ihsan etmiştir. Ve şöyle buyurmuştur: " La ilahe illallah, benim kalemdir, Her kim benim kaleme girerse, azabımdan emin olur.."

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Kâinatla, eshâba tevessül et­meden emniyet tasavvur edilemez. Bu sebeplerin halikı; onların göstericisi ve nasıl kullanılacağının öğreticisi hiç şüphe yok ki (Allah)'tır.

O'dur her şeyi yaratan, Odur yol gösteren. Evet, O'dur gerçek ve mutlak MÜ'MİN... [43]
 
Tenbih:

 

Kul, bu isimden şunu elde edebilir: Yanında bulunan her­kesi şerrinden emin kılar. Hiç kimseye zararı dokunmaz. Ona başvuran her korkan kişiyi," gerek kendi nefsi ve gerekse dini hakkında duyduğu korku ve endişeden kurtarmaya çalışır. Nite­kim Resûlüllah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşlardır:

"Allah ve ahiret gününe iman eden, komşusunu kendi kötü­lüklerinden emin kılsın..

Kullar arasında bu isme en çok hak kazanan, halkı, kurtuluş yoluna, Allah yoluna irşad ve hidayet ederek Allah'ın azabından kurtaran kişilerdir.. Bunu da hiç şüphe yok ki, Peygamberler ve âlimler yaparlar. Bakınız Peygamberimiz (S.A.V.) ne buyurmuş­lar:

"Şüphesiz siz, ateşle kelebekler gibi dolaşacaksınız, ben gelip sizi bir tarafınızdan tutarak kurtaracağım!." [44]
 
Hayâl Ve Tenbih:

 

Korku, şüphesiz ki Allah'tandır. Kullarını korkutan O'dur. Korku sebeplerini de o yaratmıştır.. Öyleyse emniyet O'na nasıl izafe edilir?

CEVAP: Korku ondandır... Emniyet de ondandır. Korku se­beplerini ve emniyeti yaratan hiç şüphe yok ki O'durl Onun korkutucu olması, Mümitl olmasına mani teşkil etmez. Nitekim kullarından bazılarını zelil kılması O'nun Muiz (Aziz) kılıcı olması­na mani değildir. Hem Muiz (Aziz kılıcı), hem de Muzil (Zelil) kılıcıdır..

Ve yine O'nun kullarından bazılarını alçaltıcı olması; yüksel­tici olmasına mani değildir. O bazı kişileri alçalttığı gibi, bazılarını da yükseltebilir..

Demek ki, Mümin (Eman veren) de O'dur, korkutan da O'­dur.. Lâkin güzel isimlerinden biri Mü'min olmuştur da Muhavvif (Korkutucu) olmamıştır... [45]

[TOP]

9.3.9 EL'MÜHEYMİN

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MÜHEYMİN

EL'MÜHEYMİN

 

Bu ismin, Allah hakkındaki mânası şudur: O (Allah), yaratmış olduğu mahlukatının amelleri, rızıkları, ecellerini bilip muhafaza eder. Her muhafaza ile memur olana müheymin derler. Bir şeye göz kulak olan kişi o şeyin koruyucusu ve müheymindir demek­tir. Şu halde israf (gözlem) ilme, istila ise Kudretin kemaline, muhafaza ise akla racidir. İşte bu manaların hepsini ancak (Müheymin) ismi içine alır. Bu manaları tam manasıyla ve kayıtsız şartsız ancak Allah tahakkuk ettirir, başkası değil. Bu sebepledir ki,

(El-Müheymin) ismi, kadim kitaplarda da Allahın isimlerin­den sayılmıştır... [46]
 
Tenbih:

 

Kendini mürakaba eden, kendi kusurlarını anlayan ve dü­zeltmeye çalışan, kendisini iyi hal üzere devam ettirmeyi başa­ran her kul kalbine hâkim olma itibari ile müheymindir. İsraf ve ittilaı daha da genişletip Allah'ın kullarına yol gösterme imkanına sahip, feraset ve istidlal tariki ile iç ve dış yüzlerine de vakıf olup da onları irşat edebilirse tabii ki bu mânadan nasibi son derece fazla olmuş olur... [47]
 

[TOP]

9.3.10 EL'AZİZ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'AZİZ

EL'AZİZ

 

O, öyle bir kıymetli isimdir ki, emsali az bulunur. Ona çok ihtiyaç duyulur. Ona ulaşmak güç olur. Bu üç manayı üzerinde bulunduramayan kişiye "Aziz" ismi, verilemez!

Çünkü çok nadir olan şey var ki, kıymetli ve faydalı değildir.. Bunun için de hiç bir zaman (Aziz) olamamıştır..

Nice kıymetli ve yararlı, misli bulunmayan şeyler var ki vüsûlü güç değildir: Güneş gibi.. Onun emsali yok... yer de öyle... Bunların faydası pek çoktur. Onlara olan ihtiyacımız da son derecededir.. Lakin (bütün bunlara rağmen) her ikisine de (Aziz) diyemiyoruz. Çünkü, onları müşahede etmek onlara vasıl olmak güç değildir. Onun için bir şeyin aziz olması için mutlaka yukarıda arz ettiğimiz üç mana (Vasf) ın bulunması gerekmek­tedir..

Sonra bu üç mana'nın her birerleri için kemal ve' noksanlık söz konusu olabilir...

Mesela nadir olmasındaki kemal, bir olmasına bağlıdır. Çün­kü birden az hiç bir şey tasavvur edilmez. Tek olan misli ve menendi bulunmayan varlık ancak Allah'tır. Ondan başkası için böyle bir şey düşünülemez..

Güneş mevcut olma bakımından her ne kadar tek ise de lakin onun gibisinin bulunması da mümkündür, yani mümkün olma bakımından o, tek değildir. Kemal necasette onun gibisi bulunabilir...

Şiddetli ihtiyaç meselesine gelince:

Bu, her şeyin varlığında, bekasında, sıfatında kendisine ihtiyaç duyulan varlık olarak kabul ettiğimizde "Hakkında kemâl" sözü doğru olabilir.. Böyle bir varlık Allah'tan başka var mıdır?

Bütün varlıklar O'na muhtaçtır. Hem de her şeylerinde.

Yukarıda açıklamıştık. Allah'ı kendisinden başka tam mana­sıyla kimse bilemez! (Künhünü..) Kayıtsız şartsız gerçekten Aziz olan O'dur!... Azizlikte O'na hiç bir şey benzeyemez!... [48]
 
Tenbih:

 

Kullardan aziz olan, uhrevi hayatlarında ve ebedi saadetlerindeki önemli işlerinde kendilerine ihtiyaç duyulandır. Şüphesiz ki, bu evsafta olanlar yok denecek kadar' azdır. İşte bu ancak Peygamberlerin, rütbesidir. (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun.)

Şeref ve izzet bakımından onlara ancak, asırlarında yaşamış halifeleri ve kendilerine varis olacak ümmet âlimleri yaklaşabilir.. Tabii bunların her birerleri, halkı irşat hususunda gösterebilecek­leri başarı nispetinde onlara yaklaşma imkanına kavuşabilir... [49]
 

[TOP]

9.3.11 EL'CEBBAR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'CEBBAR

EL'CEBBAR

 

O, öyle bir varlıktır ki, dilediğini cebir yolu ile herkeste icra edebilir. Hiç kimse O'na bir şey yapamaz. Hiç kimse O'nun elinden (kudretinden) kurtulamaz. Bütün eller O'na karşı aciz kalır. Mutlak (kayıtsız şartsız) Cebbar hiç şüphe yok ki Allah'tır. O herkese cebr eder, hiç kimse O'na cebr edemez. Bu hususta hiç kimse O'na eş olamaz. [50]
 
Tenbih:

 

Kullardan bu isme layık olan, uymaktan uyulmak derecesi­ne, yükselen, rütbe itibarı ile herkesten yüksek olan, heyeti ve suretiyle her bakımdan halka cebr eden kendisine uymaya onla­rı mecbur kılan, onlara faidesi dokunan, onlardan faydalanmaya lüzum ve ihtiyaç duymayan, tesir edebilen, hiç kimsenin tesirin­de kalmayan, kendisine uyulan ve fakat hiç kimseye uymak mecburiyetinde olmayan, herkes tarafından delicesine sevilen bir kimse, onu gördüğünde bir daha görmek isteyen ve fakat onun gibi olma temennisinde bulunmayan, kimsedir ki bu vasıf ancak insanlığın Önderi Hazreti Muhammed'e (S.A.V.), nasip ve müyesser olmuştur... Nitekim bir hadisinde bu hakikati şöyle­ce tebarüz ettirmişlerdir:

"Musa sağ olsaydı, bana uymaktan başka çaresi olmazdı. Ben Âdemoğullarının efendisiyim (ki bununla) gururlanmıyorum.. [51]

 

[TOP]

9.3.12 EL'MÜTEKEBBİR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MÜTEKEBBİR

 
EL'MÜTEKEBBİR

 

O zatına nispetle herkesi hakir gören, azamet ve kibriyayı ancak kendi nefsine layık gören, başkalarına meliklerin kölelere karşı takındığı bir nazar misali bakandır...

Bu bakış ve görüş doğru ise (gerçeğe muvafık ve vakıa mu­tabık ise) tekebbür de doğru ve sahibi gerçekten mütekebbir olmuş olur. Ne var ki bu nitelikteki isim kayıtsız şartsız ancak Allah'ındır.

Eğer bu büyüklenme ve böbürlenme batıl ise, yani görün­düğü gibi değilse, o zaman tekebbür boş ve üstelik mezmum olur. Her kim, kendini başkalarından üstün görüp de kibirlenirse onun bu davranışı boş ve mezmumdur, Çünkü büyüklük aza­met ancak ve ancak Allah'a mahsustur... [52]

 
Tenbih:

 

Kullardan gerçek manada mütekebbir, zahid ve arif olandır. Arifin zühdü ne demektir? Onun manası nedir?

Mânası, kendisini o ulvi düşüncesinden ve yüce sırrından alıkoyacak yaratıklardan tahliye etmesi, Allah'tan başka her şey­den kendisini üstün görmesi, dünyayı hattâ ahireti küçümse­mesi, kendisini Hak'tan ırak edecek her şeye sırt çevirmesidir. İşte Arifin zühdünün manası budur.

Arif olmayanın zühdü; bir nevi alışverişten ibarettir. Ahiret metaını dünya metaı ile satın alır.. Veresiye alışverişteki kar ve  zanca tama ederek peşin alış verişi terk eder. İşte buna selem ve mubayaa derler...

Yemek ve kadın şehvetlerinin köleleştirdiği kişiler, gerçekten hakirdirler. Hiç bir zaman gerçek manada mütekebbir olamaz­lar. Çünkü gerçek manada mütekebbir, her şehveti hakir gören, hayvanların bile nasibi olan her zevke sırt çevirendir... [53]

[TOP]

9.3.13 EL'HALİK EL'BARİ EL'MUSAVVİR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HALİK EL'BARİ EL'MUSAVVİR

EL'HALİK EL'BARİ EL'MUSAVVİR

 

Belki bu isimlerin eş manalar ifade eden isimler olduğu akla gelebilir.

Hepsinin de mânası (Yaratıcı) olduğu zan edilir. Ama me­sele hiç de öyle sanıldığı gibi değildir. Çünkü her yokluktan varlık âlemine çıkan şey, önce takdir, ikinci defa takdir'e göre icad, icad'dan'sonra da tasvire muhtaçtır.

Cenab-ı Hak, takdir edici olarak da haliktır. İcad edici olarak da halıkdır. Nihayet müsavvir (şekillendirici) olarak da haliktır. Yaratıklara en güzel şekli O vermiştir. Onları gayet güzel nizam ve intizam içinde O, yaratmıştır...

Bu tıpkı bir bina gibidir. O binanın, tuğla, taş, çimento, ker­piç, gibi malzemelerin ne kadar gideceğini, eni boyu - metreka­resi ne kadara, kaça mal olacağını hesaplayacak birine ihtiyaç vardır.

İşte bu işleri yapana; projeyi çizene, hesap ve kitabını ya­pana biz mühendis diyoruz..

Bunlardan sonra binayı asıl yapacak ustaya lüzum görülür. Daha sonra binanın iç ve dış tezyinatını üstüne alacak başka bir usta aranır... İnsanlar hakkında da bu böyledir. Çünkü her işi bir insan yapamaz, herkesin ihtisası ayrı ayrı konularda olur, lakin Allah hakkında biz bunu böyle düşünemeyiz. Çünkü takdir eden, icad eden ve tasvir eden de O'dur.

Şimdi Allah'ın yaratmış olduğu mahlûkatından birini ele ala­lım. Mesela, insanı...

İnsanoğlu Allah'ın yarattıklarından bir cinsi temsil eder.. İn­san varlığının vücuda getirilmesi için evvelâ nasıl yaratılacağı hakkında takdir yapılmalı. Çünkü onun, belirli bir cisim olması gerekmektedir. Bazı sıfatları alabilmesi için önce cismi lazımdır. İnşaatçının bina kurabilmesi için bazı alet ve edevata ihtiyacı olduğu gibi...

İnsanın bünyesi ancak su ve toprakta vücut bulabilir. Yalnız toprak kafi gelmez. Çünkü kurudur; tutmaz dağılıverir. Yalnız su da kafi gelmez. Çünkü tutmaz dökülüverir. Öyleyse kuru ile yaşı birbirine katıştırmalı ki, çamur haline gelebilsin. Sonra pişirici bir hararet (fırın) lazımdır ki, su ve toprak, karışımı muhkemleşip ayak da durabilsin. Demek ki, insan serapa çamurdan'yaratılmış olmuyor. Bilakis su ile yoğrulmuş, kurutulmuş ve pişirilmiş bir topraktan (balçıktan) yaratılmış oluyor...

Ama o toprağın ve suyun da belirli ölçüde olmaları gereki­yor.. Eğer takdir edilen ölçüden az olursa zerre, ya da karınca gibi küçük olur ki, insan işlerini yapamaz, rüzgar vurduğu gibi savurur ve en küçük şey onu telef eder.

Sonra dağlar kadar büyük çamur yığınından da olmaz.. Çünkü bu miktar ihtiyaçtan fazladır. Öyleyse ne az ve ne de çok tam ayar ve karar olmalıdır. Evet o, takdir edilen ölçüyü geçmemelidir... İşte bütün bunlar, takdirle olur. O (Allah), bütün bu işleri takdir etmesi ve takdire göre icad etmek itibariyle yara­tıcıdır. İcad edip yokluktan varlığa çıkarması itibariyle bari olu­yor. Sadece icad etmek ile, bir takdire gibi icad etmek, ayrı ayrı şeylerdir..

Lûgatta bu iki kelimenin ayrı ayrı mânalar ifade ettiğine şahit vardır. Araplar hazık ve her şeyi ölçü ile yapan insana halik ismi­ni verirler, Nitekim şair:

"Sen halk ettiğin (yaptığın) şeyi güzel yaparsın. İnsanlardan kimisi var ki yapar ama güzel yapamaz." demiştir.

[TOP]

9.3.14 EL-MUSAVVİR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL-MUSAVVİR

El-Musavvir İsmine Gelince:

 

Bu isimde eşyaya en güzel şekil vermek ve onları en biçimli tarza sokmak itibariyle O'na mahsustur. Bu, fiil'in vasıflandır. Bu­nun hakikati ancak kainatı tam olarak bilen, sonra ayrı ayrı yaratan Allah'a mahsustur.

Evet kainatın tamamını birçok organdan teşekkül etmiş tek şahıs olarak mütalaa edebiliriz...

Onun azaları ve eczası gökler, yıldızlar, yer, su ve hava­dır...

Bunlar gayet tertipli şekilde yaratılmışlardır. Hem öylesine muhkem bir tarzda ve tertip de ki, bu tertip, azacık bozuluverecek olursa bütün nizam altüst olur.

Üste konması gereken, üste; alta konması icab eden de al­ta konmuştur.

Tıpkı bir bina gibi. Temel taşları alta ve kereste kısmı üste konmuştur.

Bu, tesadüfi değil, bilakis önceden tasarlanıp da öyle ya­pılmıştır.

Bunun aksini düşünüp de taşları üste, ağaç kısmını alta koy­salar, bina yerinde durabilir mi? Duramaz, şeklini kaybeder..

İşte yıldızların yukarda, yer ve suların (deniz ve nehirlerin) aşağıda yaratılmasındaki hikmet ve sebepleri böyle anlamalıyız...

Kainatın yarısına kadar gitsek, nizam ve intizamındaki hik­metleri sayacak olsak bitiremeyiz..

Ayrı ayrı her şeyin hikmetini bilen, El-Musavvir isminin mana­sını daha iyi anlar ve bilir.

Bu tasvir ve tertip, âlemin her parçasında mevcuttur. Hatta karınca ve zerre de bile mevcuttur. Hatta ve hatta karıncanın organlarında bile bu akla durgunluk, kalbe heyecan veren nizam ve intizam mevcuttur.

Canlı varlıklarda en küçük bir organ olarak bilinen gözün yapısını anlatacak olursak bitiremeyiz. Gözün tabakalarını, şekil­lerini, miktarlarını ve onda olan renkleri ve bu renklerde gizli olan yüce hikmetleri bilmeyen, gözü ancak zahiri görüşündeki şekli ile bilmekten öteye bir adım bile atamaz.

Her canlı hayvan ve bitkide hatta onların her parçasında da aynı şeyi söyleyebiliriz... [54]

 
Tenbih:

 

Bu isimden kulun nasibi şu olmalıdır. Önce kendi nefsinde bütün âlemin şeklini ve suretini görmelidir. Derin derin düşünüp tafsilâta geçmelidir.

Önce (Eşrafi mahlukat) olan insana bakar, insan vücudunu iyice inceler, vücûtta bulunan cismani organları gözden geçire­rek, nevilerini, adet ve terkibini, yaratılışında ve tertip edilişindeki hikmetleri öğrenir, sonra, onun, idrak, irade gibi manevi nitelikle­rine bir göz atar, düşünür, düşünür...

Bunu takiben, gücü yettiği kadar hayvanat ve nebatatın su­ret ve şekillerini inceler ta hepsinin şekli kalbinde yer edinceye kadar,.. Tabii bütün bunlar, varlıkların cismani olan nevilerin şekil ve suretlerini bilmeye matuf şeylerdir..

Bir de bunun ruhani tertibi vardır ki; bu melekleri ve merte­belerini, yıldızlarda, göklerdeki vazifelerini bilmek demektir...

Ondan sonra beşeri kalplere tasarruf etmeye başlar, onlan doğru yola irşad etmeye koyulur...

Sonra hayvanlara karşı tasarrufa girişir ve onları ihtiyaçlarına doğru sevkeder... İşte bu isimden kulun nasibi bu olmalıdır. Yani vücûdi şekle mutabık ilmi suret kazanmalıdır kul. Çünkü nefsin şeklini bilmek, malumun şekline mutabıktır. Allah'ın suretleri bil­mesi, suretlerin ayanda mevcut olmasına sebeptir. Ayanda 'mevcut olan suretler ise ilmi suretlerin insan kalbine hâsıl olma­sını sağlar... Böylece kul, Allah'ın isimlerinden olan (El-Musavvir) isminden istifade ederek, kendi ruhuna şekillendiricilik vasfını kazandırmış olur. Hatta öylesine ki kendi de bir Musavvir (şekil­lendirici) durumuna gelir. Tabii bu, mecaz yoluyladır.. Çünkü o suret, yani kulun ruhuna gelen suret, gerçekte Allah tarafından halk edilmiştir. Kulun bunda en ufak bir rolü yoktur... Lakin kul, Allah'ın, Rahmet pınarlarından istifade etmeye koşar. "Bir kavim özlerindeki (güzel hal ve ahlâk)ı değiştirip bozuncaya kadar Allah şüphesiz onun (halini) değiştirip bozmaz".[55]

İşte bundan dolayıdır ki Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır:

"Şüphe yok ki, Rabbinizin ömrünüz boyunca nefhaları vardır. Ona koşuşun!"[56].

El-Halik ve El-Bari isimlerine gelince; Kulun bu isimlerde hiç bir rolü yoktur, yani kullara bu isimler verilmez ve onlara yaratıcı denilmez ancak çok uzak bir ihtimalle mecazi anlamda denilebilir. Çünkü yaratmak ve icad etmek, ilmin gerektirdiği şekilde gücü kullanmaktır. Allah, kula ilim ve kuvvet vermiştir. O (kul) kendisi hakkında takdir edilenleri ilmi ve kabiliyetine göre (yine Allahın izni ile) tahsil edebilir.

Aslında mevcut varlıklar iki kısma ayrılır:

1- Var olmalarında kul 'un hiç bir rolü yoktur: Gök, yıldızlar, yer, hayvan bitkiler vesair kainatın diğer yaratıkları gibi...

2- Meydana gelişinde kulun rolü bulunan varlıklar. Bunlar kulların, sanat, siyaset, ibadet ve cihad gibi, kulların amelleridir.

İnsan, nefsani mücahede (çalışması) sayesinde, bazı şeyleri icad edebilecek dereceye yükselirse ve bu hususta herkesten faik olursa o, o şeylerin muhteri (Mucidi) sayılır. Çünkü o şeyler onun icadından evvel mevcut değildiler... Mesela satrancın mucidine, satrancı filan kimse icad etmiştir diyerek satrancın mucidini belirtirler. Aslında satranç övülecek ve onu keşfeden kimseden siteyişle bahs edilecek bir meta değildi ya!..

Hayır ve iyiliklerin kaynağı olan diğer riyazi, sınai ve siyasi icadlar hakkında da aynı şeyi söyleyebiliriz.. Bu hususta başarı gösterenlere bir şeyler icad edenlere mucid diyebiliriz, lakin ne var ki bu isim ona mecazen itlâk edilebilir, hakikat yönünden değil...

Allahın bazı isimleri vardır ki, bunların kullara mecazen nakli mümkündür.. Bazı isimler de var ki, kul hakkında bu isimler haki­kattir; Allah hakkında ise mecazdır: Sabır, şekûr (isimleri) gibi...

Aradaki farkı anlamadan hiç bir zaman bu isimlerde ortaklık düşünülemez!.. [57]

[TOP]

9.3.15 EL'GAFFAR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'GAFFAR

EL'GAFFAR

 

O, iyilik yapan ve çirkini örtendir.. Günahlar, Allahın dünya­da örttüğü ve ahirette cezalandırmaktan (Kullar) hakkında vazgeçtiği çirkinliklerdendir..

El-Gafr, örtmek manasındadır.. Allanın kullar hakkında birinci örttüğü ve meydana çıkarmadığı şey, bedeninin, insan gözleri tarafından tiksinilecek ayıplardır. O ayıplar içeri de gizlenmiş ve yüzüne vurulmamıştır... İnsanın iç yüzü ile dış yüzü arasındaki fark cidden büyüktür. İkincisi;, bütün çirkin duygu ve temayül­lerin karargahı olarak kimse görmesin diye kalbi seçmiştir..

Eğer kulun hatırından geçen kötü duygularına, kalbindeki çirkefliklerine başkaları mutlak olacak olsalar ona hücum edip helak ederler, Allah onu bu durumdan da kurtarmıştır.

İçindekileri dışa vurdurmamıştır.

Üçüncüsü, kullar arasında rezil olmasına sebep olacak gü­nahlarını da örtüvermesidir. Sırf günahlarının çirkinliklerini örtmek için, imanda sebat ettiği müddetçe, günahlarını sevaplara tebdil edeceğini bile vaad etmiştir.. [58]

 
Tenbih:

 

Kulun bu isimden alacağı ilham şudur:

O'da başkalardan sadır olan hataları örter.. Kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz.

Allah'ın elçisi bunu Allah'ın kullarına öğretmişlerdir:

" Her kim bir mü'minin ayıbını örterse, Allah'ta kıyamette onun ayıbını örter.."

Gıybet eden, mütecessis olan, intikam seven, uğradığı ce­zayı mutlaka ödetmek isteyenler tabii ki bu vasıftan uzaktırlar.. Bu güzel vasıfla bezenecekler hiç şüphe yok ki, ayıpları ifşa etmeyen, kulun ayıpların araştırmak için arkası sıra gitmeyendir..

Hiç kimse kusurdan halı değildir. İnsanlar arasında kemale ermiş olgun kimseler olduğu gibi zayıf karakterli kimselerde vardır.

Çirkinliklere göz yumup da ayıbına muttali olduğu kişinin iyi­liklerinden bahs eden kimse bu vasfa layıktır.. Aşağıdaki rivayet bizim bu görüşümüze ne güzel ışık tutmaktadır:

Bir defasında İsa (Aleyhisselâm) havarileri ile birlikte ölmüş bir köpeğin yanından geçerler. Havariler dayanamaz:

Bu leş ne fena kokuyor. Derler. Hazreti İsa (A.S.) bu sö­zü duyunca:

(Bu gibi hallerde insanların iyi taraflarını anlatmak gerektiğini öğretmek için) şöyle mukabelede bulunur:

" Zavallı hayvanın ve güzel dişleri var.." [59]

[TOP]

9.3.16 EL'KAHHÂR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KAHHÂR

EL'KAHHÂR

 

O, öyle bir varlıktır ki, düşmanlarının belini kırar, onları öl­dürmek suretiyle kahreder. Hayatta hiç bir varlık yoktur ki, onun kahrı ve kudreti altında kıvranmasın. Satveti karşısında aciz kal­masın... [60]

 
Tenbih:

 

Kullardan kahhar, düşmanlarını kahr edene denir. Kulların en büyük düşmanı iki yanı (sağrısı) arasında bulunan nefsidir. O, kendisini aldatan şeytandan daha düşmandır. Kul, her ne zaman nefsinin şehvetlerini kahr ederse, şeytanı kahr etmiş olur. Çünkü şeytan onu, ancak şehvetleri vasıtasıyla hela sürükleyebilir;

Şeytanın insanları aldatmak için alet olarak kullandığı şeyler­den biri de kadınlardır. Kadınlara karşı şehvet ve isteğini kahr eden kişi, bu tuzağa düşmez..

Din kuvveti: aklın işareti ile şehvetlerini kırıp parçalayan da böyledir.

Nefsani arzularını yenen kişi mutlaka kendisini aldatmak iste­yen insanları da yenmiş demektir. Çünkü insanların gayesi, onun vücudunu ortadan kaldırmaktır. Onun gaye ve çalışması ise ruhunu ihya etmektir. Birer düşman mesabesinde olan şehvetleri öldüren kişi ruhunu ihya etmiş ve ölümünde de ölmemiş olur;

 "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilâkis onlar Rableri katında diridirler."[61]

[TOP]

9.3.17 El’VAHHÂB

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
El’VAHHÂB

El'VAHHÂB

 

Hibe, karşılığı olmayan ivezsiz ve garazsız bir bağıştır.. Bu sıfatla bağışı çoğaltan kişiye cömert ve Vahâb (ziyadesiyle ve­ren ve bağışta bulunan) denir.

Gerçek Cömertlik, karşılığında hiç bir şey beklemeden vermek ve bağışlamak ancak Allah'tan beklenir.. Bu, ancak Allah­'a mahsustur. Çünkü her muhtaca verdiği zaman karşılık bekle­meden vermiş ve halen de vermektedir. Hem de peşin verir, vereceğini sonraya bırakmaz..

Bir kimse, bir bağışta bulunduğunda, karşılığını hemen bek­lerse ve yahut zamanla insanlar tarafından övülmesini veya en azından kınanmaktan kurtulmasını isterse o insan bağışta bulun­muş bir insan değildir. Cömert olmak şerefini bile ihraz etmiş sayılmaz. Çünkü her verilen şeyin karşılığı mutlaka para veya mülk olamaz. Bazen da bunların cinsinden olmayan, elle tutul­mayan manevi değerler de olabilir verdiği şeyin karşılığı...

Her kim şeref kazanmak veya övülmek için bir bağışta bu­lunursa o sadece bu bağışı meydana ..getiren bir işçi olabilir. Çünkü gerçek bağışlayıcı o kimsedir ki, herkes ondan karşılıksız faydalar görür, yani herkese ivezsiz ve garazsız faydası doku­nur.

Hatta bazen öyleleri de olabilir ki, sırf hayrı (bak ne cimri adamdır, hiç hayır yapmıyor) demesinler için sırf korkusundan yapar, işte böyle bağışlarda bulunanlara da bağışta bulunan insan denemez. Çünkü bu da bağışını ötekiler gibi karşılık için yapmıştır.. [62]

 
Tenbih:

 

Kul'dan, hiç bir zaman gerçek manada cömertlik ve bağışlayıcılık beklenemez. Çünkü o, yapılacak bir işin, yapılmaması evla olunca o işi yapmaya katiyen yanaşmaz. Fakat, bütün varlı­ğını hatta en aziz varlığı olan ruhunu Allah yolunda, Cennetine tama etmeden veya azabından kurtulmak gibi bir gaye bekle­meden feda ederse o kişi şüphe yok ki gerçekten Vahhab (Bağışta bulunan) ve Cevad (son derece cömert olan) ismine layık olmuş olur.

Böyle olmayıp da sırf Allah'ın cennetine kavuşmak veya azabından kurtulmak gayesiyle yaparsa veyahut insanlar tarafın­dan övülmek, beğenilmek dolayısıyla nam ve şöhret kazanmak için bir bağışta bulunmuşsa, o kişi her ne kadar zahiren karşılık­sız bir bağışta bulunmuş hissini vererek, insanlar tarafından Cevad (son derece cömert) kabul edilirse de aslında böyle değildir. Çünkü insanlar karşılığın yalnız madde olduğunu sanırlar oysa maddi olmayan, manevi olan karşılıklar da vardır...

 Pekâlâ sadece Allah rızası için bir manevi nasip bekleye­rek bütün varını bağış olarak veren kişi nasıl Cevad (fazla cö­mert) olma vasfına mazhar, olamaz? diye bir sual varid olursa deriz ki:

Bu tip kimselerin hazzı yalnız Allah'tır, rızasıdır, ona kavuş­maktır.. İnsanoğlunun ihtiyari olan fiilleri ile kazanabilecek en büyük mutluluktur bu! O öyle bir haz ve saadettir ki bütün mut­luluklar onun yanında hiç kalır..

Şu halde Arif-i Billâh o kişidir ki, Allah'a yalnız Allah için iba­det eder. Yoksa karşılığında herhangi bir saadet beklemek için değil sözünün manası nedir? Ayrıca Allah'a karşılıksız ibadet edenle, ondan bir şeyler bekleyen kişinin ibadeti arasında ne gibi farklar vardır? dersen, cevabım şu olur:

Haz, insanlarca yapılan herhangi bir ışın karşılığı demek­tir. Kul, ibadeti esnasında bu sibi niyet ve arzudan tamamen tecerrül ettiğinde, Allah'tan başka gayesi ve maksadı kalmamış demektir. Ona, insanların haz kabul ettiği şeylerden tamamen tecerrüt etmiş derler..

Mesela bir köle, efendisine, efendisi olduğu için değil de, ondan bir ikram beklemek için hizmet eder.. Efendi de kölesini, kölesi olduğu için değil de ondan hizmet ve hürmet beklemek için korur..

Bir baba böyle ini ya?

Bir baba, çocuğunu, çocuğu olduğu için korur, ondan menfaat beklemek için değil..

Hatta, oğlu ona gereken hürmeti göstermese bile yine onu düşünür, onun iyiliğine çalışır.. (Adama sende!..) diyemez!

Bir kimse, bir şeyi (o şeyin kendisi için değil de) başka şeye ulaşmak için talep ederse: sanki onu talep etmemiş demektir. Çünkü istemesinde o gaye değil, başka şeydir. Altın isteyen kimse gibi... Altın isteyen kişi, onu bizatihi istemez, bilâkis onun­la yiyecek ve siyecek almak için ister... Hatta yiyecek ve giyecek de bizatihi murat değildir; lezzet elde edip, elem ve kederi gidermek için arzulanmışlardır...

Lezzet (zevk) bizatihi murat edilmiştir.. Ardında başka gaye yoktur!

İnsanoğluna arız olacak elem ve kederin önlenmesi de öy­le. İşte altın, yiyecek elde etmek için bir vasıtadır. Yemek de şehvet ve lezzet elde etmek için bir köprü!... Lezzet ise gaye­dir, vasıta değil...

şte çocuk da bir baba için vasıla değildir.. Babanın onu ar­zulaması (sevmesi) onun selameti içindir. Çünkü çocuğun ken­di, bizatihi pederin hazzıdır...

Allah'a Cennet için ibadet eden de böyledir: Allah onu (Cenneti) kendisinin aranması ve istenmesi için bir vasıta kılmış­tır; gaye değil.. Vasıtayı şöyle anlayabiliriz: Şayet gayeye onsuz (vasıtasız) ulaşılacak olursa o aranmaz...

Dünyevi istekler eğer altınsız elde edilse hiç şüphe yok ki, altın aranmaz. Kimse ona iltifat etmez.. Şu halde gerçekte mahbûb olan ulaşılmak istenen gayedir, altın değil.

Eğer Allah'a ibadet edilmeden cennet elde edilseydi, kim­se Allah'a ibadet etmezdi.. Şu halde Abid'in (ibadet eden kişi­nin) mahbûbu ve matlûbu cennetti, başkası değil.. Lakin Allah'­tan gayri mahbûbu olmayan, bütün hazzı ve gayesi Allah'a ka­vuşmak olan kişi böyle değildir. Onun bütün gayesi ve arzusu Allah'a kavuşmak, Melei Alâ da mukarreblerde beraber olmak­tır. İşte bu niteliği taşıyan kişiye "O, sadece Allaha ibadet edi­yor, yani Allah'a Allah için ibadet ediyor; başka bir gaye güde­rek değil." derler..

Bu demek değildir ki, onun hiç bir hazzı yoktur.. Onun hazzı vardır ve o hazzı yalnız Allah'tır, O'ndan başkası değil...

Allah'a kavuşmak, onu müşahede etmek, onu bilmek sevinç ve neşesine inanmayan, ona müştak olamaz.. Ona müştak ol­mayan, hakkında, Allah'ın onun gayesi olduğu düşünülemez. Bu sebepledir ki, o kişi yaptığı ibadet babında, sadece maddiyatı düşünen kötü bir işçi gibi olur.

Ne yazık ki insanların çoğu, bu zevki tatmamışlardır, bu zevki tatma mı şiardır, Allah'ın cemaline bakmanın lezzetini anla­yamamışlardır. Bu tıp kimselerin imam yalnız dilledir.. İçlerine işlememiştir., Çünkü içlerinden biran evvel Cennette Müminlerin emrine verilecek hurilere kavuşmak isterler...

Bütün bu anlattıklarımızdan şu neticeyi eide ediyoruz: Hazlardan hali olmak muhaldir. Allah'a kavuşmak hazların en büyü­ğüdür.. Eğer insanların kabul ettiği, yapılan herhangi bir işin karşı­lığı olan maddi veya manevi menfaa'tı bir haz olarak kabul eder­seniz ben buna (Haz) demem...

Kul hakkında elde edilmesi, ondan mahrum olmasından daha iyi ise tabii ki bu onlarca haz kabul edilebilir... [63]

[TOP]

9.3.18 ER’ REZZAK

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ER’ REZZAK

ER' REZZAK

 

Rızıkları ve rızık verdiği varlıkları yaratan, rızıklarını onlara ulaştıran, rızıklarla faydalanmalarına temin eden hiç şüphe yok ki, O'dur!

Rızık iki kısımdır:

1- Beden için olan, azıklar ve yemekler gibi zahiri rızık

2- Batıni rızık. (Yani ruhun rızkı).

Batıni rızık, marifetler ve mükaşefelerdir ki, bunlar kalpler için hazırlanmış en şerefli rızıklardır.. Çünkü bunun semeresi, ebedi hayattır; zahiri olan rızkın semeresi ise belirli bir zamana kadar bedenin kuvvetini sağlar...

Bu iki rızık çeşidini yaratan ve erbabına isal eden (ulaştıran) şüphe yok ki, Allah'tır..Lakin onu, dilediğine bolca verir, istediği­ne karşı da azaltır... [64]

 
Tenbih:

 

Bu vasıftan kul'un hazzı (nasibi) iki şey olabilir:

1- Bu vasfın, gerçek sahibi Allah olduğunu bilmesi, O'ndan başka kimsenin müstahak olmadığını iyiden iyiye anlamasıdır. Böylece rızkı ancak O'ndan bekler. Bu hususta O'ndan başkası­na itimad ve tevekkül etmez.

Hatem'ül Esem'den [65] rivayet edilmiştir: Bir adam ona sordu:

Nerden yiyorsunuz?

Onun hazinesinden...

Sana gökten ekmek mi yağdırıyor?

Yeryüzü O'nun olmasaydı, elbette ekmeği gökten yağ­dırırdı...

Siz sözü tevil ediyorsunuz!

Çünkü o, gökten ancak kelamı indirmiştir!..

Anlaşıldı sizinle baş edemeyeceğim!

Çünkü batıl, hakla hiçbir zaman başa çıkamaz....

2- Ona kılavuz bir ilim, öğretici bir dil, sadaka verip de menfaat sağlayan bir el verdiğini bilmesidir.. Bunlar, söyleyeceği güzel sözler, ve yapacağı güzel işler vasıtasıyla kalpler için şe­refli rızkın temin edilmesine yol açarlar..

Allah bir kulu sevdimi, halkın ona olan ihtiyacını artırır...

Rızıklârın halka ulaşılması babında, Allah ile kul arasında va­sıta olduğu müddetçe, vasıftan bir nasip almış olur. Peygambe­rimiz (S.A.V.) buyurmuşlardır:

"Allah'ın emrettiğini, isteyerek veren emin haznedar, hiç şüphe yok ki, tasaddukta bulunanlar­dan biridir."

Kulların elleri, Allah'ın hazineleridir.. Ellerini bedenlerin rızıklanması için, seferber eden, dilini kalplerin rızıklanması için ayakta tutan kişi, bu sıfatın sevabına nail olacakların en şereflisidir! [66]

[TOP]

9.3.19 EL'FETTAH

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'FETTAH

EL'FETTAH

 

O, öyle bir varlıktır ki, onun inayetiyie bütün kapalı (kapılar) açılır, hidayetiyle her müşkül hal olur da peygamberlerine ülke­ler feth edip düşmanlarının ellerinden çıkarır de şöyle buyurur:

"Biz hakiykat sana (Hüdeybiyye müsalehası ile) apaşikar bir feth (ü zafer yolu) açtık..." [67]

Velilerinin kalplerinden perdeyi kaldırıp onlara, Semasının melekütüne, kibriyasının cemaline giden kapı­ları açar... Ve şöyle buyurur: "Allahın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutacak yoktur."[68]

Gayb anahtarlarını ve rızık anahtarlarını elinde (kudretinde) bulunduran o (yüce varlık) hiç şüphe yok ki, (Fettah) olmaya en layık olur!.... [69]

 
Tenbih:

 

Kulun silkinmesi lazımdır ki yapacağı güzel nasihatlerle müş­külât kilitleri kırılsın, vereceği güzel öğütlerle de halkın anlayamadiği dini ve dünyevi meselelerine bir çözüm yolu bulunsun. Bu sayede o, El Fettah isminden gereği gibi yararlanmış olabilir... [70]

 

[TOP]

9.3.20 EL'ALİM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'ALİM

EL'ALİM

 

Bu ismin manası açıktır. Bunun kemali; her şeyi tam manasıy­la bilmekle, yani dışını, içini, inceliğini, açıldığını, önünü, sonunu, başlangıcını ve bitimini bilmekle olur..

Bu açıklanması bakımından, malumat (bilinen şeyler) den is­tifade edilmiş değil de, malumatın kendisinden istifade edilmiş olması gerekir. Aksi halde o ilme tam ilim denilemez.. [71]

 
Tenbih:

 

Alim vasfından kulun nasibi malûm... Lakin onun ilmi ile Al­lah'ın ilmi üç hususta ayrılır:

1- Malûmat (bilinenler)in çokluğunda. Kulun malumatı (bildikleri) ne kadar çok olursa olsun yine de mahduddur, az­dır. Namütenahi ilimler nerde, o (kul) nerde?...

2- Kulun bilmesi, veya anlayışı, her ne kadar vuzuh bulsa da, asıl gayeye vasıl olamaz. Bilâkis onun eşyayı müşahede et­mesi, ince bir perdenin ardından görmesi gibi bir şeydir.. Keşif derecelerindeki farkı inkâr edemezsin. Sabahın alaca karanlığıyla günün ortasındaki aydınlık bir olabilir mi?

3- Allanın ilmi, eşyadan istifade edilmiş değildir, bilâkis bü­tün eşya onun ilminden istifade edilmiştir. Kulun eşyayı bilmesi, eşyaya tabidir Ve onun sayesinde meydana gelmiştir.

Bu söz aklını, kurcaladı ise, satranç öğrenen kişinin ilmi ile asıl satrancı bulan kişinin ilmini bir karşılaştır. O zaman, satrancı bulan kişinin satrancın vücuduna (varlığına) sebep olduğunu satrancın varlığı da, öğrenen kişinin bilgisine sebep olduğunu anlamakta güçlük çekmezsin. Şu halde satrancı bulan kişinin ilmi, satrançtan önce gelmiştir. Satrancı öğrenen kişinin bilgisi, bu yüzden gecikmiş ve sonra elde edilmiştir. İşte Allah'ın ilmi de böyledir. Eşyadan öncedir, eşyanın varlığına sebep olmuştur.

Bizim ilmimiz işe, bunun aksine eşyadan sonradır.

Kulun ilim sayesinde elde ettiği şeref; ilmin, Allah sıfatların­dan oluşu sebebiyledir. Lakin en şerefli ilim, malumu (bilineni) en şerefli olandır. Bilinmişlerin en şereflisi şüphe yok ki, Allahü Zülcelaldır. Bunun için marifetullah, marifetlerin en efdali olmuş­tur. Hatta sair eşyayı bilmek de, Allah'ın işlerini bilmeye yahut kulu Allah'a yaklaştıracak yolu bilmeye veya da marifetullah'a ulaştıracak herhangi bir hususa sebep veya vesile olduğu için şeref sayılmıştır. Bunun dışında kalan her bilgi bu kadar şerefi haiz değildir... [72]

[TOP]

9.3.21 EL'KABIZ EL'BASID

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KABIZ EL'BASID

EL'KABIZ  EL'BASID

 

Ölüm anında varlıkların ruhunu kabz eden, hayat vereceği zaman onlara ruhları veren, zenginlerden sadakaları (zekatları) alan, fakirlere rızkı veren, zenginlere bolca ihsan da bulunan, fakirlerden rızkı kısıp onları darda bırakan, kalpleri kabz edip onları cemalinden mahrum bırakan yahut kalplere 'inşirah verip lütfü ihsahına boğan hep Odur!.. [73]

 
Tenbih:

 

Kullardan bu vasıflara mazhar olan o kişilerdir ki, kendilerine hikmetli sözler ve mükni bilgiler ilham edilmiştir. Bu ulvi istidat ve kabiliyetler sayesinde, insanların kalplerini, gönüllerini kah Allah'ın çeşitli nimetlerinden, bitmez ihsan ve lütuflarından söz ederek ferahlatırlar; kah Allah'ın Kibriya ve Celal sıfatlarından, düşmanlarına

karşı reva göreceği çeşitli azaplarından söz ederek onların kalplerini kabı ederler (yani daraltır ve sıkarlar..)

Mesela; Allah'ın Resulü Sallallâhü Aleyhi ve Sellem önce sa­habenin kalbini ibadetten, "Allah: kıyamet günü Ademe (A.S.) ateşe göndereceklerini gönder, diyecek... Adem soracak: Ne kadar Yarab? Allah, her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzu­nu, gönder, emrini verecek.."diyerek soğutmuştur.

Onların kalplerinin kırıldığını ve ibadete karşı olan şevklerinin zayıfladığını görünce yeniden kalplerini yapmış ve şöyle buyur­muşlardır:

"Siz, o gün, sizden evvel gelen ümmetlerin içinde beyaz öküzdeki siyah bir benek gibisiniz!" [74]

 

[TOP]

9.3.22 EL'ALÎY

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'ALÎY

EL'ALÎY

 

Bu öyle bir rütbedir ki, bunun fevkinde rütbe yoktur, bütün rütbeler ondan aşağıdır. Çünkü bu kelime, Ulûv (yükseklik) keli­mesinden meydana gelmiştir. Bu ise es'Süfl (Alçak) kelimesinin karşılığıdır..

Bu, merdivenler gibi, basamaklı yerlerde ve şeylerde yani hissedilen hususlarda olur ya da tertibi akli'den olan varlıkların manevi rütbeleridir. Yer bakımından olan yüksekliğe mekânî yükseklik denir.

Öbür çeşit rütbe yüksekliğine de ulvi yükseklik denilir.. Akli dereceler, aynı hissi dereceler gibi anlaşılmaktadır.

Akli derecelere misal sebep ile müsebbip, illet ile malul, fail ile meful, kabul edenle, kabul edilen, kamil ile nakıs,,arasındaki derece farkları gibi...

Bir şey, sebep olarak takdir edildiğinde o, ikinci bir şeyin sebebidir, ikinci bir şey üçüncü bir şeyin sebebidir. Üçüncü ise dördüncünün sebebidir.

Mesela on sayısına kadar bu böyle devam eder. On, de­rece itibariyle en son olmuştur. Sebep olma bakımından bir, birinci derece sayılmıştır. Ve o âlâ, (yüksek) dir.

Şimdi birincinin ikinci üzerindeki üstünlüğü (yüksekliği) mâna itibariyledir, mekan itibariyle değil. Demek ki, yücelik (yükseklik) üstünlük itibariyle olmuştur. Tedrici akli'nin manasını anlamışsan şunu iyi bilmelisin;

Kainat akli derecelere ayrılacak olursa, Allah'ın en yüksek derecede olduğunu kabul etmek lazımdır. Çünkü onun üstün­de hiç bir derece tasavvur edileme! Çünkü Mutlak yüce O'dur.

O'ndan başka olan yücelikler (yükseklikler) madununa izafetle­dir kî, onun üstünde mutlaka bir yüce de bulunabilir.

Aklın taksimine misal:

Mevcudat, sebep ve müsebbip olarak ikiye ayrılır. Sebebin müsebbip üzerindeki üstünlüğü rütbe üstünlüğüdür. Mutlak üstünlük ise Müsebbibil Esbah'a mahsustur.

Ve yine mevcudat, ölü diri olarak ikiye bölünür:

Diri, yalnız hissi idrake sahip olan hayvan, hissi idrakle birlik­te aklî idrake de sahip olan bir varlık olmak üzere ikiye bölünür. Hissi idrakle birlikte, akli idrake sahip olan da, şehvet ve öfke taşıyan insan, şehvet ve öfke taşıması mümkün olduğu halde bunlardan salim olan melekler olarak ikiye bölünür. Bu anlattıkla­rımızın hepsi hakkında müstahil olan bir varlık vardır ki biz buna Allah diyoruz. Şimdi bu tedrici taksimattan şunu elde etmiş oluyoruz:

Melek insandan üstündür, insan hayvan'dan üstündür. Allah ise bunların hepsinden üstündür; çünkü mutlak üstün ve yüce O'dur!

Çünkü O, diridir. Hayat veren O... Mutlak âlim olan O... Ulemanın ilmini yaradan eden O... Her çeşit noksan sıfatlardan münezzeh olan O...

Ölü, kemal derecelerinin en alt derecesinde kalmıştır. Diğer tarafta yani bütün bunların ötesinde ve üstünde Allah vardır. Allah'ın üstünlüğünü ve yüceliğini böyle anlamak lazım..

Çünkü bu isimler, sözle sörünen şeye nispetle önce böy­lece vaz edilmişlerdir ki bu, avamın anlayacağı derecedir.

Sonra havas'da olduğu gibi bazı basiretlerin bulunduğu an­laşılınca, bu sefer ondan bazı mutlak lafızları istiare ettiler. Bu defa bunları havas anladı, avam anlamadı.. Çünkü onların idrak gücü, ancak o kadardır.

Onlar azameti (büyüklüğü), mesafe, yüksekliği mekan itiba­riyle anlayabildiler de fevkiyet (üstünlük) ancak bundan ibaret sandılar.

İmdi bu anlattıklarımı anladığın zaman, arşın ne demek ol­duğunu anlamakta güçlük çekmezsin! Çünkü Arş, cisimlerin en büyüğüdür. O, hepsinin üstündedir.

Cisimler gibi ölçülmekten, tartılmaktan münezzeh olan Ulu varlığın yüceliği rütbe itibariyledir. Yoksa bir mekân üstündedir, anlamında değildir. Arşın zikredilmesi ise, çünkü arş bütün ci­simlerin üstündedir, hepsinin üstündedir. Onun için onun üs­tünde olanda her şeyde üstün olacağı muhakkaktır.

Mesela halife, sultandan üstündür. Derler ve bu sözle onun bütün insanlardan üstün olduğunu tenbih ederek anlatmak is­terler.

Fevkiyetten mutlaka mekanı anlamak isteyen ve bu anlayışta ısrar eden hululinin aklına şaşarım. Mahfilde yan yana oturarak iki büyük insanı göstererek bunlardan hangisi üstündür dersen şu cevabı verir:

Şu adam, o adamın üstünde oturuyor. Halbuki onun, o adamın üstünde değil de yanında oturduğunu biliyor. Çünkü üstünde otursa başında oturması gerekir. Veyahut başının üs­tünde olan bir binada oturması icap eder.

Tutup ona "yalan söylüyorsun, adam üstünde değil, yanın­da oturuyor" dersen, bu defa da sana öfke ile bakmaya başlar ve ben üstünlükle rütbe üstünlüğünü (yüksekliğini) kastediyo­rum, yer yüksekliğini değil, diyerek sana yan yan bakmaya baş­lar. Çünkü, gerçekten sadre (koltuğu) yakın olan, uzak olana nispetle (rütbe) bakımından daha yüksek olduğunu kabul et­miştir. [111]

 
Tenbih:

 

Kulun mutlak yüce olması asla düşünülemez. Çünkü onun üstünde her bakımdan yüksek birinin bulunması mümkündür. Mesela. Peygamberler ve Melekler derecesi herhangi bir kulun derecesinden yüksektir.

Evet belki kendi cinsinden olan bütün insanların üstünde olması bir kul için mümkün olabilir. Bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammet Mustafa (S.A.V.) gibi. Lakin bu da, mutlak yücelik sahibine nispeten noksandır. Çünkü O'nun yüceliği, kendisinin durumunda olan diğer mevcudata göredir. Bu ise vücup tarikiy­le değildir. Zira ondan yüksek birinin bulunması da mümkün olabilir.

Mutlak yüce olan, öyle bir varlıktır ki, onun üstünde ne iza­fet tariki ile ve ne de nakızının mukarin olduğu herhangi bir varlı­ğın bulunmasıyla hiç bir üstünlük ve yücelik yoktur. [112]

 

[TOP]

9.3.23 EL'HAFİD ER'RAFİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HAFİD ER'RAFİ

EL'HAFİD ER'RAFİ

 

Kafirleri, felakete duçar etmekle alçaltan; Müminlere saadet­ler bahş ederek yükselten O'dur!

O, velilerini kendisine yaklaştırarak yükseltir; düşmanlarını kendinden uzak ederek alçaltır!

Mahsusat (his edilenler) ve mütehayyilât (Hayal edilenlere) önem vermeyip, iradesini şehveti kamçılayan hususlardan arıtan kimseyi, şüphesiz ki mukarrep meleklerin yanına yükseltir..

Her kimde şehvetinin zebânü olur da hayvanlar gibi her şeyin zevk ve saradan ibaret olduğuna inanırsa onu da esfele safiline alçaltır. (indirir). İşte bu güce sahip olan ancak Allah'tır.. Çünkü O, hem Hafid'dir, hem Rafı... [75]

 
Tenbih:

 

Kul, bu isimden şöyle istifade edebilir: Hakkı görünce kaldı­rır, batılı görünce yerin dibine indirir.. Bu da ancak, haklıya arka çıkmak, haksızı haksızlıktan menetmekle olur...

Allahın düşmanlarını alçaltmak gayesiyle, onlara saldırır; dostlarını da yükseltmek için yardımlarına koşar.

Bazı dostlarına hitaben;

Allah buyurmuştur: (Bu hadis, Hadis-i Kudsi'dir.) "Dünyadaki zühdün kendi rahatlığın içindir; beni anman, benimle teşerrüf etmen içindir. Benim için, dostuma dost; düşmanıma düşman oldun mu? (sen ondan haber ver!)" [76]

[TOP]

9.3.24 EL'MUİZ EL'MUZİLL

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUİZ EL'MUZİLL

EL'MUİZ EL'MUZİLL

 

Mülkü, dilediğine veren, dilediğinden alan şüphesiz O'dur! Gerçek mülk, ihtiyaç zilletinden kurtulmakta şehveti kırmakta, cehaleti bertaraf etmektedir...

Herkimin kalbinden perdeyi kaldırıp Cemalini müşahede et­tirirse kanaat nimetine sark ederek mahlukatından kimseye muh­taç bırakmazsa), kuvvet ve tey'id bahşederek nefsine onu ezdirmezse, işte onu aziz kılmış ve daha dünyada iken ona mülkü vermiş olur. Ahirette de hiç şüphe yok ki onu kendisine şu ebedi: "Ey itmi'nana ermiş ruh, dön Rabbine, sen ondan razı, o senden razı olarak" [77] hitapla yaklaştıracaktır...

Kimi de sözlerini halkın ellerindekine diktirmiş ve onu aşırı bir hırsa bürütmüş, azla kanaat etmez bir hale sokmuş ise onu zelil kılmıştır... (O'na kim karışabilir?) İşte bu O'nun işidir. İstedi­ğini aziz, dilediğini zelil kılar.

Bu zelil kişi şu ilahi hitaba maruz kalan kişidir. "Fakat kendini­zi, kendiniz yaktınız (hep müminlerin felaketini) gözettiniz, (İs­lam dini hakkında) şüphe ettiniz. Sizi kuruntular aldattı. Sizi o çok aldatan (şeytan veya dünya), Allah'a karşı bile aldattı. Niha­yet (işte) Allahın emri gelip çattı."[78]

Bu ne büyük zillettir yarab!..

Gerek dili ile ve gerekse eli ile aziz olma yolunu tutan kişi­nin bu vasıftan haz ve nasibi olmalıdır elbet... [79]

[TOP]

9.3.25 ES'SEMİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ES'SEMİ

ES'SEMİ

 

Ne kadar gizli olursa olsun, her şeyi duyar... Hatta karanlık bir gecede, insiz bir kaya üzerinde sessizce yürüyen simsiyah karıncanın ayak seslerini bile işitir..

Hamd edicilerin hamdini duyar, mükafatlandırır, dua eden­lerin yalvarışlarından haberi olur, dualarını kabul eder..

Duyar amma bizim gibi kulakla değil, yapar amma bizim gi­bi eli yoktur, konuşur amma bizim gibi dille değil.. O bütün insanlarda olan aza ve hadisatın her şeyinden her çeşidinden münezzeh ve müberradır. Bizim gibi alet ve edevatları münez­zeh kıldığımız zaman anlarız ki, O'nun duyuşu bizimkine ben­zemez, bambaşkadır.. Duyuşu sonsuzdur...

Bu hususu ince düşünmeyen kişi, teşbih gibi, af­fedilmeyecek bir hataya düşebilir.. Onun için çok düşünmelisin ve pek dikkatli olmalısın!.. [80]

 
Tenbih:

 

His (duyma) yönünden, kulun bu sıfattan nasibi vardır lakin kısadır. Çünkü o, bütün duyulan şeyleri idrak edemez (duya­maz) o ancak yakın olan sesleri duyabilir.

Sonra duyu organı her zaman hastalanabilir.. Ses gizli olur­sa duyma kabiliyeti hemen hemen işe yaramaz.

Ses uzakta olursa hiç duyamaz. Ses çok ve son derece tiz ve gürültülü olursa büsbütün duyusunu kaybeder. Yahut ona bir halellik gelir de duyamaz olur..

Bu vasıldan kulun alacağı dini haz iki çeşittir:

1- Allah'ın her şeyi duyduğunu ve Allah'a gizli kapaklı hiç bir şey tasavvur edilemeyeceğini bilir ve ona göre dilini muha­faza eder kötü niyet ve teşebbüslerde bulunmaz...

2- Kendine kulağın yalnız Allah kelamını dinlemek için ve­rildiğini bilir.. Allah'ın kitabını dinler, ondan istifade eder, Allah'a ulaştıracak hidayet yollan bulmak için canla ona sarılır... [81]

[TOP]

9.3.26 EL'BASÎR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'BASÎR

EL'BASÎR

 

Her şeyi gören, yerin altındakileri de, üslündekileri de hüla­sa bütün kainatı gören O'dur!

O'nun gözleri, bizim gözler gibi değildir. Yaratmış olduğu insan ve hayvan ve sair eşyanın' gözleri gibi olmakları münezzeh ve müberradır. İş böyle olunca O'nun görme sıfatı en mükem­meldir. Noksan sıfattan tamamen beri ve azadedir. [82]

 
Tenbih:

 

Kulun bu vasıftan hazzı meydanda... Lakin (yukarıda arz et­tiğimiz gibi) kulun görmesi zayıftır.. Çünkü uzağı görememekle­dir. Hatta çok yakınında ve içinde olan çöpü de, gözünü dön­dürüp göremez. Kul ancak yakında görünen ve aydınlıkta olan şeyleri görebilir. Karanlıkta: olanları da göremez..

Kulun bundan istifade edebileceği dini fayda iki şeyden ibarettir:

1- Onun gözlerini Allah yaratmıştır, Allahın ayetlerini; melekûttaki akılları durduracak garaip ve acayiplerini, gökteki çeşitli ayetlerini görmesi için.. Tabii bunlara bakışları ders ve ibret almak için olmalıdır..

İsa Aleyhisselâm'a sordular:

Mahlukat arasında senin gibisi var mıdır?

Kainat bakışı ibret, sükutu tefekkür, sözü de zikir olan kişi benim gibidir. Cevabını aldılar.

2 - Şunu iyi bilmelidir ki, onu Allah görmekte ve yaptıklarını bilmektedir.

Yaptığı kötülükleri Allah'tan başkasından gizleyip de Allah'­tan gizlememek Allah'ın murakabesini hiçe saymaktır. Cenab-ı Hakkın bu sıfatını bilmek ve ona göre hareket etmek, imansn verimli semerelerinden biridir..

Allah'ın; kendisini murakabe ettiğini bildiği ve gördüğü hal­de, bile bile masiyete yaklaşan kimsenin cesaretine diyecek söz yok doğrusu!

Allahın, kendini (yaptıklarını) görmediğini zannederse küfre girmiş  olur... [83]

[TOP]

9.3.27 EL'HAKEM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HAKEM

EL'HAKEM

 

Gerçek ve tam manasıyla hükmeden O'dur! Onun verdiği hükmü kimse bozamaz, (niçin böyle hüküm ver din diye?) O'na kimse soramaz.

O'nun kulları hakkında verdiği hükümlerdendir:

"Hakikaten insan için kendi çalıştığından başka (bir şey) yoktur. Hakikaten çalıştığı ileride görülecek.."[84]

"İyiler hiç şüphesiz Naim (cennetin) de, kötüler ise elbette alevli ateştedirler.."[85]

İyilik saadete, kötülük ise şakavete sebep olur. Zehir ile ilaç gibi... Biri öldürür, diğeri ölecek durumda olan hastaları iyileşti­rir.

Mademki hikmetin manası, sebepleri düzenleyip müsebbebata yöneltmektir.

Öyleyse o, mutlak hikmet ve hüküm sahibidir. Zira özet olarak da ve tafsilatlı olarak da bütün sebepleri yaratan ve onla­ra yön veren O'dur!

Kaza ve kader de Allah'ın hükmünün birer neticeleridir.. (Yani bunlar da ilahi hükümden meydana gelmişlerdirdir

Onun tedbiri, sebeplerini müsebbebata tevcih edilmesi, yer, gökler, gezegenler ve diğer belirli zamana kadar hareket edecek eflâki tedvir etmesi babında bir esastır...

Kazası şu Ayette belirttiği gibidir: "Bu suretle onları, yedi gök olmak üzere iki günde vücuda getirdi. Her gökte ona alt emri vahyetti."[86]

Bu sebeplerin tevcihi, ondan doğacak Müsebbeblere doğru yavaş yavaş, belirli ölçülerde hareket ettirmektir..

İşte bu da O'nun kaderidir..

Demek ki, hüküm ilk külli tedbir (göz açıp yumuncaya kadar zaman alan) ilk emirdir. Kaza; daimi ve külü sebeplerin külli ola­rak vazıdır, (konulmasıdır). Kader ise; Külli sebepleri, takdir ve hesap edilmiş hareketlerle, yine ne fazla ve ne de noksan olan, belirîi bir ölçüde olan müsebbeblere doğru yöneltmekten ibarettir. Bu sebepledir ki, varlıkta (Kainatta) ceryan eden hadisat hep onu kaza ve kaderiledir..

Bunu bir misalle anlatmağa çalışalım:

Belki namaz vakitlerini bildiren zaman sandığını [87] görmüşsündür. Belki de görmemişsindir. Sana anlatayım:

Bu sandığın yapılması için önce üstvâne (direk) şeklinde içinde biraz su bulunduran bir alet gerekmektedir. Suyun üstü­ne konulmuş başka içi boş bir aletin, de bulunması lazımdır.

Bir tarafı bu alete diğer tarafı üstüvânın üstüne konmuş kü­çük bir kaba bağlı bir ip bulunacaktır. O küçük kapta bir yuvarlak top ve altında da tas bulunacak. Top düşünce, tasa (Kâseye) vuracak ve bir ses çıkaracak.

Sonra üstüvane dediğimiz aletin altından, belirli ölçüde azar azar su inmesi için bir delik açılacak. Su alçalınca, su yü­zünde olan içi boş alet de alçalacak. Bu suretle kendisine bağlı olan ipi çekecek topun bulunduğu aleti harekete geçirecek öylesine harekete geçirecek ki, topun tasa vurmasını sağlayacak... Tasa düşecek ve "Tan!" diye ses çıkaracak... Her saatin sonunda bir düşecek. İki düşüş arası, suyu çıkış ve alçalışı ile hesaplanıp takdir edilecek. Bu da tabii ki, suyun boşandığı deli­ğin genişliğini hesaplamakla olacak ki bu ancak hesap yolu ile bilinir.

Suyun, belirli bir ölçüde inmesine bir sebep olmalıdır ki bu deliğin belirli genişlikte açılmasını sağlasın. Bu sayede suyun üstünün alçalması o ölçüye göre olur. O sayede içi boş aletin alçalması ve her iki tarafı hareket ettirecek ipin çekişi ölçülebilir.

İşte bütün bunlar çoğalıp azalmayan bir ölçü dahilinde ol­maktadır:

Topun tasa düşmesi diğer bir harekete sebep oluyor, di­ğer hareket de üçüncü bir harekete sebep oluyor..

Bunları acayip, ölçülü hareketler takip ediyor.. Bunun birinci sebebi suyun belirli miktarda inmesidir.

Şimdi şu anlattığımı bir düşünürsen. Bu sandığı icad eden kimsenin üç şeye muhtaç olduğunu anlamakta güçlük çekme­yeceksin:

1- Tedbir: Arzu edilen şeyin meydana gelmesi için, alet ve sebeplerden nelerin icab ettiğini düşünmek. İşte bu, hükümdür!

2- Bu sandığın esasını teşkil eden yukarda isimleri geçen aletleri edinmek. İşte buda Kazadır.

3- Sonra bu aletleri yerli yerine koymak ve her aletin vazi­fesini yürürlüğe sokmak.. Bu suretle o alet çalışır. Açılan delikten su dökülür, o su, suyun hareketini sağlar, o da su yüzünde olan içi boş aletin hareketini temin eder. O da ipin hareketini, ip de topun bulunduğu kabın hareketini, temin eder. Böylece top tasa düşer ve bir ses çıkarır. Bu ses halk tarafından duyulur, na­maz vaktinin geldiğini anlarlar, namazlarına koşarlar. İşte bütün, bunlar, belirli ölçü dahilinde olur. İşte buna (kadar) denilir.

Bu misalimizi iyice anladıktan sonra, şimdi şunu da iyi anla:

Allah tarafından takdir edilmiş ve belirli bir ölçü verilmiş ha­diseler de böyledir. Bir santim ne ileri gider ve ne de geri kalır, Allah nasıl takdir ve tayin etmiş ise öyle olur. Her şeyi belirli bir ölçüdedir.

Şurası da bir gerçektir ki, Allah işini bilmiş ve her şeye belirli bir ölçü vermiş de öyle yaratmıştır.

Gökler, telekler, yıldızlar, yer, deniz, hava ve kainattaki o muazzam cisimler, tıpkı o aletler gibidir. Bütün feleklerin, yıldız­ların, yerin, göklerin, güneş ve ayın hareketi bir hesaba bağlıdır. Tıpkı, suyun belirli bir ölçüde dökülmesini sağlayan delik gibi..

Güneş, ay ve yıldızlardaki hal ve hareketin, yeryüzünde ba­zı hadiselere sebep olması yukarıki misalde geçen su hareketi­nin, üstteki topun düşmesine sebep olması gibidir.

Gökteki varlıkların hareket etmesinden meydana gelen olaylar malum..

Mesela bugün çıplak gözle baktığımızda güneşin hareket edip doğuya gelmesiyle bütün dünya aydınlığa boğulmakta ve herkes işine gücüne gitmektedir. Batıya gidip batınca da her tarafı karanlık basmakta ve herkes evine çekilmektedir. Belirli t menzilde olduğu zaman da havalar ısınmakta, meyveler olgı laşmaktadır. Oradan başka yöne çekilince bu sefer, kış gelmekte soğuk artmaktadır.

Ortalara gidince bu defa da ilkbanar başlar, her tarafı yeşil­lik kaplar.

Bu bilinen şeyler.. ya bilmediklerimiz?! Akıllara durgunluk, kalbe heyecan veren nice hadisat vardır ki bilgimizin çok ötesi­ne düşerler...

Mevsimlerin değişmesine ne dersin? (Tesadüf eseri midir?) Hayır; onlar da Allah'ın takdiri ile değişmektedirler. Onların değişmesindeki ölçü de belirlidir. Güneş ve Ay'ın hareketine bağ­lıdır.[88]

İşte Ayet: "Güneş de, Ay da hesapladır.[89]

Yani onların hareketleri de belirli bir hesaba bağlıdır. (Öyle kendiliklerinden tesadüfi hareket etmezler,..)

İşte bu takdirdir, (Kaderdir). Küm sebeplerin vaz'ı ise Kaza, birinci tedbir ise Hükümdür...

İşte bütün işlerin böyle olmasında, Allah adil bir hüküm ve hizmet sahibidir.

Nasıl ki, az evvel arz ettiğimiz misaldeki aletler, yapıcısının, iradesi dışına çıkamazlar, onun istediği gibi çalışırlarsa, işte kai­natta vukua gelen bütün hadisat iyi kötü, faydalı zararlı ne varsa; bütün bunlar Allah'ın iradesi ile olmaktadır. Onun için sebeplerini iyi anla. (İşte onları bunun için yaratmıştır!) kavlinin manası budur!

Allah'ın işlerini adi misâllerle anlatmak güç bir şeydir..

Misaller, teşbih için verilir.. Öyleyse sen misali bırak; maksu­da karşı uyanık ol, her türlü temsil ve teşbihten uzak dur. [90]

 
Tenbih:

 

Yukarıdaki misalden, tedbir, kaza ve hüküm babında kulun faydalanacağı hususları anlamış bulunuyorsun. Bu, kolaydır. Asıl güç olan iş; nefisle mücadele etmek, din ve dünya işlerini yolu­na sokmak için gerekli: olan isabetli hareketleri tayin etmektir.. Cenab-ı Hak, sırf nasıl hareket edeceklerini görmek için kullarını yeryüzüne, bunun için istihlâf etmiştir...

Dini bakımdan kulun bundan istifade edeceği hakikat şu­dur:

Allah'ın dediği ve dilediği ne ise o olur. Kul buna böylece inanmalıdır.

Olan, vaktiyle ne takdir edilmiş ise odur. Mutlaka: olacaktır. Bunun önlenmesi imkansızdır.

Öyleyse üzüntü boşunadır. Kulun yapacağı şey, rızkım ga­yet vakar ve sükunet içinde, endişeye kapılmadan, telaşa düş­meden aramasıdır.

Biz bu anlattıklarına göre, iki müşkülle karşı karşıya kalıyoruz:

1- Üzüntü, neye boşuna olsun. O da diğerleri gibi mu­kadder değil midir? Mademki mukadderdir, mutlaka olacaktır!

2- Madem ezelde ne takdir edilmiş ise o oluyor, öyleyse çalışmak neden? diye sorarsan, cevabımız şöyledir:

Bizim üzüntü boşunadır, dememizden kasdımız, o mu­kadder değildir anlamı taşımaz. Çünkü biz diyoruz ki, üzüntü makdur olan şeyi önlemez. Çünkü olacak bir şeye üzülmek, serapa cehalettir. Çünkü olacak şeyi eğer olacaksa ondan ka­çınmak ve ona karşı Üzüntü duymak, onu önlemez. Bu henüz acı ile karşılaşmadan, acının geleceğinden korkmak gibi bir şey­dir.. Olacak şey şayet mukadder değilse, o zaman üzülmenin, hiç mânası kalmaz.. İşte bu iki cihetten üzüntünün boşuna ol­duğunu söylemiş olduk.

Çalışma meselesine gelince:

Bunun cevabını Peygamber Sallallâhü' Aleyhi ve Sellemin şu mübarek hadisi vermiştir:

"Çalışın, her biriniz kendisi için yaratılan şeye müesserdir."[91]

Bu hadisten şu kastedilmiştir: Kendisine mutluluk takdir edi­len kimseye bu mutluluk mutlaka bir sebebe mebni olarak takdir edilmiştir. O sebepleri elde etmek, kul için zor değildir itaat etmek suretiyle elde edebilir.

Kendisine bedbahtlık takdir edilen kişiye de bu, bir sebe­be mebni olarak takdir edilmiştir ki o sebep hiç şüphe yok ki tembelliğidir.

Belki tembelliğine sebep şöyle bir düşünce olabilin "Ben mutlu olacaksam, zaten çalışmaya lüzum yok, mutsuz olacak­sam, zaten mutsuz olacağım ne diye çalışayım?"

Bu düşünce tarzı sakattır.. Çünkü böyle düşünen; bilmiyor mu ki, mutluluğu, ilim ve amel sayesinde gerçekleşiyor.. İlim ve ameli elde edemezse bilmelidir ki bu, onun mutsuz olmasının bariz bir alametidir..

Buna bir misal verelim: Mesela, imamet derecesinde bir fakih olmak isteyen kişiye, "çalış, ilim tahsil et" denir. O da:

Eğer Allah ezelde benim imamlığımı takdir etmiş ise ça­lışmama ne lüzum var? Yok eğer cahil olmamı takdir etmişse, zaten cahil olacağım, çalışmak bana ne gibi bir fayda sağlayabi­lir? diye mukabele eder.

Sende bu fasid fikir hâkim olduktan sonra mesele yok, zaten ezelde senin cehaletin takdir edilmiştir.

Çünkü ezelde imamlığı takdir edilen kişi, buna ancak se­beplerine tevessül etmekle ulaşılacağını bildiği için  esbaba tevessül eder ve üzerinden durmadan tembellik ve miskinlik telkin eden o yanlış düşünceyi atıverir...

Demek ki, çalışmayan imamet derecesine kati surette ula­şamamaktadır.

Çalışan ve sebeplerine tevessül eden kişinin ise, önüne bir engel çıkmadıkça, doğru yoldan yürüdükçe, mutlaka imamlık derecesine yükseleceğine katiyetle hükmedebiliriz..

İnsanoğlu şunu da iyi bilmelidir:

Kişi, saadete ancak selamet bulmuş bir kalple vasıl olabilir.

Kalp selameti; nefsin tezkiye ve yetiştirilmesi çalışmakla elde edilir.

Evet, hükmü müşahede babında kullar derece derecedir­ler: Kimi işin sonunu düşünür, acaba nasıl olacak sonum diye.. Kimisi önünü acaba ezelde hakkımda ne takdir edildi, diye düşünür. Bu, bir öncekinden daha iyidir. Çünkü, işin sonu önü­ne, yani ezelde ne takdir edilmişse ona bağlıdır.

Kimisi de ne maziyi ve ne de geleceği düşünür: İşte bu anın adamıdır, Allah'ın, kaza ve kaderine razı olmuştur. Allah tarafından ne gelirse gayet rahatlıkla onu kabul etmiştir.. Bu ise, önceki ikisinden daha iyidir. Kimisi de var ki:. Ne hali, ne geçmişi ve ne de istikbali düşünür. Kalbi ilahi hükme gömülmüş ve de­vamlı şuhud halindedir... İşte en üstün derece budur... [92]

[TOP]

9.3.28 EL'ADL

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'ADL

EL'ADL

 

Bunun manası âdil (Adalet sahibi) demektir. Adalet sahibi demek, kimseye zulüm etmeyen, yaptığı işi adil yapan, verdiği hükümde adaletten ayrılmayan demektir..

Adli, ancak adaleti ile tanınır. Adalet ise yapılan işte tecelli eder.

Allah hakkında bu vasfı anlamak isteyenin, her şeyden önce yedi kat gökten al da, ta yerin dibine kadar olan varlıklarda ce­reyan eden Allah'ın işlerini iyice bilmesi gerekir.

Allah'ın yaratmış olduğu mahlûkatta hiç bir kusur göreme­yince, tekrar bakar yine kusur göremez, yine bakar bu sefer yine kusur göremez, Çünkü Allah'ın güzel ve noksansız yarattığı kai­natın, göz kamaştırıcı nizam ve intizam içinde olduğunu görün­ce adeta şaşkına uğrar, ne yapacağını, ne diyeceğini bilmez bir hale gelir,. Ancak o anda Allah'ın adaletinin birçok anlamların­dan belki bir kaçını anlamış olur...

(Allah), mevcudatı, ruhani ve cismani olmak üzere başlıca iki kısımda yaratmıştır. Yarattığı yaratıkların hakkını tam manasıyla vermiş, yerli yerine yerleştirmiştir. O, bu itibarla cevad (son derece cömert) olmuştur. Sonra onları gayet güzel ve göz alıcı bir şekilde tertip ve tanzim etmiştir. İşte bu itibarla da O, adil (adalet sahibi) olmuştur...

Yer, su, hava gökler, yıldızlar, kainatın büyük cisimlerinden sayılırlar.

Allah, bunları yaratmış ve gayet mükemmel bir şeklide ni­zam ve intizama sokmuştur. Yeri (toprağı) en alta koymuş, onun üzerine de suyu koymuş, suyun üzerine de havayı, havanın üzerine ise gökleri yerleştirmiştir. Bu tertip tersine olsaydı dün­yanın nizamı altüst olurdu. Bunun izahı herhalde biraz güç ola­cak; onun için halk (Avam) seviyesine inelim, de şöyle imha çalışalım:

Kişi önce kendi bedenine baksın: O beden, tıpkı kainatın çeşitli cisimlerden meydana geldiği gibi, çeşitli azalardan mey­dana gelmiştir. Mesela insan, vücudu, kemik, et ve deriden teşekkül etmiştir.

Allah evvela kemikleri yaratmış ve ona et giydirmiştir, sonra cildi (Deriyi) ete giydirmiştir. Bu, böyle 'olmayıp da tersi olsaydı ne olurdu? İnsan vücudunda görünen şu muazzam nizam ve intizam kalır mıydı?

Bu misali anlamakta güçlük çekiyorsan sana bir misal daha vereyim:

İnsan için çeşitli azalar yaratılmıştır. El, ayak, göz, burun ve kulak v.s.

Cenab-ı Hak bu azaları yaratmakla Cevap (son derece cö­mert) olmuş ve bunları yerli yerine koyup yerleştirmekle de son derece adil olmuştur. Çünkü O, gözü bedenin en münasip yerine koymuştur. Eğer onu kafanın üstüne veyahut ayağın üstü­ne ya da elinin üstüne veyahut başının tepesine koysaydı, çok çirkin bir manzara arz ederdi ve devamlı olarak tehlikeye maruz kalırdı.

Elleri de omuzlara asmıştır. Ya onları kafada, yahut dizlerin üstünde yaratsaydı, arz edeceği çirkinlik yüzünden ona bakıla­bilir miydi?..

Havasşı Hamseyi (beş duyuyu) da başta yaratmıştır. Çünkü bunların her birerleri casusluk vazifesini görürler, Buralar üstte değil de yanda veyahut alt kısımda yaratılmış olsalardı bir şeye yarar mıydılar?.

Her azayı böyle şerh edecek olursak konu uzar. Onun için şuna dikkatini çekerim: Allah her azayı yerli yerine yaratmıştır. Eğer yerli yerine değil de, kim? sağda veya solda, aşağıda ve­yahut yukarıda yaratılmış olsaydı, yetersiz, yahut boş, veya da çirkin olurdu.. Hatta bakılmayacak kadar kötü bir manzara arz ederdi.

Burunu görümüyor musun: yüzün tam ortasında yaratılmıştır. Ya başta veyahut alında, yahut da yanakta yaratılmış olsaydı naşıl olurdu acaba? Ondan beklenilen faydayı verebilir miydi?

Allahın hikmetini idrak etmeye biraz daha gayret edebilir­sin: Bak güneşi dördüncü kat gökte yarattığı zaman, beyhude yaratmamıştır. Çünkü O, bütün gökler arasında bir vasıtadır.. Onu gerçekten tam yerinde yaratmıştır... Lakin ne var ki sen onun hikmetini anlayamıyorsun! Çünkü Semavat ve yer hakkında pek az tefekküre sahipsin! Eğer onlara, hakkıyla bakabilsen on­larda görecek olduğun acayip ve garaiplikler, bedeninde gör­düklerini unutturur.

Ah keşke kendi şahsında bulunan hikmetleri anlamayı tamamlasaydın da Afakı Semaya bakabilseydin! İşte o zaman şu ayetin sırrına mazhar olanlardan olurdun; "Gerek âfakda, gerek kendi nefislerinde ayetlerimizi yakında onlara göstereceğiz."[93]

Sonra, sen nerde, şu ayeti kerimenin sırrına nail olmuş kişi nerde: "Biz İbrahim'e, kesin ilme erenlerden olması için göklerin ve yerin büyük mülkünü de öylece gösteriyorduk."[94]

Bütün emeli ve gayesi dünya olan, hırsın köleleştirdiği kişiye, gök kapıları açılır mı hiç?..

O, ismi öğretecek başlıca yolu anlatan bir işaretten ibarettir. Tam manâsıyla açıklayacak olursak ciltlerle kitap yazmak gerekir.

Bütün isimlerin manaları da böyledir. Onlar da böyle izah ve şerh edilir. Çünkü isimler, fiillerden türediği için, fiiller anlaşılmadan izah edilemez! Allah'ın varlıktaki efâli tam manasıyla bilinmeden isimleri tam manasıyla anlatılamaz. Çünkü Allah fiilleri sonsuzdur!

Ama mücmel olarak, kul bu isimlerin mânalarını bilebilir. Bil­gisine göre de bu isimlerden nasibini alır. Bu uzun uzun bahs edilmesi gereken bir mevzudur. Bu kitabın gayesi ise, sadece kişiye bir anahtar vermektir,.

Cenab-ı Hakk'ın bu isminden kulun istifade edebileceği hu­sus şudur:

Her şeyden önce Kul, şehvet ve gadabını, akıl ve dine hiz­metçi etmelidir. Eğer aklını, şehvet ve öfkesine esir edip de onların (Şehvet ve Öfkesinin) dediğini yaparsa, adaletten ayrıl­mış ve kendi nefsine zulmetmiş olur.

Bu kendi nefsi hakkında riayet etmesi gereken bir adalet an­layışıdır.

Tafsilata gelince: Seri Şerifin çizdiği hudutları aşmamakla adalete riayet etmiş sayılır. Şayet ilahi hudutları aşarsa, hemcinsi­ne karşı haksızlık ederse, o takdirde adaletten ayrılmış ve zulm etmiş demektir..

Sahibi bulunduğu her azaya karşı adaletine gelince; onları yerli yerinde yanı Allah'ın emrettiği şekilde kullanmaktır!

Eğer söz sahihi bir kimse ise çoluk çocuğunu ve halkına karşı, nasıl davranması icap ettiği meydandadır, izaha lüzum yoktur.

Çokları zanneder ki, zülüm başkalarına eziyet etmekten; adaletse başkasına yardım etmek ve onlara iyi davranmaktan ibarettir.. Oysa durum hiç ele sanıldığı gibi değildir. Çünkü bir melik (idareci), silah, para, kitaptan meydana gelen mallarını taksim ederken, bütün paraları zenginlere, kitapları askerlere, silahları da alimlere verse, belki böyle yapmakla faydalı bir iş yapmış olur, Lakin verdiği şeyler yerini bulmadığı için, yani taksi­matı icap ettiği şekilde yerli yerine yapmadığı için adaletten ayrılmış olur.

Bunun tersi, hastalara acı ilaçları vermekle iyileştirir, canileri de bir ceza vermek suretiyle öldürürse onlara belki eziyet etmiş olur. Fakat adaleti de yerine getirmiş olur. Çünkü yaptığı işler haksız değil, bilâkis Hakkın ve adaletin gerektirdiği işlerdir..

Din yönünden, kulun bundan istifade edebileceği hususa gelince:

Her şeyden, önce kulun, Allah'ın, yaptığı bütün işlerde, hü­kümlerinde, emir ve yasaklarında adil olduğuna inanması gerekir.

Allah'ın emirleri, ister kendi isteklerine uygun, ister uymasın. İster kendi menfaatleriyle bağdaşsın, ister bağdaşmasın.. Allah ma­demki emretmiştir, doğrudur. Onun emrini yerine getirmesi lazımdır. Mademki yasak etmiştir yine doğrudur onun yasakla­rından uzak durması lazımdır..

Allah'ın emrine sarılmazsa, mutlaka zarara girmiş olur. Çünkü o, Allah kadar bilemez. Onu, Rabbi kendisinden daha iyi bilir.

Nitekim kanının alınması gerekli olan bir hasta, "acıya daya­namam" diyerek kan aldırmaktan imtina ederse, bu acıdan daha büyük zararlara girmiş olur..

İşte kulun, Allah'ın yaptığı bütün işlerde haklı ve adaletli ol­duğunu bilmesi ve buna böyle inanması gerekir.

Çünkü iman, inkarı kökten keser, zahiren bütün itirazları sü­pürüp atar..

Kişi, zaman ve feleğe kabahat yüklememekle mükelleftir. (İşte ne yapalım bu yaptıklarımız zaman icabı... Zalim felek geldi de bizi mi buldu?) gibi sözlerle zamanı ve feleği suçlamak ki bu zamandaki insanlarını ekserisinin yaptıkları gibi bir ceha­let örneğinden başka bir şey değildir. Kul şunu iyi bilmeli ve aklına koymalıdır ki, her şey bir sebebe bağlıdır. O şekilde ter­tiplenmiştir. Allah tarafından nasıl tertip edilmiş ise öylece vuku bulmaktadır.

Allah'ın tertibinde haksızlık olamaz, Allah'ın her dediği doğ­ru ve her yaptığı da adildir!.. [95]

 

[TOP]

9.3.29 EL'LÂTİF

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'LÂTİF

EL'LÂTİF

 

Bu isme ancak, maslahat ve menfaatlerin gizli tasarruflarını, herkesin anlayamayacağı inceliklerini bilen ve o menfaatleri yumuşak bir eda ile hak edenlere ulaştıran müstahak olur. Fiilde rıfk (yumuşaklık), ilimde lütuf bulunursa işte lütfün manası tamamlan­mış olur. Gerek mi ve gerekse ilimde bunun keman (Mükemmel olması) ancak Allah için mevzubahis olabilir.

İnceliklere, ince olandan daha ince olan şeylere Allah'ın vukufu bilinen bir şeydir. İzaha lüzum yok... Gizli ve kapalı olan hususlar, O'na göre apaçık meydanda' olan hususlar gibidir. Arada' en ufak bir fark yoktur.

Yaptığı işlerdeki rıfkı ve lütfuna gelince, bu da sonsuzdur. Allah'ın efâldeki rıfk ve lütfunu ancak, Allah'ın yaptığı işleri tam manasıyla bilen kişi bilir. Bizde o bilgi nerede?

Cenab-ı Hakk'ın bu isminin (Latif ismi Celil'inin) manasını kul, yukarıda arz ettiğimiz gibi, ancak bilgisi miktarınca anlayabilir..

Bunun izah ve şerhi de hayli vaktimizi alacağı gibi, büyük ciltli kitaplara da sığdıramayız. Onun için bazı mühim yerlerine işaret etmekle yetineceğiz:

Allah'ın lütuflarından birisi de anne karnında çocuğu karan­lıklarda yaratması, onu (bir zarar gelmeden) hıfz etmesi, do­ğuncaya kadar, gıdasını göbeği vasıtasıyla almasını temin etmesi, doğduktan sonra ağzı ile yemesini öğretmesidir. Ona o ilhamı vermeseydi çocuk doğar doğmaz annesinin memesini emmeyi nasıl ve nereden bilecekti?.

Çocuk gecenin zifiri karanlığında doğsa bile yine memenin yerini bulup emer.

Kuluçkadan yeni çıkan civcive yerden taneleri toplama ve yeme kabiliyetini kim ihsan etmiştir!

Belirli bir zamana kadar, rahatça meme emebilmesi için, yavrunun ağzını dişsiz yaratan, sonra rahatça yemek yiyebilmek ve yediğini serbestçe öğütebilmek için inci gibi dişleri ona takan kimdir? (Bunlar hep Allah'ın birer lütfü ve ihsanı değil de nedir?)

Ağızdaki dişlerin taksimatına dikkat ettiniz mi hiç? Bazıları, rahatça öğütebilmek için geniş, kimisi kırmak için azı olarak, kimisi de kesmek için sert ve keskin olarak yaratılmıştır! (Bunlar kimin lütfudur?)

En büyük gayesi konuşmak olan dilin bile, yemekteki fayda­sı akla durgunluk verecek niteliktedir.

Ağzımıza aldığımız tek bir lokmayı inceleyecek olursak, onu ne kadar rahatlıkla aldığımız hemen anlaşılır. Ya onun mey­dana gelmesindeki çalışmalar: O, önce ekilmiş, sonra biçilmiş, daha sonra öğütülmüş, pişirilmiştir..

Bunlar zor şeyler değil mi? Ya yemesi? (İşte bunda bile Al­lah'ın lütfûnu görmek güç değildir!..)

Demek ki, Allah, tedbir ve takdir bakımından Hakim (Her şeyi yerli yerine yaratan mutlak hikmet ve hüküm sahibi olan), onları meydana getirme yönünden Cevat (ziyadesiyle cömert) onları tertip etme bakımından Musavvir (şekillendirici), her şeyi yerli yerine koyması cihetinden Adı (Adil), rıfk ve mülâyemetin en ince cihetlerini terk etmeksizin kullarına lütfûda bulunması bakımından da Latifdir!...

Allah'ın efâlini tam manasıyla bilmeyen insanoğlu, bu isimle­rin manalarını hakkıyla nasıl bilebilir?

Allah'ın kullarına karşı lütûflanndan birisi de; onlara, güç ve takat getirmedikleri herhangi bir vazifeyi tahmil etmemesidir.

Yine Allah'ın lütfü icabıdır: Kısa bir ömür içinde onlara ebe­di saadeti elde etmek imkanına kavuşturmuştur..

Tertemiz ve taptaze süt, çok değerli ve kıymetli cevherler, bal ve ipek gibi insanların faydalandıkları şeyler nereden gelmiş­tir düşündünüz mü?

Ya insanın, tiksinti duyulan bir nutfeden meydana gelişine ne buyurulur? Mebdei bu olan insanoğlunun, ilim, marifetle teçhiz edilmesi, emanetin ona tahmil edilmesi, semavat ve melekûtunun ona gösterilmesindeki sır ve hikmet gerçek manada düşünülüp incelenirse, bütün bunların Allah'ın sayılmayacak kadar çok olan eltaf'ı Sübhanisinin birer parçası olduklarını an­lamakta (doğru söyleyin!) güçlük çekilir mi? [96]

 
Tenbih:

 

Bu isimden kul şunu elde edebilir:

Allah yoluna çağırırken, Allah kullarına karşı gayet yumuşak davranır, onlara karşı şiddet tavırları takınmaz, taassup yolunu seçerek onları rencide etmez, hakkı kabul ettirme, doğru olana ikna etme usullerinin en iyisini seçer.

Lütuf usullerinin en iyisi, salih amel, Allah'ın rızasına uygun hareketlerle, tam bir ihlâs içinde Hakk'a koşmaktır. Bu, süslü lâfızlar söylemek ve laf ebeliğini yapmaktan daha iyi ve daha tesirlidir!.. [97]

[TOP]

9.3.30 EL’HABİR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’HABİR

EL'HABİR

 

O, öyle bir varlıktır ki, en gizli haberler bile, O'nun malûmu olur. Yerlerde, göklerde olup bitenlerden haberdardır.

Hareket eden veya hareketsiz duran (giden, gelen) her şeyden O'nun haberi vardır. Bu itibarla Allah'ın bu ismi aynı Alim (ziyadesiyle bilen) manasında olmuş olur, Ancak şu farkla: İlim, gizli ve batini şeylere izafe edildiğinde o ilme Hibre (Haberdar olma), sahibine de Habir (Tam manasıyla haberdar) denilir.. [98]

 
Tenbih:

 

Kulun bundan hazzı şu olabilir: Kul kendi âleminde cereyan edenleri bilmelidir.

Kulun kendi dünyası hiç şüphe yok ki, kalbi ile bedenidir.

Kalpte çöreklenen gizli şeyler de; kin, hiyanet, dış, dünyaya karşı aşırı temayül, kötüyü gizlemek, iyiyi de sırf gösteriş için izhar etmek gibi köksüz hislerdir.. İşte kendini bilen ve kendi iç dünyasından haberdar olan, kişi, iç aleminde cereyan edenler­den haberdar olur ve ona göre kollarını sıvar da olanca gücü ile o hislerle mücadele eder. Sırtlarını yere getirinceye kadar bu mücadeleyi elden bırakmaz.

Bu suretle o kul, bu isme layık olur,.[99]

[TOP]

9.3.31 EL'HALÎM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HALÎM

EL'HALÎM

 

O, kullarının isyanını, onların kendi emrine muhalif olan dav­ranışları görür, bilir de öfkeye kapılıp hemen onları cezalandır­maya kalkışmaz. Onları yerden yere çarpmaya iktidarı olduğu halde onlara karşı Halim olur. yoksa, insanları ma'siyetlerinden dolayı cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hareket eden bir tek canlı varlık bırakmazdı. "Eğer Allah, insanları kazandıkları (günah­lar) yüzünden (hemen) muahaza etseydi, (yerin) sırtında hiç bir canlı mahlûk bırakmazdı..[100]

 
Tenbih:

 

Kulun bu isimden istifade edeceği şey meydanda... Hilim, kulun en güzel huylanndandır. Onun için genişçe izahına lüzum yoktur... [101]

 

[TOP]

9.3.32 EL'AZÎM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'AZÎM

EL'AZÎM

 

Şunu iyi bil ki: (Azim) kelimesi ilk vazedildiğinde, cisimlere itlâk edilip şöyle denilmiştir:

Bu cisim büyüktür. Şu cisim bundan daha büyük tür.. Cisim­lere göre tabii.. Büyük olan cisme büyük, ondan daha büyüğü görüldüğünde onun hakkında daha büyük cisimdir, tabiri kulla­nılmıştır.

Sonra bu büyüklük; gözün çevreleyebileceği kadar olur, çevrelemeyeceği kadar olur. Yer, gök gibi.

Meselâ bir fil için (Fil büyüktür, bir dağ için de bu dağ bü­yüktür) deriz ve göz onun büyüklüğünü çevreleyebilir. Ama yer (dünya) büyüktür dediğimizde göz onu ihata edemez. Gök de öyle. Çünkü bunlar gözlerin göremeyeceği kadar büyüklüğe sahiptirler.

Sonra gözlerin görüp idrak ettiği şeyler de kısım kısımdır. Akılların künhünü (Hakikatini) idrak edebilecekleri vardır, idrak edemeyecekleri vardır.

İşte akılların künhünü idrak edemeyeceği, bütün büyüklerin ötesinde olan en büyük, ihatası imkansız olan Mutlak Büyük Allah'tır... Bunun açıklaması birinci bölümde geçmiştir. [102]

 
Tenbih:

 

İnsanlar arasında bu sıfata haiz olanlar, Peygamberler ve âlimlerdir.

Kişi, bunlardaki büyüklüğü bilmiş olsa onların heybetinden kalbi titremeğe başlar, sinesine sığmaz olur.

Ümmetine karşı Peygamber, müridine karşı şeye, talebeye karşı hoca büyüktürler. Ne yazık ki, bazı kısa görüşlü olan insan­lar bir türlü bunu kabul etmemektedirler..

Eğer büyüklükte ümmet, peygambere, mürid şeyhe, talebe de hocaya eşit olsaydı büyüklüklerinin manası kalmazdı.

Allah'tan başkasına izafe edilen her büyüklük hiç şüphe yok ki, küçüklüktür. Çünkü o (insan) mutlak azim değildir. Ancak kendisinin gözününde (kendinden aşağı) olan kişilere izafetle (nispetle) büyüktür.

Allah'ın büyüklüğü' böyle mi ya? O, mutlak azimdir. (Kayıt­sız şartsız büyüktür). O'nun büyüklüğü izafet tariki ile değildir! [103]

[TOP]

9.3.33 EL’GAFUR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’GAFUR

EL'GAFUR

 

Bu kelime, Gaffar (Ziyadesiyle afv edici) manasınadır. An­cak şu farkla: Bunda olan mübalağalık (Ziyadelik), Gaffar kelime­sinde yoktur.

Niçin mi? Çünkü; Gaffar mağfiret bakımından çokluk ifade etmekte, yani mağfiretin tekrarlanması babında ziyadelik ifade eder. Lakin, faul vezninde olan "Gafur" gufranı tam olan, bütün mağfiretleri içine alan gayet şümullü bir mâna taşımaktadır. Bu­nun hakkında geçmiş sayfalarda yeteri kadar izahat verilmiştir. [104]

[TOP]

9.3.34 EŞ’ŞEKÛR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EŞ’ŞEKÛR

EŞ'ŞEKÛR

 

Bu, az taat karşılığında çok büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel karşılığında ahiret âleminde sonsuz ni­metler veren, demektir.

Yapılan iyiliği, daha büyük bir iyilikle karşılayana (Şekere tilkelhasene.. O, iyiliğe karşı teşekkür ederek kadrini bildi ve daha fazlasını yaptı.) derler..

İyilik yapan kimseyi öven kişiye de, "bak filan adam ona te­şekkür etti," derler.

Bu bakımdan (Şekûr) kelimesinin, iyiliği fazlasıyla karşılayan, manasına geldiğini söylediğimizde, buna Allah'tan başka hiç kimsenin layık olmayacağını itiraf etmiş oluruz. Çünkü O'nun amellere karşı verdiği mükâfatların haddi hududu yoktur. Söyle­yin bakalım, cennet nimetlerine payam var mıdır?!..

Allah-ü Teâlâ buyuruyor: "Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz (iyi ameller) in karşılığı olarak afiyetle yiyin, için,"[105]

Sena (övgü) kelimesinin manasına baktığımızda anlarız ki, her öven kimsenin senası başkasınadır. Rab Teâlâ kullarının amel­lerini övdüğü zaman, kendini övmüş olur. Çünkü onların amelle­rinin halikı O'dur.

Veren ve öven bu isme layık olduktan sonra, verene veren, vereni öven hiç şüphesiz bu isme daha çok layıktır!

Allah'ın, kullarını sena ettiğini gösteren iki ayet: "Allah'ı çok zikreden erkeklerle, çok zikreden kadınlar." [106] "O, ne güzel kul­du! Hakikat O, daima (Allah'a) dönen (bir zat) idi."[107]

İşte bütün bunlar Allah'ın biratiyesidir.. [108]

 
Tenbih:

 

Kul, bazen gördüğü bir iyiliğe karşı sadece teşekkür etmek­le Şakir (şükredici) olur. Bazen da gördüğü iyiliğe karşı daha fazla iyilik yapmakla (şakir şükredici) olur. Nasıl olursa olsun, bütün bunlar iyi huylardandır.

Allah'ın Resulü Sallallâhü Aleyhi ve Sellem buyurmuşlardır: "İnsanlara şükr etmeyen Allah'a da şükr etmez!"[109]

Allah'a karşı şükretmesi mecazi yöndendir. Çünkü O'na kar­şı ne kadar şükretse yine de tam şükretmiş olamaz. Zira nimet ve ihsanları sayısızdır.

Allah'a itaat etmek suretiyle şükretmeye kalkışsa yine de şükretmiş sayılamaz, zira itaat etmesi bile, Allah tarafından ken­disine bahşedilen başka bir nimettir. Hatta şükür nimeti bile, şükrü gerektiren bir nimettir.

Öyleyse Allah'ın nimetlerine karşı yapılacak en iyi şükür: O nimetleri masiyet yollarında kullanmayıp, ta'at yollarında kullan­maktır.

Çok düşün! Bu çok ince bir bahistir. Biz bunu İHYA isimli kitabımızdaki şükür bahsinde anlattık. Çünkü bu kitabın hacmi bu kadar uzun bahsi içine almaya yetişmemektedir. [110]

[TOP]

9.3.35 EL'KEBÎR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KEBÎR

EL'KEBÎR

 

O, kibriya sahibidir. Kibriya; zatın kemalinden ibarettir. Kemâli zat ile varlığının mükemmel olmasını kastediyorum. Varlığı­nın mükemmel olması iki şeye bağlıdır:

1- Ezel ve ebed bakımından devam etmesi... Her varlık ki, önü veya sonu kesiktir o, nakıstır. Bu sebepledir ki çok yaşamış insana şöyle derler:

O, büyüktür, yani yaşı büyüktür. Çok yaşamıştır.

Ona azimüşşan (azim bir yaşa sahip) denilmez. Zira (Kebir büyük) kelimesi ile (Azim büyük) kelimesi ayrı ayrı yerlerde kullanılır.

Hayatı mahdut olan bir yaratık, biraz fazla yaşamakla (kebir) vasfına layık olursa, varlığının evveli ve sonu olmayan bir varlığın kebir olması pek tabiidir ki evlâdır...

2- Onun vücudu (varlığı) öyle bir varlıktır ki, bütün varlıklar ondan meydana gelir.

Kendi nefsinde varlığı tamam olan, kamil ve kebir olursa, bütün mevcudatın kendisinden sudur ettiği O yüce varlık haydi haydi kamil ve kebir olur!.. [113]

 
Tenbih:

 

Kullardan bu vasfa layık olanlar, olgun kimselerdir ki, bunlar ahlak bakımından herkese örnek olurlar. Kimle otururlarsa ona maddi ve manevi yönden faydaları dokunur. Evet kulun kemâli (olgunluğu) aklı, veraı ve ilmi ile ölçülür.

Kullardan büyük o kimsedir ki, âlim, muttaki olduğu gibi hal­kı da irşat eder. Etrafa saçtığı ilmi ve feyizleri ile herkese örnek olur.

Hazreti İsa (AS.) buyurmuştur:

"İlmi ile amel eden âlimi sema melekûtunda Azim (büyük) diye çağırırlar.." [114]

[TOP]

9.3.36 EL'HAFÎZ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HAFÎZ

EL'HAFÎZ

 

O, gerçekten Hafiz (Koruyucu)'dır..

Hıfz korumak, kelimesinin mânasını anlamak iki yönden olur. Birincisi, varlıkların devamını (belirli bir zamana kadar) sağlamak, muhafaza etmek ki, Allah, gökler, yerler gibi fazla yaşayan varlıkların da, hayvan, bitki ve insan gibi ömrü az olan varlıkların da hafızıdır..

İkincisi, birbirlerine zıt olan şeylerin, yekdiğerlerine saldır­masını önlemek, birbirlerinin şerrinden onları korumak.

Mesela su ile ateş gibi.. Bunlar birbirlerinin zıddıdır. Yekdi­ğerlerine saldırabilirler. Meseli su ateşi söndürür, ateş de çok ve önlenmeyecek durumda olursa suyun bulunduğu yeri yakıp kavurur. Su da buhar haline gelir.

Tezad ve teaddi hararet ve bürûdet arasında, birbirlerini yendikleri zaman elle tutulur derecesinde görülebilir; Rutubetle kuruluk da böyledir. Birbirlerine zıd unsurlardan teşekkül etmiş bütün varlıklar da böyledir...

Canlı bir varlığı ele alalım: Mutlaka yaşaması içini hararet la­zımdır. Hararet olmazsa yaşayamaz. Kan gibi bedenine bir gıda olan rutubetli bir şeyin de bulunması lazımdır. Azalan birbirine kenetleyecek ve ayakta tutacak kemikler gibi kuru olan unsurla­rında bulunması lazım gelmektedir.

Hararetin kuvvetini ve şiddetini azaltacak ve vücuda itidali sağlayacak bürûdet (soğukluk)un da olması gerekmektedir:

İşte bunlar birbirlerine zıt şeylerdir. Allah bunları insan be­deninde hattâ her canlının vücudunda bir araya getirmiştir. Ve aynı zamanda, bunları, birbirlerine saldırmaktan da menetmiş, korumuştur: Öyle olmasaydı bir vücutta bulunan zıt şeyler (un­surlar) yekdiğerlerine saldırırlardı, dolayısıyla de vücut diye bir şey kalmazdı.

Allah bunları, kâh eşit kuvvette kılmakla, kâh mağlup olan ta­rafın imdadına yetişmekle korumuştur. Bunu bir misal ile izah edelim:

Mesela, hararet rutubeti yok eder, kurutur. Mağlup olduğu zaman, bürûdet ve rutubet zayıflamaya hatta yavaş yavaş yok olmaya başlar. Hararet ve kuruluk fazlalaşır. Bunu önlemek için Allah başka bir cisimle o rutubetin imdadına yetişir. Ona bir susuzluk verir, su içme ihtiyacını duyar. Su içtiği gibi harareti bertaraf edilmiş olur. Böylece vücutta gereken muvazene temin edilmiş olur.

Şimdi Allah'ın, yiyecekleri, suları ve ilâçları neden halk ettiği­ni daha iyi anlamış oluyoruz.

İnsanların sağlığını koruyacak ilâç ve aletlerin yaratılmasının sırrı da bir kere daha meydana çıkmış değil midir. İşte bütün bunlar, zıd unsurlardan meydana gelen canlı varlıkların bedenle­rini korumak için yaratılmışlardır. İnsan varlığını helake sürüklen­mekten koruyacak en belirgin sebeplerdir bunlar!..

Çünkü insanoğlu, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanıp öl­dürülmeye her zaman maruz kalmaktadır. Allah ona, gören göz, işiten kulak, koruyan el, vurup öldüren silah vermekle korumuş­tur!.

Bütün bunlara rağmen kendisini korumaktan aciz olabilir. Bunun da çaresini bahsetmiştir: Yürüyen hayvana ayak, uçan kuşa kanat vermiştir!.

(Konuyu biraz daha açıklayalım:) Kudreti yüce olan Allah'ın hıfzı (koruması) varlıktaki her şeyi kuşatmıştır, hatta yerden biten otu bile muhafaza etmiştir. Onun içini (özünü) korumak için ona kabuk vermiştir.

Bir kutu gibi onu, kabuğunun içinde saklamıştır. Yumuşak kalması için de ona rutubet bahsetmiştir.

Mücerret kabukla korunmayacak şeyi, ona diken vererek korumuştur. Neden mi. Onu bazı mütecaviz hayvanlardan ko­rumak için!..

Demek ki; bitkilere göre diken, hayvanlara göre boynuz veya pençe ne ise odur! Hatta ve hatta suyun her damlasına, zıddı olan bir unsurdan korumak için bir unsur ihsan etmiştir. İzah edelim: Mesela suyu bir kaba koysak orada uzun bir müddet kalırsa hava haline gelir. Hava onu su olmaktan çıkarır. O suya parmağını sokup çıkarırsan parmağına yapışan ve yere dökülmeyen bir madde hasıl olur. Oysa onun hemen yere damlaması icap ederdi.

Öyleyse suyun her damlasını koruyan bir şey vardır. O, kendi kendini koruyamaz; mutlaka bir koruyucuya ihtiyacı vardır. Haberde varid olmuştur: Gökten inen yağmurun her damlasına, onu yerde kararlaştıran yerine rahatça inebilmesini sağla­yacak bir melek verilmiştir.

Bu, basiret erbabına gizli değildir. Basiret erbabı bunu ra­hatlıkla görmektedirler. Ben de size yolu gösterdim. Öyleyse Habere (Hadise) taklidi değil de basiretle (göre göre) inanın!.

Cenab-ı Hakk'ın eşyayı nasıl koruduğunu izah edecek olur­sak, söz çok uzar.

Bu ismin mânası ancak Allah'ın yüceliğini ve kainatı koruma gücünü uzun uzun düşünmekle bilinebilir. Yoksa lûgattaki işti­kakı ve "HIFZ" kelimesinin mânasını alelicmâl tevehhüm etmekle değil.. [115]

 
Tenbih:

 

Kullardan bu vasfa layık olan o kişidir ki, azalarını, kalbini, di­nini ve ahlâkını, öfke, şehvet, hücumlarından, nefis ve şeytanın entrikalarından kurtarır. Çünkü O, uçurumun tam kenarında sayı­lır, eğer sıkı durmazsa, daima yanında bulunan bu helak edici düşmanları onu iter ve uçuruma yuvarlarlar!. [116]

 

[TOP]

9.3.37 EL'MUKÎT

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUKÎT

EL'MUKÎT

 

Bunun manası; azıkları yaratıp beden ve kalplere gönderen demektir. Bedenlere gönderilen azıklar, yemek içmek gibi azık­lardır, kalbe ulaştırılan azık ise marifettir. Bu itibarla El Mukit, Er'Rezzak mânasında olmuş oluyor. Ancak şu farkla:

O, bundan daha ahastır (Daha özellik ifade etmektedir. Çünkü rızık, azık olanı da olmayanı da içine almaktadır.

Azık, bedenin kıvamını (ayakta durmasını) sağlayan şey demektir...

Bu kelimenin bir şeyi istilâ etmesi ve ona gücü yetmesi an­lamına gelmesi, istilânın da ancak kudret ve ilimle tamamlanması meselesine gelince, buna Cenabı Hakkın şu ayeti delâlet etmiş­tir: Allah her şeye, hakkıyla kadir ve nazırdır..[117]

Görülüyor ki, bu kelime, kadir (her şeye gücü yeten) mâna­sına gelmektedir..

Bu ise hem ilme ve hem kudrete racidir. İlim hakkında bilgi yukarıda verilmiştir. Kudret hakkındaki bilgi ise ileride gelecektir.

Cenab-ı Hakk'ın bununla vasf edilmesi, yalnız kudretle veya da yalnız ilim ile vasf edilmesinden etem (daha tamamlayıcıdır.. Çünkü bu kelime, her iki mânanın bir araya gelmesini göstermek­tedir. Bu itibarla bu isim, eş anlam ifade eden isimlerden olma­mıştır. [118]

[TOP]

9.3.38 EL'HASÎB

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HASÎB

EL'HASÎB

 

Bu, kâfi (yeterli) anlamına gelmektedir. Allah-ü Teâlâ herke­se ve her şeye kafidir (yeterlidir). Bu öyle bir vasıftır ki, hakiki anlamı, Allah'tan başkası için katiyen düşünülemez!.

Çünkü kifayet (yeterlik) Mükeffinin (yeterlik sahibinin) varlı­sını, varlığının devamını, varlığının kemâlini gerektirir.

Varlık aleminde, Allah'tan başka, yalnız başına her şeye kâfi gelecek bir varlık var mıdır?

Evet Allah hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmadan yalnız başına her şeye yetmektedir. Eşya ancak onun sayesinde vücut bulmakta ve devam edebilmektedir (belirli bir zamana kadar).

Sen, yemeğe, suya, yere, göge, güneşe muhtaç olduğun zaman, sakın ondan başkasına muhtaç olduğunu sanmayasın! Çünkü bunları sana yeren O'dur! Zira yemeği, suyu, göğü, yeri ve güneşi senin menfaatin için vücuda getiren O'dur!..,

Sonra yavrunun annesine muhtaç olduğunu görerek, onun Allah'a muhtaç olmadığını da sakın aklının köşesinden geçirmeyesin. Onu her şeyden önce düşünen yine Allah olmuştur. Zira annesini, annesinin memelerindeki sütü, annesinin ona karşı olan sevsi ve şefkatini yaratan O'dur! Kifayet bu sebeplerle tezahür ediyorsa muhakkak ki, bu sebeplerin yaratıcısı yine O'dur!

Şimdi aklını belki şöyle bir husus kurcalayabilir: "Çocuk an­neye muhtaçtır.. Çünkü Anne ona süt vermektedir. Süt annenin memesinden gelme itibarı ne annedendir. Öyleyse çocuğun anneden başkasına ihtiyacı yoktur. Annesi ona kati gelmekte­dir." Aklını kurcalayacak böyle bir şey karşısında uyanık olmalısın ve şunu iyi bilmelisin ki: Süt, anneden değildir... Bilakis o ve Anne Allah'tandır, yanı Allah'ın lütfundan ve ihsanındandır.. Alla­nın lütfü olmasaydı o anne o sütü nerden bulacaktı? Hatta o anne nereden olacaktı?

Öyleyse yalnız başına her şeye yeten ancak ve ancak Al­lah'tır.

Eşyalar her ne kadar zahiren birbirlerine bağlı iseler de he­men hepsi aslında Allah'ın kudretine bağlıdır.. [119]

 
Tenbih:

 

Kulun bu vasıfta hiç bir nasibi yoktur. Ancak belki uzak bir ihtimal ile mecazi anlamda ve ilk görünüşte, işin derinine dal­madan onun rolü olduğu sanılabilir.

Mecazi anlamda, çocuğuna bakması, hoca ise talebesine öğretmesi bakımından, onların bu babta yeterli oldukları, çocuk veya talebinin onlardan başkasına muhtaç olmadıkları anlaşılır; fakat aslında tam manâsıyla yeterli olan Allah'tır, kul bir vasıtadır.

Allah, anneye veya babaya güç, hocaya da ilim vermesey­di, anne ile baba çocuğu nasıl bakacaktı, hoca da talebesine dersi nasıl verecekti?..

Çocuğa bakmak için anne bir yere ve bazı şeylere, muh­taçtır.. Hocada ilmini unutmamak için kalbe ve zekâya, istidat ve kabiliyete muhtaçtır. Allah böyle midir ya?.. O mekândan ve insanlar için tasavvur ve tahayyül edilen her türlü yer ve sıfatlar­dan münezzeh ve müberradır. Çünkü yapılan işin halikı O'dur. O işe mahal teşkil eden yerin de yaratıcısı şüphe yok ki, yine O'dur! yerin o işi kabul etmesi için, lazım gelen şartların da yara­tıcısıdır. Lâkin ilk bakışta hatıra o işi yapan gelir, başkasını düşü­nemez. O işi yapan kişi onun sahibi ve kili (yeterli) si olduğunu zanneder. Oysa durum, hiç de zannedildiği gibi değildir.

Evet kulun bu vasıftan nasibi su olabilir:

O, Allah'tan başka hiç bir şey düşünmez, Allah'ın ona ye­terli olduğunu, anar ve ona göre amel eder. İbadet ettiği za­man, Allah'ın cenneti için değil de bizzat Allah için, günahtan çekindiğinde de azap'tan korktuğu için değil de bizzat Allah yasak ettiği için çekinir ve devamlı olarak Allah'ı düşünür.

Allah, ona celâlini gösterdiği zaman, "İşte bu bana yeter; bundan başka bir şey istememder.. [120]

[TOP]

9.3.39 EL'CELİL

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'CELİL

EL'CELİL

 

O, Celâl sıfatları ile Muttasıf olandır.

Celâl sıfatları, kimseye muhtaç olmamak, hakimiyet, Tekaddüs, ilim ve kudretten ibarettir. Bu sıfatların hepsini birden ihtiva eden Mutlak cemdir ki, o da Allah'tır..,

Allah'ın Kebir olması, zatının kemâline, Celil olması Sıfatının kemâline Azim olması ise her ikisinin (Zatının ve sıfatının) kemâli­ne racidir...

Sonra Celâl Sıfatı, O'nu idrak eden basiret'e nispet edildi­ğinde, ona Cemâl denilir. Onunla muttasıl olana da Cemil der­ler. Cemil ismi aslında, gözle görünen zahiri şekle denilmiştir, sonra iç alemindeki güzel huya denilmiştir. Mesela Siretün, hasenetün, cemiletün iyi, güzel bir siyret derler, de bundan güzel ahlâkı kasd ederler..

İç alem, kendisine layık güzel sıfatları cem eden gayet mü­kemmel ve mütenasip olursa: ona her bakımdan münasip olan basirete göre güzeldir. Gerçekte güzel olan. Allah'tır. Çünkü âlemde güzellik, cemâl ve kemâl namına ne varsa hepsi Allah'ın zâtının nurlarından, sıfatının eserlerindendir.

Varlık aleminde, Allah'tan başka mutlak kemâl ve cemâl'e sahip olan hiç bir varlık yoktur...

O'nu bilen, O'nun cemâlini gören kişi ancak idrak edebilir bunun mânasını.. Çünkü öyle bir behçet ve sevinç, neşe ve sürür kaplar ki içini bütün cennet nimetlerini unutur gider, O'nun Cemâli karşısında,

Şurası da bir gerçektir ki, gözle görünen zahiri olan şekil güzelliği ile kalp gözü ile görünen batıni mânâ güzelliği arasında hiç bir münasebet ve ilgi yoktur...

Bu mevzuu, İHYA isimli Kitabımızda Muhabbet bölümünde derinlemesine işledik.

Onun CELİL VE CEMİL olduğu, her Cemil'in de mahbûb ol­duğu sabit olunca, o, (Allah) kendisine inananların maşukudur!

İşte bu sebepledir ki, Cenab-ı Hak Ariflerin mahbubu ol­muştur. Tıpkı zahiri suretlerin körler tarafından değil de gözleri gören kimselere mahbub olduğu gibi. [121]

 
Tenbih:

 

Kullardan celil ve cemil olan, gören kalplerin lezzet duya­cağı güzel ahlâkla muttasıf olandır. Dış görünüşe kulak asma! [122]

[TOP]

9.3.40 EL'KERÎM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KERÎM

EL'KERÎM

 

O vaad ettiği zaman sözünü yerine getiren, verdiği zaman son derece çok veren, ne kadar verdiğine ve kime verdiğine aldırmayandır.

Yine O' başkasına muhtaç olduğunu söylediğinde razı ol­maz. Başkasına boyun eğdiğinde hoşlanmaz. Kendisine sığınan ve gönül vereni boş çevirmez, rahmetine gark eder.

Vesilelere ve şefaatçilere muhtaç bırakmadan doğrudan doğruya kendisine iltica ettirir.. İşte bu vasıflar kendisinde cemeden ve mutlak Kerim olan ancak Allah'tır, [123]

 
Tenbih:

 

Bu hisal (Huy)larla kul da süslenebilir ama, biraz uğraşmak ve çalışmakla.. Lâkin Kerimi Mutlaka nispetle o, hiç mesabesin­de olur tabiî...

Evet kul da bazı fedakarlıklar yaparak bu vasıfla vasıflanabi­lir. Nitekim Allah'ın Resulü (S.A.V.) bir hadislerinde bunu bize şöylece izah etmişlerdir:

"Üzüm ağacına kerem demeyin, çünkü kerem, müslüman adam (sıfat) dır."[124]

Üzüme bu ismin verilmesi, güzel ağaç, meyvesi güzel, top­lanması kolay, dikenlerden ve eziyet verici hususlardan arınmış olmasındandır.. Hurma ise böyle değildir, tabii.. [125]

 

[TOP]

9.3.41 EL'RAKİB

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'RAKİB

EL'RAKİB

 

O Bilici ve koruyucu anlamındadır. Bir şeyi koruyan ve de­vamlı kontrol altında bulundurana Rakib derler..

Bunun tahakkuku tabii bilgi ve hıfza (muhafaza etmeye) ta­bidir. [126]

 
Tenbih:

 

Kulun, murakaba ile vasi edilmesi ancak Rabbine kalple bağlandığı ve devamlı olarak murakaba halinde olduğu zaman mevzu bahis değildir.

Bu da ancak, Allah'ın, kendisini devamlı olarak kontrol etti­ğini ve onu gördüğünü, ne yaparsa yapsın, bütün yaptıklarından haberdar olduğunu bilmesiyle olur.

Kulun, nefis ve şeytanın kendisinin başlıca düşmanı, insanları gaflete ve Allah'a asi olmaya iten kötü birer varlık olduklarını bilip de onlardan uzak durması ve onlara yüz vermemesi, onlara tarafından açılacak bütün kapıları kapaması da Murakabeden­dir... [127]

 

[TOP]

9.3.42 EL'MUCİB

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUCİB

EL'MUCİB

 

O' isteyenlerin isteklerini, dua edenlerin dualarını hemen kabul edendir.

Sıkıntıda ve muztar durumda kalanların imdadına, yetişen ve hatta kendisine müracaat edilmeden bile sayısız nimetler verir...

Bunu ancak Allah yapar, O'ndan başka hiç kimse yapamaz. Çünkü O, muhtaçların ihtiyaçlarını bilir. Bunu ezelde bilmiş, ye­mekler, azıklar, yaratmak suretiyle, ihtiyaç sebeplerini takdir bu­yurmuştur.. [128]

 
Tenbih:

 

Kul her şeyden önce, Rabbinin; verdiği emirleri kabul edip nehiylerinden uzaklaşmak suretiyle "Evet kabul ediyorum!" de­mesini bilmelidir, sonra Allah'ın kendisine ihsan ettiği mallardan veya yapabileceği iyiliklerden, isteyen kimselere de vermesini, onların istek ve ricalarını kabul etmesini bilmelidir.

Şayet verecek durumu yoksa iyilikle, etrafı kırmadan onu savmasını başarmalıdır. Allah buyurmuştur:

"Saile gelince, (onu) da azarlayıp koğma"[129]

Allah'ın Resulü (S.A.V.) buyurmuşlardır:

"Hayvan bacağı (kemiği) yemeğe çağrılsam bile icabet ederim, (koyun) kolu hediye edilirse, kabul ederim.."

Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellemin davetlerde bu­lunması, hediyeleri kabul etmesi bile ikramların en güzeli olurdu.

Nice hasis ve mütekebbir kimseler var ki, verilen hediyeleri kabul etmezler. Çağırılan yerlere, gururlarına yedirip gitmezler..

Kendilerinden bir şey istenildiğinde de vermezler. Onun için bu ismin mânâsını, o hasisleri söz önüne alarak iyiden iyice düşünmelisin. [130]

[TOP]

9.3.43 EL’VASİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VASİ

EL'VASİ

 

Bu isim, Essea (Genişlik) kökünden gelmedir Essea, kâh bir­çok malûmatı içine alan geniş bir ilme izafe edilir, kâh bol ihsan ve ikrama izafe edilir. Bu yönden Vasi-i Mutlak hiç şüphe yok ki, Allah'tır.

Çünkü ilmine baktığımızda, O'nun malûmat denizinin sonu yoktur. Zira bütün denizler O'nun sözlerine mürekkep olacak olursa tükenir de O'nun ilmi bitmez.

İhsan ve ikramına bakacak olursak yine oda sonsuz olmakta ve bitmemektedir.

Bütün geniş isimler ve bütün ihsanlar, O'nun ilmi ve ihsanı yanında hiç mesabesindedir. Bu bakımdan (biraz önce arz ettiğimiz gibi) Vasi-i Mutlak ancak ve ancak O'dur!..

Çünkü, önden başka her vasi kendisinden ilimce ve ihsan­ca daha geniş olana nispetle yetersiz durumdadır. Allahın ilmi ve ihsanı ise sonsuzdur.

Binaenaleyh onun ilminin üstünde her hangi bir ilim, ihsa­nından çok her hangi bir ihsan kabili tasavvur değildir!.. [131]

 
Tenbih:

 

Kul'un gerek bilgi ve gerekse ahlâk bakımından geniş olma­sı, her ne kadar çok olursa olsun yine de bir sonu vardır.

Ahlâk yönünden, fakirlikten korkmadan, kıskançların hasedi­ne aldırmadan ve hırsa kapılmadan ne kadar ileri giderse gitsin, yine de zirveye vasıl olamaz, Ona her ne kadar Vasi denirse de bu denme mecazi mânâda olur. Çünkü Vasıi Mutlak ancak ve ancak Allah'tır!.. [132]

 

[TOP]

9.3.44 EL'HAKİM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HAKİM

EL'HAKİM

 

Bu, Hikmet sahibi demektir. Hikmet, en üstün ilimlerle en üstün hususları' bilmekten ibarettir. En üstün ve en yüce şey Allah'tır! O'nun künhünü, kendisinden başkası tam manâsıyla bilemez. Gerçek Hakim O'dur. Çünkü en yüce şeyleri en yüce ilimlerle bilen O'dur..

Zira en yüce ilim, zevali tasavvur olunmayan dâimi ve ezeli ilimdir..

Gizlilik veya şüphenin uğrayamadığı, tastamam malûma (bi­linene) mutabık olan ilimdir.

Bu niteliği Allahın ilminden başka hangi ilim taşıyabilir?

İnce sanalları iyi yapan, yaptığı işi temiz ve güzel yapana da her ne kadar mecazi mânâda hakim denirse de gerçek ve mut­lak hakim Allah'tan başka kimse olamaz.. [133]

 
Tenbih:

 

Bir kimse bütün şeyleri bilip de Allah'ı bilmezse, ona Hakim denilmez. Çünkü o, en üstün ve yüce olan şeyi bilememiştir.

HİKMET ilimlerin en yücesidir. İlmin yüceliği malumun yüce­liği ile ölçülür. Allah'tan yüce varlık var mıdır?

Allah'ı bilen kişi, diğer ilimlerde her ne kadar zayıf ise de, her ne kadar güzel konuşup konuyu etraflıca açıklayamasa da o hakimdir. Lâkin kulun hikmetini Allanın hikmetine kıyaslayacak olursak, onun kendisini bilmesi ile Allahın kendi zâtını bilmesi arasındaki fark kadar büyük olduğunu görürüz.

Evet bu iki hikmet arasındaki fark gerçekten büyüktür. Buna rağmen bu bilgi (Kulun Allah'ı bilmesi) bütün bilgilerin en enfesi ve en hayırlısıdır.

Çünkü kendisine hikmet verilen kişi, kendisine pek çok hayır verilen kişidir..

Evet Allah'ı gerçekten bilen kişinin sözü, diğer insanların sözüne uymaz! Çünkü o, cüziyata temas etmez: Sözü küllî ve özlü olur. Sonra peşin menfaatlerin ardından koşmaz, sonunda kendisine yarayacak: şeyin peşinde olur.

Durum böyle açıklık arz edince, Allah'ı bilen ve hikmetli sözler söyleyen insanlara Hakim, söyledikleri sözlere de hikmet denilin Peygamberlerin Ulusu Sallallâhü Aleyhi ve Sellem'in şu ha­disleri gibi:

"Hikmetin Başı Allah Korkusudur!"

"Yiğit o kimsedir ki, nefsine galip olup, ölümden sonrası için çalışır, aciz o kişidir ki, nefsinin çirkin ar­zularına ram olup Allaha karşı boş ümidlere kapılacak (Allah Kerimdir! nasılsa beni AFV eder deyip kendisini avutur.)

"Az olup da yeteli olan, çok olup da, (Allaha İtaattan kişiyi) alıkoyandan iyidir!"[134]

"Sabahlayan kimse vücudunu sıhhat içinde, yolunu emniyet içinde bulursa bir günlük yiyeceği de olursa dünya bütünüyle onun olmuş demektir!"[135]

"Allah'tan korkar ol ki, insanların en çok ibadet edicisi ola­sın, kanaatkar ol ki, insanların en çok şükredeni olasın"[136]

"Gelen bela, insanın dilinden gelir."[137]

"Kişinin malayaniyi terk etmesi Hüsn-ü İslamındandır."[138]

"Mutlu o kişidir ki, kendisini değil de başkasını ömek göste­rerek vaaz eder."[139]

"Sükût hikmettir, fakat susan azdır.."[140]

"Kanaat tükenmez bir hazinedir!" (Yine El-Kuzaî Enes (R.A.) den rivayet etmiştir;)

"Sabır imanın yarısıdır, yakın ise imanın hepsi" (Bu hadisi, Ebu Nuaym, Hilyede, Beyhâki   Şuabil İman'da,   İbni Mes'ud (R.A.) dan rivayet etmişlerdir.)

İşte bu ve benzeri sözlere hikmet; söyleyicileri ne de Ha­kim denir.. [141]

 

[TOP]

9.3.45 EL’VEDÛD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VEDÛD

EL'VEDÛD

 

O, bütün mahlûkatın hayrını isteyen, onlara ihsan edendir.

Bu isim, (Rahim) isminin mânâsına yakın bir anlam taşmak­tadır. Ancak şu farkla: Rahmet (kendisine merhamet edilene) i gerektirir. Kendisine merhamet edilense muhtaç ve muztardır. Rahim, (Merhamet eden esirgeyen) in işleri, kendisine mer­hamet edilecek her bakımdan zayıf olan varlığı icab ettirir. Vedûd'un efâli ise bunu gerektirmez, esirgeme bir sevgi netice­sinden ileri gelir.

Cenab-ı Hakkın, esirgenen kimseye karşı merhamet murat etmesinin, insanların duyduğu (Hadis) bir duygu ile nasıl alâkası yoksa, onlara karşı olan sevgisinin bir tezahürü olan keramet, nimet ve ihsanı murat etmesi de insanlar hakkında. (Hadis olan) sevgi gibi hususlardan öyle münezzehtir.

Esirgenen kişi veya sevilen kişi hakkında bu iki mefhum, (ya­ni rahmet ile meveddet "Sevgi" ancak onların yararı için kasd edilir; Allah'ın rikkat ve meyle ihtiyacı olduğu için değil..

Kullara vasıl olacak yarar, merhamet ve meveddet "sevgi"nin, özüdür ki, işte Allah hakkında tasavvur edilen de bundan başkası değildir. [142]

 
Tenbih:

 

Kullardan bu isme ve bu vasfa layık olan o kişidir ki, Allah'ın mahlûkatına karşı daima iyilik murad eder. Kendisi için arzuladı­ğını onlar için de arzular. Hatta onların menfaatlerini kendi men­faatlerine tercih eder: Nitekim ruhen kemale ermişlerden biri şöyl e haykırmıştır:

"Cehennem üstünde bir köprü olmak isterim. Takı üzerim­den halk geçsin de ateşe duçar olmasınlar!.."

Bu ulvi duygu ancak, zor anlarda, insanların kin ve öfkeleri ile karşılaşıldığı hallerde tezahür eder. Tıpkı Peygamber Aleyhisselâmın mübarek dişleri şehid edilip, nur cemali kana boyandığındaki Kainata ibret verici hali gibi.

"Allahım, ümmetimi hidayet et! Çünkü onlar (Hakikati) bil­mezler." görüyorsunuz ya, onların kötülükleri, Peygamberin onlara karşı, iyilik istemesine mani olmamıştır.

Ve yine, Hazreti Ali (K.V.)'ye şöyle emretmişlerdir.

"Mukarrebleri geçmek istersen, seni ziyaret etmeyeni ziya­ret et seni mahrum bırakana ver, sana haksızlık edeni de afv et!.." [143]

 

[TOP]

9.3.46 EL'MECÎD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MECÎD

EL'MECÎD

 

O, Zatı Şerif, Efali Cemil, ikramı ve nimeti celil (bol) olandır.

Zatın şerefine güzel işler de mukarrin olduğu zaman mecd (şerefli) derler.

Mecid de aynı manaya gelir fakat bunlardan birisi daha çok ziyadelik ifade eder.

Yani (El Mecid) ismi şerifi (Macidden), fazla olarak; Celil, Vehhab ve Kerim isimlerinin manalarını da cemetmektedir.. [144]

[TOP]

9.3.47 EL'BAİS

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'BAİS

EL'BAİS

 

Bu, Dirilme günü halkı dirilten, kabirlerden halkı, kaldıran, gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran demektir...

(Aslında) Ba's: ahiretteki dirilmedir. Bu ismin tam manâsıyla manasını bilmek ve anlamak, Ba'sın hakikatini bilmeye bağlıdır. Bu ise en derin ve en çetin bilgiler zincirindendir..

İnsanlardan bir çokları bu hususta yanlış tevehhümlere kapı­lırlar. Bunu çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki, ölüm yokluk­tur, ba'as, yok olduktan sonra yeniden diriltmektir, aynen birinci diriltme, canlandırma gibi...

Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zannetmeleri yan­lıştır. İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları da yanlıştır.

Ölümün yokluk olduğunu sanmak batıldır. Çünkü, kabir ya ateş çukurlarından bir çukurdur; yahut da cennet bahçelerin­den bir bahçe...

Ölmüş olanlar da ya mutlu kişilerdir ki, onlar ölü değildirler: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilâkis onlar, Rableri katında diridirler." [145] Ya da şaki (bahtsız) kişilerdir ki, onlar da diridirler, Bedir Vakasında Resûlüllah (SAV.) onlara (ölen kafirlere) şöyle seslenmişlerdir:

"Allahın bana vadettiğini doğru buldum; sizde vaad ettiğini doğru buldunuz mu?"

Kendisine, öldürülen kişilere nasıl sesleniyorsunuz, onlar sizi duyarlar mı? diye sorduklarında cevaben şöyle buyurmuşlardır:

"(Öyle bir duyarlarki) söylediğimi, siz onlar kadar duyamaz­sınız! Lâkin onlar cevap vermeye muktedir değillerdir"

İşin iç yüzüne vakıf olan Erbâb-ı Basiret, insan varlığının ebediyet için halk olduğunu bilir ve anlarlar. Ona yokluk arız olmaz (Ölümleri bir intikalden ibarettir.)..

Evet bazen cesetle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler. Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler.

Bu mevzuu etraflıca anlatmak için bu kitabın hacmi müsait değildir.

Dirilmenin, ilk yaratılış gibi ikinci bir yaratılış olduğunu sanan­lar da bu zanlarında yaratılmışlardır. Çünkü diriltmek ilk canlandırışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir. Aslında insan oğlunun bir çok dirilmesi, (Allah tarafından kendisine ha­yat verilmesi) vardır, onun diriltilmesi iki defadan ibaret değildir.

Bakınız Allah, ana karında mudğa (et parçası)nı ve pıhtıyı yarattıktan sonra "Bilahare onu, başka, yaratılışla inşa ettik" [146] buyurmuştur.

Hatta nutfe, topraktan yaratılmış, mudğa da nutreden yaratılmıştır. Ruh da Alekâ'dan sonra yaratılmıştır. Ruh şerefli bir şey, bir Emr-i Rabbani, olduğu için Allah onun hakkında. Kur'an'da "Bilahare onu başka bir yaratılışla inşa ettik" [147] buyurmuştur, Ve yine "Sana Ruhtan soruyorlar: De ki O Rabbimin emrindendin" [148] buyurmuştur.

Ruhun aslı yaratıldıktan sonra, insanların his (duyulan) yara­tılmıştır ki, bu başka bir yaratılıştır. Sonra yedi yaştan sonra ki, sabinin mümeyyiz haline getirilmesi de bir yaratılış sayılmalıdır. Aradan onbeş sene gibi bir müddet geçtikten sonra akıl yaratılmaktadır. İnsanoğlunun her safhası bir hal sayılmak itibarı ile yeni bir yaradılış sayılabilir. Sonra velayet mertebesine ulaşması (bu herkese mahsus değildir tabii..) başka bir yaratılış sayılmalı­dır. Daha sonra Peygamberliğin bazı insanlara Allah tarafından verilmesi yepyeni bir yaratma işidir. Bu da bir nevi diriltmedir. Peygamberleri gönderen hiç şüphe yok ki, Allah'tır. O'nları ve bütün insanları kıyamet günü yeniden diriltecek olan da yine Allah'tır.

Beşikteki çocuk, nasıl mümeyyiz bir sabinin anladığını anlayamıyorsa, mümeyyiz bir sabi de aklı başına gelen yani akıl balig olan bir kimsenin anladığını anlayamaz.

Her aklı başında olan kişi de velayet (velilik) ve Nübüvvet (Peygamberlik) halini anlamakta güçlük çeker..

Çünkü velayet, aklın yaradılışı ötesindeki bir safhadır, aklın, temyiz ötesinde bir safha olması gibi. Temyiz de Havas (duyu­ların yaratılışından sonra gelen bir safhadır..

Evet insanoğlunun tabiatında, bilmediği ve görmediği hu­susları inkâr etmek vardır. Velilik ve Peygamberlik derecesine ermeyen ve bunu anlamayan bazı kişilerin bunları inkâr etmesi gibi.

Hatta onların tabiatında, ikinci hayatı yani ahiret hayatını, bilmedikleri ve görmedikleri için inkâr etme huyu vardır.

Akıl bâliğ olan kişide görülen ilerlemeleri, henüz o kıvam da olmayan küçük mümeyyiz sabi bir türlü kabul etmez ve onu muhal sayar.

Görmediği bir şeye iman eden kişi, gaybe iman etmiş de­mektir ki, Saadetin anahtarı budur işte!..

Sini Rüşte eren kişi ile henüz bu çağa gelmeyen kişi arasın­daki fark nasıl kabili kıyas değilse, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasındaki fark ta kabil-i kıyas değildir. Çünkü Ahiret hayatı bam­başka bir hayattır:

Orada insanlar Allah'ın huzuruna çıkarılacaktır. Ya Allah tara­fından kabul edilecekler veya da reddedileceklerdir. Ya Allah'ı görenlerden olacaklar ve ya, da O'nun Cemalini müşahede etmekten mahrum bırakılmış kişilerden olacaklardır.

Allah tarafından Hüsn-ü Kabul görenler hiç şüphe, yok ki, Alây-ı Illıyyine çıkacaklar, red edilenlerse Esfel-i safiline indirile­ceklerdir.

İki hayatın arasında münasebet yoktur, dediğimiz zaman bu, isim yönündendir. Çünkü neşeti ba'sı bilmeyen kişi, Bais'in ismini nerden bilecek?, Bunun açıklanması uzar! Onun için bu konuyu burada keselim. [149]

 
Tenbih:

 

Ba'sın (diriltmenin) hakikati, ikinci bir inşa ile ölülere can vermektir. Cehalet ise en büyük ölümdür! İlim en şerefli hayat­tır...

Allah, Kitab'da (Kur'an'da) ilimle, cehil zikr etmiş ve bunlara hayat ve memat ismini vermiştir..

Kişiyi, cehalet derecesinden ilim derecesine yükseltene, onu ikinci defa diriltti derler. Ona güzeller hayat yaşattı derler.

Bu itibarla eğer ilmi meydana getirmekte ve halkı Allah'a ça­ğırmakta kulun bir rolü varsa bu bir nevi (Mecazi anlamda) ihya sayılır ki bu, Peygamberler ve Alimlerden kendilerine varis ola­cakların rütbesidir.. [150]

[TOP]

9.3.48 EŞ’ŞEHÎD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EŞ’ŞEHÎD

EŞ'ŞEHÎD

 

Şehid, Alim demektir. Ama biraz farkları vardır. Allah hem meydanda olanı, hem de sizli olanı bilir..

İlim mutlak olarak nazarı itibara alındığında O, (Allah) Âlim­dir. Gaybe izafe edildiğinde O, Habirdir, Zahiri işlere izafe edil­diğinde O, Şehiddir.. Bununla beraber kıyamet günü, bildiği ve gördüğü hususlarla halk şahid olacaktır!

Bu isim hakkında söyleyeceklerimiz, Alim ve Habir Cisimleri) hakkında söylediklerimizden farksız olacağından mevzuu bura­da bitireceğiz. Aynı şeyleri tekrarlamayacağız.. [151]

[TOP]

9.3.49 EL'HAK

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HAK

EL'HAK

 

Bu, Bâtıl'ın karşılığında olan bir isimdir. Eşya zıdları ile açıklanır.

Verilen her haber, ya mutlak batıldır; yahut da mutlak Haktır. Yahut da bir yönden Hak, bir yönden batıldır.

Mümteni bizatihi (olan) mutlak batıldır. Vacib bizatihi olan mutlak haktır. Mümkün bizatihi biğayrihi (olansa) bir yönden haktır, diğer yönden bâtıldır.

O, zatı bakımından varlığı olmadığı için batıl; başkasından dolayı varlık kazanması bakımından ise Haktır,. "Onun Vechinden başka her şey helak olucudur." Ezel, ebed bakı­mından bu böyledir. Çünkü ondan başka her şey zatı itibarı ile varlığa müstahak değildir (yanı varlığı kendinden değildir.) Lakin bir bakıma (onun cihetinden) varlığa hak kazanmıştır.

Böyle olan şey ise, bizatihi batıldır; biğayrihi Haktır.

İşte hakiki Hak, her hakikatin kendisinden alındığı bizatihi Hak olandır. Mutlak Hak budur!

Aklın müsadif olduğu makule, mevcuda mutabakatı bakım­dan Hak denilmiştir.. Çünkü ona zatı itibarı ile mevcud demek­tedir; onu idrak eden akla izafetle de ona Hak denilmiştir:

Öyleyse Hak olmak itibarı mevcudattan buna en Ahak olan şüphesiz ki Allah'tır. Marifetlerin en doğrusu da marifetullahtır. Çünkü kendi nefsinde Haktır, Ezelen ve ebeden malûma muta­bıktır. Bu, başkasının varlığını bilmek gibi değildir. Çünkü bu, o başka var oldukça vdr olur. Yok olunca o inanç bâtıla dönüşür. Çünkü o, mutekidin zatı için doğru bir itikad olmamıştır. Zira O, bizatihi değil de liğayrihi mevcuttur.

Bu Hak (doğru) kelimesi sözler hakkında da kullanılarak, (Hak söz; boş söz) denilebilir.

Şu halde en doğru söz: (La ilahe illailah) kavlidir. Çünkü bu söz, ezelen, ebeden bizatihi doğrudur.

Öyleyse Hak, ayandaki varlığa, zihinlerdeki varlığa (ki o, ma­rifettir) dilde olan varlığa (ki o konuşmaktır) ittâk ediliyor..

Hak olmak itiban ile eşyanın en ahakkı, vücudu (varlığı) bi­zatihi ezelen ve ebeden sabit olan, marifeti ezelen ve ebeden doğru olan, varlığına yapılan şehadetin ezelen ve ebeden doğ­ru olandır.

Bütün bu saydıklarımız, hakiki varlığın (Allahın) Zâtine mah­sustur; başkasına değil!.. [152]

 
Tenbih:

 

Bu isimden kulun hazzı şu olmalı:

Her şeyden önce Kul, kendini bâtıl (Boş) saymalı ve bilme­lidir ki, Allah'tan başka hiç bir varlık Hak (Gerçek) değildir. Kul her ne kadar gerçek ise de o, kendi nefsi ile gerçek değil Allah­'ın sayesinde Allah'ın izni ile gerçektir. Çünkü o, onunla mevcut­tur, (Allah onu yarattığı için var olmuştur).. Zati ile mevcut değil­dir (yani varlığı kendinden değildir.) Çünkü kendi bizatihi boş­tur. Allah onu halk etmeseydi mevcut olmayacaktı...

Bu sebepledir ki, "Enel Hak" diyen yanılmıştır. Ancak iki tevil onu kurtarabilir:

1) Bu sözü ile kendisi Hak tarafından yaratılmış olduğunu kasd etmesi ki, bu tevil uzak bir ihtimaldir. Çünkü lâfzın bu mânâ ile uzak veya yakından hiçbir alâkası yoktur. Sonra bu, kendisine has olan, bir şey değildir. Çünkü Allah'tan maada bütün her şey Allah tarafından yaratılmıştır.

2) Daima hakla beraber olmak. Öylesine onunla olmak ki, ondan başka hiç bir şeyi gözü görmez!

İnsan, bir şey uğrunda kendisini gayp ederse yani kendini ona tam manasıyla verirse sanki o şey haline gelmiş olur.. Şairin sözü gibi:

"Ben sevdiğim kişiyim sevdiğini kişi de bendir."

Ehli Tasavvuf, mevcudiyetleri bakımından kendilerini yok görünce, lisanlarında Allah'ın isimlerinden biri olan (Hak) lafzı dolaşmağa başlamıştır.

Kelam ehli, efalle istidlali çok ileri safhaya götürdükleri için, lisanlarından umumiyetle Allah'ın El Bari' imini dolaştırmalardır.

İnsanların çoğu O'ndan başka (Allah'tan başka) gördükleri şeyle Allahın varlığını ispata çalışırlar:

"Onlar, (Allanın) göklerde ve yerdeki o muazzam mülkü saltanat (ın)a, Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye, belki ecellerin yaklaşmış olduğuna da hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra hangi bir söze inanacaklar ki?"[153]

Sıddîkier Ondan başka hiç bir şey görmezler onun için ona, yine onunla istişhad etmeye çalışırlar "Rabbinin her şeye şahit olması sana kâfi değil mi?"[154]

 

[TOP]

9.3.50 EL’VEKİL

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VEKİL

EL'VEKİL

 

O, işler, kendine havale edilendir. Lakin işler kendine havale edilen iki kısımdır:

1) Bazı işler kendine havale edilen ki, bu tam değil, noksandır.

2) her şey kendine havale edilen.. Bu da ancak Allah için bahis konusu olabilir..

Kendisine işler havale edilen, ya bizatihi değil de, tevkii ve havale suretiyle havaleye müstahaktır ki, bu nakısdır. Çünkü O, Havale ve tevliyeye muhtaçtır. Ya da bizatihi buna müstahaktır. Bütün işler ve kalpler ona çevrilmiştir. Lâkin bunlar, başkası tara­fından tevliye ve tafviz tankı ile değildir; bilâkis buna, bizatihi müstahak olmuştur. İşte bu, Vekil-i Mutlakın ta kendisidir!

Sonra Vekil, kendisine havale edilenleri tam manasıyla yeri­ne getiren ve hepsini değil de bazısını yerine getiren olmak üzere ikiye ayrılır.

İşte Vekil-i Mutlak o varlıktır ki, kendisine havale edilenlerin hepsini noksansız olarak yapar ve tamamlar. İşte bu da yalnız ve yalnız Allah'tır!

Bu anlattıklarımızdan, kutun bu ismin manasından ne kadar hazzı olduğunu anlamış bulunuyorsun!. [155]

[TOP]

9.3.51 EL'KAVİY EL'METİN

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KAVİY EL'METİN

EL'KAVİY EL'METİN

 

Kuvvet, tam bir kudrete delâlet eder. Metanetse, kuvvetin şiddetine delalet eder.

Allah-u Teâlâ, tam bir kuvvete sahip olmak bakımından kavi, gücünün çok şiddetli olması itibarı ile de Metindir!

Bu iki isim de Kudret manalarındandır ki bahsi ileride gele­cektir... [156]

[TOP]

9.3.52 EL’VELİY

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VELİY

EL'VELİY

 

O, seven ve yardım edendir. Sevsisinden ne kasd edildi­ğini yukarıda izah ettik. Yardım etmesinden ne kasd edildiği de açıktır. Yani dostlarına yardım eder; din düşmanlarını kahrü perişan eder. Allan buyurmuştur "Allah iman edenlerin velisidir." [157] Yine buyurmuştur: "Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah şüphesiz iman edenlerin velisi (yardımcısı) dır, Kâfirlere (gelince hakikaten) Onların velisi (yardımcısı) yoktur"[158]

 
Tenbih:

 

Kullardan veli olan o kişidir ki: Allah'ı, onun dostlarını sever, Allah'ın emirlerini tutar, kullarına yardım eder, düşmanları ile mücadele eder.

Şeytan ve nefis hiç şüphe yok ki Allah'ın düşmanlarındandır. Onlarla çarpışmak; onların sırtını yere getirmek lâ­zımdır. Çünkü her kim onlarla çarpışıp da Allah'ın emrini yapmak suretiyle Allah'a yardım ederse, Allah dostları ve dost düşman­ları ile de düşman olursa işte o, kullardan veli olmuş kimseler­den olmuş olur. [159]

 

[TOP]

9.3.53 EL'HAMÎD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HAMÎD

EL'HAMÎD

 

O, övülen demektir! Allah-ü Teâlâ ezelde kendi zatını öv­müş ve ebede kadar da kullar onu övecektir! Bu, zikri edenlerin zikrini göz önünde tutarsak, Cemal, Uluv ve Kemal sıfatlarına dönüştüğünü görürüz!.

Çünkü Hamd, Kemal Sıfatlarını zikretmekten ibarettir!.. [160]

 
Tenbih:

 

Kullardan Hamid o kişidir ki, inançları, ahlak ve amellerinden ötürü herkes tarafından övülür.. İşte Peygamber (S.A.V.) ona yakın olan Peygamberler veliler ve ilmi ile amil olan alimler bu vasfa layık olanlardır. Her birerleri, kendi inanç ve ameline göre övülür.

Kullardan hiç kimse, kusurdan hali olmayacağından, övüle­cek huyları ne kadar çok olursa olsun yine de mutlak Hamid olamaz. Çünkü mutlak Hamid ancak ve ancak Allah'tır!... [161]

 

[TOP]

9.3.54 EL'MUHSİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUHSİ

EL'MUHSİ

 

O, Âlimdir. Lakin ilim Malumata izafe edildiği zaman, malu­matı kuşatmak ve onu saymak hiç şüphe yok ki, İhsa adını alır. Öyleyse gerçek Muhsi ilmi her şeyi ihata ededen ve her şeyin miktarını bilip eksiksiz tastamam sayabilendir.

Kul, her ne kadar bazı şeyleri bilip sayabilirse de her iyi hat­ta birçok şey sayamayacağından hakiki Muhsi olamaz! Şu halde mutlak Muhsi yalnız ve yalnız Allah'tır! Kulun bundaki rolü ilim sıfatında olduğu gibi yok denecek kadar azdır!. [162

[TOP]

9.3.55 EL'MUBDÎ EL'MUÎD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUBDÎ EL'MUÎD

EL'MUBDÎ EL'MUÎD

 

Bu ismin mânası, Mucid (icad edici) demektir. Ne var ki, eğer icad bir benzeri ile mesbuk değilse ibda tesmiye edilir. Benzeri ile mesbuk ise iade tesmiye edilir..

Başlangıçta insanları halk eden şüphesiz ki Allah'tır. Onları haşr etmek suretiyle tekrar iade edecek (yaratacak) olan yine O'dur! Eşyanın hepsi O'ndan olmuştur, yine ona avdet edecek­tir. O'nunla başlamıştır, yine O'nunla avdet edecektir. [163]

[TOP]

9.3.56 EL'MUHYÎ EL'MÜMİT

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUHYÎ EL'MÜMİT

EL'MUHYÎ EL'MÜMİT

 

Bu da aşağı yukarı icad manasındadır. Ancak şu farkla:

Mevcut (var olan) eğer hayat ise bunu yapmaya ihya (di­riltmek) denilir, yok eğer mevt (ölüm) ise bunu yapmaya İmâte (Öldürmek) tesmiye edilir.

Ölümü de, hayatı da Allah'tan başka kim yaratabilir. Bunların hepsini Allah yaratmıştır.. Dirilten de, öldüren de ancak O'dur!

Hayatın mânasına, el-BAİS ismini şerh ederken anlatmıştık, tekrarına lüzum görmüyoruz!.. [164]

 

[TOP]

9.3.57 EL'HAYY

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HAYY

EL'HAYY

 

O, daima uyanık ve yapıcıdır. Çünkü fiili ve idraki olmayan ölü demektir!

İdrakin, en az derecesi, idrak edenin, kendi nefsini bilmesidir. Kendini bilmeyen (tanımayan) cemat ve ölüdür! Şu halde tam manasıyla kayıtsız, şartsız diri olan, bütün varlıklar kendi fiili, bütün idrak edilecekler kendi idraki tahtında bulundurandır: Bunların hepsi hiç şüphe yok ki Allah için bahis konusu olabilir. İşte bu sebepten Allah gerçek ve kayıtsız şartsız Haydir. On­dan, başka her canlının hayatı, (diri olması) idraki ve fiili kadardır (yani onlarla ölçülebilir) ki, mahduddur..

Sonra canlı varlıklar da derece derecedir. Yukarda buna işaret etmiştik: Melekler, insanlar ve hayvanlar, arasındaki derece farkları gibi... [165]

 

[TOP]

9.3.58 EL'KAYYÛM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KAYYÛM

EL'KAYYÛM

 

Şunu iyi bil ki:

Eşya başlıca ikiye ayrılır:

1- Araz ve vasıflar gibi mekana muhtaç olup da kendi ne­fisleri ile kaim olmayan,

2- Mekana muhtaç olmayan ve kendi nefsi ile kaim olduğu söylenen: Cevher gibi.. Ancak Cevher her ne kadar kendi nefsi ile kaim ise de bir mahalle (yere) muhtaç değilse de, kendinde bulunması şart olan bazı şeylerden hali değildir. Bu itibarla ona kendi nefisle kaimdir, diyemeyiz. Çünkü o, kıyamında (ayakta durmasında) başkasının varlığına muhtaç olmaktadır, mahalle (yere) muhtaç değilse de..

Kendi zatı ile kaim olmasında, hiç bir yere, hiçbir şeye muhtaç olmayana (Kaimun bi nefsihi mutlaken) denir. Kendi netsiyle kaim olmasında hiç bir şeye muhtaç olmayan, bununla beraber, her mevcut kendi sayesinde ayakta durabilen, Onsuz, eşya için varlık, tasavvur edilemeyene de KAVYUM denilir. Çün­kü O'nun kıvamı kendi zatı ile, olduğu gibi her şeyin kıvamı da onunla olmuştur.. İşte bu vasıf ancak Allah'a layıktır. Kulun bu vasıftan hazzı, Allah'tan başkasından müsteğni olduğu kadardır.. [166]

[TOP]

9.3.59 EL’VACÎD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VACÎD

EL'VACÎD

 

Hiç bir şeye ihtiyacı olmayan demektir. Bu kelime El' Fakid (yitiren) kelimesinin karşılığında kullanılır.

Kişi, ihtiyacı olmayan bir şeyi kayıp ettiği zaman, fakid sayıl­maz.

Zâtına ve zâtının kemâline taallûk etmeyen bir şey elde et­tiği zamanda da kendisine Vacid denilmez...

Öyleyse Vacid, İlâhi sıfatlar babında mutlaka bulunması ge­reken hususlara ihtiyaç duymaksızın kendisinde bulunan de­mektir. İşte bu, Allah için mevcuttur. (Allah) bu itibarla Vacid olunmuştur. Hem de Vacid-i Mutlak.

Ondan başkası, bazı ahlâki faziletler ve kemalâtlar elde edebilse de ona Vacid denilemez. Çünkü o bunun yanında elde edemediği bir çok şeyler kaybetmiştir..

Bir şeyler elde edebilse, dahi madunu olan kişilere nisbeten bir şey elde etmiştir, hepsi o kadar... [167]

 

[TOP]

9.3.60 EL'MACİD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MACİD

EL'MACİD

 

Bu, EI-MECİD Mânâsındadır: Alim'in Alim manasında olduğu gibi...

Ancak aralarındaki fark şudur. Sıfatı müşebbehe olan El-A'LİM'de mana ziyadeliği vardır. Yukarıda bu bahis geçmiştir. [168]

[TOP]

9.3.61 EL’VÂHİD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VÂHİD

EL'VÂHİD

 

O, bölünmeyen, ikilenmeyen (Bir ikincisi olmayan) demektir.

BÖLÜNMEYEN: CEVHER-İ VAHİD gibidir. Taksim kabul et­meyene Vahid denilmesi, onun parçası olmamasındandır. Nok­ta da böyledir, parçası yoktur...

ALLAH birdir demek, zatında bölünmesi imkânsız demektir.

İkilenmeyen (ikincisi) olmayan bir şeye misal verecek olur­sak buna güneşi misal verebiliriz. Çünkü Onun eşi (bir daha onun gibi güneş) yoktur.

Bunun, elsim olması itibarı ile zatında parçalanmak suretiyle inkısam kabul etiğini söyleyebiliriz. Ne var ki bunun eşi yoktur! Fakat bir eşinin bulunması mümkündür..

Tek olan mutlak tek olan, bir ikincisi bulunmayan ve bulun­ması mustahil olan ezelde, ebedde tek olan ancak Allah'tır..

Kulun tek olması, kendi ebnai cinsine nispeten bazı ahlâki üstünlükleri haiz bulunması babından mecazi anlamdadır. Çün­kü her ne kadar bazı hususlarda eşsiz olursa da, zamanla eşsiz olduğu haslette onun gibi olacak hattâ onu geçecek biri çıkabi­lir..

Öyleyse kayıtsız şartsız tek olmak, eşsiz olmak ancak ve ancak Allah'a mahsustur. [169]

 

[TOP]

9.3.62 ES'SAMED

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ES'SAMED

ES'SAMED

 

O, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen arzu ve bütün istekler kendisine sunulandır. Çünkü sonsuz büyüklük ve ihsan O'ndadır.

Allah, gerek din ve gerek dünya işleri için, insanları kime muhtaç etmişse, şüphe yok ki, bu vasıftan, ona ihsanda bulun­muş olur.

Ne varki mutlak Samad her bakımdan kendisine baş vuru­lup sığınılandır. Bu da hiç şüphe yok ki, Allah'tır.. [170]

[TOP]

9.3.63 EL'KADİR - EL'MUKTEDİR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'KADİR - EL'MUKTEDİR

EL'KADİR - EL'MUKTEDİR

 

Bu iki (ismin) manası, kudret sahibi demektir. Ancak şu farkla:

El Muktedir ismi mübalağa (ziyadelik) bakımından biraz da fazla mânâ ifade etmektedir.

Kudret, irade ve ilmin takdiri ile bir şey icad etmek kabiliye­tidir.

EI-KADİR: İsterse yapar, isterse yapmaz.. Demektir. Dilemek (murat etmek) bunun şartından değildir tabii..

Allah şu anda kıyameti kame etmeye kadirdir. Çünkü isterse bunu yapar.

Eğer kıyameti şu anda koparmıyorsa, demek ki onun henüz dilememiştir ve şu anda olmasını istememiştir de. Çünkü ezelde onun ne zaman kopacağı takdir ve tayin edilmiştir de henüz zamanı gelmemiştir.. Bunun böyle olması, Allah'ın Kudret sıfatına halel getirmez.

KADÎR-İ MUTLAK, Öyle bir varlıktır ki, her varlığı yaratır ve ya­ratırken hiç kimsenin yardımına muhtaç olmaz. İşte o da Al­lah'tır...

Kula gelince,

Onun da kendine göre kudreti (gücü) var ama, çok zayıf ve çok noksandır..

O, ancak bazı mümkün olan şeylerin hakkından gelebilir. Yaratma iktidarı yoktur.

Çünkü Kul için mukadder olanları da, yine kul vasıtası ile Al­lah yaratmaktadır. Çünkü onun hakkında mukadder olan husus­ların var olma sebeplerini yaratan O'dur!. Bu derin bir meseledir. Bu gibi hacmi küçük kitabı ar kaldıramaz bunu. [171]

[TOP]

9.3.64 EL'MUKADDİM - EL'MUAHHİR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUKADDİM - EL'MUAHHİR

EL'MUKADDİM - EL'MUAHHİR

 

Yaklaştıran da uzaklaştıran da O'dur. Kimi yaklaştırmışsa, onu takdim, kimi uzaklaştırmışsa, onu tehir etmiştir..

Peygamber ve dostlarını, kendisine yaklaştırmakla takdim, düşmanlarını kendisinden uzaklaştırmak, kendi ile onlar arasını perdelemekle tehir etmiştir.

Bir kral iki şahsı kendisine yaklaştırırsa ve fakat birini kendi­ne daha yakın bir yerde otursa tabi onu diğerinin önüne ge­çirmiş olmakla takdim etmiş olur.

Önde olma keyfiyeti, ya yer bakımından olur ve yahut rütbe bakımından...

Şüphesiz; kendisinden uzakta olana muzaftır (nispet edilmiştir) O..

Bunda bir maksat olmalıdır. (Kainatta bütün varlıkların mak­sadı hiç şüphe yok ki,) Allah'tır..

Allah katında mukaddem olan hiç şüphe yok ki Mukarreb olandır...

Önce melekleri, sonra peygamberleri, daha sonra velileri ve onları takiben de (ilmi ile amil olan) âlimleri takdim etmiştir. (diğer mahlukata..)

Her tehir edilen, makabline nispeten takdim edilmiştir. Her takdim edilen de mabadine nispeten takdim edilmiştir..

İşte Mukaddim de Muahhir de Allah'tır. Çünkü onların (ya­ni Kulların) ilerlemesini veya serilemesini gördüğümüz zaman, onları ilerleten veya himmetlerini ibadetten azaltıp gerileten kim olduğunu anlamakta güçlük çeker miyiz hiç? İşte bunların hepsi Allah'tandır. Bunun için de O, hem Mukaddimdir (ilerle­ten),, hem Muahhirdir (gerileten)..

Takdim ile tehirden murat, rütbe bakımından ilerleme ve­ya gerilemedir.

Demek ki ilerleyen, kendi bilgi ve kabiliyeti ile değil de Al­lah'ın ilerletmesi sebebiyle ilerlemiştir. Gerileyen de öyle!

Bu iddiamızı ispatlayacak iki ayet:

"Şüphe yok ki, kendileri için bizden en süzel (bir saadet) sebketmiş (takdir edilmiş) olanlar, işte bunlar oradan (cehen­nemden) uzaklaştırılmışlardır"[172]

Eğer biz dileseydik herkesi elbette hidayete erdirirdik. Fakat benden (sadır olan şu): "Cehennemi bütün cinlerle insanlardan (niceleri ile) muhakkak dolduracağım.[173]

 
Tenbih:

 

Fiiller sıfatından kulun hazzı meydandadır. Bu sebeple, mevzuun uzamasını istemediğimizden her isimde aynı şeyleri tekrarlamaktan sarfı nazar ettik. [174]

[TOP]

9.3.65 EL'EVVEL EL’AHIR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'EVVEL EL’AHIR

EL'EVVEL  EL'AHIR

 

Bil ki; Evvel, bir şeyler izafetle ancak evvel olur. Ahirde öy­le şu halde bunlar birbirlerine zıt iki manadırlar. Öyleyse bir şey aynı şeye izafetle hem evvel ve hem ahir (son) olması imkân­sızdır.

Varlığın tertip ve tanzimine, tertip edilmiş mevcudatın silsi­lesine baktığın zaman, görürsün ki, Allah mevcudata nispetle hepsinden evveldir., Çünkü mevcudatın hepsi varlıklarını ondan almışlardır. O ise kendi zatı ile mevcuttur (varlığı kendindedir). Varlığı hiç kimseden almamıştır.

Sulûk'un tertibine baktığında, seyr edenlerin menzillerini Sözden geçirdiğinde, ariflerin en son derecesi O'nu (Allah'ı), bilmektir. Onun marifetinden evvel olan her marifet demek ki O'na ulaşmak için bir merdivendir. Şu halde Menzil-i Aksa (En son menzil) MARİFETULLAH'tır. Demek oluyor ki, sulûk'a izafetle o, sondur. Varlığa izafetle ise o evveldir. Netice: varlıkların baş­langıcı O'ndandır ve yine en son O'na döneceklerdir. [175]

[TOP]

9.3.66 EZ'ZAHİR EL'BATIN

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EZ'ZAHİR EL'BATIN

EZ'ZAHİR  EL'BATIN

 

Bu iki vasıf da muzaflardandır: Zahir, bir şeyin batını olur. Bir şey, aynı yönden hem zahir, hem batın alamaz.

İdrake izafetle bir yönden zahir ve diğer yönden batın olur. Şu halde zuhur (açıklık) bütün (gizlilik) idraklere izafetle kabili tasavvur oluyor.

Allah, his ve hayal idraklerinin gücü ile aranacak olursa batın, istidlal tarikini elde eden akıl ve mantık gücü ile aranacak olursa zahirdir..

SORU:

Hislerin idrake, izafetle, batın oluşu açıktır, izaha lüzum yok..

Akıl için zahir oluşu meselesine gelince, anlaşılması biraz güç. Çünkü zahir (açık) olan herhangi bir şeyi herkes görür. Onu idrak etme babında halk arasında fikir ayrıldığı olmaz. Bu ise, insanlar arasında ihtilâf konusu olmuştur.. (Zira ona, inananlar  bulunduğu gibi inanmayanlarda olmuştur..)

CEVAP:

Şüphesiz O, zuhurunun şiddetinden hafi (Gizli) olmuştur. Onun zuhuru, batınının (hafi olmasının) sebebidir. Nuru ise, nurunun perdesidir.. Haddini aşan her şey zıddı üzerine in'ikas eder. Bunu bir misâl vermeden anlayamayacaksın, galiba. İşte sana misal:

Bir kâtip tarafında yazılan bir kelimeye baktığın zaman, o kelime ile onun âlim, Kadir, Semi, Basir olduğuna, istidlal eder ve ondan yakın elde edersin!

Çünkü bu sıfatlar (nitelikler) onda bulunmuştur. Tek bir ke­lime, katibin varlığına, onun gören, gücü yeten, duyan ve yaşa­yan bir varlık olduğuna delâlet ederse göklerde, yerde, bulunan gezegenler, güneş, ay, hayvan, bitki gibi varlıklar, kendilerini meydana getirecek ve idare edecek bir varlığa delalet etmez mi?

Hatta insan, yalnız kendi varlığını incelese bile, kendisinin bir yaratıcısı, idare edicisi olduğunu hemen idrak eder..

Eşya, görme bakımından çeşit çeşit olursa, yani kimisi gö­rüp de kimisi göremezse, hepsi için yakin hasıl olur.

Lâkin müşahedeler çoğalınca, zuhurun rünmez olur..

Misâli

Eşyanın en meydanda olanı, duyularla idrak edilendir. Bu­nun da en zahir olanı gözle görülendir. Gözle görünenler ara­sında en meydanda olanı bütün cisimleri aydınlatan güneşin ışığıdır. Her şeye ışık veren yani her şey kendi sayesinde aydınlı­ğa kavuşan bir şeyin kendisinin zahir olmaması düşünülebilir mi?

Bu gerçeği birçok kimseler anlayamadılar da şöyle dediler.

Renkli şeylerde ancak kendi renkleri bulunur. Siyahsa siyah, kırmızı ise kırmızı olur.. Bu renklerle beraber bir ziya veya nurun bulunası ise mümkün değildir. Sonra böyle düşünenler idrak ettiler renkli olan şeylerde de nurun bulunduğuna kali oldular, idraklerinin sebebi şudur:

Gölge ile, aydınlığın bulunduğu yer arasındaki fark ile, gece ne gündüzün arasındaki fark...

Güneşin geceleyin gaybubeti, gündüzleri de karanlık cisim­lerden uzaklaşması düşünüldüğünde, renkli olan şeylerden eserinin kesildiği görüldü. Ve böylece güneşin tesiri ile aydınlananla, ondan mahrum olan karanlık arasındaki fark anlaşıldı. Nu­run varlığı, bu suretle nurun yokluğu ile meydana çıkmış oldu.. Varlık haleti, yokluk haletine izafe edildiği vakit, her iki halde de renklerin kaybolmadığı görülerek aradaki fark hemen anlaşılır,

Eğer güneş devamlı olarak cisimleri aydınlatmakta devam etseydi, hiç gözden kayıp olmasaydı (geceleri olduğu gibi) o zaman aydınlığın, diğer renklerden farklı bir şey olduğu biline­mezdi. Halbuki o, eşyada en sahir olan bir şeydir. Hatta bütün eşyayı aydınlatan odur.

Netice:

Eğer Allah-ü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine (Hâşâ) yokluk veya bazı şeylerden gaybubeti düşünülseydi, gökler ve yerler ve nurundan mahrum olan her şey, yıkılırdı ve iki hâl arasındaki fark anlaşılıp kati suretle varlığı idrak edilirdi. Lâkin, bütün eşya şehadet hususunda söz birliği ettiği, bütün haller yeknasak mut­tarit olduğu için, bu Hefasına (gizli olmasına) sebep olmuştur.

Nuru ne mahlukattan gizlenen, Zuhurunun şiddetinden on­lardan gizli kalan ulu varlık, seni (bütün mevcudiyetimle) tenzih ederim!...

Evet O (Allah), zahirdir, hem de öylesine zahir ki ondan zahir hiç bir şey yoktur; O, Batındır.. Öylesine Batın ki, ondan daha batın hiç bir şey yoktur!... [176]

 
Tenbih:

 

Allanın bu sıfatları hakkında verdiğimiz bilgiye hayret etme!

İnsanı insan yapan da içi ve dışıdır. Tertipli ve düzenli hare­ketleri ile Zahirdir.

His idraki yönünden incelendiği zaman öd, o batındır. Çünkü his, beşeresinin (Vücudunun) zahirine teallûk eder. in­san, ondan görünen bedeni ve eti ile insan değildir. Onun cildi hatta azalarından bir kaç tanesi değişse bile yine o, odur. Ne var ki bazı azaları (eczaları) değişmiştir.

Belki de büyüdüğü zaman insan vücudunun aldığı deri ve parçaları, küçüklüğündekinden başkadır. Zamanla onlar, emsali ile gıda almak suretiyle değişmişlerdir ama, yine de insan insan­dır. Hüviyeti değişmemiştir. İşte o hüviyet, duyulardan gizlidir, lakin, eser ve fiilleri ile (hareketleri ile) istidlal yolu ile akla zahir­dir.. [177]

[TOP]

9.3.67 EL'BERR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'BERR

EL'BERR

 

O, ihsanda bulunandır (iyilik yapandır). Her iyilik ve ihsanın ana kaynağı O, olduğundan mutlak iyilik sahibi ancak ve ancak O'dur.

Kul, ancak gücü yettiği kadar iyilik yapabilir. Bilhassa anne babası ile üstadları ve şeyhlerine karşı iyilik ve ihsanda bulunabi­lir.

Bîr Rivayet:

Musa Aleyhisselam, Rabbi ile konuştuğu' zaman, arşa ilişmiş bir adam gördü ve sordu:

Yarabbi, bu kul, bu mevkiye nasıl erişti? Allah-ü Teâlâ izah buyurdu:

Bu kul, kullarıma verdiklerimden ötürü hiç kimseyi, kıs­kanmadı. Üstelik anne babasına son derece iyilik yapardı..

İşte bu, kulun iyiliğidir. Yani kulun iyiliğine verilen bir misaldir.

Allah'ın mahlukatına karşı olan iyilik ve ihsanını anlatacak olursak mevzu çok uzar. Bazı anlattıklarımızdan, isteyen istifade edebilir.. [178]
 

[TOP]

9.3.68 ET'TEVVAB

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ET'TEVVAB

ET'TEVVAB

 

Kulun defalarca tevbe etmesi için imkânlar sağlayan şüphe­siz ki O'dur!

Kullar, Allahın ayetlerini, gördükleri zaman, işledikleri günah­lar yüzünden çarpıştırılacaklar! ceza kendilerine bildirildiğinde hemen tevbe etmeye koşarlar, Allah'ta tevbelerini kabul edip onlara ihsan ve ikram da bulunur.. [179]

 
Tenbih:

 

Emrinde bulundurduğu kişiler veya arkadaşları tarafından iş­lenen suçları tekrar tekrar afveden kişi, bu ahlakla ahlaklanmış ve bundan nasibini almış demektir. [180]

[TOP]

9.3.69 EL'MUNTEKİM

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUNTEKİM

EL'MUNTEKİM

 

Asilerin belini kıran, canilerin hakkından gelen, taşkınlık ya­pan azgınların haddini bildiren şüphesiz ki, O'dur!

Tabii bu ukubet (Ceza) faslı, onlan 'defalarca mazur gör­dükten, onları uyardıktan, defalarca onlara fırsat verdikten son­radır..

Bu şekildeki intikam, peşin alman intikamdan daha çetindir, çünkü fazla masiyet işlemiş olmaları, onların daha çetin azaba çarptırılmalarına sebep olacaktır.. [181]

 
Tenbih:

 

Kulların alacağı intikamlarından makbul olan intikam; Allah düşmanlarından olacağı intikamdır. Düşmanların en zorlusu hiç şüphe yok ki kulun nefsidir..

Bir masiyet irtikâp ettiğinde veya ibadetlerden birine halel getirdiğinde, ondan intikam almak kulun en başta gelen meşru haklarındandır..

Bayezid-i Bistami'den nakledilmiştir.

"Nefis beni, bir gece zevkli ibadetlerimden alıkoydu. Fakat ben de ona tam bir sene su vermemekle intikamımı aldım."

İşte nefisten intikam böyle alınmalıdır!. [182]

[TOP]

9.3.70 EL'AFUVV

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'AFUVV

EL'AFUVV

 

Bu, günahları mahveden, masiyetlerden geçiverendir. Bu itibarla bu isim Gafur ismine yakındır. Ancak şu farkla; Gafur'dan çok mana ifade etmektedir. Çünkü Gufran, günahları örtüvermek demektir, Afv ise günahlan kökünden kazımaktır..

Bir şeyi kökünden kazımak, o şeyi örtmekten daha iyidir, tabii.. [183]

 
Tenbih:

 

Kulun bu isimden alacağı nasip meydanda.. Kendisine zülm eden kişiyi afv eder, hatta ona iyilik bile yapar. Allah'ı görmüyor mu? Dünyada âsilere ve kafirlere nasıl ihsanda bulunuyor da küfür ve isyanlarından dolayı onları hemen cezalandırmıyor..

Hatta tevbe edip, günahlarından veya küfürlerinden vaz­geçtikleri zaman, Allah'ı onları bağışlamaktadır da. Çünkü güna­hına tevbe eden, günah işlemeyen kişi gibidir.. İşte suçu afv edip kökten kazımanın gerçek mânâsı budur'[184]

[TOP]

9.3.71 ER'RAÛF

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ER'RAÛF

ER'RAÛF

 

Rafet sahibi demektir. Rafet (şefkat dediğimiz) aşırı merha­met manasına gelir. Bu itibarla bu kelime (isim) Rahim manasındadır. Ancak bunda, mânâ yönünden biraz fazlalık vardır. [185]

[TOP]

9.3.72 MALİKÜL MÜLK

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
MALİKÜL MÜLK

MALİKÜL MÜLK

 

Bu, dileğini, memleketinde istediği gibi yürüten demektir: İstediği zaman var eder, istediğinde yok eder, istediğinde bıra­kır.

Mülk'ün buradaki anlamı, Memlekettir. Malik ise tastamam bir kudrete sahip olan manasınadır.

Varlık âleminin bütünü tek bir memlekettir. O ise bu mem­leketin (ülkenin) sahibi...

Varlık âleminin tek bir memleket sayılması, içinde bulunan varlıkların birbirlerine bağlı olmasından ileri gelmektedir. Bunlar, bir bakıma her ne kadar çok görünürlerse de diğer yönden bir sayılırlar..

Tıpkı insan gibi. İnsan hakikatin bir memleketidir...

Lâkin bu memleket bir çok azadan teşekkül etmektedir. Bu azalar birbirlerine yardım ediyorlar ki, insan hakikatinin istekleri yerine gelsin... Bu itibarla bu, tek bir memleket olmuştur..

İşte bütün âlem de tek bir şahıs gibidir. Alemin eczası, tek bir gaye için birbirlerine yardımcı olan o şahsın azalan gibidir..

Allahın ihsanı, bütün alemde tam manası ile gerçekleşsin diye bu eczai alem devamlı surette birbirlerine yardım etmek­te, yekdiğerlerini tamamlamaktadırlar..

Bütün âlemin yeknesak oluşu aynı nizam ve intizam içinde bulunuşu itibarı ile tek bir ülke sayılmıştır.

Bu ülkenin sahibi de hiç şüphe yok ki, yalnız ve yalnız: o Allah'tır,

Kulun ülkesine gelince, Onun ülkesi, bedenidir. O, gerek kalbine ve gerekse diğer azalarına söz geçirebilirse, kendisine verilen kudret nispetinde, kendi ülkesinin sahibi olur.. [186]

[TOP]

9.3.73 VEL-İKRAM ZÜL-CELÂL

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
VEL-İKRAM ZÜL-CELÂL

VEL-İKRAM  ZÜL-CELÂL

 

Onun olmayan hiç bir yücelik ve mükemmellik yoktur. Hiç bir Keramet ve şeref yoktur ki, O'ndan sadır olmasın!..

Onun Celâli zatında; kerameti (iyilik ve ihsanı) ise, ondan malûkatına saçılmaktadır. Mahlûkata olan ikramının çeşitleri sayıl­mayacak kadar çoktur. Bunu, (Ve Lekad kerremna beni âdeme: Andolsun ki biz Adem oğullarını bütün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır.) [187]

[TOP]

9.3.74 EL’VALÎ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VALÎ

EL'VALÎ

 

Mahlukatın işlerini yoluna koyan ve gereği gibi idare eden ancak O'dur.

Velayet, Tedbir, Kudret ve Fili gibi hususları iş'ar eder. Bun­ları kendinde bulundurmayana vali denemez!

Bütün umurun (işlerin) valisi şüphe yok ki, Allah'tır.

O işleri önce tedbir, etmiştir, ikinci, defa tahkik sahasına çı­karmıştır, üçüncü defa da onları devam ettirmiş ve idaresinde bulundurmuştur.. [188]

[TOP]

9.3.75 EL'MUTEÂLİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUTEÂLİ

EL'MUTEÂLİ

 

Bu isim, EL-Aliy (Yüce)mânâsındadır. Ne var ki bunda biraz mana fazlalığı mevcuttur.. [189]

[TOP]

9.3.76 EL'MUKSİT

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MUKSİT

EL'MUKSİT

 

Mazluma acıyıp, zalimin elinden kurtaran demektir.

Bunun kemâli, hem mazlumu, hem zalimi hoşnut etmekle gerçekleşir...

İşte son derece adalet ve insaf budur. Buna Allah'tan baş­ka kimin gücü yeter ki?..

Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem; Eshabı arasında otururlarken tebessüm ettiler ve ön dişleri görüldü. Hz. Ömer (R.A.) sordular:

Anam, babam sana feda olsun, neden güldünüz? Ce­vap verdiler:

Ümmetimden iki kişi Allah'ın huzurunda diz çökmüşler. Biri diyor ki: Yarabbi bundan hakkımı al! Allah öbürüne:

Kardeşine hakkını ver!

Yarabbi hiç sevabım kalmadı ki! Allah öbürüne hitaben:

Kardeşine ne vereceksin şimdi, bak hiç sevabı kalma­mış? der, Hakkını isteyen cevap verir:

Yarabbi (mademki sevabı kalmamış) öyleyse benim gü­nahlarımdan alsın!"

Bunu anlattıktan sonra Resûlüllah (S.A.V,) in mübarek gözle­ri dolar ve şöyle buyurdular:

"İşte O gün, gerçekten büyük bir gündür! Çünkü insanlar çaresiz birbirlerinin günahlarını yüklenecekler." Sonra kıssaya devam ettiler:

Allah, alacaklıya hitaben der ki:

Gözlerini kaldır da cennetlere bak! Adam başını kaldı­rınca şöyle haykırmaktan kendini alamaz:

A... A... Gümüş şehirleri inci karışık altın köşkler görüyo­rum!

Yarabbi, bunlar acaba hangi Siddîk'in, hangi Şehidin ola­caktır? Allah buyurur:

Bunların değerini kim verirse; onun olacak!..

Bunları alabilecek kadar zengin var mı ki?..

Tabii. Bunları pekâlâ sen alabilirsin. Çünkü sende bu im­kân mevcuttur.

Ne ile yarabbi!

Kardeşini (Din kardeşini) affetmekle, suçunu bağışlamak­la, ondaki alacağından vaz geçmekle..

Affettim onu yarabbi!

Madem affettin, tut kardeşinin elinden doğru girin Cen­nete! diye onu taltif eder..

Bu kıssayı anlattıktan sonra Resûlüllah. (S.A.V.) şöyle buyur­dular:

"Allah'tan korkun, birbirlerinizi barıştırın. Çünkü Allah kıya­met günü Müminlerin arasını bulacaktır.."

İşte zalimden hakkını alıp mazluma vermek böyle olur ki, bunu tam manasıyla Allah'tan başkası yapamaz.. Bu isimden kulun alacağı nasip, hisse şudur:

Evvel kendisinin yaptığı haksızlıklardan vazgeçer. Sonra başkasına yapılan haksızlığı gidermek için uğraşır. Başkası tarafın­dan kendisine yapılan haksızlığa sabreder.. (Yukarıda arz ettiği­miz hadisi, Hakim, Enes'den (R.A.) rivayet etmiştir.) [190]

[TOP]

9.3.77 EL'CAMİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'CAMİ

EL'CAMİ

 

Bu isim; birbirlerine benzeyen, birbirlerine benzemeyen, birbirlerinin zıddı olan varlıkları bir araya toplayan manasına gelir.

Birbirlerine benzeyenleri bir araya getirme meselesine ge­lince:

Allah, yeryüzünde bir çok insanı yaratmış ve onları kıyamet günü aynı bir yerde toplayacaktır..

Birbirlerine aykırı olan varlıkları bir araya getirmesi meselesi­ne gelince, Allah; gökler, yıldızlar, hava, yer, denizler, hayvanlar, bitkiler, çeşitli madenler ve şekilleri, renkleri, tatları ve birçok vasıfları birbirlerine uymayan varlıkları bir araya getirmiştir.  

Sonra canlı varlıklarda, et, kemik, adale, damar, beyin, cilt ve kan gibi çeşitli şeyleri cemetmiştir.

Birbirlerine zıt olan olanlar; bir araya getirmesi meselesine gelince: Allah; hararet, burudet, rutubet, yubûset (kuruluk) gibi birbirlerine zıt olan unsurları canlı varlıkların terkibinde bir araya getirmiştir.

Bundan daha mükemmel iş ne olabilir? Bunları ayrı ayrı an­lamak veya anlatmak, ancak dünya ve ahirette bunları mufassal şekilde bilene müyesserdir.

Evet bütün bunları derinlemesine şerh ve izah etmek, uzun vakitlere müsteniddir.. [191]

 
Tenbih:

 

Kullardan bu vasfa layık olan o kişidir ki, dış görünüşteki edep ve terbiye kaidelerini, iyi davranışları ile iç görünüşteki yani kalbi olan davranışlarındaki incelikleri bir araya getirir.

Marifeti tam, siyreti güzel olan kişiye (Mecazi anlamda) ca­mi denebilir.

Bu sebeple KÂMİL kişiyi şöyle tarif ettiler:

"Kâmil insan o kişidir ki; marifetinin nuru, veraının nurunu söndürmez!"

Sabır ile basireti bir araya getirmek de imkânsızdır.. Bundan dolayıdır ki, zühdü takvaya karşı son derece sabırlı olan kişide basiret göremiyoruz.

Bunun aksi olarak da, basiret sahibinde de sabır görülemi­yor... İşte Cami, sabırla basiret, arasını cem edendir. [192]

 

[TOP]

9.3.78 EL'GANÎ EL'MUGNÎ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'GANÎ EL'MUGNÎ

EL'GANÎ EL'MUGNÎ

 

Bu, ne zatında ve ne sıfatında başkası ile ilgisi olmayan, başkalarıyla alâkası olmaktan tamamen münezzeh olan, demek­tir. Zatı veya sıfatı, kendi zatından hariç herhangi bir şeye taallûk ederse, onun varlığı veya kemali ona bağlı olur. Böyle olan şey veya kimse muhakkak kesbe (kazanmaya) muhtaç demektir. Allah'ın ise hiç kimseye ihtiyacı yoktur, zira cümle âlem ona muhtaçtır.

Muğni olan (zengin eden) de O'dur. Lâkin zengin ettiği kimse, asla mutlak zengin olamaz. Çünkü zenginliği ile kullardan emsaline muhtaç olamazsa dahi yine Allah'a muhtaçtır.

Şu halde hakiki zengin hiç kimseye ve hiç bir şeye ihtiyacı olmayan yalnız ve yalnız Allah'tır. Başkasına muhtaç olmayıp da Allah'a muhtaç olana zengin, yalnız mecazi anlamda denebilir. Çünkü hakiki manada o, asla zengin değildir. Allah buyuruyor: "Allah Ganiydir, siz ise fakirlersiniz"[193]

Allah'tan başkasına ihtiyacı olmayan kişiye zengin denme­si, düşünülmeseydi Allah'ı (el'MUGNİ) ismiyle vasf etmek sahip olmazdı. Onun için Allah'tan başkasına ihtiyacı olmayana da zengin denebilir. (Amma yukarıda anlattığımız gibi. Mecazi anlamda... Çünkü gerçek manada zengin Allah'tan başka kim­se olamaz!.) [194]

[TOP]

9.3.79 EL'MANİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'MANİ

EL'MANİ

 

Dinlerde veya bedenlerde görülecek noksanlığı veya he­laki, ona karşı hazırlanmış koruyucu sebeplerle önleyen, şüphe yok ki O'dur! Yukarıda (Hafız) isminin manası geçmiştir. Hafiz kelimesini icaplarında birisi de önlemedir.

(Hafız) isminin manasın! anlayan. El-Mani isminin mânâsını da anlar. Men helake sürükleyen sebebe izafe edilir; Hıfz (Ko­ruma) ise, helâktan korunana izafe edilir.

Felaketi önlemekten maksat ve gaye, felakete duçar olacak kişiyi veya şeyi korumaktır.

Man'den hıfs kasd edilip de, hıfzdan men kasd edilmedigine göre, her hafız (koruyan) önleyicidir; her önleyici, koruyu­cu değildir. Meğerki önleyiciden, bütün helak sebeplerin önle­yicisi kast edile. [195]

[TOP]

9.3.80 ED'DAR EN'NAFÎ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ED'DAR EN'NAFÎ

ED'DAR  EN'NAFÎ

 

Bu, hayrında şerrinde, faydanın da zararında kendinden sadır olan, manasına gelir... Bütün bunların hepsi; ya melekler ya insanlar veya cemadat vasıtasıyla, veyahut da doğrudan doğru­ya Allah'a izafe edilir.

Sanma ki, zehir (kendisi) öldürüyor, yemek (kendisi) doyu­ruyor, melek, insan, şeytan veya felek, yıldız gibi yaratıklardan herhangi biri hayra, şer'e, fayda veya zarar vermeye kadirdir. Bilâkis bunların hep sineye teshir edilmişse onu yapmaktadır ki, ezeli kudrete izafe edilirler. Kalemin itikadi ammi'de katibe izafe edildiği gibi..

Sultan, iyilik ve zarar bildiren bir evrakı imzaladığı zaman onun fayda veya zaran kalemin kendisinden değil ancak kalemi kullananlardandır. "İtikadı ammide" tabirini kullanmamızın sebebi şudur;

Çünkü cahil, kalemin, katibin emrinde olduğunu sanır, arif ise, onun Allah'ın emrinde olan bir kimsenin elinde olduğunu anlar.

Çünkü katibi ve katipteki gücü kabiliyeti yaratan, parmakları­na ve kaleme hareket veren şüphe yok ki, Allah'tır..

Onun için kalem istese de istemese de yazacaktır. Hatta yazmak istememesi de mümkün değildir. Çünkü gerçek yazan Allah'tır. Canlılarda bu, böyle olursa, cansızlarda bunun aksi hiç düşünülemez. Çünkü cansızlarda keyfiyet izaha lüzum görülmeyecek kadar açıktır. [196]

[TOP]

9.3.81 EN'NUR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EN'NUR

EN'NUR

 

O, öyle bir zahirdir ki bütün zuhur onunladır. Çünkü kendi nefsinde zahir olan (görünen) ve başkasını da gösteren nesne­ye "NUR" denir.

Varlık yoklukla karşılaştığı zaman, şüphesiz zuhur (görünme) şansı varlığındır. Çünkü yokluktan daha karanlık bir şey yoktur. Yokluk karanlığından hatta yokluk imkânından beri, bütün eşyayı yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran "NUR" adını almaya her şeyden ve herkesten daha layıktır.

Bütün eşyayı aydınlatan nur, şüphesiz ki O'nun zatının nurundandır. Çünkü göklerin ve yerin nuru O'dur!

Nasıl ki, güneşin aydınlattığı her zerre, güneşin varlığına bir delildir, kainatın her zerresinde görünen aydınlık da, o aydınlığı yaratan varlığın mevcut olmasına bir delil teşkil etmektedir..

(Ez'Zahir) İsm-i Celilinde yaptığımız açıklama, nur'un mana­sına anlatmaya yetişir de artar bile... [197]

[TOP]

9.3.82 EL'HADÎ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'HADÎ

EL'HADÎ

 

O, öyle bir varlıktır ki, kullarından havas olanlarına, zalim ta­nımaya hidayet etmiştir de onunla, zatının bilinmesine delil ge­tirmişlerdir. Kullarından avam tabakasına, yaratıklarını göstermiştir de onlar, onunla zatını ispata koyulmuşlardır.

Hülasa her yaratığı, neye ihtiyacı varsa, ne yapması lazım gelirse ona hidayet etmiştir.

İşte çocuğa doğar doğmaz, meme emme ilhamını, civcive yumurtadan çıkar çıkmaz yerdeki taneleri toplama ilhamını veren o olmuştur.

Ya arı? Ona altı köşe şeklinde petek yapmayı kim göster­miştir? Bunların hepsini ayrı ayrı açıklayacak olursak konu uzayıp gider. İki ayetle anlatmaya çalışalım:

1- "Bizim Rabbimiz her şeye hilkatini veren, sonra da doğ­ru yolunu gösterendir"[198]

2 - "Takdir eden (ona göre de) yol gösterendir.[199]

İnsanlardan hidayet edenler, peygamberler ve halkı doğru yola irşat eden âlimlerdir. Aslında insanları onların vasıtasıyla hidayet eden Allah'tır. Çünkü peygamberler olsun, âlimler olsun, O'nun emirlerini yerine getirmeye yine O'nun tarafından vazifelendirilmişlerdir. [200]

[TOP]

9.3.83 EL'BEDİ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'BEDİ

EL'BEDİ

 

Bu, Zâtında, sıfatında ve ona raci olan her işte emsali görülmemiş demektir. İşte bu vasıf mutlak surette ancak Allah'a mahsustur. Çünkü Bedi-i Mutlak ancak ve ancak O'dur. Çünkü O'ndan evvel kimse ve hiç bir şey yok ki, misli görülmüş olsun; O'ndan sonraki varlıkların, hepsini O, yarat­mıştır, yaratıklar, hiçbir zaman kendilerini yaratanla bir ola­mazlar. Şu halde O (Allah), ezelen ve ebeden Bediidir.

Herhangi bir kulunu, peygamberlik vererek üstün kılmışsa, bu üstünlük ancak bazı zamanlarda veya kendi asrında olmuştur. Şu halde o kul, kendisine verilen bu üstünlükle, ancak kendi zamanına izafetle Bedii olmuştur.[201]

[TOP]

9.3.84 EL'BAKÎ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL'BAKÎ

EL'BAKÎ

 

Bu, bizatihi varlığı vacib olan manasına gelir. Ne var ki, zi­hinde istikbal düşünüldüğünde buna baki denilir. Mazi düşü­nüldüğünde kadim denilir.

Mutlak baki, varlığının takdiri namütenahidir.. Buna, ebedi­dir, diye de tabir edilir.

Mutlak kadim, varlığının evveli olmayan demektir ki, buna ezeli de denilir. Bizatihi varlığı vacip dediğimiz zaman, bütün bu mânâları içine alır. Bu isimler, ancak mazi veya istikbâle izaretle oluyor.

Çünkü mazi ve istikbalde bazı değişiklikler oluyor. Zira her ikisi de zamandan ibarettir. Tagayyür (değişme) ve hareket za­man icabıdır. Çünkü hareket bizatihi mazi ve müstakbele bö­lünmektedir., Değişen, değişme vasıtasıyla zamanla alâkası bu­lunmaktadır.

Tagayyür ve hareketten hali olan, zaman içinde değildir. Onun için de, onda mazi (geçmiş) ve müstakbel (gelecek) zaman yoktur. O bize göredir; geçmiş zamanda geçen hadise­lere, bunlar geçmiştir, geçmiş zamanda vukua gelmiştir; ileride vukua geleceklere de ilerde olacaktır, şimdi hali hazırda olan hadiselere de şimdi cereyan etmektedir, deriz..

Hak Teâlâ, zamandan da öncedir, çünkü zamanı yaratmıştır. Zamanı yarattığı zaman, zatından hiç bir şey değişmemiştir.

Zamanı yaratmadan önce, zamanın onun üzerinde hiç bir rolü yoktu. Çünkü zaman diye bir merhum yoktu.. Zamanı yarattıktan sonra da nasıl idiyse öyle kaldı.

Beka'nın Zâtil Baki üzerine zait bir sıfat olduğunu iddia eden yanılmıştır. Kıdem'in Zâtil Kadim üzerine zait bir sıfat oldu­ğunu iddia eden daha çok yanılmıştır. Bekanın bekası, sıfatın bekası, kıdemin kıdemi, sıfatın kıdemi gibi sözler icap ettirir ki, bu aslından çürüktür.. [202]

[TOP]

9.3.85 EL’VARİS

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
EL’VARİS

EL'VARİS

 

Bu, mal sahibi öldükten sonra mal kendine kalan mânâsına gelir.

İşte asıl varis Allah'tır. Mahlukat yok olduktan sonra, her za­man olduğu gibi yine Hay olacak ve Baki kalacak O'dur. Çünkü her şeyin dönüşü O'nadır. O zaman: "Bugün mülk kimindir?" diyecek olan da O "Bir ve Kahhar olan Allah'ındır!" [203] diye cevap verecek olan da Odur.

Bu, tabii mal ve mülkün kendilerinin olduğunu sananlar için bahis konusu olacak. Çünkü onlar o gün bu nidayı duydukların­da mülkün hakiki sahibinin Allah olduğunu anlayacaklar..

Erbâb-ı Besâir'e (Basiret sahiplerine) gelince:

Onlar, zaten öteden beri bu nidanın mânâsını bilmekte ve bunu sessiz sedasız huşu içinde dinlemekte ve mülkün hakiki sahibi bir ve Kahhar olan Allah olduğuna yakinen iman etmek­tedirler..

Evet bunu ancak, her gün, her saat, mülk ve melekûttaki hakiki idarecinin tek olduğunu idrak edenler bilirler.

Biz buna. (İHYA-I ULUMİDDİN) isimli kitabımızın Tevekkül bahsinde işaret etmiştik.. Fazla bilgi edinmek isteyen oraya mü­racaat edebilir. Çünkü bu kitabın hacmi bundan uzun uzadıya bahsetmeye müsait değildir,. [204]

[TOP]

9.3.86 ER'REŞİD

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ER'REŞİD

ER'REŞİD

 

Bu, hiç bir mürşidin irşadı, hiç bir müş'irin işareti., hiç bir doğrultucunun doğrultması olmaksızın, tek başına her şeyi yerli yerine koyan ve en doğru şekilde nizama sokan mânâsına gelir. Bu mânâda "Raşid" Allah'tan başka kim olabilir ki?!

Kulun rüşdüne gelince, din ve dünyasına ait işlerde, Allah­'ın kendisine sağladığı başarı nispetindedir.. [205]

[TOP]

9.3.87 ES'SABÛR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ES'SABÛR

ES'SABÛR

 

O, bir işi, vakti gelmeden yapmak için; acele eden değildir. Yapacağı işlere muayyen bir zaman koyar ve onları koyduğu kanunlara göre zamanı gelince icra eder, önceden çizdiği zamandan, bir tembelin geciktirmesi gibi geciktirmez veya ace­lecinin yaptığı gibi zamanı gelmeden yapmaya, kalkışmaz.. Bilâ­kis her şeyi, hangi zamanda yapılmasını takdir buyurmuş ise o zaman yapar.

O'nun, hakkında bütün bunlar, iradeyi zorlayacak ve onu sıkıntıya sokacak sebeplerden halidir.

Kulun sabrı ise iradeyi zorlayacak sebeplerden hali değildir.

Çünkü onun sabrı, şehvet ve öfkenin gerektirdiği şeyler karşısın­da dinin icap ettirdiği şeylere karşı sebat gzöstermek demektir.

Bu itibarla kul, iki zıd şey karşısında kalmaktadır. Zıd şeyler­den (şehvet ve öfkenin icap ettirdiği) hususu itip, dinin gerek­tirdiği hususa sarıldığı zaman kula Sabûr (çok sabredici) ismi verilebilir. Çünkü onu kötülüğe iten şeyi kahredip sabretmîştir.

Allah hakkında aceleyi gerektirecek durum bahis konusu değildir. Onun için, takdir ettiği şeyi zamanından, önce yapma­sına sebep olacak bir bais yoktur. Zaten olamaz da. Öyleyse bu isme (Es'Babûr) ismine en lâyık olan da Allah'tır. Onun hak­kında, mücahede tarikiyle altedilecek aksi sebepler katiyen mevcut olamaz.. [206]

[TOP]

9.3.88 İkinci Bölümün Birinci Kısmının Sonu Ve Bir İtizar

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
İkinci Bölümün Birinci Kısmının Sonu Ve Bir İtizar

İkinci Bölümün Birinci Kısmının Sonu Ve Bir İtizar

 

Şunu iyi bil ki: Ben bu bahse Resûlüllah Sâllallâhü Aleyhi ve Sellemin şu mübarek sözünden cesaret alarak girdim. Ve Allahu Teâlâ'nın isimlerinden ve sıfatlarından bahsettim:

"Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın"[207]

Yine Resûlüliah Sâllallâhü Aleyhi ve Sellem buyurmuşlardır:

"Allah'ın böyle nice (güzel) huyları vardır. Her kim bunlar­dan biri ile ahlâklanırsa mutlaka Cennete girer."

Bizim bu konuya dalmamız, bazı (akılsızları) yanlış bir zanna kaptırabilir. Bu beyanlarımızdan hulûl ve ittihad (bugünkü dilimizde buna Vahdet-i Vücud diyorlar) mânâsı çıkartabilirler. Fakat akıllı kişilere göre böyle bir zan asla düşünülmez. Hele mükaşefe hususiyetlerinden haberi olanlar için böyle bir düşün­cenin yeri asla yoktur.

Şeyh Ebu Ali el' Karmedi'den dinledim. Şeyhi Ebul Kasım el'Kürkani'den hikâye ediyordu: (Kaddesallâhü Ruhehuma)

"Doksan dokuz isim, kendini ibadete veren bir sâlîk için bi­rer vasıf olabilir. O, henüz suluktadır; vasıl değildir.."

Eğer bu anlattıkları ile bizim yukarıda anlattığımız şeye uy­gun bir husus kastederse, doğrudur, diyeceğimiz yoktur. Çün­kü o, bu sözü mecazi anlamda söylemiş olur.

Neden mi?

Çünkü, Allah'ın isimleri onun sıfatlarıdır. Onun sıfatları on­dan başkası için kafi surette sıfat olamaz.

Ne var ki, kulda, o sıfatlara uygun bir ahlak hasıl olabilir..

Meselâ, filan kimse üstadının ilmini tahsil etti, denir. Oysa, üstadın ilminin aynısı talebeye intikal etmez. Ona intikal eden ilim sadece üstadının ilminin misli ve benzeridir.

Ben derim ki, Allah-ü Teâlâ'nın isimlerinin mânâlarının o kul için sıfat olduğuna kail olanın sözünün iki şıkkı vardır. Ya bu 'söz ile o sıfatların gayrisinin veya mislini kastetmiş ise ya mutlak ola­rak ve her vecihten mislini kastetmiş veya isim bakımından ve bir de manaların hususiyetlerinde olmaksızın sadece sıfatların umumda müşareket bakımından misli olduğunu kastetmiştir. Bu da iki kısımdır:

Eğer bu söz ile sıfatların aynını kastetmiş ise bu hususu (Allah'ın sıfatlarının isimlerinin manalarının kul için birer sıfat ol­ması hususu) ya sıfatların Rab'dan kula intikal etmesi veya et­memesi ile olacaktır.

Eğer intikal suretiyle olmazsa kulun zatının Rabbinin zatı ile birleşmesi suretiyle olacak ve neticede onun aynı ve sıfatları da onun sıfatları olacak veya bu durum hulul tarikiyle meydana gelecektir.

İşte sana üç kısmı (hülasa olarak) bildirmiş olduk. İntikal, ittihad, hulut. Bu ise beş kısımdır. Bu beş kısımdan doğru olanı yalnız bir kısımdır.

BİRİNCİ KISIM: O da şudur. Bu sıfatlardan kula münasip olan yalnız isimde iştirak eden bazı huyların sabit olması.. Tenbihatla da zikrettiğimiz gibi Allah'ın sıfatlarına asla mümaseieyi tamme ile benzemez..

İKİNCİ KISIM: Kula Allah'ın sıfatlarından aynısının sabit olması. Bu muhaldir (imkansızdır).

Çünkü bu sıfatlardan birisi yerde, göklerde ve bütün kainat­ta olup bitenlerden haberdar olmak manasındaki ilmi ile, bütün yaratıkları kuşatan kudretidir ki, onunla yeri gökleri ve bütün varlıkları yaratmıştır. Bu, Allah'tan başkası için düşünülebilir mi? Hiçbir kul, yerin, göklerin ve içindekilerin haliki (yaratıcısı) olabilir mi? Buna imkan var mı hiç?!.

Yer ve göklerin içinde olanlardan birisi de kulun kendisidir. Hiç kul, kendini yaratabilir mi?.

Sonra farz edelim ki bu sıfatlar iki kula sabit olmuştur. Bun­dan birinin diğerini yaratması lazım gelmez mi? Böylece varlıkla­rın teselsüf zincirleme birbirlerini halk etmesi ve dolayısıyla da birbirlerinin halikı olması icap etmez mi? İşte görüyorsunuz ya bu gibi düşünceler mesnetsiz ve boştur!

ÜÇÜNCÜ KISIM: Ubudiyet sıfatlarının tıpatıp kula intikal et­mesi..

Bu da muhaldir (imkansızdır). Çünkü sıfatların mevsuflarından ayrılmasına imkân yoktur. Hatta bu, yalnız zati kadime mahsus delildir. Zeydin ilminin tıpkısı bile Amre intikal edemiyor. Hatta sıfatlar ancak mevsufları ile kaim olurlar. Mevsuflar olmazsa sıfatlar nasıl ayakta durabilecekler?..

Sonra sıfatların intikali, intikal ettiği varlığın o sıratlardan arın­masını gerektirir. Öyleyse rububiyet sıfatının intikali, Rabbin, rububiyet ve sıfatlarından tecerrüt etmesini gerektirir. Bunun imkânsızlığı da meydandadır.

DÖRDÜNCÜ KISIM: İttihad (zatlerin birleşmesi). Bunun da batıllığı açıktır. Çünkü biri kalkar da kul, Rab olmuştur derse, bu sözün kökünden tenakuzlarla dolu ve muhal olduğuna hemen­cecik hükmeder. Öyleyse Allah Sübhanehu ve Teâlâ'nın böyle ileri geri konuşan, mantıksız fikirler ortaya atan kişilerin muhal dolu lâflarından tenzihi gerekmektedir..

İzah edelim: Biri kalkar da bir varlığın başka bir varlık oldu­ğunu söylerse, bu mutlak surette muhaldir. Zira, Zeydi ayrı ola­rak düşünürüz, tanırız. Amri ayrı olarak düşünürüz ve tanırız. Sonra biri kalkar da bizim tanıdığımız Zeydin Amr olduğunu söylerse, aklımıza şu sorular gelebilir: Bunlar birleştiklerinde ya ikisi, mevcuttur ya da madumdur (yoktur). Yahut da Zeyd mev­cuttur da Amr ortadan kaybolmuştur. Yahut da bunun tersi olmuştur: Amr mevcuttur da Zeyd yok olmuştur.

Bu, dört şeklin dışında başka bir ihtimalin mevcudiyeti mevzuu bahis değildir.

Eğer her ikisi de mevcut ise, demek ki, biri, diğerinin aynı olmamıştır. Çünkü her ikisi ortadadır. Şayet gaye, yerlerinin ittihat etmesi ise, bu onların birleşmelerini gerektirmez. Çünkü ilim, irade, kudret bir zatta bulunurlar da yerleri mütebayin olmaz. Kudret hiç bir zaman ilim veya irade olmaz. Birbirleri ile de bir­leşmeler düşünülemez. (Görüyorsunuz ya bunlar, aynı insanda mevcut olmalarına rağmen birbirinden ayrı varlıklardır..)

Eğer her ikisî de yok olmuşlarsa, öyleyse birleşmemişlerdir, bilâkis her ikisi ortadan yok olmuşlardır. Meydana gelen şey ise onlar değil, üçüncü bir şey olmuştur.

Şayet bunlardan biri mevcut, diğeri madum ise (yok olur­sa), yine ittihat yoktur. Çünkü mevcut (var olan) bir şeyle madum (yok olan) bir şey birleşmez. Aslında iki varlığın birleş­mesi muhal (imkansız) dır. Bu birbirlerine benzeyen varlıklarda böyledir. Bir de birbirinden tam manasıyla ayrı olan varlıkları düşünecek olursak, bu imkânsızlık apaçık meydana çıkmış olur.

Mesela bu siyahın şu siyahla ittihadı imkânsız olursa, bu si­yahın o beyazla ittihadı büsbütün imkânsız olur. Şu halde Allah ile kul arasında ittihat (Vahdet-i vücut dedikleri şey) batıldır. Zira, Allah ile kul arasındaki mübayenet siyah ile beyaz arasında­ki mübayenetten daha büyüktür.

Şayet Sofiyeler böyle bir söz kullanmışlarsa, biz bunu me­cazi anlamda kullanmışlardır deriz. Sırf bazı şairlerin sözlerini güzelleştirip edebiyat yapmak için dedikleri gibi bir şey olur bu.. Meselâ, şair der ki: Ben sevdiğim kişiyim, sevdiğim de ben­dir." Şair bunu söylediği zaman gerçekten kendisinin, sevgilisi olduğunu veya sevgilisinin kendisi olduğunu, kast etmemiştir. Çünkü bu imkânsızdır. Bilâkis bu sözünden, ona çok bağlı ol­duğunu, onun da kendisine çok bağlı olduğunu birbirlerinden hiç ayrılmadıklarını kast etmiştir.

Sofiyenin Ebi Yezid Bistami'nin "Ben kendi varlığımdan, yıla­nın kavından (derisinden) soyulduğu gibi soyuldum. Bir de ne göreyim ben oyum." sözünü buna hamletmek gerekir. Yani her kim nefsani arzu ve temayüllerden tecerrüd ederse, Allah'tan başkasını düşünmezse, sevmezse, bütün gaye ve düşüncesi Allah olursa, böyle olan kimseler mecazi mânâda böyle söz söylerler..

"Sanki O, odur!" sözü ile "O, tıpatıp O'dur!" sözü arasında fark vardır. "O, tıpatıp O'dur" yerinde kullanılmıştır.

"Sanki ben sevdiğim kimseyim!" "Ben sevdiğim kimseyim!"

İşte buna ayak kayması derler. Çünkü mahlukatta sağlam bir ayağa sahip olmayan kişi, çoğu kez birini, diğerinden ayıramaz. Kendi zatındaki kemâlâtı görüp de kendisini O, zanneder. Ve (Enel Hak!) der. Bunu diyen kişi, Hıristiyanlar gibi yanılmıştır. Çünkü onlar da O'nu İsa Aleyhisselamın zatında görmüş ve İsa Aleyhisselam'a (haşa) ilah demişlerdir. Bu, aynaya bakıp ta ken­dini gören kişinin gördüğü suretin, kendisinin resmi değil de aynanın gösterdiği renkli başka bir resimdir diye sananların ya­nılması gibi büyük bir yanılmadır. Oysa ayna onun resmini gös­termiştir, başka bir şeyin değil.. Çünkü aynanın işi resimleri akset­tirmektir.

Hatta bir çocuk aynada birinin resmini görürse, aynada ha­kiki bir insanın olduğunu sanır.

Kalp de böyledir işte, O, aslında resim ve şekillerden hali­dir. Onun heyeti, şekil, suret ve hakikatleri kabul etmekten iba­rettir. Onun içine giren, (tahayyül ettiği şey) sanki onunla birleş­miş gibi görünür, aslında gerçekten onunla birleşmiş değildir.

Kadehle şarap hakkında bilgisi olmayan kişi, içi şarap dolu kadehi görünce, şarapla kadehi ayırt edemez. Kâh şarap yoktur der, kah kadeh yoktur diye haykırır. Bunu bir şair şöyle dile ge­tirmiştir:

"Kadeh ve içindeki şarap inceldikçe inceldi. Birbirlerine benzediler ve iş güçleşti. Sanki ortada şarap var; kadeh yok, kadeh var şarap yok gibi bir manzara arzeder oldu.."

"Enel Hak!" diyenin sözüne gelince; bunun anlamı, ya şairin "Ben sevdiğim kimseyim; sevdiğim de bendir!" sözündeki an­lam gibidir, ya da Hıristiyanların Lahut'un Nasut'la birleştikleri hakkında kapıldıkları yanlış zanlarında yanıldıkları gibi yanılmışlar­dır.

Eba Yezid'in: "Şanım ne büyüktür!" sözüne gelince:

Eğer bu sözü gerçekten o söylemiş ise, ya bunu (La ilahe illâ ene Fa'budun)de olduğu gibi, Allah'tan hikaye etmek suretiy­le söylemiştir; yahut da devamlı çalışma neticesinde gördüğü şeylerden ve kendi kudsiyetinden haber vermek istemiştir de kendi büyüklüğünü diğer umumi yaratıklardaki büyüklüğüne izafetle dile getirmek istemiştir. "Ne yüceyim!" dediğinde bun­dan ne yüce bir evsafla yaratıldığını kasd etmiştir. Böylece şanı­nın yüceliği, Allah'ın yüceliğine izafetle değil de halka izafetle olmuştur. Üstelik bunu, sekir ve gaşy halinde söylemiş de olabi­lir. Çünkü ayık halinde kişi, dilini bu gibi tehlikeli sözlerden koru­yabilir de sekir halinde iken koruyamaz.

Onun sözünü bu iki tevilin dışında mülahaza ederek ittihad (Vahdet-i Vücut) fikrine kan olmak mümkün değildir.

İnsanların manevi sahada yükseldikleri mevkilere bakıp da muhal olan bir şeyi söyleme sakın. Çünkü insanlar Hakk'ın bildirmesiyle bilinir, yoksa Hak insanlarla değil.

BEŞİNCİ KISIM: Hulul... Bu, Rab kula hulul etmiştir veya kul Rabb'a hulul etmiştir, demektir. Rablerin Rabbı, kainatın halikını zalimlerin bu sözünden bütün mevcudiyetimizle tenzih ederiz. Bu söz sahiih olsa bile ittihadı gerektirmez. Kulun da Rab sıfatları ile tavsif edilmesini icap ettirmez. Çünkü hal sıfatları mahal (yer) sıfatları olamaz. Bilâkis hal sıfatı olduğu gibi kalır.

Sonra hululün istihalesi, ancak hululün mânâsını anladıktan sonra düşünülebilir. Çünkü müfret mânalar, tasavvur tariki ile idrak edilmez. Onun nehyi veya ispatı mümkün değildir. Şu halde hululün mânâsını, bilmeyen, hululün var olduğunu veya muhal olduğunu nereden bilecek? Deriz ki:

Hululden iki şey anlaşılmaktadır:

1- Cisimle, cismin bulunduğu yer arasındaki nispet. Bu ise ancak iki cisim arasında bahis mevzuu olabilir. Cismaniyet mânâ­sından beri olan bir varlık hakkında bu imkânsızdır.

2- Araz ile cevher arasındaki nispet. Araz hiç şüphe yok ki cevher ile kaimdir. Araz, cevherde bulunmuştur denilebilir.

Fakat, kendi kendine durabilen bir şey için bunu söyleye­meyiz. Çünkü bu muhaldir.

Her şey ki, kıvamı kendi nefsi iledir, onun kıvamı kendi nefsiyle olan başka bir şeye hulul etmesi, ancak cisimler arasında vaki olan mücavere tariki ile mümkün olur. Görüyorsunuz ya iki kul arasında bile hulul düşünülmesi imkânsız oluyor. Bu imkânsız olursa, kul ile Rab arasında bu nasıl düşünülebilir?

Hakikat babından, hulul, intikal, ittihat ve Allah'ın sıfatları ile muttasıf olmak bâtıl olunca onların sözlerinin mânâsı ancak tenbihatta işaret ettiğimiz gibi mütalâa edilebilir. Başka türlüsüne imkân yoktur.

[TOP]

9.3.89 Soru Cevap

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
Soru Cevap

SORU:

Peki, "Kul, bu sıfatlara layık olduğu zaman saliktir, vâsıl değildir" sözünün mânâsı nedir?

Ayrıca sülük ne demektir? Vusul ne demektir?

CEVAP:

Sülük, ahlâk, hareket ve maarifeti tehzip etmektir. Bu da iç ve dış âlemi imar etmekle olur. Kul bu hususta çalışmalar yapar ki, içini temizlesin de vusule hazırlanabilsin!

Vusul ise, Hakk'ın hilyesi kendisine münkeşif olmasıdır. Böy­lece O, kendini ona verir. Hem öylesine ki, kendi bilgisine bak­tığı zaman, ancak Allah'ı bilir, himmetine baktığı zaman, Allah'tan başka bir himmet ve gayesinin bulunmadığını anlar. Böylelikle kulun bütünü, müşahede ve himmet bakımından onun bütünü olur. Zahiri ibadetle, batını ahlakı tehziple meşgul olması için (sırf bu gaye ile) kendi nefsine iltifat etmez. İşte bütün bunlar taharettir (yani iç ve dış temizliğidir..) Yine bu bir bidayet (baş­langıç) tır. İşin nihayeti ile, tam manâsıyla kendi nefsinden onun için tecerrüt etmesidir. Böylece sanki O, odur. İşte vusul budur.

SORU:

Sofiye sözleri bazı kerametlerden haber veriyor ki, aklın bunlarda bir rolü yoktur. Oysa yukarıdan beri sizin anlattıklarınız hep akıl sermayesidir?..

CEVAP:

Şunu bil ki: Velayet devrinde aklın imkansız saydığı bazı, kerametlerin zuhur etmesi caiz değildir. Evet, aklın başa çıka­madığı, daha doğrusu mücerret akıl ile idrak edilemeyecek kerametlerin zahir olması mümkündür.

Meselâ bir veli mükâşere yolu ile (filan kimse yarın ölecek­tir.) diyebilir. Bu mükâşefe kendisine verilir. Bu akıl sermayesiyle idrak edilemez, çünkü akıl bunu idrak edemez. Fakat bir veli için de, "Allah yarın kendisi gibi bir varlık yaratacaktır." diye bir mükâşefe bahis konusu olamaz! Çünkü akıl bunu muhal görür, tecviz etmez.

Hele bir velinin veya herhangi bir kimsenin "Allah beni de kendisi gibi yapacak" demesi büsbütün akla aykırıdır. Akla bun­dan daha aykırı olan bir söz daha: "Beni Allah, kendisi yapacak. Ben O, olacağım!" Çünkü bunun manası şudur: Ben hadisim.. (Sonradan yaratılmayım.) Lâkin beni kadim yapacak.. Ben yer ile göğün yaratıcısı değilim ama, Allah beni onların yaratıcısı kıla­cak.. Bu, şu söz manasında olur: "Baktım ki, ben O'yum!" Bu söz tevil edilmeyip de zahirine hamledilecek olursa, akıl bunu tec­viz eder mi? Böyle imkânsız şeyleri tasdik eden kimsede akıl diye bir şey var mıdır?

Bir veli kalksa da: (Şeriat bâtıldır, her ne kadar hak ise de Allah onu batıl yapacaktır) derse, onun bu sözü dinlenir mi? (Tabii ki dinlenmez.) (Doğru olan bir şey asla yalan olamaz.) diyen kimseyi akıl tasdik eder.

Bunu akıl sermayesiyle söylemiştir. Akıl bunu kabul ederse, hadis (sonradan yaratılmış) olan bir şeyin kadim olmasına imkan olmadığını nasıl kabul eder? Hiç kul Rab olabilir mi? Buna akıl cevaz verir mi?

Aklın muhal gördüğü şey ile aklın idrak edemediği şeyin farkını ayırd edemeyecek kimse muhatap olarak kabul edilir mi? Onu cehaleti ile baş başa bırakın! (Lütfen!) [208]

[TOP]

9.3.90 Maksadlar Ve Gayeler Hakkındadır

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
Maksadlar Ve Gayeler Hakkındadır

Maksadlar Ve Gayeler Hakkındadır

 

Bu kısımda, isimlerin zat ve yedi sıfata rücu ettiğinin ispatı vardır. Tabii bu Ehl-i sünnet mezhebine göredir.

Peki, bu isimler çoktur. Sen yukarıda hepsine ayrı ayrı mâ­nâlar verdin. Bunları şerh ederken, eş anlam ifade eden, ayrı ayrı lafızlar olmadığını söyledin. Şimdi ise bunların yedi sıfata rücuundan bahsediyorsun. Bu nasıl oluyor? diye sorarsan, ce­vabı şudur:

Şunu iyi bil ki: Sıfatlar her ne kadar yedi ise de ef'al çoktur. Vasıflar da çoktur. Selbler de çoktur. Bunları ayrı ayrı anlatmak sanırım ki imkânsızdır. Ne var ki, sıfatın mecmuundan yahut sıfat ve izafetten, ya da sıfat ve selb'den, ya da selb ve izafetlen terkip yapıp hizasına bir isim koymak suretiyle isimleri çoğaltmak mümkün olur. Bunların mecmuu, zata delalet edene, yahut selble birlikte zata delalet edene, yahut izafetle birlikte zata delalet edene, yahut selble ve izafetle birlikte zata delalet edene, yahut yedi sıfattan birine delâlet edene, yahut sıfat ve selbe delalet edene, yahut sıfat ve izafete delalet edene, yahut fiil sıfatına delâlet edene, yahut fiil sıfatı ve izafete ve ya da sel be delalet edene racidir. Bu da on fasıldan ibaret olur.

1- Allah gibi zata delâlet eden. Zat, Vacib'ül Vücud olma bakımından kasd edildiğinde (Hak) ismi buna yakin olur.

2- Selble birlikte zata delâlet eden. Buna EI-Kuddüs, Es-Belam, El-Gani El-Ahad ve benzerlerini örnek gösterebiliriz.

Çünkü el-Kuddüs, deyince, vehme dahil olan ve akla gelen her şey ondan selbedilmiş olur..

Es'Selâm deyince, bütün ayıplar ondan selbedilir. El-Gani deyince, bütün ihtiyaçlar ondan selbedilir.

El-Ahad deyince, nazir (benzeri) ve taksim ondan sel­bedilir.

3- İzafetle birlikte zata raci olan: El-Aliy, El-Azim; El-Evvel, El-Ahir, Ez-Zahir, El-Bâtın ve benzeri isimleri gibi.

El-Aliy, rütbede bütün zatların fevkinde olan bir zattır ki, bu ancak madununa izafetle anlaşılır. İşte buna izafet derler..

El-Azim, idrakler hududunu aşması yönünden zata delâlet etmektedir.

El-Evvel, bütün varlıklardan önce ve onları seçen demektir.

El-Ahir bütün varlıkların en son mercii demektir.

Ez-Zahir, aklın delaletine izafetle zat ismidir.

El-Bâtın, his ve vehmin idrakine muzaf olan zattır. Diğerlerini de buna kıyas edebilirsin!

4- Selb ve izafetle birlikte zata rad olan: El-Melik, El-Aziz gibi...

El'Melik, her şeyin kendisine muhtaç olduğu ve fakat kendi­sinin hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmadığını gösteren bir zata delâlet eder.

El-Aziz, emsalsiz olan, kendisine, zor yetişilen demektir.

5- El-Alim, El-Kadir, El-Hay, Es-Semi, El-Basir.

6- İzafetle birlikte ilme raci olan: El-Habir; El-Hakim, Eş-Şehid, El-Muhsi gibi.. Çünkü El-Habir, umuru batmaya muzaf olarak ilme delâlet eder, Eş-Şehid, görünen şeylere muzaf ola­rak ilme delâlet eder, El-Mukim, en ileri bilgilere muzaf olarak ilme delalet eder.  El-Muhsi,  sayılı ve  mahsur olan  bilgileri (mah)mati) ihata etme (kuşatma) cihetinden ilme delalet eder..

7- İzafet ziyadesiyle Kudrete raci olan: El-Kahhar, El-Kaviy, El-Muktedir, El-Metin gibi..

Çünkü kuvvet, kuvvetin tamamıdır. Metanet, ise, şiddeti, kahr ise, mukadder olan şeye galebe etmekle tesir etmesidir..

8- İzafetle veya fiil ile birlikte iradeye raci olan: Er-Rahman, Er-Rahim, Er-Rahim, El-Vedûd isimleri gibi..

Rahmet, zayıf ve muhtaç olan bir kimsenin ihtiyacını yerine getirmeye matuf olarak iradeye racidir.. Rafet ise, daha fazla merhamet etmek manasına gelmektedir. El-Vedud, ihsan ve in'ama muzaf olarak iradeye racidir. Er-Rahim fiili bir ihtiyaç sahi­bini gerektirmektedir. El-Vedûd fiili, bunu gerektirmeden doğru­dan doğruya in'ama delâlet etmektedir. Yani muhtaç durumda olan kimsenin ihtiyacını bertaraf etmek için ihsana matuf iradeye racidir. Bunu geçmiş sahifelerimizde anlatmıştık..

9- El-Halik, El-Barı, El-Musavvir, El-Vahhab, Er-Rezzak, El-Fettah, El-Kabız, El-Basit, El-Hafid, Er-Rafi, El-Muiz, El-Muzil, El-Adı, El-Mukit, El-Mucib, El-Vasi, El-Bais, El-Mubdi, El-Muid, El-Muhyi, El-Mumit, El-Mukaddim, El-Muahhir, El-Vali, El-Berr, Et-Tevvab, El-Müntakim, El-Muksil, El-Cami, El-Mani, El-Mugni, Er-Hadi isimleri gibi fiil sıfatlarına raci olan isimlerdir..

10- Biraz daha fazla olarak fiile delâlet eden: El-Mecid, El-Kerim isimleri gibi.. Çünkü Mecid, ikramın bolluğunu ifade eder, tabii zatın şerefi ile birlikte...

El-Kerim ismi celili de böyledir.. El-Lâtif, fiildeki rıfka delâlet eder. (Yumuşaklıkla davranmak demektir).

Gerek bu isimler ve gerekse diğerleri bu on taksimden hali değildir.

Diğer isimleri de bunlara kıyas edebilesin. Bu izahatımızdan anlaşılmıştır ki, isimlerin mânâları ayrıdır. Yani eş anlam ifade eden müteradif kelimelerden değildir. [209]

 
Bu Kisim, İsimlerin Mutezile Ve Filozofların Mezhebine Göre Tek Zata Nasıl Raci Olduklarının Beyanı Ve İzahı Hakkındadır.

 

Bu kısım, bu kitaba her ne kadar layık değilse de, kısa olarak onların mezhebini de açıklamak istedim. Bu kısımda bazı husus­lara temas ettim. İsteyen bu kısmı okumasın. Çünkü bu kısım, kitapta mühim değildir.

Evet, onlar her ne kadar sıfatları inkar edip yalnız sıfatsız tek zata kail oluyorlarsa da, fiilleri, selblerin kesretini (çokluğunu), izafetlerin de kesretini inkâr etmiyorlar. Yani kabul ediyorlar..

Bu kısımlarda anlattığımız isimlerde onlar da bize "yardım ediyorlar. Ne var ki onlara göre, Hayat, ilim, Kudret, irade, Semi, Baser, Kelâm gibi yedi sıfat, ilme racidir. Sonra ilim de zata racidir.

AÇIKLAMASI:

Semii (duyma) sıfatı; onlara göre, seslere müteallik olan bir ilmi tamdır, (yani Allah bütün sesleri bilmektedir..)

Baser (görme) sıfatı ise renkleri ve sair görülen şeyleri tam manâsıyla bilmesinden ibarettir..

Kelâm sıfatına gelince; bu sıfat onlara göre, Allah'ın fiiline taallûk eder.

Cemadattan meydana gelen cisimde onu yaratmıştır..

Filozoflara göre ise bu sıfat, Peygamber (S.A.V.) in zâtında yaratmış olduğu işitme sıfatına racidir. Peygamber, uykuda olan bir adamın duyduğu gibi, hariçte varlığı olmayan manzum bir kelâm duymuştur. Bunun Allah'a izafe edilmesi ise; kelâm insan sesleri ve işlerinin mahsulü olmadığından ileri gelmektedir.

Hayat sıfatına gelince:

Onlara göre bu sıfat, kendi varlığını bilmesinden ibarettir. Çünkü her kendi zatını bilen için (O diridir) denilir de kendisini tanımayan için (diridir) denilmez.

Şimdi irade ile Kudret kalmıştır. Onlara göre Allah'ın irade­sinin mânâsı, hayrı ve onun nizamım bilmesi ve ona, göre ya­ratmasıdır. Yani bir şeyi bilmesi, o şeyin var olmasına sebep olmaktadır, (onlara göre) iyi olan bir şeyi bilip onu isteye isteye husule getirirse O, razı olmuş demektir; razı, olana. (Mürid isteyen) de denilir. Öyleyse irade (nefretten arınmakla birlikte) ilme raci olmaktadır.

Kudrete gelince:

Bunun manası şudur: İstediği zaman yapar, istediğinde yapmaz. Onun fiili bilinen bir şeydir. Dileği hayrı, bilmesine rücu eder. Yani, hayır (iyi) bildiği bir şeyi yaratır, iyi bilmediği (Hâşâ) onlara göre konuşuyoruz bir şeyi de yaratmaz. (Amiyane bir tabirle şöyle izah etmeğe çalışalım; hayırlı gördüğü ve bildiği şeyi yaratır, hayırlı görmediği, bilmediği (Hâşâ) bir şeyi ise ya­ratmaz.) Hayır nizamının bulunması, ancak onu bilmesine bağlı­dır. Var olmayacak bir şeyin de var olmaması da onda bir hayrın bulunduğunu bilmemesine muhtaçtır. Şu halde makul nizam, mevcut nizamın sebebidir. Mevcut nizamsa, makul nizama tabidir. (Buradaki makulden murat, önceden düşünülüp tasarla­nan şey demektir.)

Şunu iddia ettiler: Bizim ilmimiz, bilinen şeyi ger­çekleştirmesi için muhakkak bir kudrete muhtaçtır.

Çünkü işimiz aza ile yapılmaktadır. Mutlaka bu azanın bu­lunması lazımdır. Sonra yalnız bulunması kafi gelmez. Aynı zamanda sağlam ve sıhhatli hatta güçlü olması gerekmektedir.

O'na (Allah'a) gelince; O, yapacak olduğu işi bizim gibi or­gan vasıtasıyla yapmaz. Malûmun (bilinen bir şeyin) mevcut olduğuna dair ilmi kafi gelir.

Öyleyse Kudret de dönüp dolaşıp ilme raci olmaktadır..

Sonra şunu da iddia ettiler: ilim de zatına racidir Çünkü O, zatını, zatı ile biliyor, Binaenaleyh, ilim Alim, Malum birdir. Ken­dinden başka varlıkları da yine kendi zatı vasıtasıyla bilmektedir. Çünkü O, biliyor ki, zatı, bütün varlıkların mebdeidir. Şu halde sair mevcudatı zatından bittebaiyye bilmektedir ki, bu Zatında kesreti gerektirmez.

Bir olan zatını bilmesi, bütün malumatı bilmesini gerektirir.

Hesap bilen kişinin sayıların katlarını bilmesi gibi. Ona iki ke­re iki nedir? Onun katı nedir? diye sorulduğunda teker teker hesap etmeden hemen neticeyi söyler. Bir bir saymasına hacet kalmaz.

Mevcudat da böyledir. Tedricen yükselmekte ve çoğal­maktadır. Evvelinde çokluk yoktur. İşte Cenab-ı Hak bunları bir­den bilebilir. Bunların hepsini bilmek için de yalnız zatını bilmesi kafi gelir. Çünkü her şeyin başı ve mebdei kendi zatıdır!..

Bu konuyu daha fazla uzatmayacağım. Çünkü uzattıkça uzar. Bu hususta fazla bilgi isteyen (TEHAFÜTÜL FELASİFE) (1) [210] isimli kitabımızdan faydalanabilir. Çünkü bu mevzuun, bu kitapla ilgisi yoktur. [211]

[TOP]

9.3.91 İlâve Ve Tekmiller Üç Kısımdan Müteşekkildir.

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
İlâve Ve Tekmiller Üç Kısımdan Müteşekkildir.

BİRİNCİ KISIM

 

Şurası muhakkaktır ki, Allah'ın isimleri, tevkif yönünden dok­san dokuza inhisar etmemektedir. Çünkü doksan dokuz isim­den maada bazı isimlerin de bulunduğu yine tevkifi yönünden sabit olmuştur.

Ebu Hüreyre (R.A.) den naklolunan diğer rivayette; Bu isim­lerin bir kısmının mânâ itibarı ile kendilerine benzeyen isimlerle, bir kısmının da mânâ bakımından kendilerine benzemeyen isim­lerle değiştirildiği görülmüştür.

Mânâ itibarı ne (kendilerine benzer olan) (yakın manâlı) isimlere misal:

El-Vahid'in yerine El-Ahad, El-Kahhar'ın yerine El-Kahir, Eş-Şekûr'un yerine Eş-Şakir varit olmuştur.

Mânâ yönünden benzer olmayanlar:

EL-HADÎ, EL-KÂFÎ, ED-DAİM, EL-BASİR, EL-MÜNEVVİR, EL-MUBİN, EL-CEMÂL, ES-SADIK, EL-MURİT, EL-KARİB, EL-KADİM, EL-VİTR, EL-FATIR, EL-ALLÂM, EL-MELİK, EL-EKREM, EL-MÜDEBBİR, ER-REFİ ZİTTAVİ, ZİL-MEARİC, ZİLFADI, EL-HALLÂK...

Ayrıca Kur'an-ı Kerimde, bu iki rivayette müttefekun aleyh olmayan isimler de varid olmuştur: El-Mevlâ, En-Nasir, el-Galip El-Karib, Er'Rab, En'Nasır gibi...

Muzaf isimlerdende;

Şedidül-ikab, Kabilüttevbeti, Gafiruzzenbi Mulicülleyli, finnehari ve Mülicünnehari filleyli, Muhricülhayyi minel Meyyiti ve muhriculmeyyiti minelhayyi, gibi isimler varid olmuştur.

Haberde (Es'Seyyid) ismi de varit olmuştur. Bir adam Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selem): Ya Seyyid! diye çağırıca, Peysamber (S.A.V.) şu mukabelede bulundular.

"Es'Seyyid Allah'tır!"

Galiba Peygamberimiz (S.A.V.) bu sözünden, yüze karşı medh etmenin doğru bir şey olmadığını öğretmeği kasd etmiş­lerdir. Böyle olmasaydı şöyle buyurmazlardı:

" Ben, Ademoğullannın Seyidiyim. (Bununla) övünmüyorum."[212]

Yine hadislerde (Ed-Deyyan, El-Hannan, el-Mennân) gibi isimlerin varit olduğu da görülmüştür. Hatta hadislerde araştırıla­cak olursa bunlardan başka, birçok isimlerin de varit olduğu görülebilir..

İsimlerin fiillerden türemesi mümkün olsaydı, bu isimler da­ha da çoğalabilirdi. Çünkü Kur'an-ı Kerimde Allah'a izafe edilen fiiller çoktur: (Yekşifussue, Yekzifu bilhakki, yefsilu beynehum, Kadayana İlâ beni İsraile) ayetlerinde olduğu gibi. Meselâ bu cümleciklerden, El-Kaşif, El-Kazifu bil-Hakkı, El-Kadı isimleri elde edilebilir..

Hülâsa Allah'ın isimleri sayılmayacak kadar, çoktur. Bu düşü­nülmeye değer bir konudur ki ileride gelecektir..

Maksadımız, isimlerin yalnız doksan dokuz isimden ibaret olmadığını açıklamaktadır. Usule uyarak biz yalnız doksan dokuz ismi saymış ve onları izah etmiş oluyoruz. Aslında bu isimler bu sayıyı aşmaktadır.

Sonra bu rivayet meşhur bir rivayettir.. Ebu Hüreyre'den (R.A.) naklettiğimiz bu rivayet sahiheyinde değildir. Sahih olan hadislerde rivayet şöyledir:

"Allahın, şüphesiz doksan dokuz ismi vardır. Her kim bu isimleri tadat ederse, cennete girer." Hadiste görüldüğü gibi, doksan dokuz isimden bahsedilmiş ve fakat o isimlerin hangi isimler olduğu açıklanmamıştır.

Mürid, Mütekellim, Mevcud, Şey, Zat, Ezeli, Ebedi gibi üze­rinde, fakih ve âlimlerin söz ve fikir birliği ettikleri isimlere gelin­ce. Bunların da Allah hakkında söylenmesi caizdir. Hadisi şerifte şu varit olmuştur:

"Ramazan geldi demeyin. Çünkü Ramazan, Allah'ın İsimlerindendir.. Ramazan ayı geldi, deyiniz!"

Bir de İmam Ahmed'in müsnedinde, İbni Hibba'nın Sahi­hinde, Abdullah İbni Mes'ud'dan naklettikleri şu hadisi bir göz­den geçirelim

" Üzüntü ve kederle karşılaşan bir kimse (Allahım! Ben se­nin kulunum, kulunun oğluyum, kadın kulunun da oğluyum. Nasiyem elinde (kudretinde) dir, Hakkımda hükmün caridir. Hakkımda kaza ve takdirin adildir. Senden, kendini adlandırdı­ğın, yahutta yanındaki gizli ilimde sakladığın her ismin hürmetine, Kur'an-ı, kalbimin baharı, gönlümün nuru, üzüntümün dağıtıcısı kılmanı dilerim!) derse Allah onun kederini ve hüznünü giderir, yerine ferahlık verir."

Peygamber (S.A.V.)'in bu hadisteki (Nezdinde olan Ledünni gizli ilimde sakladığı) sözünden anlaşılmıştır ki, Allah'ın isimleri sayısızdır.

"Peki öyleyse Allahın doksan dokuz ismi vardır." Mealinde rivayetler varit olmuştur? Bunun faidesi nedir? diye bir soru sorabilirsin! Bu sorunun cevabını ikinci kısımda bulacağın için buyurun ikinci kısma. [213]

 

İKİNCİ KISIM

 
Bu Kısımda Doksan Dokuz İsmin Üzerinde Durulup Sa­yılmasının Faydası Beyan Edilecektir.

 

Ancak bunda bazı derinlikler ve incelikler vardır ki üzerin­de durulmaya değer. Biz bunları soru halinde irad edip bir bir izah etmeye çalışacağız:

SORU:

Allahın isimleri doksan dokuzdan fazlamıdır, yoksa de­ğil midir? Eğer fazla ise bu tahsisin (doksan dokuzun üzerinde durulmasının) anlamı nedir?

Bin dirhemi bulunan bir kimse için, "Doksan dokuz dirhemi vardır" denebilir mi? Bin lafzı her ne kadar doksan dokuzu içi­ne alıyorsa da, doksan dokuz deyip kestirip atmak, ondan faz­lasını nefy etmez mi?

Şayet Allah'ın isimleri doksan dokuzdan fazla değilse, Pey­gamber efendimizin (Kendini adlandırdığın yahut kitabında indirdiğin yahut mahlukatından birine öğrettiğin, ya da yanında­ki gizli ilimde sakladığın her isim hürmetine dilerim senden Al­lah'ım) sözünün mânâsı nedir? Çünkü bu hadis,. Allanın bazı isimleri yanında sakladığını açık olarak anlatmaktadır. Yine Pey­gamberimiz Ramazanın. Allah isimlerinden bir isim olduğunu söylemişlerdir. Selef âlimlerinin (Falan kimseye ismi Azam öğ­retmiştir!) dedikleri de sabittir..

Bütün bunlar gösteriyor ki, Allahın isimleri doksan dokuzu aşmaktadır...

CEVAP:

Akla en uygun olan, Allah'ın doksan dokuzdan fazla ismi bulunmasıdır. Çünkü bunu bize bildiren rivayetler hem çoktur, hem de kavidir.

Doksan dokuz'a hasrını ifade eden hadislere gelince; De­riz ki, bu, bir kaziyyeye müştemil olmaktadır ki kaziyyeye değil.. Nasıl mı? İzah edelim;

Mesela bin kölesi bulunan melik gibi. Biri kalkar da der ki:

Melikin doksan dokuz kölesi vardır. Kim onları alıp da düşmanlara karşı çıkarsa mutlaka galip gelir. Şimdi bunun bu sözü, melikin bin kölesi olmadığını anlatmaz. Yalnız içlerinde en kuvvetli kölelerin doksan dokuz köleden ibaret olduğunu biz­lere bildirir.

İsimlerin doksan dokuzdan fazla olmaması da muhtemel­dir. Haber lafzı (O takdirde) iki kaziyeye müştemil olmuş olur:

1) Şüphesiz Allahın doksan dokuz ismi vardır.

2) Her kim bunları sayarsa cennete girer.. Hâttâ birinci ka­ziyenin zikriyle yetinirse, söz tam olmuş olur.. Birinci mezhebe göre ise, birinci kaziyenin zikri ile iktifa edilmez.. İşte bu hasrın zahirlerinden akla en yakın gelen mânâ hudur.. Lakin bu da iki cihetten uzak düşmektedir:

1) Bu, Allah yanındaki gizli ilimde bazı isimler sakladığını önlüyor. Oysa hadiste bu ispat edilmiştir..

2) Bu isimleri yalnız peygamber, veya ismi azam kendisine bildirilen veli gibi kimselerin sayabileceğini bildiriyor ki, adet tamamlansın.. Yoksa bunun dışında sayılanlar, adetten hariç olursa noksan olacağı veçhile hasr batıl olur.

Şu halde akla en yakın gelen hakikat şudur: Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem, bunu, halkı bu isimleri' saymaya teş­vik etmek için anlatmışlardır. İsm-i Azamı ise, halk bilemez.

SORU:

Diyelim ki Allah'ın isimleri doksan dokuzu geçmektedir. Akla en uygun olan da budur.. Meselâ bu isimleri bin olarak takdir etsek, be binden doksan dokuzunu sayanların Cennete gire­cekleri söylendiğine göre, doksan dokuz, bu isimlerden hangi­leridir ki, o isimleri sayanlar cennete girmeye hak kazanabilsin­ler.. Yani bu isimler muayyen isimler midir? Cennete girebilmek için o muayyen isimleri saymak gerekiyor mu? Yoksa Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği isimleri sayan da cennete girebilir mi?

Yoksa öbür rivayetteki isimleri saymak da lazım gelir mi?

CEVAP:

Tabii ki bu doksan dokuz ismin belirli olması gerekir. Çünkü belirli olmazsa saymanın ve doksan dokuza tahsis edilmesinin faydası kalır mı?

Sonra (Melikin yüz kölesi var ki, onlarla düşmanın karşısına çıkarsa mutlaka galip gelir) sözü, yüz kölenin gerçekten kuvvetli kişilerden meydana geldiği anlatıldığı takdirde doğru olabilir. Şayet içlerinden herhangi bir yüz kişinin de aynı güçte oldukları tezahür ederse o sözün manası ve faydası kalmaz..

SORU:

Neden, doksan dokuz isim, bu kaziye ile tahsis edildi? Di­ğerleri Allahın isimleri değil midir?

CEVAP:

İsimlerin, yücelik bakımından manaları farklı olduğu için, fa­ziletleri de farklı olabilir. Bunlardan dok'san dokuz isim, diğerle­rinde bulunmayan bazı yüksek manalan havi olması itibarı ile, öbürlerine nispeten daha faziletli olabilir...

SORU:

Pekâlâ, İsm-i Azam bunların içinde midir yoksa değil midir?

Eğer değilse, İsm-i Azamsız o isimler diğerlerinden nasıl daha faziletli olabiliyor?

Şayet içindeyse, bu nasıl olur? Rivayet meydandadır. İsm-i Azamı yalnız peygamberler ve veliler bilmektedir.

Anlattıklarına göre, Asef bin Berhiya, Belkis'in arşını ancak ism-i Azam sayesinde taşıyabilmiştir. Çünkü, İsm-i Azamı bilmek­teydi. Tabii koskoca bir arşı yüklenip, taşımak, keramet sebeple­rinden olsa gerek.

CEVAP:

İsm-i Azamın bu isimlerin dışında olması muhtemeldir. Bu takdirde bu isimlerin şeref ve fazileti, halk tarafından bilinip meşhur olan diğer isimlere nispetendir. Yalnız peygamberler ve veliler tarafından bilinen ismi azama nispeten değildir..

İsm-i Azamın bu isimler arasında olduğu da söylenebilir. Ne var ki o, yalnız Peygamberler ve veliler tarafından bilinmesi (Allah tarafından münasip görüldüğünden) tayın edilip de (be­lirtilip de) halka indirilmemiştir.

Haberde varit olduğuna göre Resulûllah (S.A.V.) şöyle bu­yurmuşlardır:

Allah'ın İsm-i Azamı, şu iki ayettedir: "Ve ilâhukum ilahüm vahida lailâhe illahüverrahmanirrahim" [214]

Al-i İmran suresinin başı olan "Eliflâm mim Allahü la ilahe illa hüvelhayyülkayyüm."[215]

Bir defasında Allanın Nebisi (SAV.) Bir adamın "Allahım sana şu duamla yalvarıyorum: Şehadet ederim ki: Şüphesiz sen, doğurmayan, doğmayan, benzeri bulunmayan Samed ve teksin. Senden başka ilah yoktur!" şeklindeki duasını duyunca, şöyle buyurmuştur: And olsun bu adam, Allah'tan İsm-i Azamı ile istemiştir. Şüphe yok ki bu isimle istenirse verilir; dua edilirse kabul edilir."

SORU:

Bu, neden doksan dokuz olarak tayin edildi de yüz den­medi? Yüze yaklaştığı halde bilhassa doksan dokuzda niye duruldu?

CEVAP:

Bunda iki ihtimal vardır:

a) Çünkü Mânâyı şerife, bu meblağa ulaşmıştır da ondan. Yoksa adet maksur (tahsis edilmiş) değildir. Ne var ki bu sayıya muvafık olmuştur..

Nitekim Sıfatlar, ehlisünnet indinde, Hayat, İlim, Kudret, İra­de, Semi, Baser ve Kelâm olarak yedi sayılmıştır. Bu durum, sı­fatların yedi tane olmasından değil; bilâkis Rububiyet ancak bunlarla tamamlandığı için böyle olmuştur..

b) Bunun başlıca sebebini Allah Resulü (S.A.V.) beyan bu­yurmuştur:

"Yüzden bir eksik.. Allah tektir, teki sever." Ne var ki, bu, isimlerin, iradi ve ihtiyari tesmiye olduğuna delâlet eder. Yoksa şeref sıfatları yalnız bunlara münhasır kalmaz. Çünkü bu, zatı için olur! İrade ile değil..

Hiç kimse şunu diyemez: Allah'ın sıfatları yedidir. Çünkü o tektir, teki sever.

Çünkü bu zati sıfatlarıdır. Bu babtaki sıfatlar maksur (tahsis edilmiş) değildir.. Hatta bunların mevcudiyeti, kaşıdın (kasd edicinin) kasdı, müridin (isteyenin) iradesi ile değildir ki, bun­dan, başka değil de yalnız tek kasd edilmiş olsun!..

İşte bu az evvel arz ettiğimiz ihtimali kuvvetlendirmektedir:

Allah'ın kendine tesmiye ettiği isimler doksan dokuzdur, başka değil!

Onu yüz kılmamıştır: Çünkü O, teki sever.. Bu ihtimali kuv­vetlendiren başka bir hususa da ileride işaret edeceğiz..

SORU:

Bu doksandokuz ismi, Resulûllah (S.A.V.) bizzat saymış mı­dır, yoksa bunu, Kitap, Sünnet ve buna delâlet eden haberler­den herkesin çıkarıp almasına mı terk etmiştir?

CEVAP:

Allah'ın Resulü-Ebu Hüreyre'nin (R.A.) rivayetinden de anla­şılacağı gibi-bu isimleri sayıp toplamıştır. Gaye, müslümanları bu isimleri saymağa teşvik etmektir. Eğer saymasalardı, halk bunları nereden bilecekti. Halka bunları ayrı ayrı bulup saymak, tabii ki güç gelecekti..

Alimlerin ekserisi şerh ve izahını yaptığımız, Ebu Hüreyre'nin (R.A.) rivayetini kabul etmişlerdir. Yalnız İmam Ahmed ve Beyhaki, Ebu Hüreyre'nin (R.A.) rivayetini cerh ederek, raviler zincirinde bazı zayıf halkaların bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.

Ebu İsa Tirmizi[216] bu rivayet hakkında zaafa delâlet eden bazı hususlara işaret etmiştir.

Ayrıca diğer muhaddisler de, bu rivayette görülen bu üç hususa dikkati çekmişlerdir:

a) Ebu Hüreyre'den (R.A.) nakledilen bu rivayete karışıklık vardın Çünkü ondan, birbirlerine-birinde ibdal, diğerinde tabir bulunan zıt iki rivayet nakledilniştir.

b)  Onun rivayeti, Hannan; Mennan, Romazan gibi isimlerle, diğer haberlerin bildirdiği isimleri içine almamıştır.

c)  Sahihte adeti beyan eden Peygamber (SAV.)in sözü Allah'ın doksan dokuz ismi vardır; kim bu isimleri tadad ederse cennete giren) olmuştur. İsimlerin ayrı ayrı zikri ise, Sahihde varit olmamıştır. Sahihde bu hususta garip bir rivayet vardır ki, içinde zayıf bulunan ravi mevcuttur.

Bu miktar gösteriyor ki, İsimler bu sayıdan fazla değildir.

Ebu Hüreyre'nin (R.A.) rivayetinin dışında kalan isimlerin el­de edilmesi bizi, bu zahirden alakoymuştur. Çünkü İsimlerin adedi 'bulunan rivayeti biz zayıf sayarsak, müşküllerden bir kaçı bertaraf edilmiş olur.

Çünkü biz diyoruz ki; isimler doksan dokuzdur. Allah bun­ları kendine tesmiye etmiştir. Onu yüze tamamlamamıştır. Çünkü o, tektir; teki sever. Bunların içine "Hannan" "Mennan" ve diğer isimler de dahil olmaktadır. Bunların hepsini bir araya getirmek, ancak Kitap ve Sünneti araştırmakla mümkün olur; Çünkü bunla­rın bir kısmı Kitabullah'da bulunur, bir kısmı da Resulûllah'ın ver­diği haberlerde.

O alim demiştir ki:

"Kitap ve sahih haberlerden isim elde edebildim. Diğer ilimler, içtihad yolu ile haberlerden elde edilmedir."

Sanırım ki, isimlerin sayısını bildiren hadis ona erişmemiştir. Şayet ulaşsaydı, onu zayıf bulurdu veyahut o rivayeti bırakıp da sahihde mevcut olan haberi alır ve kalan isimleri sahihdeki ha­berlerden araştırmaya koyulurdu.

İş bu merkezde olursa, onları araştırmak suretiyle sayan kişi son derece yorgunluğu söze alacaktır. Tabii ki böyle bir kimse cennete hak kazanmış olur.

Yoksa hepsinin, ayrı ayrı beyan edildiği rivayetten bu isimle­ri çıkarıp saymak zor bir şey değildir.

Evet; sahihlerin bazı lâfızlarında: "Onları ezberleyen cenne­te girer" diye varit olmuştur. Hıfz etmek, şüphesiz ki yorgunluk isteyen bir iştir..

İşte bu hadisden anladığım ihtimaller bundan ibarettir.

Bundan fazlasına temas etmek, ancak tahminle bilinen içtihadi işlere tevessül etmek olur ki, bu akılların yürüyeceği yolun dışında kalır. Vallahu Alem! [217]

 

ÜÇÜNCÜ KISIM
Allah'a İtlak Edilen İsim Ve Sıfatlar Tevkifi Midir, Yoksa Aklın Bunda Bir Dahli Var Mıdır? Bu Kısım Bunun Hakkın­dadır.

 

El-Kazı Ebu Bekr bunun caiz olduğunu (Yani Aklında bunda bir rolü bulunduğunu söylemektedir. Ancak ne var ki, şeriatın menettiği veya Allah hakkında mânâsının müstahil (imkânsız) olduğu hususlar bundan istisna edilir. Şer'an bir mânâsı olmayansa caizdir..

Ebül Hasan El-Eş'ari'ye göre, bu tevkif üzerine mevkuftur. İzin olmadıkça, manasıyla mevsuf olan bu ismin Allah'a itlâki caiz değildir.

Bizce muhtar oları şudur:

Biz bir ayırım yaparız ve deriz ki:

Her isme raci olan (Husus) izine bağlıdır. Vasfa raci olan ise izine bağlı değildir. (Yani isim mânâsında olan isimler, izne bağ­lıdır, vasıf mânâsında olan isimler ise izine bağlı değildir.) Vasıf mânâsında olanın doğru olması lâzımdır. Doğru olursa mubah olur; yalan olursa asla..

Bunu da ancak, isimle vasıf arasındaki farkı anladıktan sonra anlayabiliriz. Onun için deriz ki:

İsim, müsemmaya devlet için vaaz edilen bir lâfızdır.

Zeyd'i ele alalım: Bunu adı Zeyd'dir. Kendisi beyaz ve uzun boyludur diyelim biri kalkar da onun adını söylemez de (Ey beyaz ve uzun) diye çağırırsa, Zeydi ismi ile değil, vasfı ile çağırmış olur. O adam böyle çağırmakla yalan söylemiş değildir. Lâkin ismini çağırmamıştır. Çünkü onun ismi Zeyd'dir. (Beyaz ve uzun) değildir.

Onun uzun ve beyaz olması, onun isminin uzun olması demek değildir.

Hatta bir çocuğa (Kasım veya Cami) ismini vermemiz, onun bu vasıflarla muttasıf olduğuna delâlet etmez. Bunlar onun ancak ismi olabilir, her ne kadar bu vasıflar mânâ yününden kendisinde bulunursa da.

Ona tutup da Abdül-Melik (Melikin kölesi) dersek., bununla onun Melik'in kölesi olduğu murad edilmez. Bunun için diyoruz ki, Abdül-Melik, tıpkı İsa ve Zeyd gibi bir müfret isimdir. Vasıf makamında zikr edildiği zaman mürekkeb isim olur.

Abdullah da öyle..

Bu kelime Abadile diye çoğul olur da İbadullah diye çoğul olamaz!

Şimdi buraya kadar ismin manasını anlamış bulunuyorsun!

Demek ki isim, müsemmayı tanıtmak için vaaz edilen bir lâ­fızdır!

Herkes kendine dilediği ismi koyabilir. Bir ana baba da oğ­luna veya kızına istediği ismi verebilir. Efendi kölesini de dilediği bir isimle adlandırabilir.

Bir insan, kendine konan isimden başka bir isimle çağrılırsa muhakkak ki kızar.

Biz insan olarak, bir insanı kendi isminin gayrisi ile çağıramazsak, nasıl olur da Allah'a isim takabiliriz?

Peygamberimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellemin isimleri de sa­yılıdır. Kendisi, kendi isimlerini saymış ve şöyle buyurmuşlardır:

"Benim, Ahmet, Muhammed, El-Mukfi, EI-Mahi, Nebiyyuttevbe, Nebiyyurrahme, Nebuyyül-Mülhime gibi isimlerim vardır.."[218]

Peygamberimiz bu açıklamayı yaptıktan sonra ona başka bir isim koyamayız, yani başka bir isimle onu çağıramayız. Onun güzel vasıflarından haber vermek için ancak şöyle diyebiliriz O, Alimdir, Mürşittir, Reşiddir, Hadiddir.

Zeyde, o uzundur, o, beyazdır dediğimiz gibi.. Bu onun ismini söylemek değilde vasfını söylemeklir..

Hülasa, bu, bir lafzın onun hakkında denip denmeyeceğini inceleyen fıkhı bir meseledir.

Şöyle izah edebiliriz bunu,

Peygamberi, kendisinin kendi zati risalet penahlanna taktığı isimlerden maada isimle çağıramıyoruz. Hatta insanları bile çağı­ramıyoruz. Bu yasak Allah hakkında, yasak olmaz mı hiç?

İşte bu, bir nevi seri hükümler esaslarından biri olan fıkhi kı­yastır.

Vasfa gelince:

Bu, bir işi haber vermektir. Verilen haber ya doğrudur, ya yalandır.

Din yalanın suret-i katiyede haram olduğunu açıklamıştır. Yalanı yalanlıklan çıkaran bir arız vaki olursa başka. Din doğrunun helâl olduğunu açıklamıştır.

Ama helali helallikten çıkaracak bir arız vaki olursa başka.

Zeydi vasf ederken onun var olduğunu haber vermemiz nasıl doğru ve mubah ise, Allah'ı vasf ederken onun kadim ol­duğunu haber vermemiz de bu hususta şeri delil bulunsun, bulunmasın doğru ve mubahtır.

Zeyd hakkında o, eşkar (Kumral) 'dır diyemeyiz. Çünkü bu haber kendisine ulaşınca nefret edecektir ve belki de kızacaktır. Çünkü bu vasıf Zeydin şahsiyetine bir noksanlık getirmektedir. İşte Allah hakkında da, tıpkı bunun gibi, Zat-ı Sübhaniyesine noksanlık getirecek bir vasfı söyleyemeyiz..

Fakat, noksanlık ifade etmeyen hatta bilâkis medhe delâlet, eden bir vasıf söylersek bu şüphesiz ki mubahtır. Lakin bunun yukarıda arz ettiğimiz, tahrim sebeplerinden arınan doğru haber gibi olması şarttır.

Mesela Allah hakkında; Zari, Haris, diyemeyiz. Fakat hanımını hamile bırakıp da çocuğun dünyaya gelmesine sebep olan kimseyi nazarı itibara olmadan asıl eken o değil; Allah'tır, tohu­mu toprağa atıp ekin ekini düşünmeden, asıl zari o değil Allah'tır diyebiliriz. "Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı."[219]

Cenab-ı Hakkı (Ya muzili ey zelil eden!) diye çağıramayız. Fakat (Ya muziz ey aziz kılan, ya Muzil ey zelil kılan) diye ra­hatça çağırınız!

Neden mi?

Çünkü bunlar birleştikleri vakit, medih övgü vasfı ortaya çıkar..

Zira bu, işin her iki yönü de elinde (kudretinde) bulunduğunu açıkça gösterir..

Duada da durum böyle değil mi? Allah'ı, emrettiği gibi Esma-i Hüsnâ ile (en güzel isimleri ile) çağırırız. İsimleri geçtiğimiz­de ise Medih ve Celal sıfatları ile çağırırız..

Ya Mevcud, Ya Muharrik, Ya Müsekkin! diye çağırmayız da (dua etmeyiz de);

Ya mukil'el-Aserat (ey düşenleri kaldıran) Ya münzifel berekât (ey bereketleri indiren!) Ya Müyessire Külli; asirin (ey her zor olanı kolaylaştıran!) diye çağırırız (dua ederiz)..

Yine bir insan: çağırmak istediğimizde, onu ya ismi ile çağırı­rız veyahut, (ey şerif, ey fakih), diyerek övgü ifade eden vasfı ile çağırırız de; (ey uzun, ey beyaz) diyerek seslenmeyiz.

Fakat onu hafife almak istediğimiz de, (ey uzun, ey beyaz adam) diye sesleniriz..

Onun (insanın) sıfatlarından sorulduğumuzda, beyaz, renkli ve siyah saçlı olduğunu söyleriz. Duyduğu zaman, hoş karşıla­mayacağı bir vasıfla gerçek olsa da bi-vasf etmeyiz, onu.

Mesele yine böyledir:

Eşyayı idare eden kımıldatmayan, beyaz yapan ve siyah yapan kimdir? diye sorulduğumuzda; (Bunları yapan) Allah'tır! deriz ve bu işleri ona izafe etmekte, Şeri bir izin var mıdır, yok mudur? diye beklemeyiz..

Evet Allah, vardır, yaratandır. Muzhir de O'dur, Muhfi de.,. Musid'de O'dur; Muşki da.. Mubki'de O'dur, Muğni de, Evet tevkif varit değilse bile bütün bunlar ona itlâk edilebilir.

SORU:

Neden Allah için; Arif, Akil, Zeki ve benzeri vasıflar denilemiyor?

CEVAP:

Bu ve benzeri vasıflarda mani olan husus ihamdır ki izin ol­madan caiz olmaz. Es'Sabur, Er'Rahim, El-Halim gibi (isimlerde) her ne kadar iham varsa da, onlar da izin varit olmuştur. Bunda ise izin yoktur.

Bundaki iham şudur: Akıllı olan, o kişidir ki, kendisini, kötü­lüklerden önleyen bilgisi vardır. Meselâ onun için (Onu aklı menetmiştir kötülüklerden alıkoymuştur) derler.

Fitret ve Zekâya gelince:

Bunlar, müdrik (idrak eden)den gaip olan şeyi suretle idrak etmeyi iş'ar ederler. Marifet ise, önceden bilinmeyen bir şeyin bulunduğunu haber verir.

(İşte bu gibi maniler) bulunduğu için bu vasıfların Allah hak­kında itlâk edilmesi caiz olmuyor..

Şayet Lâfız incelenip de; iki mefhum arasında herhangi bir iham görülmez, din de men etmezse, o zaman kesin olarak onun itlâkına cevaz veririz..

Doğruyu en iyi bilen Allah'tır! Dönüş de yalnız O'nadır!... [220]

 
Bu Kısım Esmâ-i Hüsna'nın Kısaca Mânâlarını, Okunma­sının Adabı, Fazilet Ve Meziyetlerini Beyan Eder.[221]

 

Öyle Allah ki ondan başka ilah yok. En güzel isimler Esma-i Hüsnâ O'nundur.

Allah Teâlâ kendisinden başkası olmayan tek bir Allah'tır.

[TOP]

9.3.92 ESMAÜL HÜSNA ANLAMLARI VE NE KADAR OKUNDUĞU

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
ESMAÜL HÜSNA ANLAMLARI VE NE KADAR OKUNDUĞU

Öyle Allah ki ondan başka ilah yok. En güzel isimler Esma-i Hüsnâ O'nundur.

Allah Teâlâ kendisinden başkası olmayan tek bir Allah'tır.

ER'RAHMAN: İsmi şerifinin mânâsı;

Rahmetten müştak olup, dünyada mü'min, kafir bütün yaratıklara rahmet ve merhamet eden  nimet veren demektir. Esma-i Hüsna'nın ayrı ayrı her birinin hesabi sağır ile, adedi olup,  zikredileceği gibi, Allah lafza-i celilinin adedi olan 66 defa, Rahman ismi şerifinin de adedi  oian 298 adedine göre kıraat edip, dergahı kibriyadan istidai inayet ve rahmet eden kimsenin  her ne muradı varsa hasıl olur. Ve kaffei havayici biiznilah husul bulur.

Allah ism-i Celili, zatı ilahi ismidir. Bir sıfata delâleti yoktur. Rahman ismi ise Allah isminden  başka diğer bütün isimler gibi, ismi sıfat olmakla, Allah-ü Teâlâ'dan başkasına isim olarak  verilmesi caiz olmayan has isimlerindendir.. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'in Araf  Suresi 180. ayeti kerimesinde:

Meali: Allah'ındır en güzel isimler. Esma-i Hünsa Allah'a mahsustur.. Onun için siz Allah  Teâlâ'yı o güzel isimlerle zikre­dip çağırınız. Ve ona Esma-i Hüsna ile dua ediniz, demektir:  Bu ayeti kerimeden Esma-i Hüsna'yı (O güzel isimleri) kullara isim vermenin caiz olmadığı  anlaşılmaktadır. Vehab, Cebbar, Vahid, gibi isimlere, Abdülvahhab, Abdülcebbar, Abdülvahit  gibi abit kelimesini ilave etmek iazımdır ki, Vahab'ın kulu Cebbar'ın kulu, demek  mânâsını'almış olsun.

ER'RAHİM: İsmi şerifinin mânâsı;

Er'Rahim; Ahirette yalnız mü'minlere pek çok rahmet in'am ve ihsan eden mü'minlere şevkat  ve merhamet edip mazlumun hakkını zalimden alan demektir. Er'Rahim ismi şerifini def-i bela  için itikad-i tam ve hulusi kalb ve tahareti kamile ile, yedi gün sabah namazından sonra  kıbleye müteveccihen oturup bu ismin, adetine göre 208 defa tilavet ile Allah Teâlâ'ya arz  niyaz ve takdim-i istida ve istirham eden kimse biiznillah her türlü be­lâ, keder ve kazadan  emin ve mahfuz olur. Dünyanın nimetleri hakir ve azim, nakis ve tam iki kısımdır ki, hakir ve  nakız nimetler. Rahim ismi sıfatı manasına göre kafirlere de verilir.. Ama ahiretin nimetleri  tam ve kamil olduğundan, Rahim ismi sıfatı, anlamına göre ahirette yalnız, mü'minlere verilir.

Esma-i Hüsna ile dua etmemiz için, emrolunduğumuz Al­lah'ın en güzel isimleri 99 dur.  Onları sayan ve ezberleyen cen­nete gireceği Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği bu hadisi  şeriften anlaşılmaktadır.

EL'MELİK: İsmi şerifinin manası;

EI'Melik; yaratma, diriltme ve öldürme ile her şeyin mutasarrıfı, padişahlar padişahıdır. Her  şey emrine müsahhar ve amade olan hükümdardır.

EL'KUDDÛS İsmi şerifinin manası;

El'Kuddûs, akıl ve hayalin düşündüğü hissin duyduğu, ayıp ve eksik sıfatlardan beridir.

ES'SELÂM: İsmi şerifinin mânâsı;

Es'Selâm, zatı ayıptan sıfatı eksiklikten, işleri de serden salim olup, kullar tehlikeden salim  kılan ahirette iyileri azaptan selim kılan, cennette de iyilere selâm verendir.

Es'Selâm ismi celilini her gün ve hiç olmazsa haftada bir gün sabah namazından sonra bu  ismin hesabı sağire göre adeti olan 130 defa kıraat eden ve onunla Allah Teâlâya tevessül ve  müracaat eyleyen kimseye Cenab-ı Hak kafteyi umurunda selâ­met hayır ve bereket ihsan  buyurur.

Resulûllah Efendimiz buyuruyor ki, Kur'an-ı Kerim'de Haşr suresinin sonundaki Levenzelna  hâzelkurane ayetinden sona kadar olan üç ayeti kerimeyi okursa melaikeler onu akşama  ka­dar korur. O gün vefat ederse şehit olur.

EL'MÜ'MİN: İsmi şerifinin manası;

EI'Mü'min, Peygamberleri sözü ve mucizat yaratması ile tas­dik eden. Yaratıkları zulümden,  tehlikeden ve afetlerden koru­yan ahirette de Mü'minleri azaptan koruyandır. El'Mü'min ismi  celilini 136 defa tilavet ile Allah Teâlâya tazarru ve niyaza devam eden kimseye Cenab-ı Hak  zelil ise izzet fakir ise sevret, korkaksa eman, ihsan buyurur. Fahri Razi tefsirinde beyan  olunduğuna göre tevhidin mertebesi dörttür

1- Dille ikrar

2- Kalb ile iman,

3- Dille inancı takviye

4- Hatırına marifeti ilahiyeden başka bir şey gelmemektir.

Bu dörtten biri kalpte iman olmadan dille ikrar, makbul de­ğildir. Zira nifaktır. Kalpte iman  olup, dille ikrar etmezse, imanı kabul değildir günahkâr olur.

EL'MUHEYMİN: İsmi celilinin manası;

EI'Müheymin yaratıkların işlerini rızık ve ecellerini ve bütün hallerini bilen, koruyan ve  gözetendir. EI'Müheymin ismi şerifini adetine göre, 145 defa tilavet eden Allah'ın keremiyle  saadete yükselir. Ona ne şeytan ve ne de bir insan tasallut edemez. Zarar ve ziyana  ulaştıramaz. Düşmanın zulüm ve şerrinden emin ve mahfuz olur. Ehli tevhide dört şey  lazımdır

1- Tasdik, zira tasdik olmazsa münafık olur.

2- Tazim, Eğer tevhidi tazim üzere olmazsa mübtedi olur.

3- Halâvet, çünkü tevhidinden lezzet almaz ve halâvetini bulmazsa mürai olur.

4- İhlâstır; Zira tevhidi ihlas üzere olmazsa fasık ve facir olur.

EL'AZİZ: İsmi şerifinin manası;

El'Aziz, kuvvet ve galebe sahibidir. Daima galiptir. Fakat hikmeti icabı çok defa zalimleri  cezalandırmakta acele etmez, bazılarını da ahirete bırakır.

El'Aziz ismi celilini adeti üzerine 94 defa okuyan kimse Hak katında aziz olur.. Allah  Teâlâ'nın izniyle hiçbir vakit dücar-ı me­zellet olmaz Esma-i Hüsna'nın kıraatinin adabı:

1- İtikadı tam ve Cenab-ı Hakka yönelmek.

2- Bedende elbisede ve mekanda temizlik.

3- Sabah namazından evvel veya sonra müteakiben okumak.

4- Kıraat esnasında adap üzere oturmak.

5- Esma-i Hüsna'da ismin hesabı sağir ile kendine mahsus olan miktarına riayet etmek  suretiyle okuyarak dua etmek.

6 - Okunan ismin evveline ya! harfi nidasını, ilâve ederek Ya Allah veya Ya rahman şeklinde  okumak.

EL'CEBBAR: İsmi celilinin mânâsı;

El'Cebbar zorla düzelten, dilediğini yaptırabilen, kırılanları onaran eksikleri tamamlayandır.

El'Cebbar ismi celilini her gün veya en az Cuma ve pazarte­si günleri sabah namazından  sonra 206 defa okuyan kimseyi hiç kimse cebretmeye ve sıkıştırmaya ve hiçbir zalim İcra-i  zulüm ve gadre cesaret edemez. Zulmü cebabirenin şerrinden emin ve mahfuz olur. Esma-i  Hüsnâ'yı ezbere okuyamayan ve mânâlarını bilmeyenler yüzünden okumalı ve manalarını  öğrenmeye ve hükümleri ile amel etmeye gayret ederek cenneti kazanmalıdır.

EL'MÜTEKEBBİR İsmi celilinin mânâsı;

El'Mütekebbir, büyüklük ve azamet kendine mahsus olan­dır. Hadisi kutsisinde Cenab-ı  Allah; Büyüklük ve ululuk bana mahsustur. Onlara ortaklaşmaya yeltenenleri nari  cehenneme atarım, buyurmuştur.

EI'Mütekebbir ismi şerifini 626 defa okuyan insanlar arasında muhterem olur. Onu gören  hürmet ve riayette bulunur. Sözü dinlenir. Görüşü makbul kadri yüce, insanlar yanında  sevimli olup, hürmet izzet ve riayet görür. Her gün sabah namazından sonra okunmasını  ulemay-ı havas tavsiye etmişlerdir. Hadisi şeri­finde Resulûllah Efendimiz dua ibadetten  ibarettir, buyurmuştur

EL'HALİK: İlmi şerifinin mânâsı;

EI'Halik, her şeyi yaratan yoktan var eden demektir. El' Halik ismi celilini 731 defa  okuyanlara Cenab-ı Hak muvaffakiyet es­babını yaratır. Evlâdı olmayan o niyetle devam  ederse evlâdı olur. Rızık hususunda tesiri büyüktür. Duanın fazileti çoktur. Çün­kü duanın  mânâsı Cenab-ı Hakka tazarru ve niyaz edip yalvar­maktır. Allah Teâlâ'nın da kullarından  beklediği vazife budur.

EL'BARİU İsmi şerifinin mânâsı;

El'Bariu, her şeyi eksiksiz ve birbirine uysun yaratandır. El'Bariu ismi şerifini 213 defa  okumaya devam eden tehlikeli has­talıklara yakalanmaz. Rütbe ve makamından çıkarılmış  olan kişi bu esmaya devam ederse elinden kaçırdığı makam ve mansabı yine eline getirir.  Duanın meziyeti çoktur. Hz. Peygamber Efen­dimiz hadisi şerifinde "Allah'ın katında duadan  mükerrem ve sevgili bir şey yoktur" buyurmuştur. Ayeti kerimedeki Esma-i Hüsnâ ile Allah'a  dua ediniz emri bunu teyyid etmektedir.

EL MUSAVVİR: İsmi şerifinin manası;

EI'Musavvir, her şeyi şekilleyen suretle ayırandır. El'Musavvir esmasının 336 defa tilâvetine  devam edene Cenab-ı Hak talakati lisan nutuk ve anlatma maharetini ihsan eder, tahsili ilim  kolay ezberleme hususunda tesiriri icra hasıl olur. Allah Teâlâ hadisi kutsisinde "Ben gizli bir  define idim, bilinmek istedim ki, mahlûkatı yarattım" buyurmuştur.

EL'GAFFAR: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Gaffar, suç ve günahlarını dünyada örten, ahirette de cezalandırmayıp affeden  bağışlayandır.

EL'KAHHAR İsmi şerifinin mânâsı;

El'Kahhar, düşmanına istediğini yapan, hor ve hakir görüp, ezen ve öldüren mahf ve helak  eden galip ve hâkim olan ve bütün varlık emrinde musahhar olandır. El'Kahhar esmasını 306  defa çeken kimseye zülm ve fenalık isteyenleri Cenab-ı Hak kudreti kahiresiyie helâk eder.  Zalimlerin kahrı, düşman şerrinin giderilmesi hususunda tesiri vardır. Zalimlerin şerrinden  korun­mayı Allah Teâlâ'dan dilemek lazımdır. Hatta Resulü Ekrem efen­dimiz hadisi şerifinde  "Dünya ve ahiretin saadeti ebedi istikbalin temini hususunda Cenab-a Allah'a da dua  etmeyenlere Allah Teâlâ darılır. Gazap ve hışm eder" buyurmuştur.

EL'VAHHAB: İsmi şerifinin manası;

El'Vahhab, karşılıksız nimetler veren, bol bol bağışlayandır. ElVahhab ismi celilini izzi dünya  ve şerefi ahireti arzu eden kimse 14 defa okursa şeref ve izzeti artar rütbesi yükselir.  Resulûllah Efendimiz hadisi şerifinde;

"Dua etmekle acizlik getirmeyiniz, çünkü dua etmekle kimse helak olmaz" buyurmuştur.

ER'REZZAK: İsmi şerifinin manası;

Er'Rezzak rızıkları yaratan ve ihsan edendir. Er'Rezzak ismi celilini 308 defa tilavet eden,  kimseyi Cenab-ı Allah rızık mal ve servet bolluğu ile taltif ve ihsan buyurur. Darlık ve zarurete  düş­müş ise biiznillah ondan kurtulur. Bir daha sefalet ve perişanlığa duçar olmaz. Kar ve  kesbi kazancı artar. Hadisi şerifte Pey­gamber Efendimiz: "Dua mü'minin silahı dinin direği  yer ve gök­lerin de nurudur." buyurdu.

EL'FETTAH: İsmi şerifinin manası;

EI'Fettah, hayır kapılarını rahmet hazinelerini her türlü açan, müşkülleri halledendir.

EI'Fettah ismi celilini 489 defa tilavetle dergahı ilahiyeye te­vessül ve iltica eden kimseye  Cenab-ı Allah hayır ve hasenat kapılarını açar. İşlerinde müşkülat ve zorluk görmez.

Hz. Resülüllah bir hadisi şerifinde "Allah Teâlâ'nın takdirin­den sakınmak fayda vermez.  Amma yapılan da nazil olmuş ve olmamış belâ ve musibeti def edip gidermeye fayda verir.  Nazil ve vaki olmuş belâyı giderir, Henüz nazil olmayan belâ ve musi­bete mani olur."  buyurmuşlardır.

EL'ALİM İsmi celilinin manası;

El'Alim, gizli ve aşikar, her şeyin iç ve dışını, ilk ve sonunu çok iyi bilendir. Ellim ismi şerifinin  kıraatine devam edenin kalbi, nur, ilim, ziya ve irfanla dolar. Zihni ve fikri açılır. Cenab-ı Hak  Kur'an-ı Kerim'de ;

"Siz bana dua ediniz ve benden isteyiniz. Ben de duanızı kabul edeyim. Dileklerinizi yerine  getireyim." buyur­du.

EL'KABIZ: İsmi şerifinin manası;

El'Kabız dilediği bazı insanlardan servet ve genişliği ölüm anında da bütün yaratıklardan  ruhları alandır. El'Kabız esmasını 903 defa çekmeye devam edene Cenab-ı Allah, heybet ve  celal verir. Ondan yaratıklar korkar. Kendine zulüm ve hile yap­mak isteyen düşmanlarının  kötülüklerinden emin eder. Fenalık yapmak isteyenler kahru perişan olup düşer. İbni Kesir  tefsirinde demiştir ki;  Esma-i Hüsna'nın 99 isme münhasır olmadığına İmma-ı Ahmed-İbn-i  Hanbel, Müsnedinde senediyle Abdullah İbn-i Mesud'dan rivayet ettiği delâlet eder. Allah  Teâlâ'nın Esma-i  Hüsna'sında  kitapta  indirmediği  kimseye  bildirmediği  ilmi gayıbde  yalnız kendisinin bildiği isimleride vardır. Şu halde ev­velki hadiste Allah Teâlâ'nın 99 ismi  yani bir müstesna olmak üzere 100 ismi vardır. Onları ihsa eden, sayan cennete girer,  buyurması Allah'ın malûm olabilen Esma-i Hüsna'sından 99'unu ihsa eden, yani ezberleyip  sayan yahut Allah'la muamelesinde onların hududunu muhafaza edip süzelce riayet eyleyen  kimse cennete girer manasına olmak gerektir.

EL'BASİD: İsmi ceülinin mânâsı;

El'Basid bazı insanlara rızık, servet genişliği, cesetlere de ruhlan verendir; EI'Basid ismi  şerifinin 72 defa kıraati insanın kal­binden gam ve kasaveti giderir. Ferah ve surûru arttırır.  Rızık kâr ve kesbi çoğaltır. Merak ve endişeye mübtelâ olan kimsenin kalbinden o merak ve  endişeyi giderir. Yerine neşe getirir. Esma-i Hüsna'nın tam 100 sayılmayıpta biri müstesna  olarak 99 sayıl­masının hikmetide o tektir, teki sever, diye beyan buyurulmuş olmasıdır ki,  Allah Teâlâ tek olduğu için Esma-i Hünsâ'sının sa­yılmasında da tek adete riayet etmek  müstehab olduğu anlaşıl­mıştır.

EL'HAFID: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Hafıd, kafirleri şakilikle düşmanlarını lanetle ahirette de azapla alçaltan ve indirendir.  El'Hafıd esmasını kendini bilmeyen, karanlığa, zulüm ve kibre bürünmüş olan bir sahibi  makamı cebbare beddua niyetiyle 1480, defa çekilir ise Cenab-ı Hak onun layık olduğu  cezayı tertib buyurur. Düşmanın kahru peri­şan olmasında bu esmanın tesiri vardır.  Namazlardan sonra tesbih dualarında 33 defa sübhanellah 33 defa elhamdülillah, 33 defa  Allahü Ekber Allahü Ekber diyerek teker teker mecmuunun 99 adetine tek olarak iblağ  edilmeside Allah Teâlâ tektir, teki sever, hikmetiyle mütenasiptir.

ER'RAFİU: İsmi şerifinin mânâsı;

Er'Rafiu, Müminleri, saadetle, dostlarını izzetle ahirette ni­metleriyle kaldıran ve yükseltendir.  Er'Rafiu ismi celilini sabah namazından sonra 351 defa okuyan kimsenin derecesi yüce ve  insanlar katında sözü geçerli olur. Bu esmanın bereketiyle o kimseye mintarafillah dünya ve  ahirette yüksek rütbe ihsan buyrulur. Hadisi Şerifte "O Tektir, Teki sever" buyrulmakla  Esmaullahdan birininde elvitru olduğu iş'ar olurak 100 isim anlatılmış ancak sayılmakta biri  istisna edilerek 99'u sayılmıştır. Bu suretle Esmâ-i Hüsna'nın 99'a münhasır olmadığı da aynı  hadis­ten anlaşılmış demektir.

EL'MUİZ: İsmi ceülinin mânâsı;

EI'Muiz itaat edenleri aziz eden ve yükseltendir. "Muiz ismi şerifini 117 defa okumaya devam  eden kimse dünya ve ahirette aziz olur. Ona kötülük ve hakaret etmek isteyen fikir  maksadın­dan vazgeçmeye mecbur olur. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın aziz kıldığı kulunu kimse  zelil edemez. İzzet bir nurdur ki, o zalimle­rin özlerini görmez kılar. Allah Teâlâ Hazretlerinin  99 Esma-i Hüsnâ'sını ezberleyip ihsa etmenin marifetullah hususunda ve duanın müstecab  olmasında tesiri ve fazileti bulunduğu varit olan müteaddit rivayetlerle haber verilmiş ve o  babta müstakil eserler yazılmış olmakla Allah Teâlâ'nın bildirdiği ve bildirmediği daha birçok  Esma-i Hüsnâ'sı vardır.

EL'MUZİL: İsmi şerifinin mânâsı;

El' Muzil, suçluları hor gören ve hakir eden düşürendir. EI'Muzil esmasını 770 defa çeken  düşmanını kahru perişan et­mek hususunda Cenab-ı kibriyanın muavenetine nail olur. Düş­ man kötülüğünden, zalimin zulmünden korkmaz, her gün ales­sabah bu esmaya devam  ederse korktuğundan emin olur. Kim­se ona zarar ve ziyan ulaştıramaz. Beyhâki'de El'Esma  ve sıfat ki­tabında bu hadisi Abdullah İbn-i Mesud'a muttasıl senediyle şöyle rivayet  eylemiştir. Resulûllah buyurdu ki "Herhangi bir müslim bir merak veya hüzne duçar olur da  Allahım ben senin kulunum. Ve kulunun oğlu ve cariyenin oğluyum. Nasiyem (Al­nım) senin  elindedir. Bende hükmün cari, hakkımda kazan ada­lettir. Senin olan kendine tesmiye ettiğin  veya kitabında indirdi­ğin veya halkından birine bildirdiğin veya kendi katında ilmi gayıbde  kendine tahsis buyurduğun her isimle senden dilerim ki, Kur'ani; kalbimin baharı, hüsnümün  cilası, hem ve gamımın gidericisi lalasın." diyerek dua ederse herhalde Allah Teâlâ onun  merakını giderir. Gam ve hemminin yerine ferahlık verir. Dediler ki; "Ya Rasulallah! Bu  kelimeleri öğrenelim mi? "Evet bunları işiten kimsenin öğrenmesi lâzımdır." buyurdu.

ES' SEMİĞ: İsmi şerifinin mânâsı;

Es'Semiğ karıncanın taş üzerinde yürüyüşündeki ayak adım­ları seslerinden daha az, her  sesi ve her şeyi nihayetsiz ve son­suz işitendir.

EL'BASİR: İsmi celilinin mânâsı;

EI'Basir, sonsuz ve nihayetsiz her şeyi görendir. EI'Basir ismi celilini 302 defa okumaya  devam edenin basar ve basireti nuru ilahi ile münevver olup her şeyi görür. Vukuundan evvel  his ve idrak eder. Ulum ve fünuna vakıf olur. Esrarı gizli melekutu müd­rik ofur. Zihni ve idraki  kuvvet kazanır. Düşündüğü şeylerde doğ­ruyu sorur. Hataya düşmez. Beyhaki muttasıl  senediyle Hz. Aişe'den rivayet ederek dedi ki: 'Ya Resulûllah Allah Teâlâ'ya dua edildiği  zaman icabet buyurduğu esmasını bana öğret demiştir." Resulûllah'ta "Ya Aişe abdest al,  mescide gir. İki rekat namaz kıl. Sonra dua et. Dinleyeyim buyurdu" O da öyle yaptı. Sonra  dua için oturduğunda Resulûllah "Allah'ım O'nu muvaffak kıl" dedi O'da dua etti. Hz.  Peygamber "İsabet ettin." buyurdu demiştir.

EL'HAKEM: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Hakem, hükmeden, hakkı batıldan ayıran ve yerine geti­rendir. EI'Hakem ismi celilini 68  defa okuyan kimse işlerinde muvaffakiyete nail olur. Rızık ve karı artar. Ondan belâ gazap  gider, yerine nimet hilim verilir. Duanın kabul olmasının adap ve şartları:

Abdestli ve temiz olmak, kıbleye karşı oturmak.

Suç ve günahlarına pişman olup tevbe etmek. Bir daha işlememeye niyet etmek. Böylece  kendini temizleyenin elbette duası kabul olur.

EL'ADL: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Adl, denklik ve adaletle hükmedendir. El'Adl ismi celilini 14 defa tilavet edenin gönlü nur ve  adaletle dolar. İşlerinde mizan adle uygun hareket eder. Duçarı gadr ve zulüm olması ihtimali  olmaz. Duanın kabulü için daha başka bazı adaba riayet etmek faydalıdır. Duadan evvel  sadaka vermek veya bir hayır işlemek duayı inançla sıdık ve ihlâsla yapmak. Kendisinde  eksiklik düşünmeyip himmetini yüce etmek.

EL'LÂTİF: İsmi şerifinin, mânâsı;

EI'Lâtif, en ince işlerin bütün inceliğini bilen. İnce, gizli ve sezilmez yollardan kullarına çeşitli  faydalar ulaştırandır. EI'Lâtif ismi şerifinin tilavetine devam eden lütfü ilahiyeye nail olur. Zor­ luğa belâya afete darlığa duçar olmaz, Müşkülât ve felâkete maruz kalan kimse bu esmanın  bereketiyîe felaketten kurtulur. Refah ve saadete kavuşur. Duanın kabulü için ayrıca yapacağı  şeyler. Duanın başında Allah Teâlâ'ya hamdü şükür, Peygambere de salavati şerife, ve  duanın sonunu da amin diyerek salavatı şerife ile bitirmek. Duayı her zaman tekrar etmek ve  meşru yer­lerde kullanmak.

EL'HABİR; İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Habir, her şeyin içyüzünden gizil taraftarından haberdar olandır.

EI'Habir ismi celilinin 811 defa kıraatine devam eden, alem­lerin sırrına vukur peyda, eder.  Tedbiri isabetli, görüş ve karan maslahatına uygun olur. Giriştiği işlerde muvaffakiyet hasıl  olur. İşlerinde müşkülât belirirse bu esmanın bereketiyle ondan, kurtulur. Duanın kabulü için  tesirinin beklenmesinde acele etmemek kabulününde gecikmesinde ümidi kesmeyip duayı  tekrar icra etmektir.

EL'HALİM: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Halim, suç işleyenleri görüp dururken cezalandırılmalarını ihmal etmeyip acelede  etmeyendir.

EI'Halim ismi celilini 88 defa okumaya devam eden, dert, gazab ve hiddetten kurtulur. Ona  karşı olan zalim ve cebbarda hiddet ve gazap gösteremez. İnsanlar tarafından rıfk ve hilim ile  muamele görür. Kendinin hilm tabiatı kerem, cömertliği ve sehası dillerde destan olur. Dua  ederken konuyu değiştirmemek dileğini isterken huzuru ilahide huşu ve boyun eğmekte  oldu­ğunu unutmamak dilini de küfür, gıybet ve kötü sözlerden ko­rumak icab eder.

EL'AZİM: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Azim, akıl ve hayalin düşünemediği, gözün göremediği kadar, sonsuz büyük ve azametli  olandır. El'Azim ismi şerifinin 1020 defa okumasına devam edene Cenab-ı Hak müşkülâtını  giderecek bir kuvveti azime İhsan buyurur. Herkese karşı sözü nafiz olur. İtibari olup herkes  ona hürmet gösterir ve tazim eder. Duadan evvel, abdest alırken ağzını ve dişlerini misvak,  fırça veya parmağı ile temizleyip ağız kokusunu gidermek elbisesini temiz tutmak lazımdır.

EL'GAFUR: İsmi şerifinin manası;

EI'Gafur, suçlan ve günahları örtüp bağışlayandır. EI'Gafur ismi celilinin 1286 defa tilavetine  devam edenin günahlarını Cenab-ı Hak afv ve mağfiret buyurur. Dünyadaki tesiri zalim ve  cebabirenin hırs ve gazabını söndürür. Kendine karşı gazab ve düşmanlık zarar ve tesir  edemez. Gazab anında kendini gören sükunet bulur. Hiddetinden eser kalmaz. Dua etmek  için temiz ve tenha yer seçmek; dua ve dileğini yavaşça ve yalvarmak suretiyle alçak gönül  ile, mahzuni kalb ile yapmak lazımdır.

EŞ'ŞEKÛR İsmi şerifinin mânâsı;

Eş'Şekûr, rızası için yapılan iyilikleri artığı ile karşılayan, yüksek derece ve bol mükafat  verendir. Eş'Şekûr ismi celilini 256 defa tilavet edenin elindeki rızık ve nimeti ziyade olur.  Hayır ve selahı artar. Çünkü şükür nimetin artmasına sebeptir. Allanın nimet ve ihsanına  daima şekür olmak kulluk, zimmeti farz olmasından başka şükür nimetini arttırdığından  kulun menfaatine mutabıktır.

Duayı yaparken mümkün olduğu kadar ağlayarak duayı icra etmek ve Allah'tan ne istediğini  anlayarak dua etmek daha tesir­lidir.

EL'ALİYYÜ: İsmi şerifinin mânâsı;

El'AIiyyü bütün rütbelerden üstün, derecesi, pek yüksek rütbeli olandır. El'Aliyyü ismi şerifini  110, defa okuyan yüce mer­tebelere nail olur. Mesleği dahilinde terakki eder. İnsanlar ara­ sında kadri yüksek sözü geçerli olur. Kur'an-ı Kerim'de mezkur olan diğer isimleriyle Esma-i  Hüsna ile her kim dua ederse mat­lûbuna nail olur. Sure-i Fatihada mevcut olan isimler Ya  Allah, ya Rabbi, Ya Rahman, Ya Rahim, Ya Mafik isimleridir.

EL'KEBİR: İsmi celilinin mânâsı;

El'Kebir, kibriya sahibi pek büyük olan demektir. El'Kebir is­mi celilinin 232 defa tilavetine  devam eden büyüklük ve riyaset rütbesini kazanır. İnsanlar arasın da muteber ve hatırı sayılır  olur. Sure-i Bakara'da mevcut olan Esma-i Hüsnâ, Ya Muhit, Ya Kadir, Ya Alim, Ya Hakim,  Ya Tevvab, Ya Basir Ya Vasi, Ya Semi, Ya Bedi, Ya Kafi, Ya Rauf, Ya Şakir, Ya Vahit, Ya  Afuv, Ya Halim, Ya Kabız, Ya Basit, Ya Hayyu, Ya Kayyumu, Ya Aliyyu, Ya Azimü, Ya  Veliyyu, Ya Ganiyyu, isimleridir.

EL'HAFİZ: İsmi celilinin mânâsı;

EI'Hafiz yanılıp unutmayan, yapılan işleri tutan, yeri ve gökleri ve bütün varlıkları belli vaktine  kadar, bozulmaktan koruyan, afat ve beladan, saklayandır. El'Hafiz ismi şerifini 988 defa  okumaya devam edenin nefsi, mali, ehli iyâli ve evlâdı mahfuz olur. Oku­nan hane ve dükkan  hırsızlıktan, yangından ve yıkılmaktan emin ve salim olur. Karada, denizde seferin selametini  temin eder. İnsan ve cin şerrinden belâ ve afattan muhafaza olur. Sûre-i Ali İmran'da bulunan  Esma-i Hüsna, Ya Kaim, Ya Vehhab, Ya Seriu, isimleridir. Sûre-i Nisa da bulunan Esma-i  Hüsna, Ya Rakib, Ya Habib, Ya Şehid, Ya Gafur, Ya Mugis, Ya Vekil, Esma-i Hüsna-i  şerifeleridir.

El'MUKİT: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Mukit, beden ve ruhların azık ve gıdalarını verendir. El'Mukit ismi celilini 550 defa okuyanın  rızkı bol, kâr ve kesbi artar. Malında bereket hasıl olur. Sure-i En'am'da bulunan Esma-i  Hüsna, Ya Fatır, Ya Kahır, Ya Zahir, Ya Kadir, Ya Lâtif isimleridir,

EL'HASÎB: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Hasib herkesin yaptığı işlerin hesabını bilen. Ahirette he­saba çeken. Ceza veren ve  tevekkül edenlere de yetendir. EI'Hasîb ismi celilini tilâvet edenden, Cenab-ı Allah düşman  kötülüğünü hasidin hasedenî, der ve reddeder. Daima mansur ve muzaffer olur. Sûre-i Arafda  bulunan Esmâ-i Hüsnâ Ya Muhyi, Ya Mumit isimleridir.

Sûre-i Enfal'da bulunan Esmâ-i Hüsnâ Ya Nimei Mevla ve'ni'mel Nasir isimleridir..

EL'CELİL: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Celil, şanına yaramayan şeylerden uzak, ululuk ve celâlet sahibidir. El'Celil ismi şerifinin  72 defa devamı kıraati, dünya ve ahirette, şeref ve izzete yüce rütbe ve değere kavuşturur. Ve  heybeti arttırır. Sûre-i Hûd'da mevcut olan Esmâ-i Hünsâ, Ya Hafız, Ya Rakib, Ya Mucib, Ya  Hamid, Ya Mecid; Ya Fealûn, limayürid, Ya Vedûd, Esmâ-i Şerifeleridir.

EL'KERİM: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Kerim, istemeden veren vesilesiz ihsan eden, cömert ke­remi bol olandır. El'Kerim ismi  şerifini 270 defa tilavet edene Cenab-i Hak lütuf ve kereminden her şeyi ihsan eder. Rızık ve  maişeti keremi Hüdadan in'am ve ihsan buyurulur. Yaratılışında keremlik tecelli eder.  Müracaat ettiği yerden kerem görür. Sûre-i Ra'd'de, mevcut olan Esmâ-i Hüsnâ, Ya Kebir, Ya  Müteal isimleri­dir. Sûre-i İbrahim'de bulunan Esmâ-i Hünsâ Ya Mennan ismi şerifidir. Sûre-i  Hicr'de bulunan Esmâ-i Hüsnâ Ya Hallâk ismi şeri­fidir.

ER'RAKİB: İsmi cehlinin mânâsi;

Er'Rakib, varlıkları korumak için gözcü, işleri gözetici oiandır. Er'Rakib ismi celilini 312 defa  okuyana Allah Tealâ tarafından rütbe ve mertebe hasıl olur.

Bunun gibi, sır ve hakikatlere vakıf olur. Basar ve basireti açı­lır. Kur'an-ı Kerim'de Sûre-i  Meryem'de bulunan Esma-i Hüsnâ, Ya Sadık, Ya varis isimleridir. Sare-i Hac'da bulunan  isim, Ya Ba'is ismidir. Sûre-i Mü'minin'de bulunan Esma-i Hüsnâ'ya Kerim, ismi şerifidir.

EL'MUCİB: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Mucib, yalvaranların isteklerini veren, dualarını kabul edendir. EI'Mucib ismi celilini 55 defa  tilavet edenin meşru dua­ları kabul olur. Haceti reva, olur. Kuran-ı Kerim'in Sûre-i Nur'da  bulunan Esmâ-i Hüsnâ, Ya Hakku, Ya Mûbin, Ya Nur isimleridir.

Sûre-i Furkan'da bulunan Esmâ-i Hüsnâ ise Ya Hadi ismi şerifidir. Sûre-i Sebe'de bulunan  Esmâ-i Hüsnâ, Ya Fettan, ismi şerifidir.

EL'VASİU: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Vasiu, ilmi rahmeti her şeyden geniş olandır. El'Vasiu ismi celalini 137 defa okuyanın  müşkül işleri kolaylaşır. Sıkıntıdan genişliğe, fakir ve zaruretten, servet ve zenginliğe,  esaretten hürriyete, hapislikten kurtulmaya intikal eder. Kur'an-ı Kerim'de Sûre-i Mü'min'de  bulunan Esmâ-i Hüsnâ, Ya Gaffar, Ya Kabilu tevbi, Ya Şedidül İkab, Ya Zettavli isimleridir.  Sûre-i Zariyat'ta bulunan Esmâ-i Hüsnâ, Ya Rezzak, Ya Zül kuvvetil Metin isimleri­dir. Sûre-i  Turda da mevcut olan Esmâ-i Hüsnâ Ya Vitir, ismi şerifidir.

EL'HAKİM: İsmi şerifinin manâlı;

EI'Hakim, buyrukları ve her şeyi hikmetli olandır,

EL'VEDUD: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Vedûd, iyileri seven, rahmet ve rızasına erdirendir, El'Vedûd ismi şerifinin 20 defa  okunması celbli kulûb, muhab­bet teshir ve temini meveddede icrai tesir eder. Ona herkesin  kalbi meyleder. Ve sevgiyle dolar. Her yerde mazharı hürmet ve kabul olur. Aradaki buğz ve  düşmanlığı izale eder. Yekdiğerini sevmelerini ve dost olmalarını temin eder. Sûre-i Kamer'de  bu­lunan Esmâ-i Hüsnâ, Ya Melik, Ya Muktedir, isimleridir. Sûre-i Rahman'da bulunan  Esmâ-i Hüsnâ, Ya Rabbül meşrikayni ve Ya Rabbül mağribeyni, Ya Zelcelalivelikram  isimleridir.

EL'MECİD: İsmi celilinin mânâsı;

EI'Mecid, azameti kadri şanı büyük ve yüksek, samahati bol, zatı şerefli işleri güzel alandır.

EL'BAİS: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Bais, Peygamber gönderen, ölüleri diriltendir. EI'Bais ismi celilini 573 defa okumaya  muvaffak olanın işleri nizama girer. Maksat ve meramına nail olur. Kemale ulaşır. Kur'an-ı  Kerim'de Sûre-i Hadid'de bulunan Esmâ-i Hüsnâ Ya Evvel, Ya Ahir, Ya Zahir, Ya Bâtın,  isimleridir. Sûre-i Haşr'de bulunan, Esmâ-i Hüsnâ Ya Melik, Ya Kuddûs, Ya Selâm, Ya  Mü'min, Ya Müheymin, Ya Aziz, Ya Cebbar, Ya Mütekebbir, Ya Halik, Ya Bariu, Ya Musavvir  isimleridir.

EŞ'ŞEHİD: İsmi celiîinin mânâsı;

Eş'Şehid her yerde hazır, her şeyi bilen ve gören. Ahirette de herkese haddini bildirendir.

EL'HAK: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Hak, varlığı değişmeden duran, ahirette de hakkı batıldan ayıran, hak sahiplerine, haklarını  alıverendir.

EL'VEKİL: İsmi celiîinin mânâsı;

El'Vekil, yaratıkların işlerini üzerine alan ve daha iyisini yapan ve kullara yardım etmesine  yelendir. El'Vekil ismi şerifini 66 defa okumaya devam eden kimseye Cenab-ı Hak işlerinde  muvaffa­kiyet ihsan eder. Rızkı bol, kâr ve kazancı geniş, saadeti çok olur. Darda ise ferah ve  surura erişir. Kuvvet ve kudreti, izzet ve rifati artar.

Kur'an-ı Kerim'de Sûre-i Buruc'da bulunan Esmâ-i Hüsnâ, Ya Mubdiu, Ya Muidu isimleridir.  Sûre-i ihlasda bulunan Esmâ-i Hüsnâ ise Ya Ahad, Ya Samed ismi şeriflerinden ibarettir.  Bunları okuyan İsm-i Azam duası ile dua etmiş olur.

EL'KAVİYYU: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Kaviyyu, pek güçlü olan demektir. El'Kaviyyu ismi şerifini 116 defa tilavet edenin maddi ve  manevi kuvveti artar. Şanı yüce, nüfusu cari olur. Kaviyyu isminin sırrına mazhar olur. Kalp­ leri teshir kudretine nail olur. Allah Teâlâ'nın 4000 ismi olup, binini Allah'tan başka kimse  bilmeyip, diğer bininin Allah Teâlâ ve meleklerden başka kimse bilmez. Ve bininin Allah  Teâlâ, melekler ve enbiyadan maada bilen olmadığı ve dördüncü binini mü'minler bilip üç  yüzü Tevrat'ta, üç yüzü İncil'de, üç yüzü Zebur'da ve yüzü Kur'an-ı Kerim'de mezkur olduğu  ve Kur'an-ı Kerim'de mezkur plan yüzden doksandokuzu zahir olup birisi gizli ve saklı  bulunduğu Fahri Razi tefsirinde yazılıdır.

EL'METİN: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Metin, çok sağlam olandır. EI'Metin ismi şerifini 500 defa okuyanın tabiatında, hal ve  hareketinde metanet ve sağlamlık hasıl olur. Kuvvet ve kudreti artar. Halk katında muteber  görünür.

EL'VELİYYU: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Veliyyu, iyi kullarına dost olup yardım edendir. El'Veliyyu ismi şerifini 46 defa okuyana  Allah Teâlâ tarafından yüksek mer­tebeler ihsan buyrulur. Dünya ve ahirette makbul ve  muteber olur.

EL'HAMİD: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Hamid, hamdü sena olunan bütün varlıkların diliyle biricik öğülendir.

EL'MUHSİ: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Muhsi, her şeyin sayısını bilen ve sayandır.

EL'MUBDİU: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Mubdiu, her şeyi maddesiz örneksiz olarak yoktan var eden, meydana getirendir.

EL'MUİDU: İsmi şerifinin mânâsı,

EI'Muidu, öldürüp yeniden dirilten, tekrar yaratandır.

EL'MUHYİ: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Muhyi, yoktan hayat veren, can bağışlayan, sağlık verendir.

EL'MÜMİT: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Mümit, canlı yaratıkların ölümünü yaratan hayatı yok edendir.

EL'HAVYU: İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Hayyu ebedi hayat sahibi, hakiki hayat ona mahsustur demektir,

EL'KAYYUMU : İsmi şerifinin mânâsı;

El'Kayyumu, hiçbir şeye ve mekâna muhtaç olmayan, gökle­ri, yeri, bütün yaratık ve  varlıkları yerlerinde tutan ve koruyandır.

EL'VACİDU: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Vacidu, kimse ondan kaçıp gizlenip saklanamayan, iste­diğini bulandır.

EL'MACİDU : İsmi şerifinin mânâsı;

EI'Macid, azameti kadri ve şanı büyük şeref kerem, fadıl ve semahati bol olandır.

EL'VAHİDU: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Vahid; zatında, sıfatında, isimlerinde, işlerinde ve hüküm­lerinde benzeri ortağı ve dengi  olmayan tektir.

ES'SAMEDÜ: İsmi şerifinin mânâsı;

Es'Samed, ihtiyaçtan beri, âlem ona muhtaç, hacetlerin bil­dirilmesi için tek merci odur.  Es'Samed ismi şerifini darlık, keder, dert, zaruret ve şiddet zamanında 134 defa okuyan  kimseye selamet ihsan buyurulur. Dert ve darlık görmez, aç kalmaz,

EL'KADİR: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Kadir, istediğini dilediği gibi yapmaya gücü yetendir.

EL'MUKTEDİR: İsmi şerifinin mânası;

EI'Muktedir, kuvvet verip, kulları vasıtasıyla bazı şeyleri icat ettirendir. El'Kadir ismi şerifini  205 defa, EI'Muktedir ismi şerifini de 744 defa tilavet edene fenalık edilemez. Cenab-ı Hakk'ın  yardımı ile düşman şerrini ve belâyı defe kadir olur.

EL'MUKADDİM : EL'MUAHHİR: İsmi şeriflerinin mânâsı;

İstediğini var veya yok etmekte zaman mekân şeref ve rüt­bede ileri geçiren, öne alan ve  istediğini de geriye koyan, arka­ya bırakandır.

EL'EVVEL: İsmi şerifinin mânâsı;

El'Evvel, ilkdir, başlangıcı olmayandır.

EL'AHİR : İsmi celilinin mânâsı;

El'Ahir, ebedidir. Tükenmesi ve sonu yoktur.

EZ'ZAHİR : ismi şerifinin mânâsı;

Ez'Zahir varlığı kudretiyle aşikar olandır.

EL'BÂTIN: İsmi şerifinin mânâsı;

Kibriyası ile insanların gözüne görünmeyen ve gizli olandır.

EL'VALİ: İsmi şerifinin mânâsı;

Bütün olayları ve yaratıkların işlerini tek başına tedbir ve ida­re edendir.

EL'MÜTEALI: İsmi şerifinin mânâsı;

Gücü kuvveti ile üstün yaratılmışlar için, mümkün görülen her şeyden yüksek ve yüce  olandır.

EL'BERR: İsmi şerifinin mânâsı;

İyiliği ve bahşişi bol olandır.

ET'TEVVAB : İsmi şerifinin mânâsı;

Tevbe sebeplerini kolaylaştırarak, tevbeleri kabul eden, suç ve günahları bağışlayandır.

EL'MÜNTEKİM; İsmi şerifinin mânâsı;

Düşmanına hatırlatmak, mühlet vermek ve ihtar ettikten son­ra hâlâ, suç ve kötülüklerine  devam ve ısrar edenlerden intikam alan ve onları layık oldukları cezaya çarptırandır.

EL'AFUVVU: İsmi şerifinin mânâsı;

Günahları mahveden, kulların kötülüklerinden keremiyle geçendir.

ER'RAUF: İsmi şerifinin mânâsı;

Afv edeni af eder, cömert ve merhametli olandır,

MALİKÜLMÜLKÜ : İsmi şerifinin mânâsı;

Kainat mülk ve servetin hakiki sahibi, bütün varlık emrinde, hikmetine kimse karışamayandır.

ZÜLCELAL-İ VEL-İKRAM : İsmi şerifinin mânâsı;

Büyüklük fadlü kerem sahibi olandır.

EL'MUKSİDU : İsmi şerifinin mânâsı;

İşlerini denk, yerli yerinde yapan, mazlumların haklarını za­limlerden alıverendir.

EL'CAMİU : İsmi şerifinin mânâsı;

Dünyada yaratıkları ve her istediklerini hatta birbirine zıt, su, ateş, toprak, hava gibi şeyleri  topladığı gibi, ahirette de he­sap ve ceza için hepsini toplayandır. El'Camiu ismi şerifini umur  ve hususu darmadağınık. İşleri karmakarışık, duçarı yeis ve hayret olan kimse 114 defa  okursa biiznillah her şeyi yoluna girer. O dağınıklık ve perişanlık kalmaz.

EL'GANİYYU: İsmi şerifinin mânâsı;

Zengin olan, eksiği olmayıp herkes ona muhtaç olandır.

EL'MUGNİ: İsmi şerifinin mânâsı;

İstediğini zengin eden ve ihtiyaçtan koruyandır. El'Gani ismi celilini 1060 defa, el'Mugni ismi  celilini de 1100 defa erbabı ihtiyaçtan veyahut Allah Teâlâ'dan başkasına muhtaç ve  fakirlikten korkan kimse okursa, mahlukatın kâffesine istiğna hasıl olur. Rızkı bol, kazanç ve  kârı ziyade olur.

EL'MANİU : İsmi şerifinin mânâsı;

Din ve bedenleri bozulma ve helâktan meneden, istediğini koruyandır.

EZ'ZARRU: İsmi şerifinin mânâsı;

Dilediğine belâ, zarar ve ziyan veren zararlı şeyleri yaratandır.

Esra suresinin 110. ayeti kerimesinde Allah Teâlâ Hazretleri Resulüne hitaben buyuruyor ki:

"De ki: Ya habibim Allah diye dua ediniz. Veya Rahman diye dua ediniz. Hangi isme  çakırsa­nız dua etseniz güzeldir. Çünkü O en güzel isimler hep O'nundur. O zatı ehaddir."

Resulûllah (S.A.V.) bir gün Mekke'de Ya Allah Ya Rahman diye dua ederken müşrikler  işitmişler, Muhammed bir ilfâha davet ediyordu. Halbuki kendisi iki ilâha dua edi­yor  demişler. Cevaben bu emri ilâhi nazil olmuştur. Yani Allah Teâlâ'nın birçok isimleri vardır ki,  en güzel isimlerdir. En yüksek cemal ve celâl ve ikram ifade eden Esmâ-i Hüsnâ hep  onundur. Bunların herhangisi ile olursa olsun, dua caizdir. Çünkü ismin taaddüdünden  müsemmanın taaddüdü lâzım gelmez. Bütün Esmâ-i Hüsnâ ile dua Lâ Şerikeleyk olan o zatı  ehade duadır.

EN'NAFİU: İsmi şerifinin mânâsı;

Dilediğine menfaat temin eden ve faydalı şeyleri yaratandır.

EN'NUR: İsmi şerifinin mânâsı;

Alemleri ay ve güneşi ile gönülleri iman ve ilimle nurlandırandır.

EL'HADİ: İsmi şerifinin mânâsı;

İstediğini imana, iyi doğru ve kârlı yollara muvaffak ve hida­yet edendir.

EL'BEDİU: İsmi şerifinin mânâsı;

Örneksiz; maddesiz, icat edendir.

EL'BAKİ: İsmi şerifinin mânâsı;

Ancak O vardır. Varlığının nihayeti ve sonu olmayandır.

EL'VARİS : İsmi şerifinin mânâsı;

Servetlerin geçici sahipleri elleri boş yokluğa dönünce ka­lan mülk ve servete hakiki sahib  malik ve varis olandır. El'Varis İsmi celilini 707 defa okuyan kimseye kemal-i ilim fazilet ve  hilim ve mehasini ahlâkiyeyi ihsan eder.

ER'RAŞİD: İsmi şerifinin mânâsı;

İşlerini doğru nizam ve hikmet üzere yürütüp sonuna ulaştı­ran, dilediğini iyiliğe götüren,  doğru yola yöneltendir.

ES'SABUR: İsmi şerifinin mânâsı;

Suçlulara mühlet verip, cezalandırmalarını sonraya bırakan, acele etmeyip sabredendir.  Es'Sabur ismi şerifini 298 defa okuyan kimseye Cenab-ı Hak nimeti sabrı ihsan buyurur.  Lüzum­suz acele ve telâş ile mutazarrır olmaz. Hiddet ve gazaptan emin olur. [222]

[TOP]

9.3.93 KAYNAKLAR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > ESMÂ-Î HÜSNÂ ŞERHİ- İMAM GAZALİ HAZRETLERİ >
KAYNAKLAR

[1] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları:

[2] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 1-3.

[3] el-Munkız sf: 18.

[4] el-Munkız Türkçe tercümesi sf. 62.

[5] el-Munkız Türkçe tercümesi sf. 58.

[6] el-Munkız sf: 64.

[7] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 3-5.

[8] Bakınız el-Munkız tercümesi sf. 59 ve 64 v.d.

[9] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 5-8.

[10] Bak; İthafa'l Şada Cilt 1. sf: 2744.

[11] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 8-11.

[12] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 15-16.

[13] Yusuf: 12/40. ayet.

[14] El'A'lâ: 87/1. âyet.

[15] Eş'Şûra: 26/11. ayet.

[16] El'Â'raf: 7/180. ayet.

[17] Buharîve Müslim'de Ebu Hüreyre'den rivayet edilmiştir.

[18] el'Â'lâ: 87/1. ayet.

[19] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 17-34.

[20] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 35-37.

[21] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 39-41.

[22] Enfâl: 8/17. ayetin bir kısmı.

[23] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 43-58.

[24] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 59-61.

[25] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 62.

[26] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 62.

[27] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 62-63.

[28] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 63.

[29] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 64.

[30] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 64-65.

[31] İsra: 17/110. âyet.

[32] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 65-66.

[33] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 66.

[34] Bu Hadis-i Kudsi Müslim'dedir. Ayrıca Diyanet işleri Bşk.lığı yayınlarından "Kırk Kudsi  Hadis" Aliyyül Kari. Mütercim H. Hüsnü Erdem isimli kitabın 25. sayfa­sındaki 18 No'lu  Hadis.

[35] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 67-69.

[36] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 70.

[37] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 70.

[38] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 70-72.

[39] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 72-73.

[40] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 73-74.

[41] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 74.

[42] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 74-75.

[43] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 75-76.

[44] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 76-77.

[45] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 77.

[46] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 78.

[47] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 78.

[48] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 78-79.

[49] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 79-80.

[50] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 80.

[51] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 80-81.

[52] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 81.

[53] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 81-82.

[54] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 82-85.

[55] Er'Ra'd: 13/11. ayetin bir kısmı.

[56] Bu hadisi Taberani. Muhammed bin Mesleme (R.A.)'dan şu lâfızla rivayet etmiştir:  "Zaman günlerinde Allah'ın nefhalan vardır. Ona koşusun! Belki biriniz ondan bir nefha alır da  bir daha şaki olmaz..."

[57] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 85-87.

[58] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 87-88.

[59] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 88-89.

[60] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 89.

[61] Âl-i İmran: 3/169. ayet. İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 89-90.

[62] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 90-91.

[63] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 91-94.

[64] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 94.

[65] Ebu Abdurrahman Hatim bin Unvan El'Esen. (Vefatı H. 237 de) Birinci tabaka  evliyadandır. Belh ehlindendir. Şakik Belhi'nin talebesi ve Ahmed bin Hidraveyh'in üstadı idi.  Yüksek halleri tabakat kitaplarında yazılıdır. Bak. Risale-i Küşeyri sf; 56. Nefahat-ül Üns sf:  130, Tabakat-ı Sülemi sf: 91-97, Tabakat-ı Şarani C.1,sf: 93 v.s.

[66] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 95-96.

[67] El-Fetih: 48/1

[68] El-Fatır: 35/2

[69] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 96.

[70] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 96-97.

[71] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 97.

[72] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 97-98.

[73] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 98.

[74] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 98-99.

[75] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 99.

[76] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 100.

[77] El-Fecr: 89/27,28. ayetler.

[78] El-Hadid: 57/14. ayet.

[79] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 100-101.

[80] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 101.

[81] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 102.

[82] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 102.

[83] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 103.

[84] En-Necm: 53/29, 30. ayetler.

[85] El-İnfitar: 82/13,14. ayetler.

[86] Fussilet: 41/12. ayet. 21.

[87] Bir nevi saat.

[88] Gazali bu sözü zamanımızdan dokuz asır evvel söylemiştir. Bugün ilmen de sabit olan  bu hususun o zaman bilinmesine ve bu gerçeklerin Avrupa'da ancak zamanımızdan dört asır  ewel kabul edilmesine okuyucularımızın dikka­tini çekeriz.

[89] Er-Rahman: 55/5. ayet.

[90] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 104-108.

[91] Bu hadisi Taberani, Kebirde, ibni Abbas (R.A.) ile İmran bin Hüseyn (RA)'den rivayet  edilmiştir.

[92] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 108-111.

[93] Fussilet: 41/53. ayet.

[94] El-En'am: 76/5. ayet.

[95] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 111-116.

[96] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 116-119.

[97] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 119.

[98] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 119-120.

[99] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 120.

[100] Fatır: 35/45. ayet. İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 121.

[101] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 121.

[102] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 121.

[103] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 122.

[104] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 122.

[105] El'Hakka: 69/24. ayet.

[106] El-Ahzab: 33/35. ayet.

[107] Sad: 38/44, ayet

[108] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 123-124.

[109] Bu Hadisi İmam Ahmed, Müsne dinde, Tirmizi ve Ezziya da Ebi Said (R.A.)'dan rivayet  etmişlerdir.

[110] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 124.

[111] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 125-127.

[112] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 128.

[113] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 128-129.

[114] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 129.

[115] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 129-132.

[116] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 132.

[117] Nisa: 4/85. ayet.

[118] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 133.

[119] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 134-135.

[120] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 135-136.

[121] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 136-137.

[122] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 137.

[123] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 137-138.

[124] Bu hadisi Müslim şu hafızla rivayet etmiştir, "Kerem demeyin, üzüm ve hable deyin!"

[125] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 138.

[126] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 138.

[127] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 139.

[128] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 139.

[129] Ed-Duhâ: 93/10. ayet.

[130] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 139-140.

[131] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 140-141.

[132] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 141.

[133] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 141-142.

[134] Ebu Ya'lâ ve Ezziya, Ebi Said (RA)'den rivayet etmişlerdir.

[135] Buhari rivayet etmiştir.

[136] Bu Hadisi Beyhaki Ebu Hüreyre (RA Vden rivayet etmiştir.

[137] el-Kuzai Huzeyfe'den rivayet edilmiştir.

[138] Tirmizi, Ebu Hüreyre R.A.)'den rivayet etmiştir.

[139] Deylemi rivayet etmiştir.

[140] Kuzai, Enes (R.A.)'den rivayet etmiştir.

[141] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 142-144.

[142] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 144.

[143] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 145.

[144] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 145-146.

[145] Âl-i İmran: 3/169. ayet.

[146] el'Mü'minûn: 23/14. ayetin bir kısmı.

[147] el'Mü'minûn: 23/14. ayetin bir kısmı.

[148] el'İsrâ: 17/85. ayet.

[149] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 146-149.

[150] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 149.

[151] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 150.

[152] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 150-151.

[153] el-A'raf: 7/185. ayet.

[154] Fussilet: 41/53. ayet. İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 151-153.

[155] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 153-154.

[156] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 154.

[157] Bakara: 2/257. ayet.

[158] Muhammed: 47/11. ayet. İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 154.

[159] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 155.

[160] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 155.

[161] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 155.

[162] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 156.

[163] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 156.

[164] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 157.

[165] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 157.

[166] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 158.

[167] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 158-159.

[168] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 159.

[169] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 159-160.

[170] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 160-161.

[171] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 161-162.

[172] el-Enbiya: 21/101. ayet.

[173] es-Secde: 32/13. ayet. İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 162-163.

[174] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 163.

[175] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 164.

[176] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 164-167.

[177] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 167.

[178] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 168.

[179] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 168-169.

[180] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 169.

[181] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 169.

[182] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 169-170.

[183] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 170.

[184] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 170.

[185] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 170.

[186] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 171-172.

[187] Sûre-i İsra, 17/70. Ayet . İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 172.

[188] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 172.

[189] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 173.

[190] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 173-175.

[191] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 175-176.

[192] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 176.

[193] Muhammed: 47/38. ayet.

[194] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 176-177.

[195] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 177-178.

[196] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 178-179.

[197] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 179.

[198] Taha: 20/50. ayet.

[199] el-A'lâ: 87/3. ayet

[200] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 179-180.

[201] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 180-181.

[202] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 181-182.

[203] eI'Mü'min: 40/16. ayet.

[204] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 182-183.

[205] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 183.

[206] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 183-184.

[207] Bu Hadisi, Hakim, Ebu ya'lâ Müsneddin'de, Beyhakî Şuab'ül iman'ında şu lafızla rivayet  etmişlerdir: "Allah'ın 117 ahlâkı vardır. Her kim onlardan bir tanesini kendinde bulundurursa  Cennete girer."

[208] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 184-193.

[209] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 195-198.

[210] Bu kitap Türkçe'ye tercüme edilmiştir. "Felsefecilere Cevab" Mütercim Akif Nuri, Dava  Yayınlan 1969 İstanbul.

[211] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 199-201.

[212] İmam Ahmed, Tirmizi ve İbni Hace bu hadisi Ebu Said (R.A.)'den rivayet etmişlerdir.

[213] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 203-205.

[214] Bakara Süresi, 2/163. ayet. Meal-i Şerifi şudur: "Hepinizin Tanrısı (zatında ve  sıfatlarında asla benzeri bulunmayan) bir tek Tanrıdır. O'ndan başka hiçbir Tanrı yoktur. O,  hem Rahmandır, hem Rahimdir." Elmalı Tefsiri C.1 sf: 561.

[215] Al-i İmran Suresi: 3/1 ve 2. ayetler. Meal-i Şerifleri: "1- Elif, Lam, Mim. 2- Allah o  Allah'tır ki kendinden başka hiçbir Tanrı yoktur. (O, zati, ezeli ve ebedi hayat ile) diri (ve  baki)dir. Zatiyle, kemaliyle kaimdir." (yarattıklarının her an tedbir-ü hıfzında yegane hakimdir,  her şey O'nunla kaimdir.) Fazla bilgi için bak. Elmalı Tefsiri C. 2, sf: 1015 ve Çantay Tefsiri C.  1, sf: 81 'e.

[216] Sünen-i Tirmizi. Kütb-i Sitte'nin üçüncüsü olan bu kitab Türkçeye tercüme  edilmektedir. Cilt: 1 "Sünen-i Tirmizi Tercemesi" Mütercim: O. Zeki Moliamehmedoğlu.  yunus Emre Yayınevi. İstanbul 1972.

[217] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 207-214.

[218] Buharı, Müslim, Tirmizi, Malik, Nesei'nin Cübeyr İbn-i Mut'm (R.A.)'den riva­yet  edildiğine göre: Peygamber efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Benim beş ismim vardır. Ben  Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Ben o Mâni'yim ki Allah benîm (nübüvvetimi)le küfrü  mahvedecektir. Ben o Hâşir(im ki (kıyamet gü­nünde bütün) insanlar beni takib ederek haşr  olunacaklardır. Ben kendinden sonra (peygamberlikle vazifeli) hiçbir kimse bulunmayan o  malûm Akib'imdir." Akib, kendisinden sonra hiçbir peygamber bulunmayandır. Bu mevzuda  fazla bilgi için şu kitaplara bakınız. Müslim'in Sofuoğlu tercümesi C. 7 sf: 227 de 2354 No'lu  hadis. Tirmizi'de 2842 No'lu hadis. Camüssağir 3437 No'lu hadis.

[219] Enfâl: 8/17. âyetin bir kısmı.

[220] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 215-220.

[221] Bu kısım mütercim M, Ferşat tarafından ilâve edilmiştir.

[222] İmam-ı Gazali, Esma-i Hüsna Şerhi, Ferşat Yayınları: 221-245.

[TOP]

9.4 ALLAH-U TEÂLÂ'NIN EN GÜZEL İSİMLERİ-ESMÂÜ'L-HÜSNÂ

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
ALLAH-U TEÂLÂ'NIN EN GÜZEL İSİMLERİ-ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
 

 

"En Güzel İsimler Allah'ındır.
O Halde Allah'a O Güzel İsimlerle Duâ Edin.
O'nun İsimleri Hususunda Eğriliğe Sapanları Bırakın.
Onlar Yakında Yaptıklarının Cezalarını Göreceklerdir."

(A'râf: 180)

"Allah'ın Doksan Dokuz İsmi Vardır.
Kim Bu İsimleri Hıfzederse Cennete Girer.
Allah Tektir, Teki Sever."

(Buhârî - Müslim)

"Göklerde ve Yerde Bulunanların Hepsi Allah'ı Tesbih Ederler.
Mülk O'nundur, Hamd O'na Mahsustur. O Her Şeye Kadirdir."

(Teğabün: 1)

ALLAH-U TEÂLÂ'NIN EN GÜZEL İSİMLERİ
ESMÂÜ'L-HÜSNÂ

 

İsmail Yavuz - Nisan 2014
Başyazı - Hakikat Aylık İslâm Dergisi

 

Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'lerde; yerdeki ve gökteki, canlı cansız her şeyin Allah-u Teâlâ'yı tesbih ettiği haber verilmektedir:
"Yedi gök ve yer, bir de bunların içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O halim olandır, çok bağışlayandır." (İsrâ: 44)

Varlıklar; akıl sahibi olanlar ve akıldan mahrum olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Akıl taşıyan varlıklar söz ve dil ile, akıldan mahrum bulunan varlıklar da rivayete nazaran yalnız hâl lisanıyla Hakk Teâlâ Hazretleri'nin vahdâniyet ve samedâniyetini, her türlü kusur ve noksandan münezzeh oluşunu ikrar ve itiraf etmektedirler.

 

Tesbihat:

(Allah-u Teâlâ'yı noksan sıfatlardan tenzih etmek)

Tesbih; kulun îlahî buyruklara baş eğerek, Allah-u Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan, beşeri sıfatlardan tenzih etmesi ve kemal sıfatlarıyla O'nu övüp tâzimde bulunmasıdır.

O Allah ki, ortağı ve benzeri olmayan bir Allah'tır. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez ve benzetilemez. Zerreden kürreye kadar ne varsa O'nun varlığı ile var olmuştur.

O'nun zâtı yarattığı varlıklara benzemediği gibi, sıfatları da mahlukatın vasıflarına benzemez. Her cihetten tektir.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Rabb'in dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir." (Kasas: 68)

Tercih ve irade sadece O'nundur. Yarattıklarından hiçbirinin O'na karşı tercih hakkı yoktur. O'nun verdiği hükme hiç kimse itiraz edemez.

"Göklerin ve yerin Rabb'i, arşın da Rabb'i olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir." (Zuhruf: 82)

Bütün bu mükevvenâtın yaratıcısı O'dur. O tektir, birdir, O'nun benzeri ve dengi yoktur.

"Âlemlerin Rabb'i olan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Neml: 8)

Allah-u Teâlâ kendi zâtını, kendisine lâyık olmayan teşbih ve benzeri şeylerden tenzih etmektedir.

"Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Yâsin: 83)

Her şeye sahip olmak Allah-u Teâlâ'ya mahsustur. İnsanların bir şeye sahip olmaları hakiki değil, geçicidir.

Göklerin ve yerin anahtarları O'nun yed-i kudretindedir. Yaratmak da emretmek de yalnız O'na mahsustur.

"Senin çok üstün çok güçlü olan Rabb'in, onların isnâd etmekte oldukları vasıflardan münezzehtir." (Saffat: 180)

Kuvvet ve kudretine karşı gelinmesine ihtimal bulunmayan Zât-ı kibriyâ, o müşriklerin kâfirlerin isnad ettikleri eksik sıfatlardan münezzehtir, pek çok yücedir.

 

Yarattığı Her Şey O'nu Tesbih Eder:

Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'lerde; yerdeki ve gökteki, canlı cansız her şeyin Allah-u Teâlâ'yı tesbih ettiği haber verilmektedir:

"Yedi gök ve yer, bir de bunların içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O halim olandır, çok bağışlayandır." (İsrâ: 44)

Varlıklar; akıl sahibi olanlar ve akıldan mahrum olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Akıl taşıyan varlıklar söz ve dil ile, akıldan mahrum bulunan varlıklar da rivayete nazaran yalnız hâl lisanıyla Hakk Teâlâ Hazretleri'nin vahdâniyet ve samedâniyetini, her türlü kusur ve noksandan münezzeh oluşunu ikrar ve itiraf etmektedirler.

Zira yoktan meydana gelen bir âlemin mâhir bir sanatkâra ve büyük bir yaratıcıya, vahdaniyet ve samedâniyet gibi kemal sıfatlarını kendinde toplamış ibadet ve tâzime lâyık bir zâta her cihetten ihtiyacı kati delillerle sabit ve apaşikârdır.

"Yerde ve gökte eğer Allah'tan başka ilâh bulunmuş olsaydı, ikisi de bozulup giderdi." (Enbiyâ: 22)

Âyet-i kerimesinden anlaşılacağı gibi, varlıkların ister yıldızlar gibi yüksekte, ister hayvanlar ve bitkiler gibi yeryüzünde bulunsun; binlerce seneden beri değişmez ve sarsılmaz bir kaide ve hikmet üzere devam edegelmesi Cenâb-ı Allah'tan başka bir ilâh olmadığına kati surette delâlet etmektedir.

Diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Göklerde ve yerde olanların hepsi; mülkün sahibi, mukaddes, aziz, hakim olan Allah'ı tesbih ederler." (Cum'a: 1)

Bu tesbih yaratılışta mevcuttur. Bütün varlıklar O'nun kudretine, azametine işaret ve şehâdet eder durur.

Buradaki "Yüsebbihu" kelimesi devamlılık ifade etmektedir. Yani her an, sürekli devam eden bir tesbihtir.

"Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ı tesbih ederler. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. O her şeye kadirdir." (Teğabün: 1)

O'nun her şeye gücü yeter. Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol!" der, o da derhal oluverir.

Bugün fakir ve güçsüz gibi görünenleri yarın kuvvetlendirip büyük gâlibiyetlere erdirmeye, zengin veya güçlü zannedilenleri zelil ve perişan etmeye kadirdir. Dilemediği hiçbir şey de olmaz.

"Göklerde ve yerde olan kimselerle, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duâsını ve tesbihini bilir. Allah onların yaptıklarını bilmektedir." (Nûr: 41)

İnsanlar, melekler, cinler, bitkiler ve cansızlar, havada kanat çırpan kuşlar O'nu tesbih etmektedirler. Bütün yaratıklar, hareketleri ve durmaları ile Allah-u Teâla'nın varlığına, birliğine, eksiklik şüphesinden münezzeh oluşuna fiilen delâlet edip durmaktadırlar. Hepsi O'ndan dilek diler, hepsi O'nu kendine göre takdis eder.

"Melekleri görürsün ki, Rabb'lerini hamd ile tesbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır." (Zümer: 75)

Allah-u Teâlâ'nın azamet ve kudretini zikir ile pek çok ruhânî lezzetlerle tatmış olurlar.

Bu ilâhî beyanlar müminleri Allah-u Teâlâ'yı tesbih ve takdis etmeye teşvik etmektedir.

Bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurur:

"Eğer onlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki), Rabb'inin nezdinde bulunanlar gece gündüz O'nu tesbih ederler ve hiç usanmazlar." (Fussilet: 38)

İbadet vazifelerini huzurla rûhânî bir zevkle yerine getirirler.

Bütün varlıklar O'nu bilip tespih ederken nankör insan O'nu bilemedi, bulamadı ve bir de apaçık hasım kesildi.

"İnsan, bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir." (Yâsin: 77)

Halbuki sen Allah ile kâimsin ve fakat hâlâ bunun böyle olduğunu idrak edemiyorsun. Ne zaman idrak edeceksin? Kuvvet ve kudret sahibi varlığını senden çekince mi anlayacaksın?

Her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. O herşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Her şey her şeyi kuşatmıştır, O ise herşeyi kuşatmıştır.

"Allah herşeyi çepeçevre kuşatandır." (Nisâ: 126)

Allah-u Teâlâ her şeyi çepeçevre kuşattığından dolayı nereye baksan yalnız O'nu göreceksin.

 

İlâhî Emir:

Tesbih, tevbenin anahtarıdır, hatta özüdür. Allah-u Teâlâ'yı tesbih etmek günahların bağışlanmasına vesiledir.

Âyet-i kerime'lerde tesbih, sarih olarak emredilmektedir:

"Çok büyük olan Rabb'inin ismini tesbih et." (Vâkıa: 74 ve 96)

"O çok yüce Rabb'inin ismini tesbih et!" (A'lâ: 1)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Âyet-i kerime'ler nazil olunca ruküda "Sübhane Rabbiyel Azîm", secdelerde ise "Sübhane Rabbiyel A'lâ" denilmesini beyan buyurmuşlardır. (Ahmed bin Hanbel)

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- der ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve askerleri (sefer sırasında) tepeleri tırmandıkça Tekbir getirirler, inişe geçince de Tesbih'te bulunurlardı.

Namaz dahi buna göre vâzedildi." (Ahmed bin Hanbel)

Yamaçlarda "Allah-u Ekber" diye tekbir getirirler, inişlerde "Sübhânellah" diye tesbihte bulunurlardı.

Rivâyet ayrıca namazdaki tekbir ve tesbihlerin de buna benzetilerek namazda yer aldığını belirtmektedir. Yani rüku ve secde hallerinde tesbih, rüku ve secdeden doğrulurken tekbir getirilmektedir.

Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyurulmaktadır:

"Rabb'ini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!" (Hicr: 98)

Çünkü insan bu sayede ruhen inşirah bulur, içi nûrlanır, ilâhî lütuflara ve yardımlara mazhar olur.

"Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabb'ini hamd ile tesbih et.

Gece saatleri ve gündüzleri de tesbih et ki Rabb'inin rızâsına eresin." (Tâhâ: 130)

Allah-u Teâlâ'yı hamd ile tesbih etmek, müslümanın dünya saâdeti ahiret selâmeti elde etmesinin de vesilesidir.

"Günahının bağışlanmasını iste! Rabb'ini akşam sabah hamd ile tesbih et!" (Mümin: 55)

Gideremediğin eksiklikleri örtmesi için Rabb'inin mağfiretini iste. İbadet ve taatların, hamd ve övgülerin devamlı olsun.

"Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından O'nu tesbih et!" (Kaf: 40)

Her namazı müteâkip Allah-u Teâlâ'yı tesbihte, hamd ve senâda bulun.

"Kalkarken Rabb'ini hamd ile tesbih et! Gecenin bir kısmında ve yıldızlar kaybolurken de O'nu tesbih et!" (Tur: 48-49)

Sabaha yakın seher vakitlerinde uykuyu istirahati terk ederek uyanmak, ibadet ve taat için hazır bulunmak din-i mübine bağlılığın nişanesidir.

"Gecenin bir kısmında O'na secde et ve O'nu geceleri uzun uzun tesbih et!" (İnsan: 26)

Gece karanlığında insanlar uyurken Rabb'ine münâcaata dalıp namaz kıl, geceyi çokça ibadetle geçir.

"O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter." (Furkân: 58)

Hiç kimse bilmese de O'nun bilmesi yeterlidir. Başka hiçbir ceza vermeyecek olsa bile, yalnız bilmesi bir ceza olarak kâfidir.

"Şüphesiz gece kalkıp ibadet etmek daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır." (Müzzemmil: 6-7)

Allah-u Teâlâ'yı tesbih edip şanına layık olmayan vasıflardan tenzih eden, O'nu kemâl ve cemâl sıfatları ile tavsif eden bir müslümanı; umulur ki Allah-u Teâlâ ahlak-ı zemimelerden, hayvanî sıfatlardan temizler.

Nitekim Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"İhsanın karşılığı ancak ihsan değil midir?" (Rahman: 60)

Güzelliğin karşılığı güzellik, güzel iş yapanın mükâfâtı güzel sevaptır.

 

O Öyle Bir Allah'tır ki...

Allah-u Teâlâ ulûhiyetini ve vahdaniyetini, ilim ve rahmetiyle şânını ve yüceliğini, bazı isim ve sıfatlarıyla anlatarak Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"O öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur." (Haşr: 22)

Mevcud-u hakiki O'dur, O'ndan başka ulûhiyete müstehak kimse yoktur.

Kullarının ibadetlerine mâbud O'dur, O'ndan başka mâbud yoktur.

"Görülmeyeni de bilir, görüleni de bilir." (Haşr: 22)

Kâinatın bilgisi O'ndadır. Ne yeryüzünde ne gökyüzünde, ne büyük ne küçük hiçbir şey O'ndan gizli ve saklı değildir. Geçmişte ne olduysa, halde ne oluyorsa, gelecekte ne olacaksa hepsini en ince teferruâtıyla bilir. O'nun ezelî ve ebedî ilminden hiçbir zerre bile uzak değildir.

 

 

ESMÂ'ÜL-HÜSNÂ
(ALLAH-U TEÂLÂ'NIN EN GÜZEL İSİMLERİ)

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"En güzel isimler Allah'ındır. O halde Allah'a o güzel isimlerle duâ edin. O'nun isimleri hususunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yakında yaptıklarının cezalarını göreceklerdir." (A'râf: 180)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri hıfzederse cennete girer. Allah tektir, teki sever." (Buhârî-Müslim)

Tirmizi'nin rivayetinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Allah-u Teâlâ'nın isimlerini şu şekilde beyan buyurmuştur:

 

Allah: Zâtından başka hiçbir ilâh bulunmayan Vâcibül vücud'un zât ismi olup, ulûhiyete mahsus sıfatların hepsini kendisinde toplamıştır. İsimler içinde en büyüğü en mübarek olanıdır.

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır.

"Hiç sen Allah'ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?" (Meryem: 65)

Allah ism-i şerifi başka dillere çevrilemez. Farsça'da "Hüdâ", Türkçe'de "Tanrı", İngilizce'de "God"; Allah ism-i şerif'inin karşılığı değil, "İlâh"ın karşılığıdır.

Allah ism-i şerif'i herhangi bir kelimeden türetilmiş veya başka bir dilden Arapça'ya nakledilmiş değildir. Başlangıçtan itibaren has bir isim olarak kullanılmıştır. Allah-u Teâlâ'nın Zât-ı Akdes'i bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi, Allah ism-i şerif'i de öyledir.

Dikkat edilirse "Allah" İsm-i celâl'inin her harfinde O vardır. Şöyle ki;

Baştaki elif kaldırılırsa "Lillâh" olur, "Allah için" demektir. Birinci lâm kaldırılırsa "Lehu" olur, "O'nun için" demektir. İkinci lâm kaldırıldığı zaman "Hû" kalır, o da Allah-u Teâlâ'ya râcidir.

Bu ism-i şerif ulûhiyet vasfından değil, ulûhiyet mâbudiyet vasfı ondan alınmıştır.

Allah-u Teâlâ, ibadet edilen zât olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilir. O'nun ilâhlığı, tapılmayı ve kulluk edilmeye lâyık olması kendiliğindendir.

Bir insan puta tapar, ateşe güneşe, veya sevdiği bazı şeylere tapar. Taptığı zaman onlar ilâh olurlar. Bunlardan vazgeçilip cayıldığı zaman onlar ilâhlık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar Allah-u Teâlâ'yı ister Mâbud tanısın, ister tanımasınlar, O bizzat Mâbud'dur. O'na herkes ibadet ve kulluk borçludur.

O Allah ki, ortağı ve benzeri olmayan bir Allah'tır. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez. O'nun Zât'ı, cisimlere benzemediği gibi yakınlığı da cisimlerin yakınlığına benzemez. Zât'ı varlıklara benzemediği gibi sıfatları da mahlûkların vasıflarına benzemez.

Âyet-i kerime'lerde:

"En yüce vasıflar ise Allah'ındır." (Nahl: 60)

"Âlemlerin Rabb'i olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir." buyruluyor. (A'râf: 54)

 

Rahman: Dünyada kendisine inananı inanmayanı, itaat edeni etmeyeni ayırdetmeden bütün mahlukatına sayısız nimetler bahşeden, onları esirgeyen.

"O Rahman'dır." (Haşr: 22)

Bu da Allah-u Teâlâ'ya mahsus bir isimdir. Fakat zât ismi değil, sıfat ismidir, "Rahmeti büyük" mânâsınadır.

Rahman; rahmet kelimesinden türemiş olup son derece merhametli demektir. Allah-u Teâlâ'nın rahmeti ezelden ebede sonsuzdur. O'nun bütün âlemleri, canlı cansız bütün varlıkları yaratması, canlılara rızık vermesi, her şeyi yerli yerinde nizama koyması, sonsuz rahmetinin bir neticesidir. Hatta bu rahmet o kadar umumi ve şümullüdür ki; mümin-kâfir, mûtî-âsî, âlim-cahil, çalışkan-tembel, haklı-haksız... ayırmadan rahmetini herkese her mahluka şâmil kılmıştır.

O Rahman'dır, bütün âlemleri rahmeti ile kuşatmıştır.

Bunu da bilebilmen için hiç olduğunu ve bir maskeden ibaret olduğunu görmen lâzımdır. Ancak o zaman husule gelir.

Zira Âyet-i kerime'sinde:

"Allah her şeyi çepeçevre kuşatandır." buyuruyor. (Nisâ: 126)

Sen ise onu da bilmiyorsun ve görmüyorsun.

 

Rahim: Çok merhamet eden, inanıp salih ameller işleyenleri, verdiği nimetleri iyiye kullananları ahirette daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırandır.

Dünyada inananı-inanmayanı, çalışanı-çalışmayanı ayırdetmeden bütün mahlukatına sayısız nimetler bahşedip, onları esirgerken; âhirette de inananı, çalışanı ayırıp, onları mükâfatlandırması işte bu rahim sıfatının bir neticesidir.

"O Rahim'dir." (Haşr: 22)

Allah-u Teâlâ'nın "Rahman" oluşu başlangıcı olmayışı, "Rahim" oluşu ise ölümsüzlüğe göredir. Bundan dolayıdır ki yaratıklar, Allah-u Teâlâ'nın Rahman olmasıyla başlangıçtaki rahmetinden, Rahîm olmasıyla da sonuçta meydana gelecek merhametinden doğan nimetler içinden büyürler. Hem müminlerin hem kâfirlerin Rahman'ı, fakat yalnız müminlerin Rahîm'idir.

"Bize acı!" (Bakara: 286)

 

Melik: Zâtında ve sıfatında her vâsıtadan müstağnî olan; mülk ve melekûtün yegâne sahibi, hakiki mutasarrıfı, mutlak hükümdârı.

"O Melik'tir. (Mülkün sahibidir.)" (Haşr: 23)

Bir kul ne kadar güçlü hükümdar olursa olsun, mülkün gerçek sahibine muhtaçtır, mülk ve iktidarı geçicidir.

Her şey O'nun tasarruf ve iktidarı altında O'na tâbidir. Hakimiyetini sınırlayan hiçbir şey yoktur.

 

Kuddüs: Her türlü eksikliklerden ve noksanlıklardan münezzeh, pâk ve temiz olan.

"O Kuddüs'tür. (Her türlü eksiklikten yücedir.)" (Haşr: 23)

O her türlü duygu ve düşüncenin tasavvur edebileceği vasıflardan pâk ve yücedir. O'nun kemâli de sınırlandırılamaz, insan aklının çok ötesinde kemal sıfatları ile muttasıftır. O hiçbir sınır ve tasavvura sığmaz, hiçbir şirk kabul etmez, mülküne kimseyi ortak kılmaz.

 

Selâm: Yarattıklarına zulmetmekten müberrâ olan, onları tehlikelerden selâmete çıkaran, bahtiyar kullarına selâm edendir.

"O Selâm'dır. (Selâmet verendir.)" (Haşr: 23)

İslâm ve imanını kemalleştiren bir mümin, selâm sıfatının tecellisine mazhar olur, müslümanlar onun dilinden ve elinden selâmette kalırlar ve o kimse selim bir kalp ile Hakk'a kavuşma nimetine erer.

İnananlar Rabb'lerinin hıfz-u himayesi altında emniyet ve huzur içindedirler.

Her selâmetin kaynağı O olduğu gibi, selâmet arayanları selâmete erdirecek olan da O'dur.

Bu ism-i şerif çok esrarlıdır.

Câbir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Cennet ehli bulundukları nimetler içinde zevke ererken ansızın üzerlerine bir nur parıldar. Başlarını kaldırınca bir de ne görsünler, Rabb'leri onlara üstlerinden nazar etmekte ve:

"Ey cennetlikler! Selâm üzerinize olsun!" buyurmaktadır.

İşte:

"Çok merhametli bir Rabb olan Allah'tan onlara söz olarak selâm gelir." (Yâsin: 58)

Âyet-i kerime'si bunu belirtmektedir.

Bunun üzerine onlara nazar buyurur, onlar da O'na bakarlar ve baktıkları süre içinde diğer nimetlerden hiçbir şeye iltifat etmezler. Bu hal araya perde girinceye kadar devam eder ve Rabb'lerinin nuru onların ve yerlerin üzerinde kalır." (İbn-i Mâce. Mukaddime: 13)

 

Mümin: İmanı ihsan buyuran, emniyet bahşeden, kendisine iltica edip sığınanları hususi himayesine alıp muhafaza eden ve huzura erdiren.

Her türlü tehlike ve felâketten emniyet ve eman veren O'dur, her şey her an O'na yönelip sığınmaya muhtaçtır.

"O Mümin'dir. (Emniyete kavuşturandır.)" (Haşr: 23)

Mümin kullarının kendisine iman edişlerini tasdik eder.

Bu isimde insan Allah-u Teâlâ'nın ulvî sıfatlarından birisi ile vasıflanıyor. Bu iman sıfatı ile en yüce makam olan Mele-î âlâ'ya yükseliyor.

 

Müheymin: Yarattığı bütün varlıkları görüp gözeten, murakaba eden, sevk ve idare eden, her şeye şahid olan, koruyan mutlak hükümran O'dur.

"O Müheymin'dir. (Gözetip koruyandır.)" (Haşr: 23)

 

Aziz: Mağlup edilmesi mümkün olmayan yegâne gâlip, dengi ve benzeri bulunmayacak derecede değerli ve şerefli, güçlü ve daima üstün.

"O Aziz'dir. (Emrinde galip olandır.)" (Haşr: 23)

Mukaddes şânına saldırıda bulunanların, şirk koşmak isteyenlerin cezasını verir, şiddetli intikamıyla mağlup ve perişan eder. Her şeye hükmünü geçirir. Kâinatın düzeni O'nun koyduğu kanunlara göre cereyan eder. Mutlak galip O'dur.

Gâlip gelmek, mağlup olmamak ancak O'nunla mümkündür.

 

Cebbar: Her türlü perişanlıkları düzeltip yoluna koyan, dilediğini dilediği şekilde yaptırmaya muktedir olan, varlığı çok yüce olan.

"O Cebbar'dır. (İstediğini yaptırandır.)" (Haşr: 23)

Hiçbir güç ve kuvvet O'na muhalefet edemez, hükmünü dilediği şekilde yürütür.

 

Mütekebbir: Azamet ve ululukta eşi olmayan, her şeyde her hadisede büyüklüğünü gösteren.

"O Mütekebbir'dir. (Büyüklükte eşi olmayandır.)" (Haşr: 23)

Büyüklük, yücelik, kibriyâ sıfatlarının yegane sahibi O'dur. O'ndan başka hiç kimseye mütekebbir denilemez. Zira kibirlenmek ve büyüklük taslamak yaratıkların hak ettikleri bir sıfat değildir.

 

Hâlık: Her şeyi nizam ve intizam içinde yoktan var eden, yaratan ve tedbirini görüp ihtiyaçlarını yerleştiren.

"O öyle Allah'tır ki; Hâlik'tır. (Yaratandır.)" (Haşr: 24)

Her şeyi tam kemaliyle takdir ve icad ederek yaratan ancak Allah-u Teâlâ'dır.

"İşte Rabb'iniz Allah budur. O her şeyin yaratıcısıdır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde nasıl olup da döndürülüyorsunuz?" (Mümin: 62)

Rubûbiyet, ulûhiyet ve mâbudiyet ancak O'na mahsustur. O'na ibadet ve taati terk ederek başkalarına tapınmaya, itaat göstermeye nasıl cür'et ediyorsunuz?

 

Bâri: Her yarattığını birbirine uygun, yeni bir icad ile nümunesiz olarak yoktan yaratan.

"O öyle Allah'tır ki; Bâri'dir. (Var edendir.)" (Haşr: 24)

Kadir-i mutlak olan O'dur.

 

Musavvir: Her şeye ihtimamla bir şekil ve hususiyet veren, düzenleyip en güzel bir biçimde tertip eden, güzelliğinin kemalini gösteren.

"O öyle Allah'tır ki; Musavvir'dir. (Şekil verendir.)" (Haşr: 24)

Bütün âlemleri yaratan, terbiye eden, her şeye şekil veren Allah'tır. Topraktan yaratıyor, toprağın üzerinde gezdiriyor, topraktan rızıklandırıyor. Bütün nimetlerini ve ziynetlerini tepsisinin üzerinde gezdiriyor.

 

Ğaffar: Güzeli, iyiyi ortaya çıkaran; hadsiz rahmetiyle kullarının günahlarını tekrar tekrar affedip bağışlayan, dünyada gizleyip örten; mağfireti pek çok, merhameti engin olan.

"Şüphe yok ki ben tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da Hakk yolda ölünceye kadar sebat edenleri elbette çok bağışlayıcıyım." (Tâhâ: 82)

Allah-u Teâlâ tevbekâr kullarını af edeceğini vaad buyurmuştur. İsyan bataklığına düşen kullarının ümitsizliğe kapılmamaları için, bir çıkış yolu bulunduğunu haber vermektedir.

 

Kahhar: Dilediğini yapacak surette gâlip ve hâkim olan, yarattıklarını emir ve iradesi altında döndüren.

O ki, zâlimlerin zorbaların gurur ve kibirlerini kırar, kahreder.

"O, kullarının üstünde kahredici güce sahiptir. Ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır." (En'âm: 18)

Şu halde bir kulun en başta gelen vazifesi, Efendisi'ni tanıması ve O'na kulluk yapmasıdır.

O her yaptığını bir hikmete göre yapar, kullarının bütün durumlarını ve her türlü gizli işlerini bilir. Hikmet sahibi olmasaydı, her şeyden haberdar olmasaydı, hikmet ve hayır nişaneleri nereden gelirdi?

Kur'an-ı kerim'de Yusuf Aleyhisselâm'ın şöyle dediği haber veriliyor:

"Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok ilâhlar mı hayırlıdır, yoksa her şeyden üstün ve Kahhar olan bir tek Allah mı?" (Yusuf: 39)

Elbette Allah hayırlıdır! Sizi yaratan, nimetlerle donatan O'dur.

 

Vehhab: Hesaba gelmeyen her türlü nimetleri hiçbir karşılık beklemeden gayb hazinesinden daima bağışlayan ve ihsanda bulunan.

"Ey Rabb'imiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra kalplerimizi saptırıp döndürme. Bize kendi nezdinden bir rahmet ver. Şüphesiz ki bağışı en çok olan sensin." (Âl-i İmrân: 8)

Kendilerine hidayet ulaştıktan sonra sapıklığa düşüp de imanlarını kaybetmekten ve amellerinin boşa gitmesinden son derece korkarlar. İmanlarının ancak Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himâyesi ile korunacağını bilirler.

Nitekim Enes -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şu duâyı çok yaptığını beyan etmiştir:

"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl!" (Tirmizî: 2141)

Bütün kalpleri iki parmağı arasında tutan Allah-u Teâlâ, dilediğinin kalbini dini üzerinde sâbit tutar, dilediğinin kalbini de dininden saptırır. Kıyamet gününde ise hesaplarını görmek için herkesi huzurunda toplar, daha sonra da iyileri cennete, kötüleri cehenneme koyar.

O'nun, kullarına hiçbir ihtiyacı yoktur ki onlardan bir şey beklesin.

 

Rezzak: Yaratılmışlara bol bol rızık bahşeden.

"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı Allah'a âittir." (Hûd: 6)

Bir zâhirî bir de bâtınî rızık vardır. Zâhirî rızık yiyecek ve içecekler, bâtınî rızık ise mânevidir, Allah-u Teâlâ dilediğine verir.

"Dilediğini hesapsız rızıklandırırsın." (Âl-i İmrân: 27)

Bir yandan gece kırpılıyor, gündüze ekleniyor; bir yandan da gündüz kesiliyor, geceye ekleniyor. Yavaş yavaş gecenin karanlığı gündüzün aydınlığında kayboluveriyor, gecenin karanlığı içerisinden şafağın aydınlığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Kış mevsiminin başlangıcında yavaş yavaş geceler uzuyor ve gündüzden kırpmaya başlıyor. Bir müddet sonra da yavaş yavaş gündüzler uzuyor, geceler kırpılmaya başlıyor ve yaz mevsimi geliyor.

Kudretine sınır çizilemeyen Allah-u Teâlâ câhilden âlim, âlimden câhil; müminden kâfir, kâfirden mümin; tavuktan yumurta, yumurtadan tavuk; tohumdan bitki, bitkiden tohum çıkarır.

Kullarının en küçük ihtiyaçlarını bile öyle dikkate alır ki, ihtiyaçlarının nasıl karşılandığının farkında bile olmazlar.

Herkesin hayatını sürdürebileceği kadar zaruri ihtiyacı olan rızıkta herkes eşit ise de, diğer rızıkların dağılımındaki rızıklar farklıdır. Kimine bol verir kimine dar.

"Şüphesiz ki rızıklandıran, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (Zâriyat: 58)

 

Fettah: Kullarına rahmet kapılarını açan, her türlü müşkillerini kolaylaştıran. Adalet ile hüküm veren, hak ile bâtılı ayırıp açığa kavuşturan.

Bütün bereket ve fetih kapılarının anahtarı O'nun katındadır. O'nun hidayet ve inayetiyle her müşkil çözülür. Kalelerin kapılarını açtığı gibi, velî kullarına semânın melekut kapılarını da açar, onları cemal sıfatının tecellisine mazhar kılar.

"De ki: "Rabb'imiz hepimizi bir araya toplar, sonra aramızda hak ile hükmeder. O en âdil hüküm verendir, çok iyi bilendir." (Sebe: 26)

 

Alîm: Ezelî ve ebedî ilmi ile, zaman ve mekân kaydı olmaksızın, küçük büyük, gizli âşikâr, olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilen, hiçbir şey sonsuz ve sınırsız ilminden gizlenmeyen.

O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

"Melekler: 'Sen münezzehsin, seni tesbih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yok.

Şüphesiz ki sen her şeyi hakkıyla bilensin, hükmünde hikmet sahibisin.' dediler." (Bakara: 32)

Çünkü her şeyi en ince teferruatıyla bilen, ilmi her şeyi kuşatan, yaratmasında, öğretmesinde, dilediğine verip dilediğine vermemesinde sonsuz hikmet sahibi olan ancak O'dur. Aslî ve hakiki sebep ancak O'nun iradesidir, hikmet de onun gereğidir.

 

Kâbıd: Sıkan ve daraltan.

Bütün darlıklar O'nun dilemesi ile olur. Bazı kalpleri kabz'a uğratıp daraltır, bazı kalpleri de bast'a uğratıp genişletir.

"Allah bazılarının rızkını daraltır." (Bakara: 245)

Bütün darlıklar bütün genişlikler O'nun dilemesi ile olur. Dilediği kulunun rızkını bol bol verir, dilediği anda kuluna verdiği nimetleri alıverir.

Bir kimseye rızık genişliği, nimet bolluğu verilmişse, bu ona Allah-u Teâlâ'nın bir lütfu ve imtihanıdır. O kimse bu ikram ve ihsandan dolayı şükrünü artırmalıdır, imtihanını vermeye çalışmalıdır. İsyankâr olan bir insana bol nimetler veriliyorsa, bu kendisi için bir istidraçtır, çok sıkı bir hesaba ve şiddetli bir azaba çekileceğinin alâmetidir. Bunun içindir ki, mal çokluğuna aldanmamalı, kadrini bilmeli, onu meşru şekilde sarfetmelidir.

Dilediği anda kuluna verdiği nimetleri alıverir.

 

Bâsıt: Açan ve genişleten.

"Allah bazılarının rızkını genişletir." (Bakara: 245)

Her türlü genişlikler O'nun dilemesiyle meydana gelir. Dilediği kulunun kalbine inşirah vererek onu hayra rağbet ettirir, kiminin ömrünü uzatır, kiminin rızkını bol bol verir.

 

Hâfid: Aşağı indiren, alçaltan.

Kâfirleri inkârları ve azgınlıkları sebebiyle lânetle alçaltır, düşmanlarını rahmetinden uzaklaştırarak esfel-i sâfilin'e indirir.

Şan ve şeref sahibi iken bir anda rezil ve rüsvay eder.

"O alçaltıcıdır." (Vâkıa: 3)

Dünyada iken iman etmeyi kibirlerine yediremeyen, ilâhî buyruklara iltifat etmeyen, ölümden sonra dirilmeyi red ve inkâr eden kimseleri aşağıların aşağısına, esfel-i sâfilin'e düşürür. İsterse onlar kendilerini şerefli ve seçkin kişiler sansınlar.

 

Râfi': Yukarı kaldıran ve yükselten.

Her şey O'nun yükseltmesiyle yükselir, O'nun yüceltmesiyle yücelir.

"O yükselticidir." (Vâkıa: 3)

Müminleri iman ve hidayet ile yükseltir, dostlarını zâtına çekmek suretiyle yüceltir, onlara iltifatta bulunur.

İman şerefiyle müşerref olan, kulluğun gereğini yerine getiren bahtiyar müminleri ise yücelerin yücesine, a'lâ-i illiyyîn'e yükseltir.

Şakîleri cehennemin dibine savurup atmak suretiyle alçaltır, sait olanları da cennetlerin yüksek derecelerine kavuşturur. Herkes lâyık olduğu dereceyi bulur.

Bazılarını düşürür alçaltır, bazılarını kaldırır yükseltir. Çünkü görülüyor ki devletleri yıkan ihtilâl gibi büyük hadiseler; nice kimseleri aşağıya düşürmekte, nicelerini de yükseklere kaldırmaktadır.

 

Muizz: İzzet veren, aziz kılan.

İtaat edenleri aziz kılar. O'nun izzet verdiği kullar itibarlı ve haysiyetli olur, vakar sahibi olur. Mülkü dilediğine verip aziz kılan O'dur.

"De ki:

Ey Mülkün sahibi Allah!

Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin." (Âl-i İmrân: 26)

Bütün mükevvenatta böyle dilediği gibi tasarrufta bulunmak hakkı, O'nun Zât-ı Ehadiyet'ine mahsustur. Kudreti sonsuzdur. Bir kimseye vermek istiyorsa, vermesine hiç kimse mâni olamaz, vermek istemiyorsa hiç kimse verdiremez.

İstediği olur, istemediği olmaz. Her dilediğini dilediği gibi yapar. Dilerse mülk verir hükümdar yapar, dilerse indirir atar. Dilediğini izzet sahibi yapar, dilediğini zillet sahibi yapar.

Dilediğine şeref ve kudret verir, dilemediğine vermez. Allah-u Teâlâ'nın şeref vermediği kimseler hiçbir şekilde şeref sahibi olamazlar.

Dilediğinden alır, dilediğine verir. Kâdir-i mutlak yalnız O'dur. Kul bir mahluktur, hükümsüzdür. Kürsü'de O oturuyor.

İktidar kuvvette değil, ruhsattadır. Hazret-i Allah kime ruhsat vermişse o iktidar olur, icraatıyla da imtihanını verir. Dilerse ruhsatı ondan alır, başkasına verir ki o da imtihan olsun. Yani bu O'nun dilemesi ile ruhsatı iledir, sanmayın ki kuvvet iledir. Kuvvet ne bir millette, ne bir devlettedir, kuvvet ruhsattadır. Kâh ona veriyor, kâh ona veriyor.

Galip O'dur, O hükmünde hikmet sahibidir.

 

Muzill: Zillete düşüren, hor ve hakir kılan.

İsyan edenleri zelil kılar. O'nun zillete düşürüp hakir kıldığı kimseler şerefini yitirirler. Mülkü dilediğinden çekip alarak zillete uğratan da O'dur.

"Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın.

Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin." (Âl-i imrân: 26)

 

Semi': İşitilmek şânından olan her şeyi hakkıyla işiten.

Bütün sesleri aynı anda duyar. Bir sesi duyması, diğerini duymasına mâni olmaz. İşitmesi için sese, havaya, kulağa ihtiyacı yoktur.

Bu ism-i şerif'ten nasip alanlar, kulaklarını ve gönüllerini daima hakikati duymak için açarlar.

"İbrahim, İsmail ile beraber Beyt'in temellerini yükseltiyor ve şöyle duâ ediyorlardı:

'Ey Rabb'imiz! Bu hayırlı işi bizden kabul buyur. Şüphesiz ki hakkıyla işiten ve bilen ancak sensin.'" (Bakara: 127)

Rızâ-i Barî'ne muvafık kıl. Zira sen bizim bu duâmızı işitirsin. İçimizde gizlediklerimizi ve niyetlerimizi çok iyi bilirsin.

 

Basîr: Her şeyi hakkıyla gören.

O'nun görme gücünün bir sınırı yoktur. Bir şeyi görmesi, diğerini görmemeyi gerektirmez. Görmesi için göze, ışığa, mesafeye ihtiyacı yoktur.

"Allah onların yapmakta olduklarını görmektedir." (Bakara: 96)

Yaptıklarını gördüğü gibi, içlerinde gizlediklerini de bilir. Er veya geç onları cezâlandıracaktır.

 

Hakem: Hükmün mutlak sahibi, hakkı yerine getirip hükmeden.

"Allah, ayrılığa düştüğünüz hususlarda kıyamet günü aranızda hüküm verecektir." (Hacc: 69)

Böylece neyin hak, neyin bâtıl olduğunu anlayacaksınız.

Yegane hâkim O'dur. Hükmünü kimse değiştiremez, verdiği kararı kimse bozamaz. O ahkem'ül-hâkimindir, hâkimler hâkimidir. İyiyi kötüden, Hakk'ı bâtıldan ayırır.

"(De ki:) 'Allah'tan başka bir hakem mi arayacağım?'" (En'âm: 114)

Hükmünde hikmet sahibi olan, her şeyi hikmetle yapan O'dur.

"O gizliyi de açığı da bilendir, ve O hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır." (En'âm: 73)

Görünen ve görünmeyen, gizli ve açık, büyük ve küçük hiçbir şey, hiçbir haber O'nun ilminden gizli kalmaz. En gizli halleri bilmek O'na mahsustur. Yegâne hikmet sahibi O'dur, yaptıklarında bir eksiklik ve kusur görülmez.

 

Adl: Çok adaletli olan, hakkâniyetle hükmeden, hükmünde hiçbir surette adaletsizlik bulunmayan, aslâ zulmetmeyen.

Yegâne âdil O'dur. Kâinattaki akıllara durgunluk veren muhteşem denge ve düzen O'nun adaletinin eseridir.

"Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şâhitler olun." (Mâide: 8)

Müslümanlar sadece adaleti yerine getirmekle değil, haksızlığı ortadan kaldırıp yerine adaleti ve hakkı getirmek için, adaletin koruyucuları ve şâhitleri olmakla da mükelleftirler.

"Muhakkak ki Allah adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya yardım etmeyi emreder. Hayâsızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı da yasak eder. Düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor." (Nahl: 90)

Adaletli ve düzenli olan müminleri sever, mütecâvizleri durdurur ve cezalandırır.

 

Lâtif: En ince işleri yapan, bütün işlerin inceliklerini bilen, sonsuz lütufkâr.

İnce ve sezilmez yollardan kullarına iyilikler, güzellikler, ihsanlar ulaştırır.

"Şüphesiz ki Allah Lâtif'tir." (Hacc: 63)

Göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi O'dur.

Lütufları öyle sonsuz bir lâtif'tir ki; sedefi inciye, arıyı bala, tırtıl böceğini ipeğe hazine yaptığı gibi, insanoğlunun gönlünü de Mârifetullah'a hazine yapmıştır.

Allah-u Teâlâ marifetullah ehline dilediği kadarını duyurur. Kitap satırları arasında bulunmayan, ancak Allah-u Teâlâ'ya yakın olanların sadırlarında, kalplerinin derinliklerinde gizli bulunan ilim marifetullah ilmidir.

Allah-u Teâlâ dilerse Hızır Aleyhisselâm'a "Has ilim" öğrettiği gibi, dilediğine de vasıtasız ilim öğretir.

 

Habîr: Her şeyin içyüzünü bilen, gizli taraflarından haberi olan.

"O, kullarının üstünde kahredici güce sahiptir. Ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır." (En'âm: 18)

Şu halde bir kulun en başta gelen vazifesi, Efendisi'ni tanıması ve O'na kulluk yapmasıdır.

O her yaptığını bir hikmete göre yapar, kullarının bütün durumlarını ve her türlü gizli işlerini bilir. Hikmet sahibi olmasaydı, her şeyden haberdar olmasaydı, hikmet ve hayır nişaneleri nereden gelirdi?

"Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları görür." (İsrâ: 30)

En gizli halleri bilmek O'na mahsustur. Zâhir ve bâtınî, büyük ve küçük hiçbir hadise, hiçbir haber hiçbir zaman O'ndan gizli kalamaz. İyilik yapanları mükâfatlandırır, kötülük yapanları cezalandırır.

 

Halîm: Hilmi çok olan, suçluların cezasını vermekte acele etmeyen.

Günahların cezasını vermekte acele etmez, tevbe edilebilmesi için kullarına zaman tanır.

"O'ndan korkun ve yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, Halîm'dir." (Bakara: 235)

Tevbe edenin günahını bağışlar, kendisine isyan edene ceza vermekte acele etmez. Onlara mühlet verir ve hallerini ıslâh etmelerini bekler.

"Andolsun ki onları hoşnud olacakları bir yere yerleştirecektir. Şüphesiz ki Allah çok iyi bilendir, hilim sahibidir." (Hacc: 59)

Gücünün azametine rağmen, din düşmanlarını cezalandırmak için acele etmeyendir.

Allah-u Teâlâ çok sabırlı, çok merhametlidir. Günahkâr kullarına, kâfirlere; bunca isyanlarına rağmen, tevbe kapısını açık bırakmakta, ceza vermekte acele etmemekte, kudreti yettiği halde mühlet vermekte ve rızıklandırmaktadır.

 

Azîm: Azametli ve ulu olan.

O'nun azametini akıllar kavrayamaz, ululuğunu idrakten âciz kalır, O nasıl büyükse öyle büyüktür, her şey O'nun büyüklüğünün şâhididir.

"O çok yüce, çok büyüktür." (Şûrâ: 4)

O'nun zâtı gibi hiçbir zât, sıfatları gibi hiçbir sıfat, ismi gibi hiçbir isim, fiili gibi hiçbir fiil yoktur.

"O öyle yüce, öyle azametlidir." (Bakara: 255)

O'nun azametini akıllar kavrayamaz, ululuğunu idrakten âciz kalır. O nasıl büyükse öyle büyüktür. Her şey O'nun büyüklüğünün şâhididir.

 

Ğafûr: Mağfireti bol olan, çok bağışlayan.

Rahmetinin gadabını geçmesi, günah ve kusurları örtüp bağışlaması günahkârların tek umut kapısı, tek kurtuluş çaresidir.

"Şüphesiz ki Allah bağışlayandır, merhamet edendir." (Bakara: 173) (Bakınız; Nahl: 115)

Günah ve kusurları örtüp bağışlaması günahkârların tek kurtuluş çaresidir. Haram olan şeyleri zaruret anında mubah kılması O'nun kulları üzerindeki rahmetindendir.

"Bizi bağışla!" (Bakara: 286)

 

Şekûr: Kendi rızası için yapılan iyi işleri daha ziyadesi ile karşılayan az bir amel karşılığında büyük dereceler veren.

"Allah şükrün karşılığını verendir." (Teğabün: 17)

Kullarının bütün şükürlerinden haberdardır. Şükredenlerin şükürlerini kabul edip, lütuf ve ihsanlarını, nimetlerini artırır. Allah için yapılan az bir ibadeti, en küçük bir ameli zâyi etmeden, bütün iyiliklere bol sevaplar vererek mükâfatlandırır.

Cenâb-ı Hakk'ın maddî mânevî nimetleri öyle çoktur ki bu ilâhi bir lütuftur. Bu nimeti elden kaçırmamak için birincisi nimetin kıymetini bilmek lâzım. Bu nimetler O'nundur, O'ndandır. İkincisi; bunca ihsan ve ikramına şükür etmek lâzım. Şükür de üçtür:

Kâli, fiili, hâli şükür.

Kâli şükür; bir nevi alışkanlık şükrüdür. Düşünür, taşınır, "Elhamdülillah, Rabb'ime şükürler olsun!" bu zâhiri şükürdür.

Fiili şükür; Yoktan var edeni, nimetlere gark edeni düşünüyor, buluyor, biliyor. Mülkünde bulunduruyor, namütenâni nimetlerle merzuk ediyor, idrak ediyor. Bunları düşüne düşüne; "Yâ Rabb'i! Bunlar hep senindir, yeri de göğü de sen bize musahhar kıldın, sana sonsuz şükürler olsun!" der ve bunu ibadetiyle, taatiyle, zikriyle, fikriyle yâd eder. Bu da bâtınîdir.

Hâli şükür; bunlar yalnız kendi dostlarına aittir. Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz ikramını düşünür, kendi acizliğini de düşünür. Hükümsüz, değersiz, günahkâr olduğunu bilir. O'nun sonsuz nimetini, ihsanını düşünür, şükredemez, ancak göz yaşlarıyla şükür eder. Buna da hâli şükür denir. "Bildim senin olduğunu, gördüm senden olduğunu, sana sonsuz şükürler olsun evet ben acizim amma şu gözlerim bari sana şükrediyor." Allah-u Teâlâ'yı, canlarından, gözlerinden, mallarından, çoluk çocuğundan her şeyden fazla severler. Her şey O'nundur, O'ndandır. O'nu görür, O'ndan olduğunu da görürler.

"Çünkü Allah, onların mükâfâtını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir.

Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir." (Fâtır: 30)

 

Aliyy: Pek yüce olan.

Gerçek yücelik ve ululuk O'na mahsustur, O'nun yüceliği de her bakımdan sınırsızdır. Yücelik ve hükümranlıkta kendisine eşit veya kendisinden daha üstün bir varlık yoktur. Hiçbir yücelik, kudret ve üstünlük düşünülemez ki, O ondan üstün olmasın. Kâinat O'nun yüceliğinin şâhididir. Takvâ sahiplerini yükselten, kibirlileri alçaltan O'dur.

"O öyle yüce, öyle azametlidir." (Bakara: 255)

O'nun azametini akıllar kavrayamaz, ululuğunu idrakten âciz kalır. O nasıl büyükse öyle büyüktür. Her şey O'nun büyüklüğünün şâhididir.

"Muhakkak ki Allah çok yücedir." (Nisâ: 34)

Şânının yüceliğine rağmen Rabb'inize karşı geliyorsunuz, sonra tevbe ediyorsunuz, o da tevbenizi kabul ediyor. O bakımdan size herhangi bir haksızlıkta bulunan kimse, haksızlıktan vazgeçtiği ve özür beyan ettiği takdirde siz de onu affediniz.

 

Kebîr: Pek büyük olan.

Eşsiz tek büyük O'dur. Kâinâtın büyüklüğü O'nun büyüklüğüne delâlet eder. Kibriyâ O'na mahsustur. Bir zerreyi yaratmakla, âlemleri yaratmak arasında O'na göre asla bir fark yoktur. "Ol!" deyince oluverir, "Olma!" derse, bir anda her şey yok olur.

"O görülmeyeni de bilir, görüleni de bilendir. Çok büyüktür, yücedir." (Ra'd: 9) (Bakınız. Secde: 6)

"O'nu bırakıp da taptıkları şeyler ise bâtıldan başka bir şey değildir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür." (Hacc: 62)

"Hüküm yücelerin yücesi ulu Allah'ındır." (Mümin: 12)

Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O'nun verdiği hükümler belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.

 

Hafîz: Koruyan, muhafaza eden.

Gerçek koruyucu O'dur, her şey varlığını O'nun hıfz-u himâyesinde sürdürür.

Kâinatı ve içindekileri belli bir süreye kadar bilinen bilinmeyen, görünen, görünmeyen her türlü âfetlerden ve belâlardan muhafaza eder. Yanılmaktan, unutmaktan münezzehtir.

"Oysa ki şeytanın insanlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur. Ancak ahirete imanı olan kimseyle, ahiretten şüphe edeni ayırdetmek için (ona bu ruhsatı verdik.)

Rabb'in her şeyi gözetlemektedir." (Sebe: 21)

Kulların yaptıklarından hiçbiri O'na gizli kalmaz.

Şeytan aldatıcıdır, yaratıcı değildir. Allah-u Teâlâ kimi korumak isterse onu şeytanın aldatmalarından korur, kimin de aldatılmasını isterse şeytanı ona musallat eder.

İnsanların yaptıkları bütün işleri, konuştukları bütün sözleri hıfzeder, onları yaptıkları ile muhasebeye çeker.

Âyet-i kerime'de Hud Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğu haber veriliyor:

"Çünkü benim Rabb'im her şeyi gözetip koruyandır." (Hûd: 57)

Yapılan hiçbir şey O'na gizli kalmaz, sizden gelecek kötülüklerden beni korur.

 

Mukît: Maddi ve mânevî rızıkları yaratan ve mahlukatının azığını veren, geçindiren, barındıran.

Ruha ve bedene kuvvet veren besleyici gıdaları yaratan O'dur, her mahlukun maddi manevî rızkını ve azığını O verir.

"Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki bunca nimetini hatırlayın; Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mıdır? O'ndan başka ilâh yoktur. O halde nasıl oluyor da aldatılıp döndürülüyorsunuz?" (Fâtır: 3)

İnsanlar için geçim sebepleri yaratmış, maişetlerini temin etmek için herkesi meşru bir sebebe başvurmakla mükellef tutmuştur.

Ayrıca gönülleri tecelli nûrları ile aydınlatır, ruha mânevî gıda verir.

"Allah her şeyi görüp gözetendir." (Nisâ: 85)

 

Hasîb: Bir hayat boyu herkesin işlediklerinin, bütün incelikleri ile hesabını çok iyi bilen, kuluna kâfi olan.

Allah-u Teâlâ neticesi hesapla bilinecek ne varsa, herhangi bir tetkik ve şarta muhtaç olmadan hepsini bilir. İyi ve kötü amellerin muhasebesini kaydeder, hesaba çekerek mükâfat ve mücâzâtını verir.

O her şeye kâfidir. Kim O'nun için ise O ona yeter.

"Hesap sorucu olarak da Allah yeter!" (Nisâ: 6)

Allah-u Teâlâ kullarını bir bir hesaba çeker, bu hesap bir anda olup biter. O'nun bir işle meşgul olması, başka bir işle meşgul olmasını engellemez. Birinin hesaba çekilmesi, diğerinin hesabının görülmesine mâni olmaz. Herkesi aynı anda hesaba çekmek, yargılamak, O'nun için zor değildir, O seriü'l-hisab'dır.

"Ve hesap görenlerin en çabuğu O'dur." (En'âm: 62)

 

Celîl: Celâlet ve ululuk sahibi olan.

O'nun zâtı da sıfatları da büyüktür. Hiçbir kayıt ve kıyas kabul etmeksizin azamet sahibidir. Hüküm ve fermanı her yerde yürüyen, hazineleri tükenmeyen, veziri olmayan hükümdar O'dur. Unutmayan Âlim, yorulmayan Kâdir O'dur. Kudreti büyüktür, rahmeti ve keremi büyüktür, afv ve ğufrânı büyüktür. Bütün celâl sıfatlarıyla muttasıftır.

"Bugün hüküm, yücelerin yücesi ulu Allah'ındır." (Mümin: 12)

Her türlü büyüklüğün ve her türlü fazl-u keremin sahibi O'dur.

Azamet, ululuk, yücelik, kibriyâ... gibi büyüklük nişânesi olan ne kadar kemâlât varsa hepsi O'na mahsustur. Her türlü övgü ve tâzim ancak O'na yaraşır.

 

Kerim: Talepsiz sebepsiz ve karşılıksız olarak kullarına ikramda bulunan keremi bol, çok cömert olan.

Mutlak kerem sahibi O'dur, verince fazlasıyla verir, istemeden de sebeplere başvurmadan da verir. Kime ne kadar verdiğine bakmaz, rahmet hazinelerini önlerine serer.

"Ey insan! Engin kerem sahibi olan Rabb'ine karşı seni aldatan nedir?

O Allah ki, seni yoktan yarattı, düzenledi, ölçülü bir biçim verdi. Dilediği şekilde seni terkip etti." (İnfitar: 6-7-8)

O'nun yaratıcı gücü bütün uzuvlarda mucizevî bir şekilde kendini gösterir.

O öyle bir Kerim'dir ki; dilediğini adaletiyle cezalandırır, dilediğini keremi ile bağışlar.

Kapısına gelenleri boş çevirmez, kendisine ilticâ edip sığınanları hususi himayesine alır, muhafaza eder.

"Şükreden kendisi için şükretmiş olur, nankörlük eden de bilsin ki Rabb'im müstağnidir, çok kerem sahibidir." (Neml: 40)

 

Rakîb: Kendisinden hiçbir şey gizlenmeyen, bütün varlıkların üzerinde gözcü olan, bütün işleri murakabası altında tutan.

Yegâne murâkıb O'dur. En küçük bir ihmal ve kusur olmaksızın her şeyi görüp gözetir. Tesbitinde hata, gözetmesinde yanılma olmaz.

Daima huzurda olduğunu düşünerek edebini muhafaza edenleri mükâfatlandırır.

"Allah şüphesiz ki sizin üzerinizde murakabe edicidir (hepinizi görüp gözetmektedir)." (Nisâ: 1)

İnsanoğlu, imanı tekâmül edemediği için Allah-u Teâlâ'nın kendisini görüp gözettiğini bilememektedir.

Kur'an-ı kerim'de İsa Aleyhisselâm'ın şöyle dediği beyan buyuruluyor:

"Beni aralarından aldığında, artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeye şâhitsin." (Mâide: 117)

Aralarında bulunduğum sürece durumlarına bakar, kendilerine ilâhî emirleri bildirir, emirlerine muhalefetten sakındırmaya çalışırdım. Beni semâya kaldırarak kendine çekince yaptıklarının gözetleyicisi sen oldun. Senden hiçbir şey gizli kalmaz.

 

Mucîb: Kullarının duâlarına icabet eden, kendisine yalvaranların dileklerini veren.

Yegane hacet kapısı O'nun kapısıdır. Bütün ihtiyaçlar O'na arzolunur, bütün istek ve ihtiyaçları O verir. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir. Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalır. Hacetler arttıkça in'am ve ikramı da artar.

Dilediği haceti yerine getirir, dilediği haceti geciktirir, dilediğini cevapsız bırakır.

"Benden isteyenin, duâ ettiğinde duâsını kabul ederim." (Bakara: 186)

Bu Allah-u Teâlâ'nın dosdoğru bir vaadidir, duâlarını kabul edeceğine dair de teminat vermektedir. Kullarının gönülden yaptıkları duâ ve niyazlara icabet eder, kendisine yalvaranların isteklerini bol bol verir. Bütün sesleri aynı anda duyar. Bir sesi duyması, diğerini duymasına mâni olmaz. İşitmesi için sese, havaya, kulağa ihtiyacı yoktur.

"O sizi topraktan yarattı ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret dileyin, sonra da O'na tevbe edin. Doğrusu Rabb'im size çok yakındır ve duâları kabul edendir." (Hûd: 61)

O'nu bırakıp da yaratılanları ilâh edinmenizden dolayı tevbe edin, O sizi bağışlar, size yollarını açar.

"Bana duâ edin, duânıza icabet edeyim!" (Mümin: 60)

 

Vâsi': Rahmeti her şeyi kuşatan, nimetleri bol ve geniş olan.

"Allah'ın lütfu geniştir." (Bakara: 247)

İhsan ve lütuflarının sınırı ve ölçüsü yoktur. Dilediğine dilediği kadar takdir edip bağışlar.

O'na ait sıfatlarda bir sınır düşünülemez.

"Rabb'in dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bunu bir ölçüye göre verir." (İsrâ: 30)

Mülk O'nun, bütün tasarruf hakkı ve hüküm O'nundur. Hiçbir şey O'nun ilminin dışında kalamaz. Her şeyi ezelî ve âlî ilmi ile bilir, hikmeti ile takdir edip yönetir.

Ezelî ve ebedî ilmi ile, zaman ve mekân kaydı olmaksızın, küçük büyük, gizli âşikâr, olmuş ve olacak her şeyi en iyi bilen O'dur.

"Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi hakkıyla bilendir." (Bakara: 268)

Dilediği kimseye bol rızık verir, yapılan her türlü infaklardaki niyetlerden haberdardır.

 

Hakîm: Bütün buyrukları ve işleri hikmetli ve hükmünde hikmet sahibi olan, her şeyi yerli yerinde ve en iyi şekilde yapan.

"Şüphesiz ki Allah Hakîm, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara: 220)

Dilediği her şey dilediği gibi olur. Dilediğini yerine getirirken hiçbir güç O'nu engelleyemez. Hiçbir işi yoktur ki hikmetli olmasın.

"Bil ki Allah Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Bakara: 260)

Dilediği her şey dilediği gibi olur. Dilediğini yerine getirirken hiçbir güç O'nu engelleyemez. Hiçbir işi yoktur ki hikmetli olmasın.

Yegâne hikmet sahibi O'dur, hikmetinin güzellikleri varlıklar üzerinde apaçık görülür. Yaptıklarında bir eksiklik ve kusur görülmez.

O'nun emir ve yasakları hep hikmettir, hiçbir işi hikmetsiz ve faydasız değildir.

"O hüküm verenlerin en hayırlısıdır." (Yunus: 109)

 

Vedûd: İtaatkâr kullarını çok seven, sevilmeye en çok layık olan.

Allah-u Teâlâ veli kullarını çok sever, onları zâtına çeker, gönüllerini mârifetullah nûru ile nûrlandırır.

Allah-u Teâlâ nezih ruhların biricik sevgilisidir. Bir kul için mümkün olabilen en üstün rütbe, yalnız O'nu sevmek, O'nu tanımak, buyruklarına seve seve itaat etmektir.

Gerek dünyada gerekse ahirette, O'na dost olabilmekten daha üstün bir mertebe yoktur.

"O, çok bağışlayan, çok sevendir." (Bürûc: 14)

Kur'an-ı kerim'de Şuayb Aleyhisselâm'ın kıssası şöyle haber verilmiştir:

"Rabb'inizden mağfiret dileyin. O'na tevbe edin. Doğrusu Rabb'im çok merhametlidir ve çok sever." (Hûd: 90)

Allah-u Teâlâ Vedûd olmasaydı kullarını hidayete erdirmez, mümin kullarının tevbesinden sevinç duymazdı.

Onlara Allah-u Teâlâ'nın yarattıklarına olan sevgisini anlatıyor, ümitsizlikten vazgeçirmeye, küfür ve isyanlarından kurtarmaya, Hakk yolunu göstermeye çalışıyordu.

 

Mecîd: Keremi sonsuz, şânı yüce olan.

"Şerefli arşın sahibidir." (Büruc: 15)

Zâtı güzel, vasıfları güzel, kadri yüksek, nimetleri bol, eserleri lâtif, ihsan ve ikramları yaygın, afv ve merhameti engin, rahmet ve inâyeti hudutsuz olan Allah!.. O ne şerefli Mâbud!..

"Şüphesiz ki O övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur." (Hûd: 73)

 

Bâis: Ölümden sonra dirilten.

Allah-u Teâlâ ilk insandan son insana kadar dünyâya ne kadar insan gelip geçmişse; hepsini birden dirilterek kabirlerinden çıkaracak, mahşere sevkedecek, huzurunda toplayacaktır.

"Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölü iken sizi O diriltti." (Bakara: 28)

Daha önce hayattan mahrum birer zerreden, birer nutfeden ibaret iken, daha sonra onlara hayat verdi ve idrak sahibi yaptı.

"Sonra sizi öldürecek, ondan sonra da tekrar diriltecektir." (Bakara: 28)

Şüphesiz ki ölümden kaçış ve kurtuluş yoktur. Gerek kendi vatanlarında ikamet etsinler, gerek başka yerlere çıkıp gitsinler, insanlar kendilerini hiçbir yerde ölümün pençesinden kurtaramayacaklardır. Kararlaştırılan vakti gelince onları bu dünya hayatından mahrum bırakacak, kıyamet gününde tekrar hayat verecektir.

"Tekrar O'na döndürüleceksiniz." (Bakara: 28)

 

Şehîd: Her şeyi inceliği ile görüp bilen, her an ve her yerde hâzır ve nâzır olan.

Allah-u Teâlâ uzak yakın her şeye şâhittir, her şeye her zerreye yakınlığı birdir. Görmedikçe kullarının bilemeyecekleri hadiselerin iç yüzünü de dış yüzünü de bilir. Yapılan her işi görmekte, söylenen her sözü işitmektedir. Kıyamet gününde herkese yaptıklarını bildirecektir.

"Şüphesiz ki Allah her şeye şâhittir." (Nisâ: 33)

Gerek yaptıklarınıza ve gerekse gönlünüzden geçenlere vâkıf olduğu gibi, onlara verdiğinizi de vermediğinizi de bilir.

"Şâhit olarak Allah yeter!" (Nisâ: 79)

O aynı zamanda seninle onlar arasında da bir şâhittir. Onları nelerle mükellef kıldığını ve buna karşılık, kendilerinin küfür ve inatları sebebiyle tebliğ ettiğin hükümlere rağmen sana nasıl bir karşılık verdiklerini çok iyi bilir, hesap görmek de O'na âittir.

 

Hakk: Gerçekten var olan, varlığı hiç değişmeden duran.

Allah-u Teâlâ'nın zâtı, yokluğu kabul etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabul etmez. Var olan yalnız Allah'tır, var gibi görünen her şey O'nun yaratması ile var olmuşlardır.

"Çünkü Allah Hakk'ın ta kendisidir. O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz bâtıldır.

Doğrusu Allah çok yücedir, büyüktür." (Lokman: 30)

Kendisinden daha yüce bulunmayan yücedir ve her şey O'nun azameti karşısında boyun eğmiştir.

"Haberiniz olsun ki hüküm ancak O'nundur." (En'âm: 62)

Hükmünü kimse değiştiremez, verdiği kararı kimse bozamaz.

İnsanların hukukunu zâyi etmeyen, âhiret gününde hak sahiplerine haklarını alıveren O'dur.

 

Vekil: İşlerini kendisine bırakanların işlerini gören, onların yapabileceklerinden daha iyisini temin eden.

"O her şeye vekildir." (En'âm: 102)

Kullarının işlerini tedbir ve idare eden, ihtiyaçları tedarik eden, zâtına yönelenlerin her şeyine kâfi olan, kendisine emanet edileni muhafaza eden, müminlerin imanını koruyan mutlak yetki sahibi O'dur.

"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" (Âl-i imrân: 173)

Bütün bunları yaratmak ve düzenlemekte hiçbir kimseyi vekil tutmaya ihtiyacı yoktur. Yarattıklarının işlerini onların faydaları için en güzel düzenleyen O'dur. O her şeyin yerini tutar, hiçbir şey O'nun yerini tutamaz ve O'na istinat etmeden duramaz.

Zât-ı Akdes'ine yönelenlerin her şeyine kâfidir, kim O'nun için ise O ona yeter, onun her işini görür.

"Vekil olarak Allah yeter!" (Nisâ: 171)

Her hususta ve her şeye karşı O'na tevekkül olunur. O her şey üzerine ve her şeye karşı vekildir.

 

Kaviyy: Kudreti ve kuvveti tam, pek güçlü.

Kuvveti bütün varlıkları hükmü altına almıştır. Kudretinin nihayeti yoktur, ölçüye gelmez. Kayıtsız şartsız her şeye kadirdir, hiçbir şey O'na güç ve ağır gelmez. Zorlanmaktan, yorgunluk ve durgunluktan, usanmaktan münezzehtir.

"Şüphesiz ki Allah pek kuvvetlidir, aziz olandır." (Hacc: 40)

Dünyada cezâya çarptırdığı gibi, haklarındaki uhrevî cezâlar daha şiddetli olacaktır. Bunu hiç kimsenin engellemesi mümkün değildir.

"Çünkü Allah çok güçlüdür, cezâlandırması çok şiddetlidir." (Enfâl: 52)

 

Metin: Çok sağlam olan, sarsılmayan, hiçbir işinde zorlukla karşılaşmayan.

Kuvveti şiddetlidir, üstün kuvvete sahiptir. Hiç kimsenin yardımına muhtaç olmaz, hiç kimse O'nun iradesine karşı gelemez, hiç kimse O'nun kudretinden kurtulamaz.

"Şüphesiz ki rızıklandıran, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (Zâriyat: 58)

Sevdiklerine ulaştırmak istediği rahmetini önleyecek bir kuvvet olmadığı gibi, gadabından kurtaracak bir kuvvet de yoktur.

 

Velî: Sâlih kullarına dost olan.

"Şüphesiz ki benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. Sâlihlerin işlerini O görür." (A'râf: 196)

Allah-u Teâlâ sevdiği seçtiği kullarının yakın dostudur, onları hususi himayesine alır. Onlara yardımda bulunup başarıya erdirir, hayırlı işlere muvaffak kılar. Karanlıklardan kurtarıp nûrlara çıkarır, gönüllerini nûrlandırır. Onları gören Allah'ı hatırlar.

Onlara yardım eder ve onları imanlarından dolayı güzel bir şekilde mükâfatlandırır.

"Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)

Allah din düşmanlarına karşı size zafer verecek ve yardım edecektir. Onların hile ve tuzaklarının size zararlı olmasına imkân vermeyecektir.

Onlar da Allah'tan başka dost tanımazlar. O'ndan başka hiç kimseden korkuları veya bekledikleri olmadığı için; herkes korktuğu zaman onlar korkmazlar, herkes tasalandığı zaman onlar tasalanmazlar.

Dostluğu kazanılmaya yeğane lâyık varlık Allah'tır.

"Asıl dost Allah'tır." (Şûra: 9)

Allah-u Teâlâ'nın dostluğu, yardımı, desteği, inayeti; iman edip, Hakk yolda yürüyenler ve Hakk'ı savunanların üzerinedir.

 

Hamîd: Ancak kendisine hamd ve senâ edilen, her türlü medih ve övgüye lâyık olan.

Bütün hamd ve senâlarla, şükürlerle, medihlerle kendisine tâzim ve ibadet olunacak veliyy-i nimet O'dur. Çünkü hamd ve senâyı icabettiren bütün kemâlât ancak O'nda mevcuttur.

En güzel övgüler ancak O'na yaraşır, O her övgüye lâyıktır.

"Âlemlerin Rabb'i olan Allah'a hamdolsun." (Fâtiha: 2)

Âyet-i kerime, hamdin Allah-u Teâlâ'ya mahsus olduğunu bildirmekle beraber; işaret ettiği mânâ itibarı ile: "Âlemlerin Rabb'i Allah'a hamdediniz." demektir. Hamd Allah-u Teâlâ'nın emri, insanın ise kulluk vazifesidir.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:

"Elhamdülillâh de!" (Neml: 59)

"Hamd", nimetler karşısında O'nu senâ etmektir. Bu da ancak nimeti bilmekle olur. O'nun nimetlerini saymak ise imkânsızdır. Bu hakikat bilinip itiraf edilince, her türlü methü senânın Allah-u Teâlâ'ya mahsus olduğu ve O'nun hakkı olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur.

İnsan "Elhamdülillâh" dediği zaman hamdin Allah'a âit olduğunu dil ile ikrar ve itiraf ederken; kalbi ile de hamde lâyık olan Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, azametini, O'ndan başka ibâdete lâyık Mâbud-u bil-hak olmadığını, yaratan, yaşatan, öldüren yalnız O olduğunu tasdik etmelidir. Diğer taraftan rızâsını umarak, ancak O'na yönelerek, emir ve yasaklarına tam bir teslimiyetle kulluk vazifelerine devam etmelidir.

"Şüphesiz ki Allah zengindir, hamdedilmeye lâyıktır." (İbrahim: 8)

İnsan ne kadar hamd ve senâ etmeye çalışsa bile gerçek mânâda senâ edemeyeceği açık bir gerçektir.

 

Muhsî: Her şeyi kavrayan, zerrelerden kürrelere kadar her şeyin bir bir sayısını bilen.

"Allah onların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir." (Meryem: 94)

Allah-u Teâlâ'nın ezelî ilmi geçmişten geleceğe, olmuş ve olacak her şeyi kuşatmıştır. Yarattıklarının ölçüsünü ve sayısını bilen O'dur, her şey O'nun katında belirli hesaplara, programlara bağlanmıştır.

"Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir Kitap'da yazılmıştır." (Hud: 6)

 

Mübdî: Yarattığı her şeyi numunesiz olarak ilk baştan yaratan, yoktan var eden.

Yaratan, yaşatan, öldüren ve dirilten yalnız ve yalnız O'dur.

"De ki: Allah önce yaratır, sonra bu yaratmayı tekrar iâde eder." (Yunus: 34)

Allah-u Teâlâ daha önce bir yaratma olmadan ilk olarak yaratır. Yaratmaya ancak O başlayabilir. Olmayanı ancak O meydana getirir. Yaratma işini bütün yönleriyle O ortaya koyabilir.

Ezelde Allah-u Teâlâ vardı, kendisiyle beraber başka bir şey yoktu. Sonra varlığını ve kemâlini duyurmayı, hikmetiyle kâinatı yaratmayı irade buyurdu ve dilediği şekil ve nizam üzerine yarattı. Her şeyin ilk numunesini meydana çıkaran O'dur.

"Bilin ki O, ilk olarak yaratır ve tekrar eder." (Bürûc: 13)

 

Muîd: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar hayata çeviren.

Hayat da ölüm de Allah-u Teâlâ'nın göklerde ve yeryüzündeki mutlak hakimiyetinin tezahürlerinden başka bir şey değildir.

O'nun kudretiyle hayat bulan her şey, yine O'nun irade ve hükmüyle ölür. Sonra yine O'nun kudretiyle dirilir. Ölmüş ve dağılmış varlıkları, ilk yaratılışlarında olduğu gibi, yeniden yaratan Allah'tır.

Yaratılışı bir noktadan başlatır ve bir sonuca ulaştırır. Sonra yeni baştan yaratmayla, başka bir âlemde onu yeniden diriltip iâde eder. Bu durum netice olarak şu gerçeği ortaya koyar.

"Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O'dur. Bu O'nun için pek kolaydır." (Rum: 27)

Zorluk ve kolaylık insanlara göredir. "Pek kolaydır" demek beşerin anlayışına göre demektir.

 

Muhyî: Cansızlara can bağışlayan, hayat veren, dirilten.

Canlıları yoktan yaratan, varlık sahasına getiren, öldükten sonra da dirilten O'dur.

Yüce iradesi olmasaydı hiçbir varlık hayat bulmazdı.

"Halbuki dirilten de öldüren de Allah'tır." (Âl-i İmrân: 156)

Bütün mükevvenatta böyle dilediği gibi tasarrufta bulunmak hakkı, O'nun zât-ı ehadiyetine mahsustur. Bir kimseye vermek istiyorsa, vermesine hiç kimse mâni olamaz, vermek istemiyorsa hiç kimse verdiremez. Kimisine başka bir hususta kimisine başka bir hususta verir. Hiç kimseyi unutmaksızın sonuncusuna varıncaya kadar onları rızıklandırmaktadır. İsyanlarına rağmen hayır ve bereketleri başlarından aşağı döker.

Emir bütünüyle O'nun yed-i kudretindedir. O, sefere çıkan ve savaşa katılan kimseyi hayatta bıraktığı halde, savaşa çıkmayıp evinde oturan kimsenin canını alabilir.

"Önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden." (Neml: 64)

Hayat da ölüm de Allah-u Teâlâ'nın göklerde ve yeryüzündeki mutlak hakimiyetinin tezahürlerinden başka bir şey değildir.

Dünyada dirileri öldürür, ahirette ise haşrı ve neşri gerçekleştirmek için ölülere hayat verir.

 

Mümît: Ölümü yaratan, öldüren.

Allah-u Teâlâ her mahluk için belli bir ecel tayin etmiştir. Düzenlediği sebepler zinciri ile ölüm hadiselerini gerçekleştirir.

"Her canlı ölümü tadacaktır." (Âl-i imrân: 185)

Bu, hiçbir delile muhtaç olmayan açık bir gerçektir. Hayat ve ölüm O'nun yed-i kudretindedir.

Dirilten de O'dur, öldüren de O'dur.

 

Hayy: Ezelî ve ebedî hayat ile berhayat olan, her şeye gücü yeten. Ezelden ebediyete kadar bütün hayat ve ebedîlik O'nun Zât'ı ile kâimdir.

Hakiki hayat O'na mahsustur. O'nun hayatı her şeyi bilen, her şeye gücü yeten mükemmel bir hayattır. Mahlukatın hayatını veren de O'dur.

"O Hayy'dır." (Bakara: 255)

Yaratan O'dur, dirilten O'dur.

"Var olan her şeyi ben yaratıyorum, benim kudretimle ayakta duruyor, her şey benimle kâimdir." diyor.

Meselâ; bir insan, elinde bulunan şeyi bilir. Allah-u Teâlâ âlemleri öyle tutuyor ve öyle biliyor. Bütün yarattıklarını muhafaza etmesi, tutması, gözetmesi, yaşatması yalnız O'na mahsustur. O tuttuğu için O her şeye hâkimdir, her zerre O'nun varlığı ile kâimdir. O'nun varlığı her şeyi kuşatmıştır; hükmünde hikmet sahibidir.

Dikkat ederseniz bir damla kerih suyu kan pıhtısından cenin haline getiriyor. Fakat o cenin ölüdür. O yaratıyor amma o cenin başlangıçta cansızdır. Sonra ona ruh veriyor ve cenin canlanıyor. Ne oldu şimdi? Hayy ve Kayyum olan Allah onu yarattı, o O'nunla kâim oldu. Bir et parçası idi, cansız ve hareketsizdi. Ona "Ol!" dediği zaman O'nunla hayat buldu, canlandı, mukadderâtı da o anda yazıldı. Âdem Aleyhisselâm da bu şekilde "Ol!" demekle canlanmadı mı? İnsan da böyledir, kâinat da böyledir.

Her zerreyi yaratan, kürreyi de donatan O'dur. O hem yaratıyor, hem de yönetiyor. Zira O Ehad'dır. Yarattıkları hem O'nunla kâimdir, hem de O'na muhtaçtır.

Allah-u Teâlâ hem yaratıyor, hem donatıyor, hem de tutuyor.

Bu yaratmayı ve donatmayı yarattıkları yapabilir mi?

Hayır yapamaz. O halde vücud O, mevcud O...

 

Kayyum: Her şeye hakim olan, bütün varlıkları ayakta tutan. Zât ve Kemâl sıfatları ile her şeye hakim olup bütün varlıklar O'nunla kâimdir. Yaşatan O'dur.

"O Kayyum'dur." (Bakara: 255)

Allah-u Teâlâ kendi zâtı ile hayattadır, yarattıkları ise O'nun hayat vermesi ile, O'nun kudreti ile yaşamaktadırlar. Her şeye belirli bir zamana kadar ayakta durmak için sebepler ihsan buyurmuştur. Her şey Hakk ile kaimdir, Hayy ve Kayyum ancak O'dur.

Hülâsa olarak; her şey O'nunla kâim, sen de O'nunla kâimsin; zerre de, kürre de, her şey bütün yarattıkları da O'nunla kâimdir, O'nunla ayakta duruyor.

Her şey seni yaratan Rabb'inin emrinden ibarettir. Amma sen bilmedin, bilemedin.

Ne güzel yarattı, âzâlarıyla donattı, en güzel bir biçim verdi. Öyle ki bu durum karşısında sen de kendini müstakil zannettin. Ve fakat ruhunu çekince, verdiğini alınca, hani sen sendin?

Sen yarattıklarını görüyorsun ve orada kalıyorsun, kendi kendini de aldatmış oluyorsun.

Ve fakat O'nu gören, yani Allah-u Teâlâ'yı gören, O'nun gösterdiği kadar her şeyin hakikatini görür. Bir perdeden, bir kabuktan, bir örtüden ibaret olduğunu görür. Meğer O'nu örten hep bir örtü imiş.

Allah-u Teâlâ bir kulunun kalp kilidini açtığı ve içeride O'nun olduğunu gördüğü zaman; işte o zaman o kul da görür ki; gerek kendisi ve gerekse yarattığı bütün âlemler hep O imiş. Her şey bir perdeden, bir kabuktan ibaret imiş, hepsi de "Ol!" emrinden husule gelmiş. O yaratıyor. "Ol!" der olur, "Öl!" der ölür. Her şey O'nunla kâim.

 

Vâcid: İstediğini istediği vakitte bulan, zenginliğinden hiçbir şey eksilmeyen.

Kudretinin yetmediği ve yetmeyeceği hiçbir şey yoktur, her şey olduğu gibi O'na aittir. Dilediğini dilediği anda yapar, hiçbir şey O'na karşı kendisini gizleyemez.

"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri sadece: 'Ol!' demekten ibarettir. O da hemen oluverir." (Yâsin: 82)

Allah-u Teâlâ'nın iradesinin sonsuz olduğunu gösteren bu ilâhî beyan, bir şeyi yokluk âleminden varlık âlemine çıkarmayı ve bunun süratini gösteren bir temsildir. Yoksa burada kendisine emir verilen bir şey yoktur. Her şey O dilediği an meydana geliverir.

Mâcid: Kadri büyük, şanı yüce, kerem ve ihsanı bol olan.

"Doğrusu Rabb'imizin şânı çok yücedir." (Cin: 3)

En yüce şeref sahibi O'dur. Kullarına ikram ve ihsanları ifâdeye sığmaz.

"Allah'ın nimetlerini birer birer saymaya kalkışsanız, icmâlen bile sayamazsınız." (İbrâhim: 34)

Onları imana ve salih amellere muvaffak kılar, sonra da yaptıkları o güzel işleri anarak onları över, dünya saâdetine âhiret selâmetine kavuşturur.

 

Vahid: Tek olan. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla misli ve benzeri bulunmayan.

"Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır." (Bakara: 163)

Fakat insanların kendi uydurdukları bâtıl ilâh çoktur. Bunun içindir ki bir mümin "Lâ ilâhe illâllah" dediği zaman; onların hak olmadıklarını, ancak hak mâbud olarak Allah'ın var olduğunu ispat ve tasdik etmiş oluyor.

Allah-u Teâlâ her cihetten tektir. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez. Varlığının başlangıcı yoktur, nihayete ermez.

"Oysa bir tek ilâhtan başka ilâh yoktur." (Mâide: 73)

Başka hiç kimse ulûhiyet sıfatına hâiz değildir. Bütün mükevvenâtın Hâlik'ı ancak O'dur. Hiçbir şekilde ortaklığı kabul etmez, ulûhiyette tektir.

Birliğinin delilleri yarattığı varlıklarda apaçık görülür.

Ulûhiyet ve ubûdiyet yalnız O'na mahsustur. Varlığına şâhit yine kendi varlığıdır. Her varlık O'nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa O'nunla var olmuştur.

Allah-u Teâlâ "Vâhid" sıfatı ile de muttasıftır. İlâhlıkta tektir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur.

Müminin ilk görevi, O'nun kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, tek ve ortaksız Allah olduğunu bilmesi; O'nun Zât-ı akdes'ini zihinlerde tasavvur edilen, vehimlerde hayal edilen her şeyden tecrîd etmesi, uzak tutmasıdır.

 

Samed: Her ihtiyaç için başvurulan tek merci, sığınılacak yegâne dayanak.

İhtiyaçları karşılayıp gidermenin tek kaynağı O'dur. Hacetlerin bitirilmesi için tek müracaat edilecek O'dur. İlâçlarda şifâyı, tedavide devâyı yaratan O'dur. O hiç kimseye muhtaç değildir. İhtiyaçtan münezzehtir.

Allah-u Teâlâ tek olduğu gibi hiçbir şeye de muhtaç değildir.

"Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir." (İhlâs: 2)

Yarattıkları ise O'nunla kâim olduğu için, yaratılan ne ki varsa her şey O'na muhtaçtır. Her şey O'nun "Ol!" emriyle, O'nun yaratmasıyla meydana gelmiştir. Yaratılanların O'na muhtaç olması, yaratılma ile sona ermez. "Öl!" emri gelinceye kadar her zerre O'nun varlığı ile hayattadır, O'na muhtaçtır. Bir atom tanesi de böyledir, kâinat da böyledir, insan da böyledir.

İradesini yerleştirmek ve kudretini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etti, yoksa ihtiyacı için değil. O "Samed"dir, hiç kimseye muhtaç değildir, herkes O'na muhtaçtır. O "Meliklerin meliki"dir. Her şey ancak O'nun izni ve irâdesi ile hükme bağlanır.

Herkesin ihtiyacını O karşılar. İhtiyaçları karşılayıp gidermenin tek kaynağı O'dur. Hacetlerin bitirilmesi için tek müracaat edilecek O'dur. İlâçlarda şifâyı, tedavide devâyı yaratan O'dur. O hiçbir kimseye hiçbir zaman aslâ muhtaç değildir. İhtiyaçtan münezzehtir. Rızıklandırır, rızka muhtaç değildir.

"Ehadiyet" sıfatı ile muttasıf olan Allah-u Teâlâ, bütün mahlûkatın her ihtiyaç ve isteklerinde başvurulan yegâne mercidir. Sığınılacak yegâne dayanak O'dur. Duâ etmez, kendisine duâ edilir.

O öyle bir Allah ki;

İnsanı yoktan var etti, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler verdi, onu kendi mülkünde yaşatıyor, her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor.

Bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O'ndan talep olunur. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir.

Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor. Hâcetler arttıkça in'âm ve ikramı da artıyor. İyilik ve güzellikleri bitmez tükenmez.

Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir." (İbrahim: 34)

Sıkıntılı ve darlıklı günlerde kendisine başvurulan kapı O'nun kapısıdır. Her şeyden ve herkesten müstağni olan, her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu zât O'dur. Cömertliği, lütufkârlığı son haddine ulaşmış olan ilâh O'dur. O'nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanmaz.

 

Kâdir: İstediğini istediği şekilde yapmaya gücü yeten, her şeye kâdir olan.

"Ve O'nun her şeye gücü yeter." (Mülk: 1)

Hiçbir yardımcıya, vezire, vekile ve vasıtaya ihtiyacı yoktur. Hiçbir iradesi hikmetsiz değildir. Dilerse zorla yaptırır, dilerse serbestlik verir. Dilerse sıkar, dilerse açar. Dilerse yıkar, dilerse yapar. Dilerse büyültür, dilerse küçültür. Dilerse başka âlemler de yaratır ve onlarda da dilediği gibi tasarrufta bulunur. Dilediğini yapmaya muktedirdir.

O'nun kudreti ezelî ve ebedî olup, her türlü tasavvurun ötesindedir, her şeyi kuşatmıştır. Kudretinin delillerini kâinatta görmemek mümkün değildir.

"O her şeye Kâdir'dir." (Fussilet: 39)

 

Muktedir: Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eden, iktidarlı.

Bütün kuvvetler O'nundur, dilediği şeyi yaratır, yarattığı şeyde dilerse dilediği kadar kuvvet ve kudret de yaratır. Dilerse güçsüzleri güçlü, zayıfları kuvvetli, âcizleri kudretli kılar.

"Allah'ın her şeye gücü yeter." (Âl-i İmrân: 29 ve 189)

Hükmüne karşı çıkanları er veya geç cezâlandırır. Hiç kimse ve hiçbir şey O'nu dilediğini yapmaktan âciz bırakamaz. O'nun kudreti ezelî ve ebedî olup, her türlü tasavvurun ötesindedir.

Kâdir ve muktedir ancak O'dur.

"Dönüşünüz Allah'adır. O, her şeye kâdirdir." (Hud: 4)

 

Mukaddim: Dilediğini ileri geçiren, öne alan.

"Allah dilediğine fazlasıyla verir." (Bakara: 261)

Bütün takdimler O'nun takdirine bakar, dilediğini şeref ve rütbece ileri geçirir. Kimi zâtına yaklaştırırsa onu öne alır.

"Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir." (Hadîd: 21)

O her şeyin önündedir ve her şey ancak O'na döndürülür.

Allah-u Teâlâ'nın takdir etmiş olduğu hükümden kaçınmak mümkün değildir.

Muahhir: Dilediğini geri koyan, arkaya bırakan.

Allah-u Teâlâ kimi uzaklaştırırsa onu geride bırakır. O'nun geride bıraktığını ileri geçirecek yoktur.

"İçinizden ileri gitmek ve geri kalmak isteyen kimseler için." (Müddessir: 37)

Bazı şeyleri belli bir zamana erteler, bazı cezaları âhirete bırakır.

"Ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar geciktirsin (cezalandırmadan yaşatsın). Bilinmeli ki, Allah'ın belirttiği süre gelince artık o ertelenmez. Keşke bilseniz!" (Nuh: 4)

 

Evvel: Başlangıcı olmayan ilk.

Kendisi için asla başlangıç tasavvur olunamaz. Zira var olan her şeyin varlığı O'ndandır. O'nun varlığı zâtının gereğidir. Zaman ve mekânı yaratmadan önce O var idi. Onları yaratmadan önce nasıl idiyse, yarattıktan sonra da aynıdır.

"O hem Evvel'dir." (Hadîd: 3)

Allah-u Teâlâ "Evvel"dir, ezelîdir. O'ndan evvel hiçbir şey yok idi. Zât-ı Akdes'i için asla başlangıç tasavvur olunamaz. O'nun varlığı Zât-ı Akdes'inin gereğidir. Var olan her şeyin varlığı O'ndandır.

 

Âhir: Nihayeti olmayan son.

Varlığının başlangıcı olmadığı gibi nihayeti de yoktur. Gelinen ve gidilecek olan yer ancak O'na varır, arkası ve ilerisi yoktur.

Her şeyin yaratıcısı olması itibariyle evvel, her şeyi yaşatan ve yok eden olması bakımından âhirdir.

İlk bilinmesi itibariyle evvel, en son varılan olması bakımından âhirdir.

"O hem Âhir'dir." (Hadîd: 3)

"Âhir"dir; ebedîdir, sona ermekten münezzehtir. Varlığının başlangıcı olmadığı gibi, nihayeti de yoktur.

 

Zâhir: Aşikâr olan.

Bütün mevcudat O'nun varlığının eseri ve delilidir. Zerreden kürreye kadar ne ki varsa O'nun "Ol!" emr-i şerifi ile zâhir olmuşlardır, O'nun varlığını ispat ederler.

"Görenedir görene

köre nedir köre ne?"

"O zâhirdir." (Hadîd: 3)

O ki: "Ben zâhirim." buyuruyor.

Her görünen varlık O'nun kudretinin eseridir. Canlı ve cansız bütün mevcûdat O'nun varlığı ile kâimdir. "Ol!" diyor oluyorlar, "Öl!" dediği zaman her şey yok oluyor.

Her görünen şey O'na perdedir.

O Zâhir'dir. Zâhir O amma kimse O'nu görmüyor da perdeyi görüyor. Onu O yaratıyor, her şey O'nunla kâimdir. Sen de O'nunla kâimsin, yarattığı perde de O'nunla kâimdir. İnsanoğlu bunu bilmiyor.

Olanlar O'nunla var olmuştur. Her yaratılan şey Allah ile kâim olduğu için O'na muhtaçtırlar. Allah ayrı, yaratılanlar ayrı. Çünkü O'na muhtaçtır, O'nunla kâim olduğu için O'na muhtaçtır. Farz-ı muhal ki bir anda nefesini kesse yoksun. Kâinat da böyledir.

Yaratılan her şey bir perdeden, bir maskeden ibarettir. Kâinat perdesini O yarattı. Fakat o perdeyi ve perdenin üstündekilerini öyle güzel yaratmış ki; zerrede de kürrede de kudretini ve âsârını, emsâlsiz iradesini ve gücünü göstermiş, hepsine başlı başına bir hâkimiyet vermiş.

Demek ki perde de O'nun, perdenin üstündekiler de O'nun. Hepsi O'nun.

 

Bâtın: Gizli olan.

Ulûhiyet sırları kâinatın her zerresinde gizlidir ve her şeye vâkıftır.

Bütün mevcûdat Allah-u Teâlâ'nın vücud nûrlarından akseden nûrların zuhur mahallidir.

Hem aşikâr hem gizlidir.

"O hem Bâtın'dır." (Hadîd: 3)

"Bâtın"dır; uluhiyet sırları her zerrede mevcuttur. Varlık da vücud nûrunun zerrelerinin zuhur mahallidir. Olması için bir emre bakıyor.

"Kün feyekûn", "Ol!" buyuruyor, her şey oluyor. O'nunla oluyor. Hepsi bir cesetten, bir elbiseden, bir perdeden ibarettir.

Bunu bilmek ancak Allah-u Teâlâ'nın duyurduklarına mahsustur. En üstün ilim sahiplerine verilmiştir. En bilgili âlim bile Cenâb-ı Hakk duyurmazsa kendi zannını söyler. Zan ise hükümsüzdür, kalp para geçmez paradır. Bu mevzu ilmel yakîn'de, aynel yakîn'de olanların işi değildir. Kör gözün işi de değildir. Ancak Hazret-i Allah'ı görüp kendisini görmeyenin işidir. Ulül-elbâb'ın işidir.

Allah-u Teâlâ dilediği kulunun ruhâniyetinden latîfeler halkeder. Ne kadar halkettiğini O bilir ve o latîfeleri çalıştırır, bazen kişinin haberi bile olmaz. Bu gizli bir ilimdir. Bunlar Allah-u Teâlâ'nın ruhâniyetle desteklediği kullardır.

"Kün feyekûn", "Ol!" buyuruyor, her şey oluyor. O'nunla oluyor. Hepsi bir cesetten, bir elbiseden, bir perdeden ibarettir.

O ise her şeyden her şeye yakındır.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz." (Vâkıa: 85)

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Resul'üm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki; Ruh Rabb'imin emrindendir." (İsrâ: 85)

Ruhu koyduğu zaman var gibi görünüyorsun. Emrini çektiği zaman yok oluyorsun. Sen de böylesin, kâinât da böyledir.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir'de Cebrâil Aleyhisselâm'ın tavsiyesi üzerine yerden bir avuç kum alarak müşriklerin üzerine attı. Bu atış onların hezimetine vesile oldu.

Âyet-i kerime'de ise:

"Habib'im! Sen atmadın Allah attı." buyuruluyor. (Enfâl: 17)

Görünüşte Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- attı, fakat Hazret-i Allah "Ben attım!.." buyuruyor.

 

Vâlî: Mülkünü ve mülkünde olup biten her şeyi tek başına tedbir ve idare eden.

"Onlar için Allah'tan başka bir veli (yardımcı) da yoktur." (Ra'd: 11)

Allah-u Teâlâ öyle bir vâlî-i âzamdır ki; yarattığı bütün mahlukatın işlerine mütevelli olup, her şeyi ezelî takdir plânına göre yürütmektedir.

"Rabb'iniz o Allah'tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş'ı istivâ etti (Arş üzerinde hükümran oldu). Buyruğunu icrâ eder (yarattıklarını yönetir). O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. İşte Rabb'iniz olan Allah budur, siz O'na ibadet ediniz. Düşünmüyor musunuz?" (Yunus: 3)

"Her şeyin melekûtu (tasarrufu) elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Yâsin: 83)

Hükümdarlar yaratan, vâliler yaratan O'dur.

 

Müteâlî: Yaratılmışların sıfatlarından münezzeh olan, noksan sıfatlarla muttasıf olmaktan yüce ve âlî olan.

"O görülmeyeni de bilir, görüleni de bilendir. Çok büyüktür, yücedir." (Ra'd: 9)

Yaratılmışlar için mümkün görünen her şeyden pek yücedir, yüceliğinin sonu ve sınırı yoktur.

İsteyenler çoğaldıkça ikram ve ihsanı artan, iradesine ve hikmetine göre veren, vermekle hazineleri tükenmeyen yegâne müteâlî O'dur.

 

Berr: Kullarına karşı çok merhametli, çok şefkatli, iyiliği ve bahşişi bol olan.

Bütün iyiliklerin kaynağı O'dur. Her türlü lütuf ve ikramlar O'ndandır. Nimet ve ihsanları her tasavvurun üzerindedir, sayıya gelmez.

Yapılan kötülüklerin çoğunu bağışlar, bir iyiliğe kat kat mükâfat verir, kötülüğün cezası ise mislini geçmez. Kulları için daima kolaylık ister zorluk istemez.

"Şüphesiz ki O iyilik yapandır, merhamet edendir." (Tur: 28)

Onlar dünyada iken kulluk vazifelerini bihakkın yaptıkları halde azab-ı ilâhiden korkup, rahmet-i semadaniye'yi ümit ediyorlardı. Allah-u Teâlâ onları korktuklarından emin kıldı, umduklarına nail etti. Şimdi onlar bu hususu dile getiriyorlar, Mevlâ'larına şükranlarını arzediyorlar.

 

Tevvâb: Tevbe edenlerin tevbesini kabul eden, rahmeti ile yarlığayan.

Allah-u Teâlâ tevbe kapısını daima açık tutmaktadır. Günahkâr kullarının gönüllerinde, onları günahlardan döndürecek korkular halkeder, böylece tevbe etme sebeplerini kolaylaştırır, günahtan dönenlerin tevbelerini kabul eder.

"Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhametli olandır." (Bakara: 37)

O öyle merhametli bir Zât-ı âlî'dir ki, kulunu bir kere terkedivermekle ebediyyen terkedivermez. Kulu tevbe ettikçe, yine döner bakar. Çünkü O Rahim'dir, merhameti engindir.

"Tevbemizi kabul buyur. Şüphesiz ki tevbeleri çok kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin." (Bakara: 128)

Beşer hallerimizle bilmeyerek de olsa zuhur edecek olan hata ve kusurlarımızı lütfunla bağışla. Senin af ve merhametine, lütuf ve ihsanına daima iltica ederiz.

 

Müntekim: Suçluları ilâhî adaleti ile cezalandıran, dilediğine ceza vermede şiddetli davranan.

"Allah Azîz'dir, intikam sahibidir." (Âl-i imrân: 4)

Allah-u Teâlâ'nın intikamı çok elemli ve pek şiddetlidir. Kâfirleri, zâlimleri, fasık ve fâcirleri yaptıkları isyanlardan dolayı hemen kahredivermez, bir zaman mühlet verir, bu mühletin arkası çok korkunçtur. Küfür ve isyana yönelen milletler ve cemiyetler de böyledir.

"Kendisine Rabb'inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?

Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız!" (Secde: 22)

Onları inkâr ve isyanlarının cezasına kavuşturmuş olacağız.

"Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün intikam alacağız." (Duhân: 16)

 

Afüvv: Affı çok bol olan, günahları çokça bağışlayan.

"İşte onları umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, çok bağışlayıcıdır." (Nisâ: 99)

Bu gibi kimseler hicretten kendi istekleri ile geri kalmadıkları ve Allah katında geçerli olabilecek mazeretleri bulunduğu için, taraf-ı ilâhîden aflarını umabilirler.

"Bizi affet!" (Bakara: 286)

Allah-u Teâlâ engin merhameti ile günahlarından pişmanlık duyanları affeder. Günahların izlerini tamamen yok eder, kiramen kâtibîn meleklerinin kayıtlarını sildirir, kıyamet günü bu günahlardan dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.

"Şüphesiz ki Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır." (Nisâ: 43)

Engin bağışlayıcılığından dolayı müslümanlara her hususta kolaylıklar bahşetmiştir.

 

Raûf: Kullarına karşı son derece merhametli ve şefkatli olan.

Rahmeti çok engindir, affı sever, affedeni affı ile karşılar. Kullarını günahlarından dolayı hemen cezalandırmaz, pişmanlık duyup dönüş yapmaları için fırsat verir.

"Şüphesiz ki Allah insanlara şefkatlidir ve merhamet edendir." (Bakara: 143)

Bu ise O'nun engin merhametinin açık bir tezahürüdür.

 

Mâlik'ül-mülk: Mülkün yegâne sahibi olan.

Kullarının elindeki de O'nun mülküdür, hatta kulun bizzat kendisi de O'nun mülküdür. Mülkünün hem sahibi hem de hükümdarıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Dengi ve benzeri, eşi, ortağı ve yardımcısı yoktur.

"De ki:

Ey Mülkün sahibi Allah!

Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın.

Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin." (Âl-i İmrân: 26)

Bütün mükevvenatta böyle dilediği gibi tasarrufta bulunmak hakkı, O'nun Zât-ı Ehadiyet'ine mahsustur. Kudreti sonsuzdur. Bir kimseye vermek istiyorsa, vermesine hiç kimse mâni olamaz, vermek istemiyorsa hiç kimse verdiremez.

 

Zülcelâl-i vel-ikrâm: Her türlü büyüklüğün ve her türlü fazl-u keremin sahibi.

Azamet, ululuk, yücelik, kibriyâ... gibi büyüklük nişanesi olan ne kadar kemâlât varsa hepsi O'na mahsustur. Her türlü övgü ve tâzim ancak O'na yakışır.

Mahlukat üzerindeki sayıya gelmeyen, ölçüye sığmayan nimetler ancak O'nun ikramı O'nun ihsanıdır. Yoklara varlık, fânilere hayat veren O'dur.

"Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb'inin veçhi (Zâtı) bâki kalacaktır." (Rahman: 27)

Zât-ı akdes'i ezelî ve ebedîdir. O'ndan önce hiçbir şey yok idi, O'ndan gayri kalacak da yoktur. Varlığı daimidir, nihayete ermez.

 

Muksid: Bütün işleri birbirine uygun ve yerli yerinde yapan, adaletten şaşmayan âdil.

"O her işi düzenler." (Ra'd: 2)

En üstün adalet sahibi O'dur. Kâinatı denge üzere yaratıp adaleti sağlamıştır, bir düzensizlik bulmak mümkün değildir.

"Gökyüzünü Allah yükseltti ve mizanı O koydu." (Rahmân: 7)

Bütün hakları âdilâne korur, mazlumun hakkını zâlimden alır haksızlıkları düzeltir, hakkı yerine getirir.

"Allah kendisinden başka ilâh olmadığına şâhitlik etmiştir. Melekler ve adâleti yerine getiren ilim sahipleri de O'ndan başka ilâh olmadığına şâhitlik ettiler ki;

Azîz ve hükmünde hikmet sahibi olan Allah'tan başka ilâh yoktur." (Âl-i İmrân: 18)

 

Câmi': Dilediğini dilediği anda, dilediği yerde toplayan.

Allah-u Teâlâ bütün kemalleri, üstünlükleri zâtında ve sıfatlarında toplamıştır.

Kâinattaki en büyük kürrede gösterdiği hikmet ve sanatlarını en küçük zerrede de göstermiştir.

Su ve ateş gibi zıdları, kadın ve erkek gibi çiftleri, gece ve gündüz gibi karşıtları, kar ve yağmur gibi benzerleri biraraya getirerek azametini göstermiştir.

Hesap ve cezâ için insanları mahşerde toplayacak; daha sonra da iyileri cennette, kötüleri cehennemde toplayacaktır.

Dilediği mânâları dilediği yerde toplayan da O'dur.

"Ey Rabb'imiz! Geleceği şüphe götürmeyen bir günde sen insanları mutlaka toplayacaksın." (Âl-i İmrân: 9)

Toplayacağın ve hükmünü vereceğin o günde bizleri rahmetinin içine al, umduklarımıza nâil et, korktuklarımızdan emin kıl.

 

Ğaniyy: Çok zengin ve her şeyden müstağni olan.

Mülk O'nundur, hükümranlık O'na mahsustur, bitmez tükenmez zenginliğe sahiptir. Hiçbir şekilde hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, herkes O'na muhtaçtır, bütün ihtiyaçları O karşılar.

"Allah zengindir, Halîm'dir." (Bakara: 263)

Kimseye muhtaç değildir. Bunca isyanlarına rağmen, günahkâr kullarına tevbe kapısını açık bırakmakta, cezâ vermekte acele etmemekte, kudreti yettiği halde mühlet vermekte ve rızıklandırmaktadır.

"Allah zengindir, siz ise fakirsiniz." (Muhammed: 38)

Herkes gani olan Allah'a muhtaçtır. O ise hiç kimseye muhtaç değildir. Şu halde insanlar Allah yolunda eğer az çok bir şeyler infak ediyorlarsa kendi menfaatlerinedir. Bunun içindir ki seve seve, gönüllerinden doğarak en güzelini vermeleri gerekir. O'nun lütfu geniştir.

"Biliniz ki Allah zengindir, övülmeye lâyıktır." (Bakara: 267)

En güzel övgüler ancak O'na yaraşır.

"Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her şeyden müstağnidir, her hamde lâyıktır." (Fâtır: 15)

Bu hitap Allah-u Teâlâ'nın engin nimetlerini kendilerine hatırlatmak için bütün insanlığa yapılmıştır.

Allah-u Teâlâ zâtında Gani olup, hiç kimsenin şükrüne ve ibadetine ihtiyacı yoktur. İhtiyaç mahlûkun şanıdır, bütün insanlar her türlü hallerinde O'nun ihsan ve nimetlerine muhtaçtır.

Allah-u Teâlâ zâtında Mahmud'dur, kullarının hamd ve senâsına ihtiyacı yoktur. O zaten kendisine hamd edilmiş olandır. Fakat vermiş olduğu nimetler karşılığında kullarının hamdetmeleri vâciptir.

O'nun ne derece lütuf, inayet ve merhamet sahibi olduğunu idrak etmek için insanların bu hakikati bilmeleri gerekir.

 

Muğnî: Bir şeyi yeterince veren, kullarından dilediğini keremiyle zengin kılan.

Dilediğini zengin eder, zengin yaşatır. Dilediğini ömrü boyunca fakirlik içinde bırakır. Bazılarını zenginken fakir, bazılarını da fakirken zengin yapar.

"Allah dilerse yakında sizi kendi lütfuyla zenginleştirir. Çünkü Allah en iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe: 28)

 

Mânî': Bir şeyin meydana gelmesine müsaade etmeyen, sevdiklerini başkalarının eziyetlerinden koruyan.

İnsanın arzu ve istekleri bazı sebeplere, sebepler de Allah-u Teâlâ'nın hükmüne bağlıdır. Dilerse bir sebep halkeder bir dileği yerine getirir, o iş bir anda oluverir. Bazı dileklere de müsaade etmez, o işe mâni olur, isteyenin başvurduğu sebepler hükümsüz kalır. O işin ya zamanı gelmemiştir, yahud da o iş mukadder değildir.

"Eğer Allah sana bir zarar bir sıkıntı verirse, onu senden kaldıracak O'dur. Eğer sana bir hayır ve iyilik dilerse, lütfuna kimse mâni olamaz. O bunu kullarından dilediğine eriştirir. O çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Yunus: 107)

 

Dar: Zarar ve elem verici şeyler yaratan.

Hayır da şer de insanlar için birer imtihan sebebidir. Allah-u Teâlâ dilediğini acı ile imtihan eder. Sabreden kullarına mükâfat verir. Zarar murad ettiği kulundan o zararı çevirecek, O'ndan başka kimse yoktur.

"Eğer Allah sana bir zarar isabet ettirecek olursa, onu kendisinden başka hiçbir kimse gideremez." (En'âm: 17)

Hastalık, fakirlik ve korku gibi üzüntü ve sıkıntıları insanın başından sadece O kaldırabilir. Çünkü veren de O'dur, murad ettiği zaman giderecek olan da O'dur.

Yaratan O, derdi bilen de O, dermanı hazırlayan da O...

 

Nâfi': Hayır ve menfaat verici şeyler yaratan.

Bütün hayırlar O'nun elindedir, kime dilerse O'na hayır ve menfaat verir. Hayır murad ettiği bir kulundan, o hayrı geri çevirecek O'ndan başka kimse yoktur.

"Göklerde olanları, yerde olanları hepsini size musahhar kılmıştır." (Câsiye: 13)

Yerleri, gökleri direksiz desteksiz tutuyor. Gündüzün peşinden geceyi, gecenin peşinden de gündüzü getiriyor. Dilediği zaman semâdan yağmurlar yağdırıyor, arzdan sular fışkırtıyor.

 

Nûr: Âlemleri nûrlandıran.

Nûr, Allah-u Teâlâ'nın zâhir ism-i şerifi ile tecelli etmesidir. Varlıklar O Nûr'un tecellisi ile vücud bulmuştur. O'ndan başka ne vücud var, ne de mevcut...

"Allah göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr: 35)

"Gökler ve yer" ibaresi Kur'an-ı kerim'de hususiyetle "Kâinat" için kullanılmaktadır. Dolayısıyla Âyet-i kerime'nin mânâsı "Allah bütün kâinatın nûrudur." demektir.

Gökleri meleklerle ve parlak yıldızlarla, yeri de kendi dostları olan nebilerle velilerle aydınlatan, nûrlandıran O'dur.

Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem'ini "Sirâcen münîrâ = Nûr saçan kandil" olarak vasıflandırmıştır. (Ahzâb: 46)

Allah-u Teâlâ Zât-ı akdes'ine Nûr ismini vermiş, Kitab-ı kerim'ini ve Resul-i Ekrem'ini nûr kılmış, mahlukatı ile kendisi arasına bu nûr ile perde çekmiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir niyazlarında:

"Hamd sana mahsustur. Sen göklerin, yerin ve bunlarda bulunan her şeyin nûrusun!" buyurmuştur. (Buhari)

Bütün kâinat cesettir, perdedir, elbiseden ibarettir. Kudret ve kuvvet sahibi ve yegane yaratıcı olan Hazret-i Allah mevcudatı yarattı ve bu perdede nakşetti. Her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. Öyle bir nakkaş, öyle bir yaratıcı ki dünyanın bütün bilginleri bir araya toplansa, yarattığı bir zerrenin karşısında aciz kalırlar.

İşte Allah budur.

O kâinatın perdesini öyle varlıklarla süsledi ki... Ey insan! Sen de o perdedesin, sen de o varlıkların içindesin ve o perdenin üzerindesin. Zira ilk yaratılışın da topraktandır. Seni bitki biter gibi bitirdi.

O seni kerih bir sudan yarattı. Bir zamanlar ana rahminde üç ayrı karanlık içindeydin. Seni sudan, ısıdan ve ışıktan O koruyordu. Sonra suret verip ana karnından çıkardı.

Seni mükerrem yaptı. En güzel surette süsleyip donattı. En nefis nimetlerle merzuk etti. Bütün kâinâtı sana musahhar kıldı.

Ey mağrur, zalim ve cahil insan! O seni topraktan yarattı. Toprağın üzerinde geziyorsun. Senden evvel göçenlerin yüzüne, gözüne basa basa gidiyorsun. Yine bizi toprağa iade edecek.

"Güldüren de O'dur, ağlatan da O'dur.

Öldüren de O'dur, dirilten de O'dur." (Necm: 43-44)

Oysa her varlık "Ol!" demekle var oldu ve varlık sahnesinde görülmeye başladı. Dilediği zaman her şeyi yok edecek.

Yaratılmış hiçbir şey Allah değildir. Herşey "Ol!" emriyle husule gelmiştir.

Yaratıyor, bu sahneye koyuyor, imtihan ediyor.

Gün gelecek bu uçsuz bucaksız nimetlerin her zerresinden hesap soracak. Fakat insan O'nu bilemedi, tanıyamadı.

O Ehad'dır. O'ndan başka Allah yoktur. Vücud O, mevcud O. Bütün canlıların yaratılışı vücud nûrunun zerrelerinin zuhur mahallidir. İnsan bunu bir türlü bilemedi ve kavrayamadı, Hazret-i Allah'tan kendisini ayrı sandı. Dünya perdesinde O'nunla mevcud olduğunu bilemedi. O ise Samed'dir. Kâinâtı O yarattı, üzerini O donattı. Sen de O'nun esrarı ile perdede görünüyorsun. Yer, gök, cemadat, nebatat, hayvanat... her şey O'na muhtaç. Her şey O'na muhtaç olduğunu biliyor, O'na tesbihini yapıyor. O'nun büyüklüğünü biliyor ve anıyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız." (İsrâ: 44)

Allah-u Teâlâ göklerin ve yerin nûrudur.

 

Hâdî: Hidayeti yaratan, dilediği kullarını hidayete erdiren.

Allah-u Teâlâ kendi zâtını bilmek ve doğru yolu bulmak için lütuf ve keremi ile kullarında muvaffakiyet halkeder. O kime hidayeti nasip ederse, doğru yolu bulmuş olur. Kimi de sapıklığı ile başbaşa bırakırsa, doğru yolu bulamaz.

"Allah kime hidayet ederse, o kimse hak yoldadır. Kimi de sapıklığında bırakırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bir mürşid bulamazsın." (Kehf: 17)

"Şüphesiz ki Allah iman edenleri mutlaka dosdoğru bir yola iletir." (Hacc: 54)

Azim nispetinde kullarını destekler, hidayetlerini artırır, sermayelerini çoğaltır, yollarını açar ve önlerine ışık tutar.

Hidayet Allah-u Teâlâ'nın, kendi zâtını bilmek için lütuf ve keremi ile kullarında halkettiği muvaffakiyettir. İman nûrunu ihsan ettiği, kalbine akıttığı kulunu, mârifetullah nûru ile kudsî ruh ile destekler.

 

Bedî': Numune ve emsali bulunmayan, acîb ve hayret verici şeyler yaratan, icat eden.

Bir şeyi yapmak istediğinde; onu düşünüp tasarlamaya, zamana, mekâna ve numuneye muhtaç değildir. Kâinatı ve içindeki her şeyi misalsiz yaratmıştır. Her şeyin en güzelini yaratan O'dur.

"Bir şeyin yaratılmasını hükme bağladığında ona sadece 'Ol!' der, o da hemen oluverir." (Bakara: 117)

Buyruğu bir an bile geciktirilmez. Her şey O istediği anda meydana gelir. O böyle bir yaratıcıdır.

Sebep meydana gelince, yani "Kün!" emr-i şerifi vuku bulunca, sebebin sonucu da hemen oluverir ki bu da yaratmadır.

 

Bâkî: Varlığında hiçbir değişme olmayan, ebedî olan.

"Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb'inin veçhi (Zâtı) bâki kalacaktır." (Rahman: 27)

Allah-u Teâlâ'nın varlığı ebedîdir, sonsuzdur. Sonradan yok olmaktan münezzehtir. O'ndan başka her şey fânidir.

 

Vâris: Mevcut olan şeyler yok olduktan sonra, varlığı devam eden, servetlerin gerçek sahibi olan.

"Doğrusu biz hem diriltir hem de öldürürüz. Ve ancak biziz hepsine vâris olanlar." (Hicr: 23)

Mülkünden dilediği insanlara dilediği kadar muvakkat bir zaman için tasarruf hakkı verir. Ölümlerinden sonra mülk, asıl sahibi olan Allah-u Teâlâ'ya kalır.

 

Reşîd: Bütün işleri ezelî takdirine uygun bir nizam ve hikmet üzere sonuna ulaştıran.

"İman eden adam dedi ki: "Ey kavmim! Siz bana uyun ki size doğru yolu göstereyim." (Mümin: 38)

Her iş O'nun dilemesi ile meydana gelir. Hükmünde hata yapması, tedbirinde yanılması düşünülemez. Hükmünde hikmet sahibidir. İnsanları istikamete, iyiye ve güzele sevkeder. Her varlığı yaradılış gayesine uygun olarak hedefine ulaştırır.

 

Sabûr: Çok sabırlı olan, âsilerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli bir süre tehir eden.

Bütün sabredenlerin sabırları O'nun rahmet ve inâyeti ile husule gelir.

"Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar geciktirir. Süreleri dolunca da, ne bir an geri kalabilirler ne de ileri geçerler." (Nahl: 61)

"Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara: 153)

 

En Ağır Kelimeler:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün sabah namazını kılmıştı. Cüveyriye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz henüz namaz kıldığı yerde otururken, onun yanından dışarı çıktı, kuşluk vakti olunca geri döndü. O hâlâ oturmakta idi.

"Senden ayrıldığım hâl üzere misin?" diye sordu. "Evet" deyince buyurdu ki:

"Ben senden sonra dört kelimeyi üç defa söyledim. Eğer bu kelimeler, senin gün başladığından beri söylemiş olduğun kelimelerle tartılsaydı, onların ağırlığını tartardı:

(Sübhânellâhi vebihamdihi adede halkihi ve rızâ nefsihi ve zinete arşihi ve midâde kelimâtihi)

"Allah'a hamdederek O'nu mahlukatın sayısı, nefsinin hoşnudluğu, arşın ağırlığı ve kelimeler çokluğu kadar tesbih eylerim." (Müslim: 2726)

 

Dilde Hafif, Mizan'da Ağır İki Kelime:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"İki kelime vardır ki, dilde hafif, mizanda ağır, Rahman'a sevimli gelirler. Bunlar 'Sübhanellahi ve bi-hamdihi, Sübhanellahil-azîm = Allah'ı hamd ile tesbih ederim, yüce Allah'ı tenzih ederim.' kelimeleridir." (Müslim)

 

Tesbihin Yücesi:

Safiye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanıma geldi, önümde tesbih çektiğim dört bin çekirdek bulunuyordu. "Bunlarla muhakkak tesbih çekmişsindir. Sana tesbih çektiğin şeylerden daha fazlasını öğreteyim mi?" Buyurdu. "Evet öğret!" dedim.

(Sübhânellâhi adede halkihi)

"Yarattıklarının sayısınca Allah'ı tesbih ve tenzih ederim." diye söyle buyurdu. (Tirmizî)

 

Kolay ve Faziletli Tesbih:

Sâ'd bin Ebî Vakkas -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kadın gördü, önünde tesbih çekmek için kullandığı çekirdek veya çakıl taşları vardı.

"Sana bundan daha kolay ve daha faziletli olanını bildireyim mi?" buyurdu:

(Sübhânellâhi adede mâ halaka fis-semâi ve sübhânellahi adede mâ halaka fil-ardi. Sübhânellahi adede mâ beyne zâlike. Sübhânellâhi adede mâ hüve hâlikun, vallahu ekberu misle zâlike vel-hamdü lillâhi misle zâlike velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi misle zâlike)

"Gökte yarattıklarının sayısınca 'Sübhanellah.'

Yeryüzünde yarattıklarının sayısınca 'Sübhanellah.'

Gök ile yer arasındakilerin sayısınca 'Sübhanellah.'

Yaratacağı mahlukat sayısınca 'Sübhanellah.'

Bütün bunlar kadar 'Allah-u Ekber'. Bütün bunlar kadar 'Elhamdülillah' ve bütün bunlar kadar 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh." (Tirmizî)

 

Hizmetçiden Hayırlı Zikirler:

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivâyete göre, eşi Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ-nın bir ara evdeki el değirmenini çevirmekten eli kabarmıştı. Bir hizmetçi istemek üzere Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelmiş fakat onu bulamamıştı. Âişe -radiyallahu anhâ-ya dileğini söyledi.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- gelince, Âişe -radiyallahu anhâ-, Fâtıma -radiyallahu anhâ-nın geldiğini haber verdi ve isteğini anlattı.

Bunun üzerine Peygamber Aleyhisselâm bize geldi. Yatağımıza yatmıştık. Kalkmaya davranırken bize "Kalkmayınız!" buyurdu ve ikimizin arasına oturdu. Hatta ben göğsüme değen mübarek ayaklarının serinliğini duydum.

Sonra Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

"İyi dinleyiniz! Sizin benden istediğiniz esir hizmetçiden daha hayırlı bir şey öğreteyim mi?

Yatağınıza girince otuz dört defa "Allahu Ekber", otuz üç defa "Sübhânellah", otuz üç defa "Elhamdülillah", dersiniz. İşte bu zikirler size hizmetçiden hayırlıdır." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1498)

 

Namaz Sonundaki Tesbihlerin Fazileti:

Ebû Hüreyre -radiyallahu anh- buyururlar ki:

Muhacirlerin fakirleri Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelip dediler ki "Yâ Resulellah! Servet sahipleri en yüksek dereceleri kazanıp gittiler. Çünkü onlar da bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar. Onların fazla malları var haccediyorlar, umre yapıyorlar, cihad ediyorlar, sadaka veriyorlar."

Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

"Size bir şeyi haber vereyim mi? Siz onu yaptığınız takdirde sizi geçmiş olanlara yetişesiniz, sizden sonraya kalanları da geçesiniz. Hiç kimse sizden üstün olmasın. Meğer ki size tavsiye ettiğim amelin mislini yapan buluna.

Her namazın arkasından otuz üçer defa 'Sübhanellah', 'Elhamdülillah', 'Allahu Ekber' dersiniz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 466)

Müslim'in rivayetinde şöyle bir ilâve vardır:

Bir süre sonra muhacirlerin fakirleri dönüp Resulullah Aleyhisselâm'a geldiler ve: "Yâ Resulellah! Zengin kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı duymuşlar, onlar da aynısını yapıp söylüyorlar." dediler.

Resulu-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

"Bu Allah'ın fazl-u ikramıdır, onu dilediklerine verir."

 

Cennete Ekilen Tohum:

Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Miraca çıkarıldığım gece (Beyt-i mâmur'da) İbrahim Aleyhisselâm ile karşılaştım. Bana "Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara haber ver ki; cennetin toprağı iyi, suyu tatlı, yeri geniş ve dümdüzdür.

Oraya ekilecek tohum:

(Sübhânellâhi vel-hamdülillâhi velâ ilâhe illâllahu vallâhu ekber)

'Allah'ı tesbih ederim, Allah'a hamdolsun. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür.' tehlilidir." (Tirmizî)

 

Allah-u Teâlâ'ya En Makbul Söz:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse akşama ve sabaha erdiği zaman yüz defa:

(Sübhânellâhi ve bihamdihi)

"Allah'a hamdederek O'nu tesbih eylerim."

Derse, kıyamet gününde hiç kimse onun getirdiğinden daha faziletli bir şey getiremez. Meğer ki, bir kimse onu söylediği kadar veya fazlasını getirmiş olsun." (Müslim)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Zerr -radiyallahu anh-e "Allah'a en makbul olan sözü sana haber vereyim mi?" buyurdu. "Yâ Resullellah! Allah'a en makbul olan sözü bana haber ver!" dediğinde buyurdu ki:

"Şüphesiz ki Allah'a en makbul söz 'Sübhanellahi vebi hamdihi = Allah'a hamdederek O'nu tesbih eylerim.' sözüdür." (Müslim: 2731)

 

Tesbihin Fazileti:

Ebu Bekir bin Ebî Şeybe -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Sizden biriniz her gün bin sevap kazanmaktan âciz midir?" diye sordu. Orada bulunanlardan birisi "Bir kimse bin sevabı nasıl kazanır?" diye sorduğunda:

"Yüz defa tesbih çeker, kendisine bin sevap yazılır veya üzerinden bin günah indirilir." buyurdular. (Müslim)

 

Cennet Definesi:

Ebu Musa el-Eş'arî -radiyallahu anh- der ki:

Hayber seferine giderken ben Resulullah Aleyhisselâm'ın binitinin arkasında idim. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh." demeye başladım. Resulullah Aleyhisselâm böyle söylediğimi işitti ve: "Yâ Abdullah bin Kays!" diye seslendi. "Buyur yâ Resulellah! Emrinize âmâdeyim." dedim.

"Sana cennet hazinelerinden büyük bir hazine değerinde bir kelimeyi söyleyeyim mi?" diye sordu.

"Söyle yâ Resulellah! Babam, anam sana fedâ olsun!" dedim.

(Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh)

"Güç ve kuvvet ancak Allah'ındır." buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1608)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

 

[TOP]

9.5 Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları
 

İSLÂM İLMİHALİ

Allah-u Teâlâ’nın Sıfatları

 

Hâlik-ı Azîmüşan’ın zâtını idrak etmek, bir mahlûkun takati dışındadır. Biz Allah-u Teâlâ’yı ancak sıfatları ile tanıyabiliriz. O’nun yüce sıfatları; kemâlini, kuvvet ve kudretini, azamet ve ululuğunu, lütuf ve inayetlerini ifade eder. Bu ilâhi sıfatlar Âyet-i kerime’lerden ve Hadis-i şerif’lerden öğrenilmektedir.

Bu sıfatların bir kısmı yalnız Zât-ı akdes’ine mahsus olduğu ve yaratılmış olan varlıklara geçişi bulunmadığı için “Zâtî sıfatlar” denilmiştir. Allah-u Teâlâ’nın her türlü noksanlıklardan tenzih ve takdis edildiği için bu sıfatlara “Selbî” ve “Tenzihî” sıfatlar da denir.

Allah-u Teâlâ’nın zâtından gayrı varlıklarla ilgili olan sıfatlarına ise “Sübûtî sıfatlar” denir. Bu sıfatlar kâinatla alâkalı ve Allah-u Teâlâ’ya isnad olunan sıfatlardır.

Meselâ “Var olmak” zâtî sıfatlarındandır, ezelden sonsuza kadar vardır. Bu sıfatın yaratılmış varlıklarla hiçbir ilgisi yoktur. “İlim” sıfatı sübutî sıfattır, çünkü diğer varlıklarla ilgisi vardır. İnsanların ilimleri ise cüz’îdir, sınırlıdır.

Bir insanın bir iş yapmazdan önce, o işe âit “Usta” gibi bir sıfat alması düşünülemez. Allah-u Teâlâ’nın sıfatları böyle değildir. O’nun hiçbir sıfatı sonradan olmamıştır. Mahlûkatını yaratmazdan önce de yaratıcı idi, rızıklandırmadan önce de rızıklandırıcı idi. Hiçbir sıfatı, mahlûkatın hiçbir sıfatına benzetilemez.

 

A. ZÂTÎ SIFATLARI:

 

1. Vücud:

Allah-u Teâlâ’nın var olması demektir. O’nun varlığı diğer varlıklar gibi başkası vasıtasıyla olmayıp, zâtının icabıdır.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki ben Allah’ım.” buyuruyor. (Tâhâ: 14)

 

2. Kıdem:

Allah-u Teâlâ’nın varlığı ezelîdir, öncesi ve başlangıcı yoktur.

Âyet-i kerime’de:

“O hem Evvel’dir, hem Âhir’dir.” buyuruluyor. (Hâdîd: 3)

Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, O’nun olmadığı bir an düşünülemez.

 

3. Bekâ:

Allah-u Teâlâ’nın varlığı ebedîdir, sonsuzdur. Sonradan yok olmaktan münezzehtir. Varlığında hiçbir değişme olamaz.

Âyet-i kerime’lerinde buyuruyor:

“O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır.” (Kasas: 88)

“Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb’inin vechi bâki kalacak.” (Rahman: 26-27)

 

4. Vahdaniyet:

Allah-u Teâlâ’nın bir olması demektir, her cihetten tektir.

Âyet-i kerime’de:

“De ki: O Allah bir tektir.” buyuruluyor. (İhlâs: 1)

Zâtında, sıfatlarında, fiillerinde eşi, dengi ve benzeri bulunmayan birdir.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve gök bozulup giderdi.” (Enbiyâ: 22)

 

5. Muhalefetün Lil-havadis:

Allah-u Teâlâ zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde yarattıklarından hiçbirine benzemez.

Âyet-i kerime’de:

“O’nun benzeri bir şey yoktur.” buyuruluyor. (Şûrâ: 11)

Hiçbir varlığa benzemediği gibi, hiçbir varlık da kendisine benzetilemez.

 

6. Kıyam bi-nefsihi (Kıyam bi-zâtihi):

Allah-u Teâlâ’nın varlığı da varlığının devamı da kendi zâtındandır. Varlığı için başka bir şeye muhtaç değildir. Ezelde nasıl ise, ebedî hep öyledir.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” buyuruyor. (Ankebût: 6)

 

B. SÜBÛTÎ SIFATLARI:

1. Hayat:

Allah-u Teâlâ hakiki bir hayat ile diridir. Öyle bir hayat sahibidir ki hiç ölmez.

Âyet-i kerime’sinde:

“Ezelî ve ebedî hayat ile bâki olan ölümsüz Allah’a tevekkül et!” buyuruyor. (Furkan: 58)

Canlılara hayat veren O’dur, bütün hayatların kaynağı O’dur.

Bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:

“Allah o Allah’tır ki, kendinden başka hiçbir ilâh yoktur. Ezelî ve ebedî hayat ile bâkidir. Zât ve kemâl sıfatları ile her şeye hâkim olup, bütün varlıklar O’nunla kâimdir.” (Bakara: 255)

 

2. İlim:

Allah-u Teâlâ ilim sahibidir, her şeyi bilir. O’nun bilmediği, bilmeyeceği hiçbir şey düşünülemez.

Âyet-i kerime’sinde:

“Yaratan bilmez olur mu hiç?” buyuruyor. (Mülk: 14)

Denizleri damla damla, kumları tane tane bilir. O’nun ilmine göre gizli de âşikâr da birdir. Bilgisinde artma eksilme olmaz.

Bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyurur:

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir dane, yaş ve kuru her şey Allah’ın ilmindedir.” (En’am: 59)

 

3. Semi:

Allah-u Teâlâ her şeyi işitir.

Âyet-i kerime’sinde:

“Duâ edenin duâsını, bana duâ ettiği anda işitir, ona karşılık veririm.” buyuruyor. (Bakara: 186)

Bütün sesleri aynı anda duyar. Bir sesi duyması, diğerini duymasına mâni olmaz. İşitmesi için sese, havaya, kulağa ihtiyacı yoktur.

 

4. Basar:

Allah-u Teâlâ her şeyi görür.

Âyet-i kerime’sinde:

“Şüphesiz ki O, kullarının her halinden haberdardır, her hâlini görür.” buyuruyor. (İsrâ: 30)

O’nun görme gücünün bir sınırı yoktur. Bir şeyi görmesi, diğerini görmemeyi gerektirmez. Görmesi için göze, ışığa, mesafeye ihtiyacı yoktur.

 

5. İrâde:

Allah-u Teâlâ her istediğini dilediği gibi yapar.

Âyet-i kerime’sinde:

“Allah ne dilerse yaratır. Bir işin olmasını dilerse, ona sadece ‘Ol’ der, o da hemen oluverir.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 47)

O’nun iradesinin önüne geçecek, değiştirmeye zorlayacak bir irade düşünülemez. Hükmünü kimse bozamaz. Olmasını dilediği şey olur, O dilemezse hiçbir şey olmaz.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” buyuruyor. (İnsan: 30)

 

6. Kudret:

Allah-u Teâlâ’nın her şeye gücü yeter.

Âyet-i kerime’sinde:

“Ne göklerde ne de yerde Allah’ı âciz bırakacak bir güç yoktur. O her şeyi bilir ve güçlüdür.” buyuruyor. (Fâtır: 44)

Kudretinin karşısında duracak hiçbir kuvvet ve kudret yoktur.

İradesini yerleştirmek ve kuvvetini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etmiştir.

 

7. Kelâm:

Allah-u Teâlâ konuşur.

Âyet-i kerime’de:

“Allah Musa ile de konuşmuştu.” buyuruluyor. (Nisâ: 164)

Kitabımız Kur’an-ı kerim ve diğer indirilen kitaplar Allah kelâmıdır. Kullarına emir ve nehiylerini bildirmiş, müjdelemiş ve korkutmuştur.

O’nun kelâmı zâtına mahsustur. Konuşması için lisana, sese, havaya, harf ve kelimelere ihtiyacı yoktur.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Rabb’inin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemâlindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (En’am: 115)

 

8. Tekvin:

Allah-u Teâlâ yaratıcıdır, O’ndan başka yaratıcı yoktur.

Âyet-i kerime’sinde:

“Allah her şeyin yaratıcısıdır, O her şeye Vekil’dir.” buyuruyor. (Zümer: 62)

Bir şeyi yaratmak istediğinde, onu düşünüp tasarlamaya, zamana, mekâna ve numuneye muhtaç değildir. Onu istemesiyle o şeyin meydana gelmesi bir olur.

Bir Âyet-i kerime’de de:

“Bu O’nun için pek kolaydır.” buyuruluyor. (Rum: 27)

 


| Hakikat'te Bu Ay | Diğer Sayılar | Ana Sayfa |

[TOP]

9.6 Esmaül Hüsna Tüm Kaynakları

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
Esmaül Hüsna Tüm Kaynakları
Tüm Kaynakları TİRMİZÎ (HADİS-İ ŞERÎF)
 
İBNİ MÂCE (HADİS-İ ŞERÎF)
 
İBNİ HACER (KUR'ÂN-I KERÎM)
 
Kutübi Sittede 7119. Hadis TİRMİZÎ
 
7119 "Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: ""Allah Teala hazretlerinin doksandokuz ismi vardır, yüzden bir eksik. O, tektir, teki sever. Kim bu isimleri ezberlerse cennete girer. Onlar şunlardır: Allah, el-Vahid, es-Samed, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zahir, el-Batın, el-Halık, el-Bari, el-Musavvir, el-Melik, el-Hakk, es-Selam, el-Mü'min, el-Müheymin, el-Aziz, el-Cebbar, el-Mütekebbir, er-Rahman, er-Rahim, el-Latif, el-Habir, es-Semi', el-Basir, el-Alim, el-Azim, el-Barr, el-Müte'al, el-Celil, el-Cemil, el-Hayy, el-Kayyüm, el-Kadir, el-Kahir, el-Aliyyu, el-Hakim, el-Karib, el-Mucib, el-Ganiyyu, el-Vehhab, el-Vedüd, eş-Şekür, el-Macid, el-Vacid, el-Vali, er-Raşid, el-Afuvvu, el-Ğafür, el-Halim, el-Kerim, et-Tevvab, er-Rabb, el-Mecid, el-Veliyyu, eş-Şehid, el-Mübin, el-Bürhan, er-Ra'üf, er-Rahim, el-Mübdiu, el-Mu'id, el-Bais, el-Varis, el-Kaviyyu, eş-Şedidu, ed-Darru, en-Nafi'u, el-Baki, el-Vaki, el-Hafıd, er-Rafi', el-Kabıd, el-Basıt, el-Mu'ızzu, el-Müzillü, el-Muksıt, er-Rezzak, Zü'l-Kuvve, el-Metin, el-Kaim, ed-Daim, el-Hafız, el-Vekil, el-Fatır, es-Sami', el-Mu'ti, el-Muhyi, el-Mümit, el-Mani', el-Cami', el-Hadi, el-Kafı, el-Ebed, el-Alim, es-Sadık, en-Nür, el-Münir, et-Tamm, el-Kadim, el-Vitru, el-Ahadu, es-Samedu, ellezi lem yelid velem yüled ve lem yekün lehu küfüven ahad.""
 
Zûhri der ki: ""Bana birçok ilim ehlinden ulaştığına göre, bu Esmau Hüsna'nın okunmasına ""La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l Mülkü ve Lehü'I-Hamdu bi-yedihi'l-Hayr ve huve ala külli şeyin kadir, la ilahe illallahu, lehül-Esmau'l-Hüsna"" diye başlanmalıdır.
 
Sünen Hadis Kitabında 3861.hadise denk geliyor İBNİ MÂCE
 
... Ebû Hüreyre (Radtyattâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
 
Şüphesiz, Allah'ın doksan dokuz, (yâni) yüzden bir eksik ismi var­dır. Allah, şüphesiz (zât ve sıfatlarında) tekdir (yâni ortağı, eşi ve benzeri yoktur), tek olan (yâni çift olmayan zikirleri, ibâdetler) i se­ver. Kim o doksan dokuz ismi hıfzedip ezberlerse, cennete girer. O isimler (şunlardır) :
 
Allah, el-Vâhid, es-Samed, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Hâhk, el-Bârf t el-Musavvir, el-Melik, el-Hakk, es-Selâm, el-Mü'min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-MÛtekebbir, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Latîf, el-Habîr, es-Semî, el-Basir, el-Alîm, el-Azîm, el-Bârr, el-Mü-teâl, el-Celil, el-Cemîl, el-Hayy, el-Kayyûm, el Kadir, el-Kahir, el-Alî, el-Hakîm, el-Karîb, el-Mücîb, el-Ganî, el-Vahhâb, el-Vedûd, eş-Şekûr, el-Mâcid, el-Vâcid, el-Vali, er-Râşid, el-Afuvv, el-Ğafûr, el-Halîm, el-Kerim, et-Tevvâb, er-Babb, el-Mecîd, el-Veliyy, eş-Şehid, el-Mübîn, el-Bürhân, er-Reûf, er-Rahîm, el-Mübdi', el-Muîd, el-Bâis, el-Vâris, el-Kaviyy, eş-Şedîd, ed-Dârr, en-Nâfi el-Bâkî, el-Vâki, el-Hâfıd, er-Râfi1, el-Kabıd, el-Bâsit, el-Müizz, el Müzill, el-Muksıt, er-Rezzâk, Zü'1-Kuvve, el-Metin, el Kaim, ed-Dâim, el-Hâfız, el-Vekil, el-Fâtar, es-Sami', el-Mu'tî, el-Muhyi, el-Mümît, el-Mâni, el-Câmi el-Hâdî, el-Kâfî, el-Ebed, el Âlim, es-Sâdik, en-Nûr, el-Münir, et-Tâmm, el-Kadim, el-Vitr, el-
 
Ahed, es-Samed. Öyle Allah ki doğurmadı, doğurulmadı ve hiçbir kim­se O'nun dengi olmadı.
 
Züheyr demiştir ki: Bana birçok ilim adamları tarafından ulas-tı&ırra göre Esma i Husnâ'nm evveline şu zikirle başlanır (yâni önce şu zikir okunur, ondan sonra Esmâ-ı Husna'nın okunmasına başla­nır) :
 
"La İlahe illallahü vahdehû Iâ şerike lehu. Lehü'I-mülkü ve lehü'I-hamdu, biyedihi'l-hayru ve hüve alâ külli şey'in kadir. Lâ ilahe illal­lah. LehÜ'l-Esmâü'l-Husnâ = Allah'tan başka ilâh yoktur. O, (zât ve sıfatlarında) tektir, ortağı yoktur. Mülk (hâkimiyet - saltanat) O'nun-dur, hamd de O'nundur. Hayır ancak O'nun (kudret) elindedir ve O, her şeye kadirdir. Allah'tan başka İlâh yoktur. Esmâ-i Husnâ (= En güzel isimler) O'nadır."
 
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: İbn-İ Mâceh ve Tİrnrizl'den başka, altı lm&mdan hiçbirisi Allah'ın Esmâ-i Husnâ'smı ne bu vecihle ne de başka türlü ta-dad etmemiştir (yâni sayarak rivayet etmemiştir). îbn-i Mâceh ile Tirmizl'nin say* dıklan isimlerin sırasında takdim ve tehir vardır. Bu konuya dâir senedlerin en sıhhatlisi Tirmlzl'ninkidir. îbn-i Mâceh'in senedi, râvi Abdülmelik bin Muham-roed'İn zayıflığı sebebiyle zayıf bir seneddir.
 
İbni Hacer el-Askalanî (Fethü'ül Bâri, XI-222,224), Tirmizî listesindeolup da Kur'ân-ı Kerîm'de bulunmayan 27 isim yerine Kur'ân-ı Kerîm'de bulunan 27 isim bularak 99 Esmâü'l-Hüsnâ listesi hazırlamıştır. iBNİ hACER
 
NOT:AŞAĞIDAKİ BİR SİTEDEN ALINMIŞTIR NE YAZIKKİ ESERİ BULUMADIM.
1- ALLAH (celle celâluhu)
 
2- ER RAHMÂNÜ (celle celâluhu)
 
3- ER RAHÎMÜ (celle celâluhu)
 
4- EL MELÎKÜ (celle celâluhu)
 
5- EL KUDDÛSÜ (celle celâluhu)
 
6- ES SELÂMÜ (celle celâluhu)
 
7- EL MÜ'MİNÜ (celle celâluhu)
 
8- EL MÜHEYMİNÜ (celle celâluhu)
 
9- EL AZÎZÜ (celle celâluhu)
 
10- EL CEBBÂRU (celle celâluhu)
 
11- EL MÜTEKEBBİRÜ (celle celâluhu)
 
12- EL HÂLİKU (celle celâluhu)
 
13- EL BÂRİ'Ü (celle celâluhu)
 
14- EL MUSAVVİRÜ (celle celâluhu)
 
15- EL GAFFÂRU (celle celâluhu)
 
16- EL KAHHÂRU (celle celâluhu)
 
17- ET TEVVÂBÜ (celle celâluhu)
 
18- EL VEHHÂBÜ (celle celâluhu)
 
19- EL HALLÂKU (celle celâluhu)
 
20- ER REZZÂKU (celle celâluhu)
 
21- EL FETTÂHU (celle celâluhu)
 
22- EL ALÎMÜ (celle celâluhu)
 
23- EL HALÎMÜ (celle celâluhu)
 
24- EL AZÎMÜ (celle celâluhu)
 
25- EL VASİ'U (celle celâluhu)
 
26- EL HAKÎMÜ (celle celâluhu)
 
27- EL HAYYÜ/b> (celle celâluhu)
 
28- EL KAYYÛMÜ (celle celâluhu)
 
29- ES SEMÎ'U (celle celâluhu)
 
30- EL BASÎRU (celle celâluhu)
 
31- EL LATÎFÜ (celle celâluhu)
 
32- EL HABÎRU (celle celâluhu)
 
33- EL ALİYYÜ (celle celâluhu)
 
34- EL KEBÎRU (celle celâluhu)
 
35- EL MUHİTU (celle celâluhu)
 
36- EL KÂDİRU (celle celâluhu)
 
37- EL MEVLÂ (celle celâluhu)
 
38- EN NASÎRU (celle celâluhu)
 
39- EL KERÎMÜ (celle celâluhu)
 
40- ER RAKÎBÜ (celle celâluhu)
 
41- EL KARÎBÜ (celle celâluhu)
 
42- EL MÜCÎBÜ (celle celâluhu)
 
43- EL VEKÎLÜ (celle celâluhu)
 
44- EL HASÎBÜ (celle celâluhu)
 
45- EL HAFÎZU (celle celâluhu)
 
46- EL MUKÎTÜ (celle celâluhu)
 
47- EL VEDÛDÜ (celle celâluhu)
 
48- EL MECÎDÜ (celle celâluhu)
 
49- EL VÂRİSÜ (celle celâluhu)
 
50- EŞ ŞEHÎD (celle celâluhu)
 
51- EL VELİYYÜ (celle celâluhu)
 
52- EL HAMÎDÜ (celle celâluhu)
 
53- EL HAKKU (celle celâluhu)
 
54- EL MÜBÎNÜ (celle celâluhu)
 
55- EL KAVİYYÜ (celle celâluhu)
 
56- EL METÎNÜ (celle celâluhu)
 
57- EL GANİYYÜ (celle celâluhu)
 
58- EL MÂLİKÜ (celle celâluhu)
 
59- EŞ ŞEDÎDÜ (celle celâluhu)
 
60- EL KADÎRU (celle celâluhu)
 
61- EL MUKTEDİRU (celle celâluhu)
 
62- EL KÂHİRU (celle celâluhu)
 
63- EL KÂFİYYÜ (celle celâluhu)
 
64- EŞ ŞÂKİRU (celle celâluhu)
 
65- EL MÜSTEÂNÜ (celle celâluhu)
 
66- EL FÂTİRU (celle celâluhu)
 
67- EL BEDÎU (celle celâluhu)
 
68- EL GÂFİRU (celle celâluhu)
 
69- EL EVVELÜ (celle celâluhu)
 
70- EL ÂHİRU (celle celâluhu)
 
71- EZ ZÂHİRU (celle celâluhu)
 
72- EL BÂTİNÜ (celle celâluhu)
 
73- EL KEFÎLÜ (celle celâluhu)
 
74- EL GÂLİBÜ (celle celâluhu)
 
75- EL HAKEMÜ (celle celâluhu)
 
76- EL ÂLİMÜ (celle celâluhu)
 
77- ER REFÎU (celle celâluhu)
 
78- EL HÂFİZU (celle celâluhu)
 
79- EL MÜNTAKİMÜ (celle celâluhu)
 
80- EL KÂİMÜ (celle celâluhu)
 
81- EL MUHYÎ (celle celâluhu)
 
82- EL CÂMİU (celle celâluhu)
 
83- EL MELİK (celle celâluhu)
 
84- EL MÜTEÂLÎ (celle celâluhu)
 
85- EN NÛRU (celle celâluhu)
 
86- EL HÂDÎ (celle celâluhu)
 
87- EL GAFÛRU (celle celâluhu)
 
88- EŞ ŞEKÛRU (celle celâluhu)
 
89- EL AFÜVVÜ (celle celâluhu)
 
90- ER RAÛFÜ (celle celâluhu)
 
91- EL EKREMÜ (celle celâluhu)
 
92- EL A'LÂ (celle celâluhu)
 
93- EL BERRÜ (celle celâluhu)
 
94- EL HAFİYYÜ (celle celâluhu)
 
95- ER RABBÜ (celle celâluhu)
 
96- EL İLÂHU (celle celâluhu)
 
97- EL VÂHİDÜ (celle celâluhu)
 
98- EL EHADÜ (celle celâluhu)
 
99- ES SAMEDÜ (celle celâluhu)
 
100- ZÜ'L CELÂLİ VE'L İKRÂMİ (celle celâluhu)
 

[TOP]

9.7 Esmaül Hüsna Tirmizi Ayrıntılı

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
Esmaül Hüsna Tirmizi Ayrıntılı
Esmaül Hüsna Tirmizi Ayrıntılı
Not:Sadece anlayabilmek için Arapça-Türkçe Kelime karşılığı ve türkçe mealleri ilave ettik.Daha iyi faydalansın amacıyla hatalar olabilir.


Allah,

El-İlah, Tanrı


el-Afuv,

Affedici

Çok affedici, çok bağışlayan (KK, TR, İC, NS, İH, BK)

el-Ahad,

Bir, tek, yegane, biricik, eşi benzeri olmayan

Eşi, benzeri ve ikincisi bulunmayan bir tek, yegâne (KK, İC, NS, HK, İH, BK)

el-Ahir,

Son

Varlığının sonu olmayan, ölümsüz, ebedî ve bâkî olan (KK, TR, İC, NS, HK)

el-Alim,

Bilen

Her şeyi çok iyi bilen (KK, İC, HK, İH, BH)

el-Aliyyu,

Üstün

Şanı, şerefi, izzeti ve kudreti yüce olan (KK, İC, TR, NS, HK, İH, BK)

el-Azim,

Büyük

Zatı, isim, sıfat ve fiileri itibariyle pek ulu, büyük, yüce (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

el-Aziz,

Mutlak galip

Üstün, güçlü, kuvvetli, galip, şerefli, değerli, melik (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

el-Bais,

Benzerleri arasından 'seçip ortaya çıkaran'.

Kıyamet kopunca ölüleri dirilten, mahşer yerine sevk eden, uyarıcı ve müjdeci olarak peygamber gönderen, kıyamette şahitler getiren (TR, İC, HK, İH, BK)

el-Baki,

Sonsuz

Sonlu ve ölümlü olmayan, varlığı sürekli olan, ebedî (TR, İC, HK, İH, BK)

el-Bari,

Yaratan

Yaratan, örneği olmadan varlıkları îcat eden (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

el-Barr,

İyilik kaynağı.

İyilik eden, çok lütüfkâr, çok merhametli, çok şefkatli (KK, TR, İH, BK)

el-Basıt,

Ferahlatan.

Dilediğine rızkı bol veren (TR, İC, İH, BK)

el-Basir,

Gören.

Aydınlık ve karanlıkta küçük ve büyük her şeyi gören (KK, TR, İC, NS, HK, İH, BK)

el-Batın,

Görünmeyen.

Mâhiyeti akıl ile idrâk olunamayan, haya ile tahayyül edilemeyen, her şeyin iç yüzünü, sırlarını bilen (KK,TR,İC, NS, HK, İH, BK)

el-Bürhan,

Delil

Delil sahibi, kullarına delil gösteren, varlığına her şey delalet eder.

el-Cami',

Toparlayan.

Kıyamette insanları bir araya toplayan, cem eden (TR, İC, İH, BK)

el-Cebbar,

Zorla yaptırabilen.

Emir ve yasaklarını, hüküm ve karalarını kullarına yaptırmaya gücü yeten, azgın ve zalimleri kahredici, dertlere derman olan, yaraları sarıp onaran, yaratıklarının hallerini düzelten (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

el-Celil,

Hiddetiylede yüce.

Ulu, kudretli, yüce, azamet ve Kibriya sahibi (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

el-Cemil,

İhsan ,İyilik,Güzellik

Zatı, isim, sıfat, söz, fiil ve hükümleri iyi, güzel, iyilik ve ihsan sahibi (TR, İC , HK, İH, BK)

el-Ebed,

Sonsuzluk,

Ölümsüz, varlığı sürekli, bâkî ve dâim (İC)

el-Evvel,

İlk.

Öncesi olmayan, yaratılmamış, ezelî ve kadîm tek varlık (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

ed-Daim,

Varlığı sürekli,Bir şey devamlı kararlı olmak,Hareketli bir şey sakin olmak,Durmak ,Sabit olmak

Ölümsüz, varlığı sürekli olan, bâkî ve dâim (İC, HK, İH, BK)

ed-Darr,

Zarar verici şeyleri de yaradan.

Zarar veren şeyleri yaratan âsileri zarar vererek cezalandıran (TR, İC).

el-Fatır,

Yaratan

Yaratan, îcat eden, yoktan var eden (İC, HK)

el-Ganiyyu, el-Gani

Zengin

Zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan (KK,TR, HK, İH, BK)

el-Ğafür,

Günahları affeden

Çok affeden, çok bağışlayan (KK,TR, İH, BK)

el-Habir,

Haberdar

Her şeyden haberdar olan, gizli âşikâr her şeyi bilen, haber veren (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Hadi,

Hidayet verici.

Hidayet eden, doğru yolu gösteren (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

el-Hafıd,

Perişan eden.

Şan, şeret ve itibar bakımından kâfirleri alçaltan, değersiz yapan, cezalandıran (TR, İC)

el-Hafız,

Koruyucu

Varlıkları yok olmaktan koruyan, (KK, TR, HK, İH, BK)

el-Hakim,

Hüküm veren.

Hükmeden, karar veren, haklıyı haksızı ayıran (TR, İC)

el-Hakk,

Gerçek, hakîkat.

Varlığı, ilah ve rab oluşu hak olan, eşyayı var eden hakkı ızhar eden, mülk sahibi, yok olmayan, varlığında şüphe bulunmayan, âdil (KK, TR, İC, NS, HK, İH, BK)

el-Halık,

Yaratıcı.

Her şeyi yaratan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Halim,

Yumuşak muamele eden.

Çok sakin, hemen öfkelenmeyen, kızmayan, heyecanlanmayan, acele etmeyen hoşgörülü, teenni ile hareke eden (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Hayy,

Hayatın tek kaynağı.

Yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî ve ebedî olan (KK, TR, İC, NS, HK, İH, BK)

el-Kabıd,

Alan (Can alan),sıkan.

Dilediğine rızkı daraltan, ölüm zamanı gelenlerin ruhlarını kabzeden (TR, İC, İH, BK)

el-Kadim,

Kıdem,Kademe

Evveli olmayan, ezelî olan ilk varlık ( İC, HK)

el-Kadir,

Kudretli

Güçlü, kuvvetli, her şeye gücü yeten (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

el-Kafi,

Yeterli

Kullarına yardım eden, vekil olan, yol gösteren, Yaptıklarını bilen, gören, haberdar olan ve hesaba çeken (KK, İC, HK)

el-Kahir,

Üstün gelen ,Kahredici

Galip gelen, zelil eden, güçlü, her şeyi kuşatan, yaratıklarını dilediği gibi yöneten (KK, İC)

el-Kaim,

Mahlukata varlık veren

Varlıkları görüp gözeten, koruyan, yöneten (KK, İC)

el-Karib,

Çok yakın Olan

Aff, mağfireti, rahmeti, bilmesi, görmesi ve Duyması itibariyle kullarına yakın olan (KK, HK, NS, İH, BK)

el-Kaviyyu, el-Kaviy

Kuvvetli

Kuvvetli, kudretli, her şeye gücü yeten (KK,TR,İC, İH, BK)

el-Kayyüm,

Bütün varlığı ayakta tutan.

Zatı ile kaim olana, ezelî ve ebedî, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan, ihtiyaçlarını üstlenen (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Kerim,

Cömert.

Değerli, şerefli, çok nimet veren, nimet ve ihsanı bol olan (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Latif,

İnce, letafetli

Yaratıklara karşı yumuşak davranan, çok merhametli, çok lütufkâr, ihsan sahibi, insanlara hak ettiklerinden fazlasını veren her şeyin detayını, sırlarını en iyi bilen, işleri çok hassas düzenleyen, gözle görülmeyen (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Macid,

Şânlı.

Şan ve şeref sahibi, hayır ve ihsanı, kerem ve lütfu bol olan (TR, İH, BK)

el-Mani',

Engel olan.

İstediği şey engel olan, koruyan, kurtaran, yardım eden (TR, İC, İH, BK)

el-Mecid,

Şerefli.

Çok şerefli, çok itibarlı (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Melik,

Hükümdar.

Bütün varlıkları yöneten, dilediğini yapan, dilediği gibi hükmeden (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Metin,

Sağlam.

Çok kuvvetli, çok dayanıklı, âcizliği, za'fiyeti ve gevşekliği olmayan (KK,TR, İC, İH, BK)

el-Mucib,

İcâbet eden.

Duaları, istekleri, dilekleri kabul eden, ihtiyaçları karşılayan, sıkıntıları gideren (KK,TR, HK, İH, BK)

el-Muhyi,

Dirilten.

Varlıklara hayat veren, onları yaşatan, ölümlerinden sonra dirilten (TR,İC)

el-Mu'ızzu, el-Muız

İzzet veren

İzzet ve şeref, güç ve kuvvet, itibar ve şeref veren, aziz yapan (KK, İC)

el-Mu'id,

Döndüren

Canlı varlıkları ölümlerinden sonra dirilten, yeniden yaratan (TR, İC, HK, İH, BK)

el-Muksıt,

Dürüst.

Adil, hakla hükmeden (TR, İC, İH, BK)

el-Musavvir,

Tasarımlayan. Şekillendiren

Yaratıklara şekil ve özellik veren (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

el-Mu'ti,

Nimet veren ihsanda bulunan (İC)

Nimet veren ihsanda bulunan (İC)

el-Mübdiu,el-Mübdi

Varlık veren

Varlıkları ilk defa yaratan (TR, İC, HK, İH, BK) Beyhakî'in el-Esmâ ve's-Sıfât adlı eserinde (s. 61) bu isim el-Bâdi' olarak geçmektedir. Her iki kelime aynı anlamdadır.

el-Mübin,

Açık,Aşikar

Varlığı âşikâr olan, hakkı ızhar eden, gerçeği beyan eden (KK, İC, HK, İH, BK)

el-Müheymin,

Belirleyici.

İnsanların bütün yaptıklarını bilen, koruyan, görüp gözeten (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

el-Mü'min,

Güvene layık olan.

Yaratıklarına güven veren (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

el-Mümit,

Canları alan.

Varlıkların hayatlarına son veren, canlarını alan (TR, İC, HK, İH, BK)

el-Münir,

Nurlandıran

Işık veren, aydınlatan, (KK, İC)

el-Müte'al,

Yüce varlık

Aşkın, pek yüce, ulu, eksik ve noksanlıklardan berî olan (KK, TR, İC, İH, BK)

el-Mütekebbir,

Hâkimiyet sahibi.

İhtiyaç ve noksanlığı gerektiren her şeyden münezzeh, pek yüce ve ulu (KK, TR, İC, İH, BK)

el-Müzillü,el-Müzil

Zillet veren.

Boyun eğdiren, zelil eden, alçaltan (TR, İC, İH, BK)

el-Vacid,

İcâd eyleyen; varlığı kendinden olan

Zengin, hiç bir şeye muhtaç olmayan, her şeyin sahibi, her şeye gücü yeten (TR, İC, HK, İH, BK)

el-Vahid,

Birliğin kendisi.

Zatında, isim ve sıfatlarında eşi ve benzeri bulunmayan, tek olan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

el-Vaki,

Koruyan

Yaratıklarını tehlikelerden koruyan (İC)

el-Vali,

Yöneten.

Koruyup gözeten, yardım eden, işleri deruhte eden (KK, TR, İH, BK)

el-Varis,

Varis

Bütün varlıkların sahibi, bâkî, ebedî ve dâim olan her şey kendisine dönen (KK, TR, İC, İH, BK)

el-Vedüd,

Seven ve sevilen.

Müminleri çok seven, kulları tarafından çok sevilen (KK, TR, HK, İH, BK)

el-Vehhab,

Karşılıksız bolca veren.

Karşılıksız çok nimet veren, ikram ve ihsanda devamlı olan lütfu,, ihsanı ve rahmeti bütün kulları kuşatan (KK, TR, HK, İH, BK)

el-Vekil,

Vekîl ve destek.

Güvenilen, koruyucu, yardım eden, görüp gözeten, her şeyin Malikî ve yöneticisi (KK, TR, İC, HK)

el-Veliyyu, el-Veli

Beraber, yakın olan.

Dost, seven, görüp gözeten, yardım eden (KK, TR, İC, İH, BK)

el-Vitru, el-Vitr

Tek ve Eşsiz

İlah, yaratıcı ve ma'bud olmada eşi ve benzeri bulunmayan, tek (İC, HK)

en-Nafi,

Faydalandıran.

Faydalı şeyleri yaratan, bütün yaratıklara faydası olan (TR, İC, İH, BK)

en-Nür,

Nur, Işık

Aydınlatıcı, ışık verici (TR, İC, HK, NS, İH, BK)

er-Rabb,

Sahip

Varlıkları yaratıp yetiştiren, terbiye eden, eğiten, yetiştiren, her şeye nizamını, güzelliğini ve yeteneklerini veren, her şeyin Malikî ve sahibi (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

er-Rafi',

Yücelten

Peygamber ve müminlerin itibar, şan ve şereflerini artıran, göğü yükselten (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

er-Rahim,

Merhamet eden

Çok merhametli (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

er-Rahman,

Şefkat

Çok merhametli, pek müşfik (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

er-Raşid,

Doğru yola eriştiren.

Doğru yolu gösteren, her işi isabetli olan (İC)

er-Ra'üf,

Esirgeyen.

Çok merhametli, çok şefkatli, çok acıyan (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

er-Rezzak,

Rızıklandıran.

Bol nimet, maddî ve manevî rızık veren (KK, TR, HK, NS, İH, BK)

es-Sadık,

Sadık olan

Söz, iş, va'd ve va'îdinde doğru olan her sözünü ve va'dini yerine getiren (KK, İC, HK, İH, BK)

es-Samed,

Bağımsız var olan

Her şeyin kendisine muhtaç olduğu, yöneldiği, her dilek ve isteğin mercîi; hiç eksiği, kusuru ve ihtiyacı olmayan ulu, şanlı, dosdoğru, âdil ve güvenilir (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

es-Sami',

Herşeyi İşiten

Sözlerini açığını da gizlisini de işiten (İ)

es-Selam,

Esenlik kaynağı.

Eksiklik, âcizlik, hastalık, ölüm ve benzeri şeylerden salim olan kullarına güven ve selamet veren (KR,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

es-Semi',

İşiten.

Her sözü, bütün konuşulanları en iyi işiten, duyan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

eş-Şedid,

Şiddetli

Çok kuvvetli, cezalandırması çok şiddetli (İC)

eş-Şehid,

Şâhit.

Her şeye muttali olan, gören, bilen, haberdâr olan, her yerde hazır nazır olan, hiçbir şey kendisinden gizlenemeyen, bütün sırlara vakıf olan, her şeyi murakabe eden (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

eş-Şekür,

Teşekkür eden

İbadet eden kullarının mükâfatlarını bolca veren, az çok her itaati ödüllendiren (KK, TR, HK, İH, BK)

et-Tamm,

Eksiksiz,Noksansız

Zat, isim, sıfat ve fiilleri, eksisiksiz, kusursuz ve mükemmel olan, acziyet ve za'fiyeti olmayan (İC)

et-Tevvab,

Tövbelere kucak açan.

Tevbeleri çok kabul eden, sürekli tevbeleri kabul eden (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

ez-Zahir,

Varlığı âşikâr olan.

Varlığı her şeyden âşikâr olan, her şeye galip gelen her şeyden yüce olan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

Zü'l-Kuvve,Zü'l-kuvveti

Kuvvet sahibi

Güç ve kuvvet sahibi (KK, İC)

[TOP]

9.8 286 Esmaül Hüsna

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
286 Esmaül Hüsna
286 ESMAÜL HÜSNA En güzel isimler demektir. Bu tabir âyet ve hadislerde geçmiştir: "En güzel isimler Allah'ındır. O halde, O'na bu güzel isimlerle dua edin ve O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın...." (A'râf, 7/180; bk. Tâ-hâ, 20/8; Haşr, 59/24); "Allah'ın 99 ismi vardır. Bu isimleri ezberleyen (hıfz) kimse cennete girer." (Buhârî, Deavat, 68. VII, 169); "Allâh'ın 99 ismi vardır. Bu isimleri sayan (ihsâ) kimse cennete girer."(Müslim, Zikr, 6. III, 2062)

Âyet ve hadislerde zikredilen "el-esmâü'l-hüsnâ"; Allah'ın nasıl bir varlık olduğunun, O'nun niteliklerini, özelliklerini ve hangi vasıflara sahip olup olmadığını beyan eden isim ve sıfatlardır.

Allah'ı güzel isimleriyle tanımak ve anmak, O'na layık olmayan nitelikler isnat etmemek insanın başta gelen görevidir. Allah'ın isimleri hakkında Allah'a layık olmayan isimler isnat etmek, Allah'a "baba" demek gibi veya "cebbar", "mütekebbir", "zû intikam" gibi azamet ve kudret ifade eden isimleri kabul etmemek veya Allah'a özgü isimleri Allah'tan başka varlıklara vermek Kur'ân'da ilhad kavramıyla ifade edilmiştir. İlhad, doğru olandan, haktan sapmak demektir. Arapların Lat ismini el-ilâh, Menat ismini el-mennân, Uzza ismini el-Azîz isminden türetmeleri ilhaddır. Allâh'a, cisim, cevher, akıl ve illet gibi isimler vermek ilhaddır.

Hadislerde geçen "ihsâ" (saymak) ve "hıfz" (ezberlemek) kelimeleri ile maksat; Allah'ı güzel isimleriyle tanımak, O'na O'nun istediği şekilde ibadet ve itaat etmektir. Yoksa bu isimleri anlamadan ezberlemek ve tekrarlamak değildir. Mesela bir insan yaptığı bir işte Allah'ın kendisini gördüğünü, yaptıklarını bildiğini, ameline göre ödül veya ceza vereceğini düşünmesi ve ona göre hareket etmesi Allah'ın isimlerini hıfz ve ihsâdır. Tirmizî (ö. 279) esmâü'l-hüsna ile ilgili Ebû Hüreyre'den yaptığı bir rivâyette, Allâh'ın 99 isimini zikretmiş ve bu hadis için garîb demiştir (Deavat, 83. No: 3506). Tirmizî, Ebû Hüreyre'den aynı anlamda iki hadis daha rivâyet etmiş ancak bu rivâyetlerde isimler sayılmamıştır. İbn Ebî Ömer- Sufyan b. Uyeyne - Ebû'z-Zinad - el-A'rac tarikıyla gelen hadise "hasen-sahih" demiştir. Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerinde de isimler yoktur.

İbn Mâce, el-esmâü'l-hüsnâ ile ilgili rivâyetinde 101 isim zikretmiştir (Dua, 10, 11. No: 1269-1270). Tirmizî'nin rivâyetinde el-esmâü'l-hüsnâ, "hüvallahüllezî lâilâhe illâ hû" ile başlarken, İbn Mâce'nin rivâyetinde "Allah" lafzı ile başlamaktadır.

Tirmizî ve İbn Mâce'nin el-esmâü'l-hüsnâ ile ilgili rivâyetlerinin dışında başka hadislerde de Allah'ı tanıtan isim ve sıfatlar geçmektedir. Hadislerde geçen kâbid, bâsıt, hâfid, râfi', mu'ızz, müzill, sabûr, muhsî, mübdi', mümît, vâcid, reşîd, mukaddim, muahhir, muğnî, mâni', dârr, nâfi' ve mâcid gibi bazı sıfatlar, isim şeklinde Kur'ân'da geçmemektedir. Ancak bu sıfatların ifade ettiği manalar fiilller ile ifade edilmiştir. Allah'ın isimleri / sıfatları 99 adetten ibaret değildir. 99 rakamı çokluktan kinayedir. Nitekim, el-esmâü'l-hüsnâ ile ilgili hadisler, Allah'ın isimlerinin 99'dan ibaret olduğunu da belirtmemekte, sadece bu isimleri sayanların cennete gireceklerini bildirmektedir. Ayrıca hadislerde geçmeyen ancak Kur'ân'da geçen Allah'ın güzel isim ve sıfatları vardır. Bu isim ve sıfatların sayısı iki yüzü geçmektedir. Aşağıda zikrettiğimiz isim ve sıfatların önündeki KK, Kur'ân-ı Kerîm'i; İC, İbn Mâce'yi; TR,Tirmizî'yi, HK, Hâkim Neysabûrî'yi; İH, İbn Hıbban'ı; BY, Beyhakî'yi; NS, Nesâî'yi ifade etmektedir. Diğer hadislerde geçenlerin kaynakları verilmiştir.

Ayet ve hadislerde geçen Allah'ın isim ve sıfatlarının kısaca anlamları:

1) Adüvvün li'l-kâfirîn; ; kâfirlerin düşmanı (KK)

2) Âhizü'n bi nâsiyetih ; suçluları cezalandıran (KK, NS)

3) Ahkemü'l-hâkimîn ; hüküm verenlerin en iyisi, hâkimler hâkimi (KK, )

4) Ahsenü'l-hâlikîn ; yaratanların, takdir ve tasvir edenlerin en iyisi (KK)

5) Akrab ; bilmesi, görmesi, duyması, haberdâr olması ve yardım etmesi açısından insanlara en yakın olan (KK)

6) A'lem ; her şeyi en iyi bilen (KK)

7) Âlimü ğaybi's-semâvâti ve'l-ard ; yerin ve göklerin gaybını bilen (KK)

8) Âlimü'l-ğaybi ; gaybı bilen (KK)

9) Âlimü'l-ğaybi ve'ş-şehâdeti ; görünen ve görünmeyen âlemi bilen (KK, NS)

10) Allâmü'l-ğuyûb ; görünmeyenleri çok iyi bilen (KK)

11) Bâli'ğu emrih ; emri, hükmü hedefine ulaşan, kararını infaz eden (KK)

12) Bedîu's-semâvâti ve'l-erd ; gökleri ve yeri örneği olmadan yaratan (KK)

13) Berîü'n mine'l-müşrikîn ; müşriklerden berî, uzak olan (KK)

14) Câ'ıl(ûn) ; yaratan, vâr eden, bir varlıktan başka bir varlık yapan, (KK)

15) Câmi'u'n-nâs ; kıyamette insanları bir araya toplayan, cem eden (KK)

16) Ebkâ ; verdiği nimetler sürekli ve daha kalıcı olan (KK)

17) ed- Dâim ; ölümsüz, varlığı sürekli olan, bâkî ve dâim (İC, HK, İH, BK)

18) ed- Dârr ; zarar veren şeyleri yaratan âsileri zarar vererek cezalandıran (TR, İC)

19) ed- Dehr ; zamanı ve zaman içinde olup biten her şeyi vâr eden, zamanın sahibi ve yöneten (Müslim, Elfâz,1, 3. Buhârî, Edeb, 101. Tevhîd, 34)

20) ed- Deyyân ; hüküm veren, hesaba çeken, zelil eden, kahhâr (Buhârî, Tevhîd, 32. Ahmed, III, 495)

21) Ehlü'l-mağfire ; mağfiret ehli, affedici (KK)

22) Ehlü't-takvâ ; azabından korkup sakınmaya, korunmaya layık olan (KK)

23) Ekber ; zatı, isim, sıfat ve fiilleri, şana ve şerefi, nimet ve ihsanı en yüce en ulu (Müslim, Tahâre, 17;Tirmizî, Deavat, 25)

24) el - Cebbâr ; emir ve yasaklarını, hüküm ve karalarını kullarına yaptırmaya gücü yeten, azgın ve zalimleri kahredici, dertlere derman olan, yaraları sarıp onaran, yaratıklarının hallerini düzelten (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

25) el- Azîm ; zatı, isim, sıfat ve fiileri itibariyle pek ulu, büyük, yüce (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

26) el- Azîz ; üstün, güçlü, kuvvetli, galip, şerefli, değerli, melik (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

27) el- Bâ'ıs ; kıyamet kopunca ölüleri dirilten, mahşer yerine sevk eden, uyarıcı ve müjdeci olarak peygamber gönderen, kıyamette şahitler getiren (TR, İC, HK, İH, BK)

28) el- Bâkî ; sonlu ve ölümlü olmayan, varlığı sürekli olan, ebedî (TR, İC, HK, İH, BK)

29) el- Bâri' ; yaratan, örneği olmadan varlıkları îcat eden (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

30) el- Bârr ; iyilik eden, çok lütufkâr, çok merhametli, çok şefkatli (İC)

31) el- Bâsıt ; dilediğine rızkı bol veren (TR, İC, İH, BK)

32) el- Basîr ; aydınlık ve karanlıkta küçük ve büyük her şeyi gören (KK, TR, İC, NS, HK, İH, BK)

33) el- Bâtın ; mâhiyeti akıl ile idrâk olunamayan, haya ile tahayyül edilemeyen, her şeyin iç yüzünü, sırlarını bilen (KK,TR,İC, NS, HK, İH, BK)

34) el- Bedî' ; bir şeyi nümûnesi olmadan yaratan , vâr eden, îcât eden (TR, HK, İH, BK)

35) el- Berr ; iyilik eden, çok lütüfkâr, çok merhametli, çok şefkatli (KK, TR, İH, BK)

36) el- Bürhân ; delil sahibi, kullarına delil gösteren, varlığına her şey delalet eden (İC)

37) el- Câmi' ; kıyamette insanları bir araya toplayan, cem eden (TR, İC, İH, BK)

38) el- Celîl ; ulu, kudretli, yüce, azamet ve Kibriya sahibi (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

39) el- Cemîl ; zatı, isim, sıfat, söz, fiil ve hükümleri iyi, güzel, iyilik ve ihsan sahibi (TR, İC , HK, İH, BK)

40) el- Cevâd ; cömert, nimet ve ihsanı bol olan (Tirmizî, Edeb, 41)

41) el- Ebed ; ölümsüz, varlığı sürekli, bâkî ve dâim (İC)

42) el- Fâtın ; deneyen, imtihan eden (Mâlik, Kader, 5)

43) el- Fâtır ; yaratan, îcat eden, yoktan var eden (İC, HK)

44) el- Fettâh ; en âdil hüküm veren iyilik kapılarını açan (KK,TR, HK, İH, BK)

45) el- Ğanî ; zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan (KK,TR, HK, İH, BK)

46) el- Habîr ; her şeyden haberdar olan, gizli âşikâr her şeyi bilen, haber veren (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

47) el- Hâdî ; hidayet eden, doğru yolu gösteren (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

48) el- Hâfız ; koruyup gözeten (İC, HK)

49) el- Hafî ; çok ikram eden, son derece iyilik ve lütuf sahibi, her şeyi bilen (Ebu Davud, Tirmizî, İC)

50) el- Hâfid ; şan, şeret ve itibar bakımından kâfirleri alçaltan, değersiz yapan, cezalandıran (TR, İC)

51) el- Hafîz ; varlıkları yok olmaktan koruyan, (KK, TR, HK, İH, BK)

52) el- Hakem ; hüküm veren, son kararı veren (KK, TR, İH, BK)

53) el- Hakîm ; hikmet sahibi, her işi, emri ve yasağı yerli yerinde olan (KK)

54) el- Hâkim ; hükmeden, karar veren, haklıyı haksızı ayıran (TR, İC)

55) el- Hakk ; varlığı, ilah ve rab oluşu hak olan, eşyayı var eden hakkı ızhar eden, mülk sahibi, yok olmayan, varlığında şüphe bulunmayan, âdil (KK, TR, İC, NS, HK, İH, BK)

56) el- Hâlik ; her şeyi yaratan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

57) el- Halîm ; çok sakin, hemen öfkelenmeyen, kızmayan, heyecanlanmayan, acele etmeyen hoşgörülü, teenni ile hareke eden (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

58) el- Hallâk ; mükemmel yaratan, devamlı yaratan (KK, HK)

59) el- Hamîd ; çok övülen, övgüye layık olan (KK, TR, NS, İH, BK)

60) el- Hannân ; çok merhametli, çok şefkatli (HK)

61) el- Hayy ; yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî ve ebedî olan (KK, TR, İC, NS, HK, İH, BK)

62) el- İlâh ; ma'bûd. Tanrı (KK, HK)

63) el- Kâbid ; dilediğine rızkı daraltan, ölüm zamanı gelenlerin ruhlarını kabzeden (TR, İC, İH, BK)

64) el- Kâdîm ; evveli olmayan, ezelî olan ilk varlık ( İC, HK)

65) el- Kadîr ; çok güçlü, çok kuvvetli, istediğini istediği gibi eksiksiz, kusursuz ve tam yapabilen (KK , HK)

66) el- Kâdir ; güçlü, kuvvetli, her şeye gücü yeten (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

67) el- Kâfî ; kullarına yardım eden, vekil olan, yol gösteren, yaptıklarını bilen, gören, haberdar olan ve hesaba çeken (KK, İC, HK)

68) el- Kahhâr ; yenilmeyen, daima galip gelen (KK,TR, NS)

69) el- Kâhir ; galip gelen, zelil eden, güçlü, her şeyi kuşatan, yaratıklarını dilediği gibi yöneten (KK, İC)

70) el- Kâim ; varlıkları görüp gözeten, koruyan, yöneten (KK, İC)

71) el- Kâin ; kadîm, ezelî, ebedî, bâkî, ilk varlık, varlığı sürekli olan (Ahmed, II, 539)

72) el- Kâşif ; azap, sıkıntı, bela ve dertleri gideren (KK)

73) el- Kavî ; kuvvetli, kudretli, her şeye gücü yeten (KK,TR,İC, İH, BK)

74) el- Kayyûm ; zatı ile kaim olana, ezelî ve ebedî, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan, ihtiyaçlarını üstlenen (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

75) el- Kebîr ; zatı, isim ve sıfatları, şanı ve şerefi, kadri ve kıymeti, değer ve izzeti pek yüce, ulu ve büyük (KK,TR, HK, İH, BK)

76) el- Kefîl ; bütün canlıların rızıklarını üstlenen, bu konuda kullarına yeten, nimet veren, kullarını görüp gözeten (HK)

77) el- Kerîm ; değerli, şerefli, çok nimet veren, nimet ve ihsanı bol olan (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

78) el- Kuddûs ; her türlü çirkinlik (Nesefî, VI, 234), noksanlık ve ayıplardan uzak, tertemiz, bütün kemal sıfatları kendisinde toplayan, güzellik, iyilik ve faziletlerle övülen (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

79) el- Latîf ; yaratıklara karşı yumuşak davranan, çok merhametli, çok lütufkâr, ihsan sahibi, insanlara hak ettiklerinden fazlasını veren her şeyin detayını, sırlarını en iyi bilen, işleri çok hassas düzenleyen, gözle görülmeyen (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

80) el- Mâcid ; şan ve şeref sahibi, hayır ve ihsanı, kerem ve lütfu bol olan (TR, İH, BK)

81) el- Mâlik ; bütün varlıkların sahibi (KK, HK)

82) el- Mâni' ; istediği şey engel olan, koruyan, kurtaran, yardım eden (TR, İC, İH, BK)

83) el- Mecîd ; çok şerefli, çok itibarlı (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

84) el-Adl ; âdil, insaflı, her şeyi yerli yerinde yapan, her şeyi hak ve doğru olan (TR, BK, İH)

85) el-Afüvv ; çok affedici, çok bağışlayan (KK, TR, İC, NS, İH, BK)

86) el-Âhir ; varlığının sonu olmayan, ölümsüz, ebedî ve bâkî olan (KK, TR, İC, NS, HK)

87) el-A'lâ ; en yüce, en şerefli. (KK, NS,)

88) el-Alî ; şanı, şerefi, izzeti ve kudreti yüce olan (KK, İC, TR, NS, HK, İH, BK)

89) el-Âlim ; bilen, anlayan, tanıyan (KK,TR, ,İC, İH, BK)

90) el-Alîm ; her şeyi çok iyi bilen (KK, İC, HK, İH, BH)

91) el-Allâm ; çok bilen, bilgisi çok olan, her şeyi bilen (HK)

92) el-Ehad ; eşi, benzeri ve ikincisi bulunmayan bir tek, yegâne (KK, İC, NS, HK, İH, BK)

93) el-Ekrem ; en çok ikram eden (KK)

94) el-Evvel ; öncesi olmayan, yaratılmamış, ezelî ve kadîm tek varlık (KK,TR, İC, NS, HK, İH, BK)

95) el-Ferd ; tek kadîm, ezelî, ebedî ve bâkî olan varlık.( Beyhakî, I, 161)

96) el-Ğaffâr ; çok affeden, çok bağışlayan, günah ne kadar çok olursa olsun yine bağışlayan (KK,TR, İH, BK)

97) el-Ğafûr ; çok affeden, çok bağışlayan (KK,TR, İH, BK)

98) el-Hasîb ; insanlara yeten, insanların yaptıklarını koruyup hesaba çeken (KK,TR, İH, BK)

99) el-Hâsib ; insanları sorgulayan, hesaba çeken (KK)

100) el-Hayî ; edep ve haya sahibi, çirkinliği bulunmayan, bağış, ihsan ve nimeti terk etmeyen (Ebû Dâvud, Hammam, 2; İbn Mâce, Dua, 13; Nesaî, Gusl, 7)

101) el-Kâdî ; hakla hükmeden (Beyhâkî, el-Esmâ ve's-Sıfât, s. 111)

102) el-Karîb ; aff, mağfireti, rahmeti, bilmesi, görmesi ve duyması itibariyle kullarına yakın olan (KK, HK, NS, İH, BK)

103) el-Melik ; bütün varlıkları yöneten, dilediğini yapan, dilediği gibi hükmeden (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

104) el-Melîk ; çok mülkü olan, her şeyin sahibi ve Malikî, onları terbiye edip yetiştiren, mülk ve güç veren (KK, HK)

105) el-Mennân ; kullarına bol ihsânda bulunan, sayısız nimetler veren (İbn Mace, Dua, 9. HK)

106) el-Metîn ; çok kuvvetli, çok dayanıklı, âcizliği, za'fiyeti ve gevşekliği olmayan (KK,TR, İC, İH, BK)

107) el-Mevlâ ; dost, yardımcı, görüp gözeten (KK, HK)

108) el-Muahhır ; geriye bırakan (TR, İH, BK)

109) el-Muğîs ; yağmur yağdıran (HK)

110) el-Muğnî ; insanlara mal mülk veren, onları zengin yapan, cömert, nimet sahibi, (TR, İH, BK )

111) el-Muhît ; ilim ve kudretiyle her şeyi kuşatan, her şeye muttali olan (KK)

112) el-Muhric ; bir şeyi açığa çıkaran, bir varlıktan başka bir varlık var eden, gizli şeyleri ortaya çıkaran (KK)

113) el-Muhsî ; insanların bütün yaptıklarını , olup biten her şeyi bilen ve koruyan (TR, İH, BK)

114) el-Muhsin ; yaptığı şeyleri iyi, güzel, sağlam ve kaliteli yapan, insanlara ikram ve in'am eden (Süyûtî, No: 1817. I, 215)

115) el-Muhyî ; varlıklara hayat veren, onları yaşatan, ölümlerinden sonra dirilten (TR,İC)

116) el-Mu'ızz ; izzet ve şeref, güç ve kuvvet, itibar ve şeref veren, aziz yapan (KK, İC)

117) el-Mu'îd ; canlı varlıkları ölümlerinden sonra dirilten, yeniden yaratan (TR, İC, HK, İH, BK)

118) el-Mu'îd ; ölümlerinden sonra da tekrar diriltecek ve hayatlarını iade edecek olan

119) el-Mukaddim ; öne alan (TR, İH, BK)

120) el-Mukît ; her şeye gücü yeten, , rızık veren, yapılanları bilen, koruyan, mükâfat veren (KK,TR)

121) el-Muksıt ; âdil, hakla hükmeden (TR, İC, İH, BK)

122) el-Muksıt ; âdil, hakla ve adaletle hükmeden, mazlumun hakkını zalimden adaletle olan demektir (TR, İH, BK)

123) el-Muktedir ; güçlü, kuvvetli, istediğini istediği gibi yapan (KK, TR, İH, BK)

124) el-Musavvir ; yaratıklara şekil ve özellik veren (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

125) el-Mu'tî ; nimet veren ihsanda bulunan (İC)

126) el-Mübdi' ; varlıkları ilk defa yaratan (TR, İC, HK, İH, BK) Beyhakî'in el-Esmâ ve's-Sıfât adlı eserinde (s. 61) bu isim el-Bâdi' olarak geçmektedir. Her iki kelime aynı anlamdadır.

127) el-Mübîn ; varlığı âşikâr olan, hakkı ızhar eden, gerçeği beyan eden (KK, İC, HK, İH, BK)

128) el-Mücîb ; duaları, istekleri, dilekleri kabul eden, ihtiyaçları karşılayan, sıkıntıları gideren (KK,TR, HK, İH, BK)

129) el-Müdebbir ; kâinatı yöneten, işleri yerli yerince düzene koyan (HK)

130) el-Müheymin ; insanların bütün yaptıklarını bilen, koruyan, görüp gözeten (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

131) el-Mühlik ; isyan eden, azan, günaha dalan ve zulmeden fert ve toplumları yok eden, helak eden (KK)

132) el-Mükevvin ; ebedî olarak vâr olan (Ahmed, II, 539; Buhârî, Tevhîd, 26)

133) el-Mümidd ; yardım eden (KK)

134) el-Mü'min ; yaratıklarına güven veren (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

135) el-Mümît ; varlıkların hayatlarına son veren, canlarını alan (TR, İC, HK, İH, BK)

136) el-Müneccî ; sıkıntı, bela ve azaptan kurtaran (KK)

137) el-Münezzil ; nimet veren, su, sekînet, melek, kitap ve peygamber indiren (KK)

138) el-Münîr ; ışık veren, aydınlatan, (KK, İC)

139) el-Müntekim ; suçluları cezalandıran (KK, TR, İH, BK)

140) el-Müsa'ır ; ürünleri azaltıp çoğaltan, kıtlaştırıp bollaştıran (Tirmizî, Büyu', 73. Ebû Dâvud, Büyu', 51)

141) el-Müsteân ; kendisinden yardım istenen, kindisine sığınılan (KK)

142) el-Müteâl ; aşkın, pek yüce, ulu, eksik ve noksanlıklardan berî olan (KK, TR, İC, İH, BK)

143) el-Mütekebbir ; ihtiyaç ve noksanlığı gerektiren her şeyden münezzeh, pek yüce ve ulu (KK, TR, İC, İH, BK)

144) el-Müteveffî ; yaratıkların canlarını alan (KK)

145) el-Müzill ; boyun eğdiren, zelil eden, alçaltan (TR, İC, İH, BK)

146) el-Vâcid ; zengin, hiç bir şeye muhtaç olmayan, her şeyin sahibi, her şeye gücü yeten (TR, İC, HK, İH, BK)

147) el-Vâhid ; zatında, isim ve sıfatlarında eşi ve benzeri bulunmayan, tek olan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

148) el-Vâkî` ; yaratıklarını tehlikelerden koruyan (İC)

149) el-Vâlî ; koruyup gözeten, yardım eden, işleri deruhte eden (KK, TR, İH, BK)

150) el-Vâris ; bütün varlıkların sahibi, bâkî, ebedî ve dâim olan her şey kendisine dönen (KK, TR, İC, İH, BK)

151) el-Vâsi' ; güçlü, kuvvetli, ilim ve merhameti her şeyi kuşatan, bütün yaratıklara rızık veren, nimet ve ihsanı bol olan (KK, TR, HK, İH, BK)

152) el-Vedûd ; müminleri çok seven, kulları tarafından çok sevilen (KK, TR, HK, İH, BK)

153) el-Vehhâb ; karşılıksız çok nimet veren, ikram ve ihsanda devamlı olan lütfu,, ihsanı ve rahmeti bütün kulları kuşatan (KK, TR, HK, İH, BK)

154) el-Vekîl ; güvenilen, koruyucu, yardım eden, görüp gözeten, her şeyin Malikî ve yöneticisi (KK, TR, İC, HK)

155) el-Velî ; dost, seven, görüp gözeten, yardım eden (KK, TR, İC, İH, BK)

156) el-Vitr ; ilah, yaratıcı ve ma'bud olmada eşi ve benzeri bulunmayan, tek (İC, HK)

157) en-Nâfi' ; faydalı şeyleri yaratan, bütün yaratıklara faydası olan (TR, İC, İH, BK)

158) en-Nâsır ; yardım eden (KK, HK)

159) en-Nasîr ; çok yardım eden, sürekli yardım eden (KK)

160) en-Nazîf ; sözleri, işleri ve hükümleri temiz, iyi ve güzel olan (Tirmizî, Edeb, 41)

161) en-Nûr ; aydınlatıcı, ışık verici (TR, İC, HK, NS, İH, BK)

162) Erhamü'r-râhımîn ; merhamet edenlerin en merhametlisi (KK, NS)

163) er-Rabb ; varlıkları yaratıp yetiştiren, terbiye eden, eğiten, yetiştiren, her şeye nizamını, güzelliğini ve yeteneklerini veren, her şeyin Malikî ve sahibi (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

164) er-Râfi' ; peygamber ve müminlerin itibar, şan ve şereflerini artıran, göğü yükselten (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

165) er-Rahîm ; çok merhametli (KK,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

166) er-Rahmân ; çok merhametli, pek müşfik (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

167) er-Rakîb ; insanların hallerini, sözleri, yaptıklarını ve davranışlarını bilen, haber alan, murakabe edip koruyan (KK,TR, HK, İH, BK)

168) er-Râşid ; doğru yolu gösteren, her işi isabetli olan (İC)

169) er-Raûf ; çok merhametli, çok şefkatli, çok acıyan (KK,TR, İC, HK, İH, BK)

170) er-Refîk ; yumuşak davranışlı, merhametli (Müslim, Selam, 15, Buharî, Edeb, 35, Ebû Dâvûd, Edeb, 15)

171) er-Reşîd ; her işinde isabetli olan, doğru yolu en iyi gösteren (TR)

172) er-Rezzâk ; bol nimet, maddî ve manevî rızık veren (KK, TR, HK, NS, İH, BK)

173) Esdeku hadîsen ; en doğru sözlü (KK)

174) Esdeku Kîlen ; en doğru sözlü (KK)

175) Esra'u Ferahan ; kullarının tevbesine çok sevinen (KK)

176) Esra'u Mekren ; hile ve tuzak kuranları en sür'atli bir şekilde cezalandıran (KK)

177) Esra'u'l-hâsibîn ; hesap soranların, hesap görenlerin en sür'atlisi (KK)

178) es-Sabûr ; çok sabırlı (TR)

179) es-Sâdık ; söz, iş, va'd ve va'îdinde doğru olan her sözünü ve va'dini yerine getiren (KK, İC, HK, İH, BK)

180) es-Sâil ; insanları âhirette sorgulayan, hesaba çeken (Müslim, İmâre, 45. Buhârî, Enbiyâ, 50)

181) es-Samed ; her şeyin kendisine muhtaç olduğu, yöneldiği, her dilek ve isteğin mercîi; hiç eksiği, kusuru ve ihtiyacı olmayan ulu, şanlı, dosdoğru, âdil ve güvenilir (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

182) es-Sâmi' ; sözlerini açığını da gizlisini de işiten (İ)

183) es-Sâni' ; varlıkları, iyi, güzel, sağlam ve muhkem yapan, fâil, halik, musavvir (Müslim, Zikr, 9)

184) es-Selâm ; eksiklik, âcizlik, hastalık, ölüm ve benzeri şeylerden salim olan kullarına güven ve selamet veren (KR,TR, İC, HK, NS, İH, BK)

185) es-Semî' ; her sözü, bütün konuşulanları en iyi işiten, duyan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

186) es-Setîr ; kularının ayıp ve kusurlarını örten (Nesâî, Gusl, 7. Ebû Dâvûd, Hammam, 2. Ahmed, IV, 224)

187) es-Seyyid ; en şerefli, en yüce, kâinatın sahibi, Malikî ve yöneticisi (Ahmed, IV, 24. Beyhakî, el-Esmâ ve's-Sıfât, I, 54)

188) es-Sübbûh ; her türlü kötülük, eksiklik, acizlik, ve noksanlıklardan uzak olan (Müslim, Salat, 223; Ebu Davut, Salat, 17; Nesai, Tatbik, 11, Ahmed, V. 35, 99,115,148)

189) Eşeddü be'sen ; çok şiddetli cezalandıran (KK)

190) Eşeddü Kuvveten ; çok kuvvetli, çok güçlü (KK)

191) Eşeddü Tenkîlen ; çok şiddetli cezalandıran (KK)

192) eş-Şâfi' ; maddî ve ma'nevî hastalıklara şifa veren, sıkıntıları gideren (Buharî, Merda, 20. Tıb, 40; Müslim, Selam, 46, 47, 48; Ebû Dâvud, Tıb, 17)

193) eş-Şâhid ; bilen, muttali olan, tanık (KK)

194) eş-Şâkir ; verdiği nimetlere şükredi ve çalışan kimseyi ödüllendiren (KK, HK)

195) eş-Şedîd ; çok kuvvetli, cezalandırması çok şiddetli (İC)

196) eş-Şefî' ; müminler yâr ve yardımcısı, azap ve sıkıntılardan koruyucusu (KK)

197) eş-Şehîd ; her şeye muttali olan, gören, bilen, haberdâr olan, her yerde hazır nazır olan, hiçbir şey kendisinden gizlenemeyen, bütün sırlara vakıf olan, her şeyi murakabe eden (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

198) eş-Şekûr ; ibadet eden kullarının mükâfatlarını bolca veren, az çok her itaati ödüllendiren (KK, TR, HK, İH, BK)

199) et-Tâmm ; zat, isim, sıfat ve fiilleri, eksisiksiz, kusursuz ve mükemmel olan, acziyet ve za'fiyeti olmayan (İC)

200) et-Tayyib ; söz, iş ve hükümleri iyi, güzel ve faydalı olan eksiklik ve noksanlardan münezzeh olan (Tirmizî, Edeb, 41; Müslim, Zekat, 65)

201) et-Tevvâb ; tevbeleri çok kabul eden, sürekli tevbeleri kabul eden (KK, TR, İC, HK, İH, BK)

202) ez-Zâhir ; varlığı her şeyden âşikâr olan, her şeye galip gelen her şeyden yüce olan (KK, TR, İC, HK, NS, İH, BK)

203) ez-Zâri' ; yetiştiren, büyüten, inşa eden (Beyhâkî, el-Esmâ ve's-Sıfât, s. 57)

204) Fa'âlün limâ yürîd ; dilediğini yapan (KK)

205) Fâil(ûn) ; Yapan, yaratan, vâr eden (KK)

206) Fâliku'l-habbi ve'n-nevâ ; çekirdek ve taneleri çatlatan, yarıp açan (KK, NS)

207) Fâliku'l-ısbâh ; karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran (KK)

208) Fâtıru's-semâvâti ve'l erdı ; yeri ve gökleri yaratan(KK, NS);

209) Gâlib'ün `alâ emrihî ; emirinde işinde ve hükmünde galip olan, üstün gelen (KK)

210) Ğâfiru'z-Zenbi ; günahları bağışlayan (KK)

211) Hasbü ; yardım etmede, rızık vermede ve korumada yeten,

212) Hayr ; hayırlı, faydalı olan, iyilik eden (KK)

213) Hayru'l-fâsılîn ; hükmedenlerenin, haklı ile haksızı ayırt edenlerin en hayırlısı (KK)

214) Hayru'l-fâtihîn ; hükmedenlerin, nimet verenlerin, hayır kapılarını açanların en hayırlısı (KK)

215) Hayru'l-ğâfirîn ; bağışlayanların en hayırlısı (KK)

216) Hayru'l-hâkimîn ; hüküm ve karar verenlerin en hayırlısı (KK)

217) Hayru'l-mâkirîn ; hile ile kötülük yapanları bilemeyecekleri, anlayamayacakları, cihetlerden daha şiddetli cezalandıran (KK)

218) Hayru'l-münzilîn ; nimet verenlerin, ikram edenlerin en hayırlısı (KK)

219) Hayru'l-vârisîn ; varislerin en hayırlısı (KK)

220) Hayrun hâfizan ; en iyi koruyup gözeten (KK)

221) Hayru'n-nâsırîn ; yardım edenlerin en hayırlısı (KK)

222) Hayru'r-râhımîn ; merhamet edenlerin en hayırlısı (KK)

223) Hayru'r-râzikîn ; rızık, nimet verenlerin en hayırlısı (KK)

224) Hayrü'r-râzikîn ; rızık verenlerin en hayırlısı (KK)

225) Hüvallahüllezî lâilâhe illâ hû ; kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah (KK, TR, İH, BK)

226) İlâhü'n-nâs ; insanların ilahı (KK)

227) Kâbilü't-tevb ; tevbeleri kabul eden (KK)

228) Kâdî'l-umûr ; işlere karar veren (Tirmizî)

229) Kâşifü'l-azâb ; azabı, sıkıntıyı, derdi kaldıran (KK)

230) Kâtib(ûn) ; insanların yaptıklarını yazan (KK)

231) Mâhid(ûn) ; yer yüzünü yaratıkları için elverişli, yarayışlı ve faydalı olarak yaratan (KK)

232) Mâlikü yevmi'd-din ; din gününün, âhiretin sahibi (KK)

233) Mâlikü'l-mülk ; mülkün sahibi (KK, TR, İH, BK)

234) Meliki'n-nâs ; insanların meliki (KK)

235) Mu'azzib(în) ; suç işleyenleri, zalimleri, günahkârları cezalandıran (KK)

236) Mûhinü keydi'l-kâfirîn ; kâfirlerin tuzağını zayıflatan, boşa çıkaran (KK)

237) Mûhinü keydi'l-kâfirîn, ; ise kâfirlerin tuzağını zayıflatan, gevşeten, boşa çıkaran,

238) Muhîtü'n bi'l-kâfirîn; kâfirleri kuşatan

239) Muhyî'l-mevtâ ; ölüleri dirilten (KK)

240) Muhzî'l-kâfirîn ; kâfirleri rezil rüsvay eden (KK)

241) Mukallibü'l-kulûb ; kalpleri halden hale çeviren (NS)

242) Musarrifu'l-kulub ; kalpleri halden hale çeviren (NS)

243) Mûsi'(ûn) ; gökleri genişleten (KK)

244) Mutahhir ; müminleri manevî kirlerden, günahlardan temizleyen, kötülüklerden kurtaran (KK)

245) Mübrim (ûn) ; hile ile kötülük yapmaya karar verenleri bilir, onların bu kötülüklerini boşa çıkarır, onları kesin olarak cezalandırır (KK)

246) Mübtel(în) ; deneyen, imtihan eden, gizli olanları açığa çıkaran (KK)

247) Münşi(ûn) ; îcat eden, inşa eden, yapan, ilk defa yaratan (KK)

248) Münzil (în) ; melek. Kitap, bu, sekînet indiren, nimet veren (KK)

249) Münzilü't-Tevrâti ve'l-İncîli ve'l-Fürkân ; Tevrat, İncil ve Kur'ân'ı indiren (NS)

250) Münzir(în) ; kullarına fayda ve zarar veren şeyleri bildiren; inkâr ve isyan edenlerin âkibetinin kötü olduğunu haber vererek onları bu davranışlardan sakındıran ve azabı ile korkutan (KK)

251) Mürsil(în) ; vahiy, peygamber, bol yağmur, aşılayıcı rüzgar, koruyucu melek âsiler için yıldırımlar ve âfetler gönderen (KK)

252) Müstemi'(ûn) ; sesleri işiten,duyan (KK)

253) Mütimmü nûrihî ; nurunu, dinini tamamlayan (K)

254) Nûru's-semâvâti ve'l-ard ; gökleri ve yeri aydınlatan (KK )

255) Rabbü Külli Şey'in ; her şeyin Rabbi (KK)

256) Rabbü'l-âlemîn ; âlemlerin rabbi (KK)

257) Rabbü'l-Ard ; yerin Rabbi (KK)

258) Rabb'ü'l-Arş ; Arş'ın Rabbi (KK)

259) Rabbü'l-Felak ; sabahın Rabbi (KK)

260) Rabbü'l-Izzeti ; kudret ve şeref sahibi (KK)

261) Rabbü'n-Nâs ; insanların Rabbi (KK)

262) Rabbü's-Semâvâti ; göklerin Rabbi (KK)

263) Rabbü'ş-Şi'râ ; Şi'ra yıldızının sahibi (KK)

264) Refî'u'd-derecât ; manevî dereceleri ve gökleri tabaka tabaka yükselten (KK)

265) Semî'u'd-Dü'â ; duaları duyar kabul eden (KK)

266) Serî'u'l-`Ikâb, ; çok hızlı cezalandıran (KK)

267) Serîu'l-hısâb ; çok süratli sorgulama yapan, hesap soran (KK)

268) Şedîdü'l-`azâb ; azabı çok şiddetli (KK)

269) Şedîdü'l-`ıkâb ; cezalandırması çok şiddetli (KK)

270) Şedîdü'l-mihâl ; cezası. Azabı, kuvveti çok şiddetli olan (KK)

271) Şey ; var olan, mevcut (KK)

272) Vâsi'u'l-mağfire ; bağışlaması, mağfireti bol olan (KK)

273) Zâri'ûn ; ekinleri, bitkileri yetiştiren, büyüten (KK)

274) Zî't-tavl ; lütuf, bağış, ikram , ihsan, af ve bağış sahibi, (KK, HK)

275) Zû fadl ; ikram sahibi (KK),

276) Zû-intikam ; intikam sahibi, âsileri, zalimleri cçezalandıran (KK)

277) Zû'l-izzeti ; izzet, güç, kuvvet ve şeref sahibi (NS)

278) Zû'l-mecd ve'l-ikrâm, ; şeref ve ikram sahibi,

279) Zü'l-`ıkâb ; suçluları, günahkârları, zalimleri cezalandıran (KK)

280) Zü'l-Arş ; Arşın sahibi (KK)

281) Zü'l-celâli ve'l-ikrâm ; azamet ve kibriya, ikram ve ihsan sahibi (KK, TR, HK, NS, İH, BK

282) Zü'l-fadli'l-azîm : çok ikram sahibi (KK, HK),

283) Zü'l-kuvveti ; güç ve kuvvet sahibi (KK, İC)

284) Zü'l-mağfireti ; af ve bağış sahibi (KK)

285) Zü'l-me'âric ; bütün derecelerin sahibi (KK, HK)

Bu kelimelerin detaylı anlam ve açıklamaları için ilgili maddelere bakınız. (İ.K.)


286) Zü'r-rahmeti ; merhamet sahibi (KK)



[TOP]

9.9 CEVŞENİ KEBİR

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ >
CEVŞENİ KEBİR

[TOP]

9.9.1 Sesli Dinle

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > CEVŞENİ KEBİR >
Sesli Dinle
https://www.youtube.com/watch?v=gYZdSfpZvJY&list=PLO_UFDiYl0xVzNqWKHlRju5Dx5KJa7iYs&index=5

[TOP]

9.9.2 Çevşeni Kebir Arapça Okunuş

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > CEVŞENİ KEBİR >
Çevşeni Kebir Arapça Okunuş
Bismillahirrahmanirrahim

"1
Allâhümme innî es'elüke biesmâike
1 Yâ Allah
2 Yâ Rahman
3 YâRahîm
4 Yâ'Alîm
5 Yâ Halîm
6 Yâ Azîm
7 Yâ Hakîm
8 Yâ Kadîm
9 Yâ Mukîm
10 Yâ Kerîm

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"2
1 Yâ Seyyide's-sâdât
2 Yâ Mucîbe'd-de'avât
3 Yâ Veliyye'l-hasenât
4 Yâ Refıa'd-deracât
5 Yâ Azîme'l-berakât
6 Yâ Ğafıra'l-hatîât
7 Yâ Dâfî'a'l-beliyyât
8 Yâ Sâmi'a'l-esvât
9 Yâ Mu'tıye'l-mesûlât
10 Yâ 'Alime's-sirri ve'l-hafiyyât

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nar."
"3
1 Ya Hayra'l-ğâfirîn
2 Ya Hayra'n-nâsırîn
3 Ya Hayra'l-hâkimîn
4 Ya Hayra'l-fatihîn
5 Yâ Hayra'z-zâkirîn
6 Yâ Hayra'l-vârişîn
7 Yâ Hayra'l-hâmidîn
8 Yâ Hayra'r-râzikîn
9 Yâ Hayra'l-fâsilîn
10 Yâ Hayra'l-muhsinîn

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"4
1 Yâ Men lehü'l-'izzü ve'l-cemâl
2 Yâ Men lehü'l-mülkü ve'l-celâl
3 Yâ Men lehü'l-kudretü ve'l-kemâl
4 Yâ Men hüve'l-kebîru'l-müte'âl
5 Yâ Men hüve şedîdü'l-mihâl
6 Yâ Men hüve şedîdü'l-'ikâb
7 Yâ Men hüve serî'u'l-hisâb
8 Yâ Men hüve 'indehû hüsnü's-şevâb
9 Yâ Men hüve 'indehû ümmü'l-kitâb
10 Yâ Men hüve yünşiü's-sehâbe's-sikâl

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"5
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Hannân
2 Yâ Mennân
3 Yâ Deyyân
4 Yâ Gufran
5 Yâ Burhan
6 Yâ Sultân
7 Yâ Sübhân
8 Yâ Müste'ân
9 Yâ Ze'l-menni ve'l-beyân
10 Yâ Ze'l-emân

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"6
1 Yâ Men tevâda'a küllü şey'in li'azametih
2 Yâ Meni'stesleme küllü şey'in likudratih
3 Yâ Men zelle küllü şey'in li'izzetih
4 Yâ Men hada'a küllü şey'in liheybetih
5 Yâ Meni'nkâde küllü şey'in limülketih
6 Yâ Men dâne küllü şey'in min mehâfetih
7 Yâ Meni'nşakkati'l-cibâlü min haşyetin
8 Yâ Men kâmeti's-semâvâtü bi emrih
9 Yâ Meni'stekarrati'l-ardu bi iznih
10 Yâ Men lâ yâ'tedî 'alâ ehli memleketih

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"7
1 Yâ Ğâfıra'l-hatâyâ
2 Yâ Kâşife'l-belâyâ
3 Yâ Müntehe'r-racâyâ
4 Yâ Müczile'l-'atâyâ
5 Yâ Vâsi'a'l-hedâyâ
6 Yâ Râzika'l-berâyâ
7 Yâ Kâdiya'l-münâyâ
8 Yâ Sâmi'a'ş-şekâyâ
9 Yâ Bâ'ise's-serâyâ
10 Yâ Mutlika'l-üsârâ

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"8
1 Yâ Ze'l-hamdi ve's-senâ
2 Yâ Ze'l-mecdi ve's-senâ
3 Yâ Ze'l-fahri ve'l-behâ
4 Yâ Ze'l-'ahdi ve'l-vefâ
5 Yâ Ze'l-'afvi ve'r-ridâ
6 Yâ Ze'l-menni ve'l-'atâ
7 Yâ Ze'l-fasli ve'l-kadâ
8 Yâ Ze'l-'izzeti ve'l-bekâ
9 Yâ Ze'l-cûdi ve'n-na'mâ
10 Yâ Ze'l-fadli ve'l-'âlâ

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"9
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Mâni'
2 Yâ Dâfi'
3 Yâ Nâfi'
4 Yâ Sami'
5 Yâ Râfi'
6 Yâ Sâni'
7 Yâ Şâfi'
8 Yâ Cami'
9 Yâ Vâsi'
10 Yâ Mûsi'

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"10
1 Yâ Sâni'a külli masnû'
2 Yâ Halika külli mahlûk
3 Yâ Râzika külli merzûk
4 Yâ Mâlike külli memlûk
5 Yâ Kâşife külli mekrûb
6 Yâ Fârice külli mağmum
7 Yâ Râhime külli merhum
8 Yâ Nasıra külli mahzûl
9 Yâ Sâtira külli mâ'yûb
10 Yâ Melcee külli mazlum

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"11
1 Yâ 'Uddetî 'inde şiddeti
2 Yâ Recâî 'inde müsîbeti
3 Yâ Mûnisî 'inde vahşeti
4 Yâ Sâhibî 'inde gurbeti
5 Yâ Veliyyî 'inde ni'metî
6 Yâ Kâşifi 'inde kürbetî
7 Yâ Ğıyâşî 'inde'f-tikârî
8 Yâ Melceî 'inde'd-dırârî
9 Yâ Mu'înî 'inde feze'î
10 Yâ Delîlî 'inde hayrati

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"12
1 Yâ 'Allâme'l-ğuyûb
2 Yâ Ğaffara'z-zünûb
3 Yâ Settâra'l-'uyûb
4 Yâ Keşşâfe'l-kürûb
5 Yâ Mukallibe'l-kulûb
6 Yâ Müzeyyine'l-kulûb
7 Yâ Münevvira'l-kulûb
8 Yâ Tabîbe'l-kulûb
9 Yâ Habîbe'l-kulûb
10 Yâ Enîse'l-kulûb

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"13
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Celîl
2 Yâ Cemîl
3 Yâ Vekîl
4 Yâ Kefil
5 Yâ Delîl
6 Yâ Mükîl
7 Yâ Habîr
8 Yâ Latîf
9 Yâ 'Azîz
10 Yâ Melîk

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"14
1 Yâ Delîle'l-mütehayyirîn
2 Yâ Gıyâşe'l-müsteğîşîn
3 Yâ Sarîha'l-müstesrihîn
4 Yâ Câra'l-müstecîrîn
5 Yâ Melcee'l-'âsîn
6 Yâ Ğâfıra'l-müznibîn
7 Yâ Emâne'l-hâifîn
8 Yâ Râhime'l-mesâkîn
9 Yâ Enîse'l-müstevhişîn
10 Yâ Mücîbe da'veti'l-müdtarrîn

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"15
1 Yâ Ze'l-cûdi ve'l-ihsân
2 Yâ Ze'l-fadli ve'l-imtinân
3 Yâ Ze'l-emni ve'l-emân
4 Yâ Ze'l-kudsi ve's-sübhân
5 Yâ Ze'l-hikmeti ve'l-beyân
6 Yâ Ze'r-rahmeti ve'r-rıdvân
7 Yâ Ze'l-hucceti ve'l-bürhân
8 Yâ Ze'l-'azameti ve's-sultân
9 Yâ Ze'l-'afvi ve'l-ğvıfrân
10 Yâ Ze'r-ra'feti ve'l-müste'ân

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"16
1 Yâ Men hüve Rabbü külli şey'
2 Yâ Men hüve ilâhü külli şey'
3 Yâ Men hüve Hâliku külli şey'
4 Yâ Men hüve fevka külli şey'
5 Yâ Men hüve kable külli şey'
6 Yâ Men hüve ba'de külli şey'
7 Yâ Men hüve 'Alimü külli şey'
8 Yâ Men hüve Kâdiru külli şey'
9 Yâ Men hüve Sâni'u külli şey'
10 Yâ Men hüve yebkâ veyefnâ küllü şey'

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"17
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Mü'min
2 Yâ Müheymin
3 Yâ Mükevvin
4 Yâ Mülakkin
5 Yâ Mübeyyin
6 Yâ Mühevvin
7 Yâ Müzeyyin
8 Yâ Mu'azzim
9 Yâ Mu'avvin
10 Yâ Mülevvin

Sübhâneke lâ ilahe illâ ente'l-emâ ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"18
1 Yâ men hüve fî mülkihî mükîm
2 Yâ men hüve fî celâlihî 'azîm
3 Yâ men hüve fî sültânihî kadîm
4 Yâ men hüve 'alâ 'abdihî rahîm
5 Yâ men hüve bikülli şey'in 'alîm
6 Yâ men hüve limen cefâhu halîm
7 Yâ men hüve limen teraccâhü kerîm
8 Yâ men hüve fî mekâdîrihî hakim
9 Yâ men hüve fi hükmihî latîf
10 Yâ men hüve fı lütfihî kadîr

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"19
1 Yâ men la yürcâ illâ fadlüh
2 Yâ men lâ yühâfü illâ 'adlüh
3 Yâ men lâ yüntezaru illa birruh
4 Yâ men lâ yüs'elü illâ 'afvüh
5 Yâ men lâ yedûmü illâ mülküh
6 Yâ men lâ sültâne illâ sültânüh
7 Yâ men lâ bürhâne illâ bürhânüh
8 Yâ men vesiat külle şey'in rahmetüh
9 Yâ men sebekat rahmetühû 'alâ ğadabih
10 Yâ men ehâta bi külli şey'in 'ilmüh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"20
1 Yâ Fârice'l-hemm
2 Yâ Kâşife'l-ğamm
3 Yâ Gâfire'z-zenb
4 Yâ Kâbile't-tevb
5 Yâ Hâlika'l-halk
6 Yâ Sâdika'l-va'd
7 Yâ Râzika't-tıfl
8 Yâ Mûfiye'l-'ahd
9 Yâ 'Alime's-sirr
10 Yâ Fâlika'l-habb

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"21
Ve es'elüke biesmâike

1 Yâ 'Aliyy
2 Yâ Vefiyy
3 Yâ Veliyy
4 Yâ Ganiyy
5 Yâ Meliyy
6 Yâ Zekiyy
7 Yâ Radiyy
8 Yâ Bediyy
9 Yâ HafIyy
10 Yâ Kaviyy

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"22
1 Yâ Men azhera'l-cemîl
2 Yâ Men setera 'ale'l-kabîh
3 Yâ Men lâ yüâhizü bi'l-cerîmeh
4 Yâ Men lâ yehtikü's-sitr
5 Yâ 'Azîme'l-'afv
6 Yâ Hasene't-tecâvüz
7 Yâ Vâsi'a'l-mağfireh
8 Yâ Bâsita'l-yedeyni bi'r-rahmeh
9 Yâ Sahibe külli necvâ
10 Yâ Müntehâ külli şekva

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"23
1 Yâ Ze'n-ni'meti's-sâbiğah
2 Yâ Ze'r-rahmeti'l-vâsi'ah
3 Yâ Ze'l-hikmeti'l-bâliğah
4 Yâ Ze'l-kudreti'l-kâmileh
5 Yâ Ze'l-hucceti'l-kâtı'ah
6 Yâ Ze'l-kerâmeti'z-zâhirah
7 YâZe's-sıfati'l-'âliyeh
8 YâZe'l-'izzeti'd-dâimeh
9 Yâ Ze'l-kuvveti'l-metîneh
10 Yâ Ze'l-minneti's-sâbikah

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ entei-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"24
1 Yâ Ahkeme'l-hâkimîn
2 Yâ 'Adele'l-'âdilîn
3 Yâ Asdeka's-sâdikîn
4 Yâ Azhera'z-zâhirîn
5 Yâ Athera't-tâhirîn
6 Yâ Ahsene'l-hâlikîn
7 Yâ Esra'a'l-hâsibîn
8 Yâ Esme'a's-sâmi'în
9 Yâ Ekrame'l-ekramîn
10 Yâ Erhame'r-râhimîn
11 Yâ Eşfe'a'ş-şâfi'în

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"25
1 Yâ Bedi'a's-semâvât
2 Yâ Câ'ile'z-zulümât
3 Yâ 'A'lime'l-hafıyyât
4 Yâ Râhîme'l-'aberât
5 Yâ Sâtira'l-'averât
6 Yâ Kâşife'l-beliyyât
7 Yâ Muhyiye'l-emvât
8 Yâ Dâ'ife'l-hasenât
9 Yâ Münzile'l-berakât
10 Yâ Şedîde'n-nekamât

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"26
Ve es'elüke biesmâike

1 Yâ Müsavvir
2 YâMükaddir
3 Yâ Mütahhir
4 Yâ Münevvir
5 Yâ Mükaddim
6 Yâ Müahhir
7 Yâ Müyessir
8 Yâ Münzir
9 Yâ Mübeşşir
10 Yâ Müdebbir

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"27
1 Yâ Rabbe'l-beyti'l-harâm
2 Yâ Rabbe'ş-şehri'l-harâm
3 Yâ Rabbe'l-mescidi'l-harâm
4 Yâ Rabbe'l-beledi'l-harâm
5 Yâ Rabbe'r-rukni ve'l-mekâm
6 Yâ Rabbe'l-meş'ari'l-harâm
7 Yâ Rabbe'l-hılli ve'l-haram
8 Yâ Rabbe'n-nûri.ve'z-zalâm
9 Yâ Rabbe't-tahiyyeti ve's-selâm
10 Yâ Rabbe'l-celâli ve'l-ikrâm

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"28
1 Yâ 'İmâde men lâ 'imâde leh
2 Yâ Senede men lâ senede leh
3 Yâ Zühra men lâ zühra leh
4 Yâ Giyâşe men lâ ğiyâşe leh
5 Yâ Hırze men lâ hırze leh
6 Yâ Fahra men lâ fahra leh
7 Yâ 'İzze men lâ 'izze leh
8 Yâ Mu'îne men lâ mu'îne leh
9 Yâ Enîse men lâ enîse leh
10 Yâ Gunyete men lâ gunyete leh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"29
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Kâim
2 Yâ Dâim
3 Yâ Rahim
4 Yâ Hâkim
5 Yâ 'Âlim
6 Yâ 'Âsim
7 Yâ Kâsim
8 Yâ Salim
9 Yâ Kâbid
10 Yâ Basit

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"30
1 Yâ 'Âsıme-meni'sta'sameh
2 Yâ Râhime meni'sterhameh
3 Yâ Nasıra meni'stensarah
4 Yâ Hafıza meni'stahfezah
5 Yâ Mükrime meni'stekrameh
6 Yâ Mürşide meni'sterşedeh
7 Yâ Mu'îne meni'ste'âneh
8 Yâ Muğîşe meni'steğâşeh
9 Yâ Sarîha meni'stesrahah
10 Yâ Ğâfıra meni'stağferah

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'rı-nâr."
"31
1 Yâ Kerîme's-saftı
2 Yâ 'Azîme'l-menn
3 Yâ Keşîra'l-hayr
4 Yâ Kadîme'l-fadl
5 Yâ Latîfe's-sun'
6 Yâ Dâime'l-lütf
7 Yâ Nâfise'l-kerb
8 Yâ Kâşife'd-durr
9 Yâ Mâlike'l-mülk
10 Yâ Kâdiyen bi'l-hakk

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"32
1 Yâ 'Azîzen lâ yüdâm
2 Yâ Latîfen lâ yürâm
3 Yâ Rakîben lâ yenâm
4 Yâ Kaimen lâ yefût
5 Yâ Hayyen lâ yemût
6 Yâ Meliken lâyezûl
7 Yâ Bakiyen lâ yefnâ
8 Yâ 'Alimen lâ yechel
9 Yâ Sameden lâ yüt'âm
10 Yâ Kaviyyen lâ yüd'af

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"33
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Vâhid
2 Yâ Vâcid
3 Yâ Şâhid
4 Yâ Mâcid
5 Yâ Râşid
6 Yâ Bâiş
7 Yâ Vâris
8 Yâ Dârr
9 Yâ Nâfi'
10 Yâ Hâdî

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"34
1 Yâ A'zamü min külli 'azîm
2 Yâ Ekramü min külli kerîm
3 Yâ Erhamü min külli rahîm
4 Yâ Ahkemü min külli hakîm
5 Yâ Aİemü min külli 'alîm
6 Yâ Akdemü min külli kadîm
7 Yâ Ekberu min külli kebîr
8 Yâ Ecellü min külli celîl
9 Yâ E'azzü min külli 'azîz
10 Yâ Eltafü min külli latîf

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"35
1 Yâ Men hüve fî 'ahdihî vefiyy
2 Yâ Men hüve fî vefaihî kaviyy
3 Yâ Men hüve fî kuvvetihi 'aliyy
4 Yâ Men hüve fî 'ulüvvihî karîb
5 Yâ Men hüve fî kurbihî latîf
6 Yâ Men hüve fî lütfıhî şerîf
7 Yâ Men hüve fî şerefîhî 'azîz
8 Yâ Men hüve fî 'izzetihî 'azîm
9 Yâ Men hüve fî 'azametihî mecîd
10 Yâ Men hüve fî mecdihî hamîd

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"36
1 Yâ Men hüve küllü şey'in hâdiun leh
2 Yâ Men hüve küllü şey'in kâinün leh
3 Yâ Men hüve küllü şey'in mevcudun leh
4 Yâ Men hüve küllü şey'in münîbün leh
5 Yâ Men hüve küllü şey'in hâifün minh
6 Yâ Men hüve küllü şey'in müsebbihun leh
7 Yâ Men hüve küllü şey'in kâimün bih
8 Yâ Men hüve küllü şey'in hâşiün leh
9 Yâ Men hüve küllü şey'in sâirun ileyh
10 Yâ men hüve küllü şey'in hâlikün illâ vecheh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"37
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Kâfi
2 Yâ Şâfî
3 Yâ Vâfî
4 Yâ Mu'âfî
5 Yâ 'Âlî
6 Yâ Dâ'î
7 Yâ Râdî
8 Yâ Kâdî
9 Yâ Bakî
10 Yâ Hâdî

Sübhâneke yâ îâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'I-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"38
1 Yâ Men lâ meferra illâ ileyh
2 Yâ Men lâ mefze'a illâ ileyh
3 Yâ Men lâ melcee illâ ileyh
4 Yâ Men lâ yütevekkelü illâ 'aleyh
5 Yâ Men lâ maksade illâ ileyh
6 Yâ Men lâ mencee illâ ileyh
7 Yâ Men lâ yürğabü illâ ileyh
8 Yâ Men lâ yü'bedü illâ iyyâh
9 Yâ Men lâ yüste'ânü illâ minh
10 Yâ Men lâ havle velâ kuvvete illâ bih

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"39
1 Yâ Hayra'l-merhûbîn
2 Yâ Hayra'l-matlûbîn
3 Yâ Hayra'l-merğûbîn
4 Yâ Hayra'l-mes'ûlîn
5 Yâ Hayra'l-maksûdîn
6 Yâ Hayra'l-mezkûrîn
7 Yâ Hayra'l-meşkûrîn
8 Yâ Hayra'l-mahbûbîn
9 Yâ Hayra'l-münzilîn
10 Yâ Hayra'l-müste'nisîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"40
1 Yâ Men hüve halaka fesevvâ
2 Yâ Men hüve kaddera fehedâ
3 Yâ Men hüve yekşifü'l-belvâ
4 Yâ Men hüve yesme'u'n-necvâ
5 Yâ Men hüve yünkizü'l-garkâ
6 Yâ Men hüve yünci'l-helkâ
7 Yâ Men hüve yeşfi'l-merdâ
8 Yâ Men hüve emâte ve ahyâ
9 Yâ Men hüve edhake ve ebkâ
10 Yâ Men hüve edalle ve ehdâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"41
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Ğâfır
2 Yâ Sâtir
3 Yâ Kahir
4 Yâ Kadir
5 Yâ Nazır
6 Yâ Fâtır
7 Yâ Şâkir
8 Yâ Zâkir
9 Yâ Nâsır
10 Yâ Câbir

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne`l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"42
1 Yâ Men hüve fi'l-berri ve'l-bahri sebîlüh
2 Yâ Men hüve fi'l-âfaki âyâtüh
3 Yâ Men hüve fi'l-âyâti bürhânüh
4 Yâ Men hüve fı'l-memâti kudratüh
5 Yâ Men hüve fı'l-kubûri 'izzetüh
6 Yâ Men hüve fı'l-kıyâmeti milketüh
7 Yâ Men hüve fı'l-hisâbi heybetüh
8 Yâ Men hüve fı'l-mîzâni kadâüh
9 Yâ Men hüve fi'l-cenneti rahmetüh
10 Yâ Men hüve fı'n-nâri 'azâbüh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"43
1 Yâ Men hüve ileyhi yehrabü'l-hâifûn
2 Yâ Men hüve ileyhi yefze'u'l-müznibûn
3 Yâ Men hüve ileyhi yaksıdü'l-münîbûn
4 Yâ Men hüve ileyhi yelceü'l-'âsûn
5 Yâ Men hüve ileyhi yerğabü'z-zâhidûn
6 Yâ Men hüve fîhi yatme'u'l-hâtıûn
7 Yâ Men hüve yeste'nisü bihi'l-mürîdûn
8 Yâ Men hüve yeftehiru bihi'l-muhsinûn
9 Yâ men hüve 'aleyhi yetevekkelü'l-mütevekkilun
10 Yâ men hüve yeskünü bihi'l-mûkınûn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"44
1 Yâ Ekrabe min külli karîb
2 Yâ Ehabbe miri külli habîb
3 Yâ A'zame min külli 'azîm
4 Yâ E'azze min külli 'azîz
5 Yâ Ekvâ min külli kaviyy
6 Yâ Ağnâ min külli ğaniyy
7 Yâ Ecvede min külli cevâd
8 Yâ Er'efe min külli raûf
9 Yâ Erhame min külli rahîm
10 Yâ Ecelle min külli celîl

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"45
Ve es'elüke biesmâike
1 Karîb
2 Yâ Rakîb
3 Yâ Habîb
4 Yâ Mücîb
5 Yâ Hasîb
6 Yâ Tabîb
7 Yâ Basîr
8 Yâ Habîr
9 Yâ Münîr
10 Yâ Mübîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"46
1 Yâ Ğâliben gayra mağlûb
2 Yâ Sâni'an gayra masnu'
3 Yâ Hâlikan gayra mahlûk
4 Yâ Mâliken gayra memlûk
5 Yâ Kâhiran gayra makhûr
6 Yâ Râfı'an gayra merfu'
7 Yâ Hafızan gayra mahfuz
8 Yâ Nâsiran gayra mensur
9 Yâ Sahiden gayra gâib
10 Yâ Karîben gayra ba'îd

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"47
1 Yâ Nûra'n-nûr
2 Yâ Münevvira'n-nûr
3 Yâ Müsavvira'n-nûr
4 Yâ Hâlika'n-nûr
5 Yâ Mükaddira'n-nûr
6 Yâ Müdebbira'n-nûr
7 Yâ Nûran kable külli nûr
8 Yâ Nûran ba'de külli nûr
9 Yâ Nûran fevka külli nûr
10 Yâ Nûran leyse mişlehû nûr

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"48
1 Yâ Men 'atâuhû şerîf
2 Yâ Men fı'lühû latîf
3 Yâ Men lütfühû mükim
4 Yâ Men ihsânühû kadîm
5 Yâ Men kavlühü hakk
6 Yâ Men va'dühû sıdk
7 Yâ Men 'afVühû fadl
8 Yâ Men 'azabühû 'adl
9 Yâ Men zikrühû hulv
10 Yâ men ünsühû leziz

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"49
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Münevvil
2 Yâ Müfassü
3 YâMübeddil
4 Yâ Müsehhil
5 Yâ Müzellil
6 Yâ Münezzil
7 Yâ Muhavvil
8 Yâ Mücemmil
9 Yâ Mükemmil
10 Yâ Müfaddil

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"50
1 Yâ Men yerâ velâ yürâ
2 Yâ Men yahlüku velâ yühlâk
3 Yâ Men yehdî velâ yühda
4 Yâ Men yühyî velâ yühyâ
5 Yâ Men yüt'imü velâ yüt'am
6 Yâ Men yücîru velâ yücâr
7 Yâ Men yakdî velâ yükdâ 'aleyh
8 Yâ Men yahkümü velâ yuhkemü 'aleyh
9 Yâ Men lem yelid velem yûled
10 Ve lem yekûn lehû küfüven ehad

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"51
1 Yâ Ni'me'l-habîb
2 Yâ Ni'me't-tabîb
3 Yâ Ni'me'l-hasîb
4 Yâ Ni'me'l-karîb
5 Yâ Ni'me'r-rakîb
6 Yâ Ni'me'l-mucîb
7 Yâ Ni'me'l-enîs
8 Yâ Ni'me'l-vekîl
9 Yâ Ni'me'l-mevlâ
10 Yâ Ni'me'n-nasîr

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"52
1 Yâ Sürûra'l-'ârifîn
2 Yâ Enîse'l-mürîdîn
3 Yâ Muğîşe'l-müştâkîn
4 Yâ Habîbe't-tevvâbîn
5 Yâ Râzika'l-mükillîn
6 Yâ Recâe'l-müznibîn
7 Yâ Kâşife'l-mekrûbîn
8 Yâ Müneffisen 'ani'l-mağmûmîn
9 Yâ Müferricen 'ani'l-mahzûnîn
10 Yâ İlâhe'l-evvelîne ve'l-âhirîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"53
1 Yâ Rabbe'l-cenneti ve'n-nâr
2 Yâ Rabbe'n-nebiyyîne ve'l-ahyâr
3 Yâ Rabbe's-sıddîkîne ve'l-ebrâr
4 Yâ Rabbe's-siğâri ve'l-kibâr
5 Yâ Rabbe'l-hubûbi ve'l-eşmâr
6 Yâ Rabbe'l-enhâri ve'l-eşcâr
7 Yâ Rabbe's-sahârâ ve'l-kıfâr
8 Yâ Rabbe'l-'abîdi ve'l-ahrâr
9 Yâ Rabbe'l-i'lâni ve'l-isrâr
10 Yâ Rabbe'l-leyli ve'n-nehâr

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"54
1 Yâ Men lahika fî külli şey'in 'ilmüh
2 Yâ Men nefeze bi külli şey'in besaruh
3 Yâ Men beleğat ilâ külli şey'in kudratüh
4 Yâ Men lâ yuhsı'l-'ibâdü na'mâeh
5 Yâ Men lâ teblüğu'l-halâiku şükrah
6 Yâ Men lâ tüdrikü'l-efhâmü celâleh
7 Yâ Men lâ tenâlü'l-evhâmü künheh
8 Yâ Meni'l-'azâmetü ve'l-kibriyâü ridâüh
9 Yâ Meni'l-heybetü ve's-sültânü behâüh
10 Yâ Men te'azzeze bi'l-'izzi bekâüh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"55
1 Yâ Men lehü'l-meşelü'l-a'lâ
2 Yâ Men lehü'l-sıfâtü'l-'ulâ
3 Yâ Men lehü'l-âhiratü ve'l-ûlâ
4 Yâ Men lehü'l-cennetü'l-me'vâ
5 Yâ Men lehü'n-nâru ve'l-lezâ
6 Yâ Men lehü'l-âyâtü'l-kübrâ
7 Yâ Men lehü'l-esmâü'l-hüsnâ
8 Yâ Men lehü'l-hükmü ve'l-kadâ
9 Yâ Men lehü's-semâvâtü'l-'ulâ
10 Yâ Men lehü'l-'arşü ve's-serâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"56
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ'Afüvv
2 Yâ Ğafûr
3 Yâ Vedûd
4 Yâ Şekûr
5 Yâ Sabûr
6 Yâ Rauf
7 Yâ'Atûf
8 Yâ Kuddûs
9 Yâ Hayy
10 Yâ Kayyûm

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"57
1 Yâ Men hüve fı's-semâi 'azametüh
2 Yâ Men hüve fi'l-ardi âyâtüh
3 Yâ Men hüve fî külli şey'in delâilüh
4 Yâ Men hüve fi'l-bihâri 'acâibüh
5 Yâ Men yebdeü'l-halka şürame yü'îdüh
6 Yâ Men hüve fi'l-cibâli hazâinüh
7 Yâ Men ahsene külle şey'in halekah
8 Yâ Men ileyhi yürce'u'l-emrü küllüh
9 Yâ Men zahera fî külli şey'in lütfülı
10 Yâ Men yü'arrifü'l-halâika kudrateh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"58
1 Yâ Habîbe men lâ habîbe leh
2 Yâ Tabîbe men lâ tabîbe leh
3 Yâ Mücîbe men lâ mücîbe leh
4 Yâ Şefîka men lâ şefîka leh
5 Yâ Rafîka men lâ rafîka leh
6 Yâ Şefî'a men lâ §efî'a leh
7 Yâ Müğîşe men lâ müğîşe leh
8 Yâ Delîle men lâ delîle leh
9 Yâ Kaide men lâ kaide leh
10 Yâ Râhıme men lâ râhıme leh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"59
1 Yâ Kâfiye meni'stekfâh
2 Yâ Hâdiye meni'stehdâh
3 Yâ Kâliye meni'steklâh
4 Yâ Dâ'iye meni'sted'âh
5 Yâ Şâfıye meni'steşfâh
6 Yâ Kâdiye meni'stakdâh
7 Yâ Muğniye meni'steğnâh
8 Yâ Mûfîye meni'stevfâh
9 Yâ Mükavviye meni'stakvâh
10 Yâ Veliyye meni'stevlâh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"60
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Evvel
2 Yâ Âhir
3 Yâ Zahir
4 Yâ Bâtın
5 Yâ Halik
6 Yâ Râzik
7 Yâ Sâdık
8 Yâ Sabık
9 Yâ Saik
10 Yâ Fâlik

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne ecirnâ mine'n-nâr."
"61
1 Yâ Men yükallibü'l-leyle ve'n-nehâr
2 Yâ Men Halaka'z-zulümâti ve'n-nûr
3 Yâ Men ce'ale'z-zılle ve'l-harur
4 Yâ Men sehhara's-semse ve'l-kamer
5 Yâ Men haleka'l-mevte ve'l-hayah
6 Yâ Men lehü'l-halku ve'l-emr
7 Yâ Men lem yettehiz sâhibeten velâ veledâ
8 Yâ Men lem yekûn lehû şerikim fi'l-mülk
9 Yâ Men lem yekûn lehû veliyyün mine'z-züll
10 Yâ men lehü'l-havlü ve'l-kuvveh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ enteİ-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"62
1 Yâ Men ya'lemü mürâde'l-mürîdîn
2 Yâ Men yemlikü havaice's-sâilîn
3 Yâ Men yesme'u enîne'l-valihîn
4 Yâ Men yerâ bükâe'l-hâifîn
5 Yâ Men ya'lemu damîra's-sâmitîn
6 Yâ Men yerâ nedeme'n-nâdimîn
7 Yâ Men yakbelü 'uzre't-tâibîn
8 Yâ Men lâ yüslihu 'amele'l-müfsidîn
9 Yâ Men lâ yüdî'u ecra'l-muhsinîn
10 Yâ Men lâ yeb'udü an kulûbi'l-'arifîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"63
1 Yâ Dâime'l-bekâ
2 Yâ Ğafira'l-hatâ
3 Yâ Sâmi'e'd-düâ
4 Yâ Vâsi'a'l-'atâ
5 Yâ Râfı'a's-semâ
6 Yâ Kâşife'l-belâ
7 Yâ 'Azîme's-senâ
8 Yâ Kadîme's-senâ
9 Yâ Keşira'l-vefa
10 Yâ Şerîfe'l-cezâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"64
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Ğaffâr
2 Yâ Settâr
3 Yâ Kahhâr
4 Yâ Cebbar
5 Yâ Sabbâr
6 Yâ Razzâk
7 Yâ Fettâh
8 Yâ 'Allâm
9 Yâ Vehhâb
10 Yâ Tevvâb
Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"65
1 Yâ Men halekanî ve sevvânî
2 Yâ Men razekanî ve rabbânî
3 Yâ Men et'amenî ve sekânî
4 Yâ Men karrabenî ve ednânî
5 Yâ Men 'asamenî ve kefânî
6 Yâ Men hafızanî ve kelânî
7 Yâ Men veffekanî ve hedânî
8 Yâ Men e'azzenî ve ağnânî
9 Yâ Men emâtenî ve ahyânî
10 Yâ Men ânesenî ve âvânî

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"66
1 Yâ Men yühikku'l-hakka bikelimâtih
2 Yâ Men lâ mü'akkibe lihukmih
3 Yâ Men lâ radde likadâih
4 Yâ Men yehûlü beyne'l-mer'i ve kalbih
5 Yâ Men yakbelü't-tevbete an 'ibâdih
6 Yâ Men lâ tenfe'u'ş-şefa'atü illâ biiznih
7 Yâ Meni's-semâvâtü matviyyâtün biyemînih
8 Yâ Men hüve a'lemü bi men dalle 'an sebîlih
9 Yâ Men yüsebbihu'r-ra'dü bihâmdi-hi ve'l-melâiketü min hîfetih
10 Yâ Men yürsilü'r-riyâha büşran beyne yedey rahmetih

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"67
1 Yâ Men ce'ale'l-arda mihâdâ
2 Yâ Men ce'ale'l-cibâle evtâdâ
3 Yâ Men ce'ale'l-şemse sirâcâ
4 Yâ Men ce'ale'l-kamera nûrâ
5 Yâ Men ce'ale'l-leyle libâsa
6 Yâ Men ce'ale'n-nehâra me'âşâ
7 Yâ Men ce'ale'n-nevme sübâtâ
8 Yâ Men ce'ale's-semâe binâa
9 Yâ Men ce'ale'l-eşyâe ezvâcâ
10 Yâ Men ce'ale'n-nâra mirsâdâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"68
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Şefî'
2 Yâ Semî'
3 Yâ Rafı'
4 Yâ Meni`
5 Yâ Bedi`
6 Yâ Serî'
7 Yâ Beşîr
8 Yâ Nezîr
9 Yâ Kadîr
10 Yâ Muktedir

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-em ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"69
1 Yâ Hayyü kable külli hayy
2 Yâ Hayyü ba'de külli hayy
3 Yâ Hayyü'llezî lâ yüşbihühû şey'
4 Yâ Hayyü'llezî leyse kemişlihî hayy ' Yâ Hayyü'llezî lâ yüşârikühû hayy
6 Yâ Hayyü'llezî lâ yahtâcü ilâ hayy
7 Yâ Hayyü'llezî yümîtü külle hayy
8 Yâ Hayyü'llezî yerzüku külle hayy
9 Yâ Hayyü'llezî yühyi'l-mevtâ
10 Yâ Hayyü'llezî lâ yemût

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"70
1 Yâ Men lehû zikrun lâ yünsâ
2 Yâ Men lehû nurun lâ yutfâ
3 Yâ Men lehû şenâün lâ yuhsâ
4 Yâ Men lehû nü'ûtün lâ tüğayyer
5 Yâ Men lehû ni'amün lâ tü'add
6 Yâ Men lehû mülkün lâ yezûl
7 Yâ Men lehû celâlün lâ yükeyyef
8 Yâ Men lehû kadâün lâ yüradd
9 Yâ Men lehû sıfâtün lâ tübeddel
10 Yâ Men lehû kemâlün lâ yüdrak

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"71
1 YâRabbe'I-'âlemîn
2 Yâ Mâlike yevmi'd-dîn
3 Yâ Men yühibbü's-sâbirîn
4 Yâ Men yuhibbü't-tevvâbîn
5 Yâ Men yuhibbü'l-mütetahhirîn
6 Yâ Men yuhibbü'l-muhsinîn
7 Yâ Men hüve hayru'n-nâsirîn
8 Yâ Men hüve hayru'l-fasilîn
9 Yâ Men hüve hayru'ş-şâkirîn
10 Yâ men hüve a'lemü bi'l-müfsidîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"72
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Mübdi
2 Yâ Mu'îd
3 Yâ Hafız
4 Yâ Mühît
5 Yâ Hamîd
6 Yâ Mecîd
7 Yâ Mükît
8 Yâ Müğîs
9 Yâ Mü'îzz
10 Yâ Müzill

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-e: ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"73
1Yâ Men hüve Ehadün bilâ didd
2 Yâ Men hüve Ferdün bilâ nidd
3 Yâ Men hüve Samedün bilâ 'ayb
4 Yâ Men hüve Vitrun bilâ şef
5 Yâ Men hüve Rabbün bilâ vezîr
6 Yâ Men hüve Ğaniyyün bilâ fakr
7 Yâ Men hüve Sültânün bilâ 'azl
8 Yâ Men hüve Melîkün bilâ 'acz
9 Yâ Men hüve Mevcudun bilâ mişl

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"74
1 Yâ Men hüve zikruhû şerafün li'z-zâkirîn
2 Yâ Men hüve şükruhû fevzün li'ş-şâkirîn
3 Yâ Men hüve hamdühû fahrun li'l-hâmidîn
4 Yâ Men hüve tâ'atühû necâtün li'l-mütî'în
5 Yâ Men hüve bâbühü meftûhun li't-tâlibîn
6 Yâ Men hüve sebilühû vâdihun li'l-mü'minîn
7 Yâ men hüve âyâtühû bürhânün Ii'n-nâzirîn
8 Yâ men hüve kitâbühû tezkiratün li'l-mûkınîn
9 Yâ men hüve 'afvühü melceün li'l-müznibîn
10 Yâ men hüve rahmetühû karîbûn li'l-muhsinîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"75
1 Yâ Men tebâreke'smüh
2 Yâ Men te'âlâ ceddüh
3 Yâ Men celle şenâüh
4 Yâ Men lâ ilahe ğayruh
3 Yâ Men tekaddeset esmâüh
6 Yâ Men yedûmü bekâüh
7 Yâ Meni'l-'azametü behâüh
8 Yâ Meni'l-kibriyâü ndâüh
9 Yâ Men lâ yühsâ âlâüh
10 Yâ Men lâ yü'addü na'mâüh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"76
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Mü'în
2 Yâ Mübîn
3 Yâ Emîn
4 Yâ Mekîn
5 Yâ Metîn
6 Yâ Şedîd
7 Yâ Şehîd
8 Yâ Raşîd
9 Yâ Hamîd
10 Yâ Mecîd

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-neİ-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"77
1 Yâ Ze'l-arşi'l-mecîd
2 Yâ Ze'l-kavli's-sedîd
3 Yâ Ze'l-fadli'r-raşîd
4 Yâ Ze'l-batşi'ş-şedîd
5 Yâ Ze'l-va'di ve'l-va'îd
6 Yâ Karîben gayra ba'îd
7 Yâ Men hüve'l-veliyyü'l-hamîd
8 Yâ Men hüve 'alâ külli şey'in şehîd
9 Yâ Men hüve leyse bizallâmîn li'l-'abîd
10 Yâ men hüve akrabü ileyhi min habli'l-verîd

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"78
1 Yâ Men lâ şerîke lehû velâ vezîr
2 Yâ Men lâ şebîhe lehû velâ nezîr
3 Yâ Hâlika'ş-şemsi ve'l-kameri'l-münîr
4 Yâ Müğniye'l-bâisi'l-fakîr 3 Yâ Râzika't-tıfli's-sağîr
6 Yâ Râhime'ş-şeyhi'l-kebir
7 Yâ 'Ismete'l-hâifi'l-müstecîr
8 Yâ Men hüve bi'ibâdihî basîr
9 Yâ Men hüve bihavâyici'l-'ibâdi habîr
10 Yâ Men hüve 'alâ külli şey'in kadîr

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"79
1 Yâ Ze'l-cûdi ve'n-ni'âm
2 Yâ Ze'l-fadli ve'l-keram
3 Yâ Ze'l-be'si ve'n-nikam
4 Yâ Hâlika'l-levhi ve'l-kalem ' Yâ Bârie'z-zerri ve'n-nesem
6 Yâ Mülhime'l-'arabi ve'l-'acem 1 Yâ Kâşife'drdurri ve'l-elem
8 Yâ 'Alime's-sirri ve'l-himem
9 Yâ Men lehü'l-beytü ve'l-haram
10 Yâ Men yahlüku'l-eşyâe mine'l-'adem

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"80
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ 'Adil
2 Yâ Kabil
3 Yâ Fâdil
4 YâFâ'il
5 Yâ Kâfıl
6 Yâ Câ'il
7 Yâ Kâmil
8 Yâ Fâtır
9 Yâ Tâlib
10 Yâ Matlûb

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"81
1 Yâ Men en'ame bihavlih
2 Yâ Men ekrame bitavlih
3 Yâ Men 'âde bilütfıh
4 Yâ Men te'azzeze bikudratih 3 Yâ Men kaddera bihikmetih
6 Yâ Men hakeme bitedbîrih
7 Yâ Men debbera bi'ilmih
8 Yâ Men tecâveze bihılmih
9 Yâ Men denâ fî 'ulüvvih
10 Yâ Men 'alâ fî dünüvvih

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"82
1 Yâ Men yahlüku ma yeşâ 2Yâ Men yef'alü ma yeşâ
3 Yâ Men yehdi men yeşâ
4 Yâ Men yudillü men yeşâ
5 Yâ Men yağfiru limen yeşâ
6 Yâ Men yü'azzibü men yeşâ
7 Ya Men yetûbü alâ men yeşâ
8 Yâ Men yüsavviru fı'l-erhâmi keyfe yeşâ
9 Yâ Men yezîdü fi'l-halki mâ yeşâ
10 Yâ Men yahtassu bi rahmetihî men yeşâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"83
1 Yâ Men lem yettehiz sahibeten velâ veledâ
2 Yâ Men la yüşrikü fî hukmihî ehadâ
3 Yâ Men ce'ale li külli şey'in kadrâ
4 Yâ Men lem yezel rahîmâ
5 Yâ Câ'ile'l-melâiketi rusülâ
6 Yâ Men ce'ale fı's-semâi bürûcâ
7 Yâ Men ce'ale'l-arda karâra
8 Yâ Men ce'ale mine'l-mâi beşerâ
9 Yâ Men ahsa külle şey'in 'adedâ
10 Yâ Men ehâta bi külli şey'in 'ilmâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"84
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Ferd
2 Yâ Vitr
3 Yâ Ehad
4 Yâ Samed
5 Yâ Emced
6 Yâ E'azz 7 Yâ Eceli
8 Yâ Ehakk
9 Yâ Eberr
10 Yâ Ebed

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-nel-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"85
1 Yâ Ma'rûfe men 'arafeh
2 Yâ Ma'bûde men 'abedeh
3 Yâ Meşkûre men şekerah
4 Yâ Mezkûre men zekerah
5Yâ Mahmude men hamideh
6 Yâ Mevcûde men talebeh
7 Yâ Mevsûfe men vahhadeh
8Yâ Mahbûbe men ehabbeh
9 Yâ Merğûbe men erâdeh
10 Yâ Maksûde men enâbe ileyh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"86
1 Yâ Men lâ mülke illâ mülküh
2 Yâ Men lâ yuhsi'l-'ibadü şenaeh
3 Yâ Men lâ tesıfü'l-halâiku celâleh
4 Yâ Men lâ yüdrikü'l-ebsâru kemâleh
5 Yâ Men lâ yeblüğu'l-efhâmü sıfâtih
6 Yâ Men lâ yenâlü'l-efkâru kibriyâeh
7 Yâ Men lâ yuhsinü'l-insânü nü'ûteh
8 Yâ Men lâ yeruddü'l-'ibâdü kadâeh
9 Yâ Men zahera fî külli şey'in âyâtüh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"87
1 Yâ Habîbe'l-bekkâîn
2 Yâ Senede'l-mütevekkilîn
3 Yâ Hâdiye'l-mudillîn
4 Yâ Veliyye'l-mü'minîn
5 Yâ Enîse's-zâkirîn
6 Yâ Akdera'l-kâdirîn
7 Yâ Ebsara'n-nâzırîn
8 Yâ Aleme'l-'âlimîn
9 Yâ Mefze'a'l-melhûfîn
10 Yâ Ensara'n-nâsirîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr"
"88
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Mükrim
2 Yâ Mü'azzim
3 Yâ Müna'im
4Ya Mü'tî
5 Yâ Müğnî
6 Yâ Mühyî
7 Yâ Mübdî
8 Yâ Mürdî
9 YâMüncî
10 Yâ Muhsin

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr"
"89
1 Yâ Kâfiye külli şey
2 Yâ Kaimen 'alâ külli şey
3 Yâ Men lâ yüşbihühû şey
4 Yâ Men lâ yezîdü fî mülkihî şey
3 Yâ Men lâ yenkusu min hazainihî şey
6 Yâ Men lâ yahfâ 'aleyhi şey
7 Yâ Men leyse kemişlihî şey
8 Yâ Men biyedihî mekâlîdü külli şey
9 Yâ Men vesi'at rahmetühû külle şey
10 Yâ Men yebkâ ve yefnâ küllü şey

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"90
1 Yâ Men lâ ya'lemü'l-ğaybe illâ hû
2 Yâ Men lâ yasrifü's-sûe illâ hû
3 Yâ Men lâ yüdebbiru'l-emra illâ hû
4 Yâ Men lâ yağfiru'z-zünûbe illâ hû
5 Yâ Men lâ yükallibü'l-kalbe illâ hû
6 Yâ Men lâ yahlüku'l-halka illâ hû
7 Yâ Men lâ yütimmü'n-ni'mete illâ hû
8 Yâ Men lâ yünezzilü'l-ğayşe illâ hû
9 Yâ Men lâ yuhyi'l-mevtâ illâ hû
10 Yâ Men lâ yuğni 'ale't-tahkîki illâ hû

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne neccinâ mine'n-nâr."
"91
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Kâşif
2 Yâ Fâric
3 Yâ Fâtih
4 Yâ Nâsir
5 Yâ Dâmin
6 Yâ Âmir
7 Yâ Nâhi
8 Yâ Raca
9 Yâ Mürtecâ
10 Yâ 'Azîme'r-racâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"92
1 Yâ Mü'îne'd-du'afâ
2 Yâ Kenze'l-fükarâ
3 Yâ Sâhibe'l-ğurabâ
4 Yâ Nâsira'l-evliyâ
5 Yâ Kâhira'l-a'dâ
6 Yâ Râfia's-semâ
7 Yâ Kâşife'l-belâ
8 Yâ Enîse'l-evliyâ
9 Yâ Habîbe'l-etkıyâ
10 Yâ İlâhe'l-ağniyâ

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"93
1 Yâ Evvele külli şey'in ve âhirah
2 Yâ İlahe külli şey'in ve sâni'ah
3 Yâ Râzika külli şey'in ve hâlikah
4 Yâ Fâtira külli şey'in ve melîkeh
5 Yâ Kâbida külli şey'in ve bâsiteh
6 Yâ Mübdie külli şey'in ve nıü'îdeh
7 Yâ Müsebbibe külli şey'in ve mükaddirah s Yâ Mürabbiye külli şey'in ve müdebbirah
9 Yâ Mükevvira külli şey'in ve muhavvileh
10 Yâ Muhyiye külli şey'in ve mümîteh

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"94
1 Yâ Hayra zâkirîn ve mezkûr
2 Yâ Hayra şâkirîn ve meşkûr
3 Yâ Hayra hâmidin ve mahmûd
4 Yâ Hayra şahidin ve meşhûd
5 Yâ Hayra dâ'in ve med'uvv
6 Yâ Hayra mücîbin ve mücâb
7 Yâ Hayra munisin ve enîs
8 Yâ Hayra sahibin ve celîs
9 Yâ Hayra maksûdin ve matlûb
10 Yâ Hayra habîbin ve mahbûb

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"95
1 Yâ Men hüve limen de'âhü mücîb
2 Yâ Men hüve limen etâ'ahû habîb
3 Yâ Men hüve limen ehabbehû karîb
4 Yâ Men hüve bimen erâdehû 'alîm
5 Yâ Men hüve limen recâhü kerîm
6 Yâ Men hüve bimen 'asâhü halîm
7 Yâ Men hüve fî hilmihî hakîm
8 Yâ Men hüve fî hükmihî 'azîm
9 Yâ Men hüve fî 'azametihî rahîm
10 Yâ Men hüve fî ihsânihî kadîm

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"96
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Müsebbib
2 Yâ Mukarrib
3 Yâ Mü'akkib
4 Yâ Mukallib
5 Yâ Mukaddir
6 Yâ Mürattib
7 Yâ Mürağğib
8 Yâ Müzekkir
9 Yâ Mükevvîn
10 Yâ Mütekebbir

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"97
1 Yâ Men lâ yüşğilühû sem'un an sem'
2 Yâ Men lâ yemne'uhû fı'lün an fi'l
5 Yâ Men lâ yülhîhi kavlün an kavi
4 Yâ Men lâ yüğallituhû süâlün 'an suâl
3 Yâ Men lâ yübrimühû ilhâhu'Umulihhîn
6 Yâ Men şeraha bi'l-islâmi sudûra'l-mü'minîn
7 Yâ Men etâbe bi zikrihî kulûbe'l-muhbitîn
8 Yâ Men la yeğibü 'an kulûbi'l-müştâkın
9 Yâ Men hüve gâyetü mürâdi'l-mürîdîn
10 Yâ Men la yahfâ 'aleyhi şey'ün fı'l-'âlemîn

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"98
1 Yâ Men hüve 'ilmühû sabık
2 Yâ Men hüve va'dühû sâdık
3 Yâ Men hüve lütfühû zahir
4 Yâ Men hüve emruhû ğâlib
5 Yâ Men hüve kitâbühû muhkem
6 Yâ Men hüve kadâühû kâin
7 Yâ Men hüve kur'anühû mecîd
8 Yâ Men hüve mülkühû kadîm
9 Yâ Men hüve fadlühû mukîm
10 Yâ Men hüve 'arşühû 'azîm

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"99
1Yâ Rabbe'l-erbâb
2 Yâ Müfettiha'l-ebvâb
3 Yâ Müsebbibe'l-esbâb
4 Yâ Mu'tiye's sevâb
5 Yâ Mülhime's-savâb
6 Yâ Münşie's-sehâb
7 Yâ Şedîde'l-'ikâb
8 Yâ Seri'a'l-hisâb
9 Yâ Men lehü'l-iyâb
10 Yâ Gafuru yâ Tevvâb

Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."
"100
Ve es'elüke biesmâike
1 Yâ Rabbena
2 Yâ İlâhenâ
3 Yâ Seyyidenâ
4 Yâ Mevlânâ
5 Yâ Nâsıranâ
6 Yâ Hafızana
7 Yâ Kâdiranâ
8 Yâ Râzikanâ
9 Yâ Delîlenâ
10 Yâ Muğisenâ
Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente'l-emâ-ne'l-emâne hallisnâ mine'n-nâr."

[TOP]

9.9.3 Çevşeni Kebir Türkçe

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > CEVŞENİ KEBİR >
Çevşeni Kebir Türkçe
Türkçe

"1-
1-Allah'ım Senden şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvarıyorum
1-Ey her şeyin Gerçek Mâbudu olan Allah
2-Ey dünyada dost ve düşman ayırt etmeden bütün mahlukatını rızıklandıran Rahman
3-Ey âhirette sadece dostlarına rahmet edecek olan Rahim
4-Ey herseyi hakkıyla bilen Alîm
5-Ey yarattıklarına son derece yumuşak muamele eden Halîm
6-Ey sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Azîm
7-Ey herşeyi yerli yerinde yapan Hakîm
8-Ey varlığının başlangıcı olmayan Kadîm
9-Ey herşeyi ayakta tutan Mukîm
10-Ey iyilik ve ikrami bol olan Kerîm Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"2-
1-Ey efendilerin efendisi
2-Ey dualara cevap veren
3-Ey iyiliklerin sahibi
4-Ey dereceleri yükselten
5-Ey bereketleri büyük olan
6-Ey hataları bağışlayan
7-Ey belaları def eden
8-Ey sesleri işiten
9-Ey dilekleri veren
10-Ey sır ve gizlilikleri bilen

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"3-
1-Ey Bağışlayanların en hayırlısı
2-Ey yardım edenlerin en hayırlısı
3-Ey hükmedenlerin en hayırlısı
4-Ey herşeyi hikmetle açanların en hayırlısı
5-Ey kendisini zikredenlerin en hayırlısı
6-Ey varislerin en hayırlısı
7-Ey övenlerin en hayırlısı
8-Ey rızk verenlerin en hayırlısı
9-Ey müşkil meseleleri hal ve fasl edenlerin en hayırlısı
10-Ey ihsan edenlerin en hayırlısı

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"4-
1-Ey izzet ve güzelligin gerçek sahibi
2-Ey saltanat ve celalin gerçek sahibi
3-Ey kudret ve kemalin gerçek sahibi
4-Ey büyük ve yüce olan
5-Ey kudret ve azabı şiddetli olan
6-Ey ikâbi siddetli olan
7-Ey hesabı süratli gören
8-Ey katında güzel ve mükafatı bulunan
9-Ey katında Ümmü'l-Kitap bulunan
10-Ey yüklü bulutları yoktan var eden

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"5-
1-Ey sonsuz merhamet sahibi olan Hannân
2-Ey hakiki iyilik ve ihsan sahibi Mennân
3-Ey kullarının hiçbir amelini zayi etmeden karşılığı veren Deyyân
4-Ey bağışlaması bol olan Gufran
5-Ey kullarına yol gösteren Burhân
6-Ey gerçek saltanat sahibi Sultân
7-Ey bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Sübhân
8-Ey kendisinden yardım istenen Müsteân
9-Ey nîmet ve beyan sahibi
10-Ey emnü eman sahibi

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"6-
1-Ey azametine herşeyin boyun egdiği
2-Ey kudretine her şeyin teslim olduğu
3-Ey izzetine karşı her seyin zelîl olduğu
4-Ey heybetine her seyin itaat ettigi
5-Ey Saltanatına karşı her şeyin inkiyad ettigi
6-Ey korkusundan her şeyin kendisine boyun egdiği
7-Ey korkusundan dağların yarıldığı ve parçalandığı
8-Ey emriyle göklerin ayakta durduğu
9-Ey izniyle yerin karar kıldığı
10-Ey memleketinin ahalisine zulmetmeyen

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"7-
1-Ey hataları mağfiret eden
2-Ey belalari kaldıran
3-Ey ümitler Kendisinde son bulan
4-Ey ihsani bol veren
5-Ey hediyeleri geniş olan
6-Ey mahlukata rızk veren
7-Ey ölümlere karar veren
8-Ey şikayetleri işiten
9-Ey askerleri gönderen
10-Ey esirleri salıveren

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"8-
1-Ey hamd ve senâ sahibi
2-Ey şeref ve yücelik sahibi
3-Ey fahr ve bahâa sahibi
4-Ey ahd ve vefâ sahibi
5-Ey af ve rızâ sahibi
6-Ey iyilik ve bağış sahibi
7-Ey kesin söz ve hüküm sahibi
8-Ey izzet ve sonsuzluk sahibi
9-Ey cömertlik ve nimetler sahibi
10-Ey karşılıksız iyilik ve nimetler sahibi

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"9-
1-Ey olmamasını istedigi meydana gelmesine engel olan Mânî
2-Ey zararlı şeyleri ve manileri defeden Dâfi
3-Ey faydalı şeyleri yapan Nafî
4-Ey bütün sesleri işiten Sem'î
5-Ey dilediklerinin mertebesini yükselten Rafî
6-Ey herşeyi san'atla yapan Sânî
7-Ey kullarına şefaat eden Safî
8-Ey istediğini istediği şekilde toplayan Camî
9-Ey ilim ve ihsanı herşeyi içine alan Vasî
10-Ey istediği şeyi istedigi şekilde genişletip bollastıran Mûsî

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"10-
1-Ey bütün sanatlarin sanatkârı
2-Ey bütün mahsulatların yaratıcısı
3-Ey bütün rızıklananların rızık vericisi
4-Ey bütün sahip olunanların sahibi
5-Ey bütün sıkıntıya düşenlerin ferahlatıcısı
6-Ey bütün üzüntüye düşenlerin sevindiricisi
7-Ey bütün merhamet olunanların merhamet edicisi
8-Ey bütün yardımcısız kalanların yardımcısı
9-Ey bütün ayıplıların ayıbını örten
10-Ey bütün zulme uğrayanların sığınagı

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"11-
1-Ey sıkıntım anında hazırlığım
2-Ey musibetim anında ümidim
3-Ey yalnızlığım anında arkadaşım
4-Ey gurbetliğimde dostum
5-Ey nimetlendiğim anda sahibim,
6-Ey kederim anında ferahlatıcım
7-Ey ihtiyacım anında yardımıma koıan,
8-Ey zor durumumda sığınagım,
9-Ey korkum anında yardımcım,
10-Ey şaşkınlığım anında yol göstericim,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"12-
1-Ey gayblari bilen,
2-Ey günahlari bağışlayan,
3-Ey ayıblari örten,
4-Ey sıkıntıları kaldıran,
5-Ey kalpleri değiştiren,
6-Ey kalpleri süsleyen,
7-Ey kalpleri nurlandıran,
8-Ey kalplerin tabibi,
9-Ey kalplerin sevgilisi,
10-Ey kalplerin dostu,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"13-
1-Ey yücelik ve ululuk sahibi Celil
2-Ey gerçek güzellik sahibi Cemil,
3-Ey kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan Vekil,
4-Ey kullarının takatını aşan işlerini üzerine alan kefil,
5-Ey kullarına yol gösteren delil,
6-Ey kullarının hata ve yanlışlarını bağışlayan Mukil,
7-Ey her şeyden haberdar olan Habir,
8-Ey lütuf u keremi bol olan latif,
9-Ey sonsuz izzet sahibi Aziz,
10-Ey bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı olan Melik,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"14-
1-Ey şaşkınlarin yol göstericisi,
2-Ey yardım isteyenlerin yardımcısı,
3-Ey medet isteyenlerin imdat edicisi,
4-Ey korunmak isteyenlerin koruyucusu,
5-Ey asilerin sığınagı,
6-Ey günahkarların bağışlayıcısı,
7-Ey korkanlara emniyet veren,
8-Ey miskinlere merhamet eden,
9-Ey yalnızlık duyanların dostu,
10-Ey darda kalanların dualarina cevap veren,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"15-
1-Ey cömertlik ve ihsan sahibi,
2-Ey fazl ve iyilik sahibi,
3-Ey emniyet ve eman sahibi,
4-Ey kudsiyet ve kemalat sahibi
5-Ey hikmet ve beyan sahibi
6-Ey rahmet ve rıdvan sahibi,
7-Ey kesin delil ve bürhan sahibi,
8-Ey azamet ve saltanat sahibi,
9-Ey af ve mağfiret sahibi,
10-Ey kendisinden yardim istenen şefkat sahibi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"16-
1-Ey her şeyin Rabbi,
2-Ey her şeyin ilahı,
3-Ey her şeyin yaratıcısı,
4-Ey her şeyin üzerinde olan,
5-Ey her şeyden önce olan,
6-Ey her şeyden sonra olan
7-Ey her şeyi bilen,
8-Ey her şeye gücü yeten
9-Ey her şeyin Sanii
10-Ey her şey fenâ bulup, Kendisi bâkî kalan

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"17-
1-Ey kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına huzur ve güven veren mümin
2-Ey bütün varlıkları ilim ve kontrolü altında tutan Müheymin,
3-Ey bütün mahlukatı yoktan meydana getiren Mükevvin,
4-Ey bütün yaratıklarına dünyadaki vazifelerini ögretip telkin eden Mülakkin,
5-Ey kulları için açıklanması gereken her şeyi beyan eden Mübeyyin,
6-Ey musibetleri hafifleten ve zorluklari kolaylaştıran Mühevvin,
7-Ey her seyi münasip şekilde süsleyen Müzeyyin,
8-Ey diledigini yücelten ve kullarına büyüklügünü gösteren Muazzim,
9-Ey muhtaçlarin yardımına koşan Mavvin,
10-Ey her şeyi çesit çesit renklerle bezeyen Melevvin,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"18-
1-Ey mülkünde daim olan,
2-Ey celalinde azim olan,
3-Ey saltanatında kadim olan,
4-Ey kullarına rahmet eden,
5-Ey her şeyi bilen,
6-Ey emirlerine uymayana halim olan,
7-Ey kendisine ümit bağlayana kerim olan,
8-Ey ölçülerinde hikmetli olan,
9-Ey hükmünde lütuf sahibi olan,
10-Ey lütfunda kadir olan

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"19-
1-Ey fazlından başka bir şey ümit edilmeyen,
2-Ey fazlından başka bir şey ümit edilmeyen,
3-Ey adaletinden başka bir şeyden korkulmayan,
4-Ey affından başka bir şey istenmeyen,
5-Ey mülkünden başkası devam etmeyen,
6-Ey saltanatından başka saltanat bulunmayan,
7-Ey bürhanlarından başka bürhan bulunmayan,
8-Ey rahmeti her şeyi kuşatmış olan,
9-Ey rahmeti gazabını geçmiş olan,
10-Ey ilmiyle her şeyi kuşatmış olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"20-
1-Ey tasayı kaldıran,
2-Ey gamı gideren,
3-Ey günahı affeden,
4-Ey tevbeyi kabul eden,
5-Eyp yaratılmışların yaratıcısı,
6-Ey vaadinde sadık olan,
7-Ey yavrulara rızık veren,
8-Ey sözünü yerine getiren,
9-Ey gizliyi bilen,
10-Ey tohumu yarıp sümbüllendiren,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"21-
1-Ey her şeyiyle yüce olan Åli,
2-Ey sözünde vefalı olan ve vaadinden dönmeyen Vefî,
3-Ey Müminlerin dostu olan Veli,
4-Ey gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Gani,
5-Ey sonsuz servet ve tükenmez hazineler sahibi Meli,
6-Ey her cihetten temiz ve pak olan Zeki,
7-Ey kendisine kulluk edenlerden hosnut olan Razi,
8-Ey eser ve ihsanlarıyla varlığı apaçık görünen Bedi,
9-Ey siddet-i zuhurundan gizlenen Hafi,
10-Ey güç ve kuvveti sonsuz olan Kavi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"22-
1-Ey güzeli açıga çıkaran,
2-Ey çirkinin üzerini örten,
3-Ey suç sebebiyle hemen azarlamayan,
4-Ey ayıpların üzerindeki perdeyi yırtmayan,
5-Ey affı büyük olan,
6-Ey günahkarları cezalandırmaktan vazgeçmesi güzel olan,
7-Ey mağfireti geniş olan,
8-Ey rahmeti bol veren,
9-Ey bütün sessiz yalvarışların sahibi,
10-Ey bütün şikayetler kendisinde son bulan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"23-
1-Ey bol nimet sahibi,
2-Ey geniş rahmet sahibi,
3-Ey tam hikmet sahibi,
4-Ey kamil kudret sahibi,
5-Ey kesin hüccet sahibi,
6-Ey açık ikram sahibi,
7-Ey yüce sıfat sahibi,
8-Ey daim izzet sahibi,
9-Ey metin kuvvet sahibi,
10-Ey geçmiş minnet sahibi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"24-
1-Ey hükmedenlerin en hükmedicisi,
2-Ey adillerin en adaletlisi,
3-Ey doğruların en doğrusu,
4-Ey varlığı açık olanların en açıgı,
5-Ey temiz olanların en temizi,
6-Ey yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan,
7-Ey hesaba çekenlerin en süratlisi,
8-Ey işitenlerin en iyi işiticisi,
9-Ey ikram edenlerin en iyi ikram edicisi,
10-Ey merhamet edenlerin en merhametlisi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"25-
1 Ey semaları yoktan yaratan,
2-Ey karanlıkları meydana getiren,
3-Ey gizlilikleri bilen,
4-Ey için için üzülenlere acıyan,
5-Ey utanılacak şeyleri örten,
6-Ey belaları defeden,
7-Ey ölüleri dirilten,
8-Ey sevapları kat kat yazan,
9-Ey bereketleri indiren,
10-Ey cezaları şiddetli olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"26-
1-Ey her varlığa münasip şekil giydiren Musavvir,
2-Ey her şeyin plan ve programını ölçülü yapan Mukaddir,
3-Ey her şeyi maddi ve manevi kirlerden temizleyen Mutahhir,
4-Ey nuruyla her şeyi nurlandıran Münevvir,
5-Ey dilediğini öne geçiren Mukaddim,
6-Ey istediğini arkaya bırakan Muahhir,
7-Ey hayirli isleri kolaylaştıran Müyessir,
8-Ey kullarını azabıyla korkutan Münzir,
9-Ey kullarını Cennet ve diğer mükafatlarla müjdeleyen Mübessir,
10-Ey bütün kainati tam bir nizam içinde idare eden Müdebbir,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"27-
1-Ey Beyt'l-Haramin Rabbi,
2-Ey haram ayların sahibi,
3-Ey Mesidü'l Haramin Rabbi,
4-Ey haram belde olan Mekke'nin Rabbi,
5-Ey Rükn-u Hacerü'l-Esved ve Makam-ı İbrahim'in Rabbi,
6-Ey Mes'arü'l Haramın Rabbi,
7-Ey helal ve haramın Rabbi,
8-Ey nur ve karanlığın Rabbi,
9-Ey tahiyyat ve selamın Rabbi,
10-Ey celal ve ikramin Rabbi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"28-
1-Ey desteği olmayanların desteği,
2-Ey dayanağı olmayanların dayanağı,
3-Ey övünülecek bir şeyi olmayanların övüncü,
4-Ey imdat'a koşacak kimsesi olmayanların imdadı,
5-Ey korunacak yeri olmayanların koruyucusu,
6-Ey iftihar edecek kimsesi olmayanların iftihari,
7-Ey izzeti olmayanların izzeti,
8-Ey yardımcısı olmayanların yardımcısı,
9-Ey dostu olmayanların dostu,
10-Ey zenginliği olmayanların zenginliği,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"29-
1-Ey varlığında başkasına muhtaç olmayan Kaim,
2-Ey varlığının sonu olmayan Daim,
3-Ey mahlukatına merhamet eden Rahim,
4-Ey mevcudatına hükmeden Hakim,
5-Ey her şeyi bilen Alim,
6-Ey yarattıklarını koruyan Asim,
7-Ey her şeyi adaletle taksim eden Kasım,
8-Ey ayıp ve kusur kendisine ariz olmayan Salim,
9-Ey istediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan Kabid,
10-Ey istediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten Basit,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"30-
1-Ey kendisine sığınmak isteyenleri koruyan,
2-Ey kendisinden merhamet isteyenlere merhamet eden,
3-Ey kendisinden yardım isteyenlere yardım eden,
4-Ey korunmak isteyenleri muhafaza eden,
5-Ey kendisinden ikram isteyenlere ikram eden,
6-Ey kendisinden irşad edilmeyi isteyenleri irşad eden,
7-Ey kendisinden inayet isteyenlere inayet eden,
8-Ey kendisinden imdat isteyenlere imdat eden,
9-Ey feryat edenlerin feryadına koşan,
10-Ey kendisinden mağfiret isteyenleri bağışlayan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"31-
1- Ey affı bol olan
2-Ey iyiliği büyük olan,
3-Ey hayıi çok olan
4-Ey fazlı kadim olan,
5-Ey sanatı güzel olan,
6-Ey lütfu daim olan,
7-Ey sıkıntıyı gideren,
8-Ey zararı kaldıran
9-Ey mülkün sahibi,
10-Ey hak ile hükmeden,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"32-
1-Ey mağlup edilmeyen Aziz,
2-Ey kendisinden uzaklaşılmayan Latif,
3-Ey uyumayan gözetleyici,
4-Ey yok olmayan Mevcud,
5-Ey ölmeyen Hayy,
6-Ey yok olmayan Melik,
7-Ey fena bulmayan Baki,
8-Ey cehalet ariz olmayan Alim,
9-Ey taama muhtaç olmayan Samed,
10-Ey zaafa uğratılmayan Kavi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"33-
1-Ey isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan Vahid,
2-Ey istedigini bulan Vacid,
3-Ey her yerde hazir ve nazir olan Sahid,
4-Ey sonsuz şan ve yücelik sahibi Macid,
5-Ey bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran Rasid,
6-Ey peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten Bais,
7-Ey bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi Varis,
8-Ey hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan Darr,
9-Ey hayır ve menfaatli şeyleri yaratan Nafi,
10-Ey kullarına hidayet veren Hadi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"34-
1-Ey bütün azimlerden daha Azim,
2-Ey bütün cömertlerden daha Kerim,
3-Ey bütün merhametlilerden daha Rahim,
4-Ey bütün hikmet sahiplerinden daha Hakim,
5-Ey bütün alimlerden daha Alim,
6-Ey bütün izzet sahiplerinden daha Aziz,
7-Ey bütün büyüklerden daha büyük,
8-Ey bütün yücelerden daha Celil,
9-Ey bütün izzet sahiplerinden daha Aziz,
10-Ey bütün lütuf sahiplerinden daha Latif,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"35-
1-Ey ahdinde vefalı,
2-Ey vefasında kuvvetli,
3-Ey kuvvetinde yüce,
4-Ey yüceliğinde yakın,
5-Ey yakınlığında latif,
6-Ey lütfunda şerif,
7-Ey şerefinde aziz,
8-Ey izzetinde azim,
9-Ey azametinde mecid,
10-Ey yüceliginde Hamid,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"36-
1-Ey her şeyin kendisine boyun egdiği,
2-Ey her şey kendisi için var olan,
3-Ey her şey kendisi için mevcut olan,
4-Ey her şeyin kendisine döndüğü,
5-Ey her şeyin kendisinden korktuğu,
6-Ey her şeyin kendisini tesbih ettiği,
7-Ey her şey onunla ayakta olan,
8-Ey her şeyin kendisine itaat ettiği,
9-Ey her şeyin kendisine yöneldiği,
10-Ey ona bakan yüzü müstesna her şeyin helak olduğu,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"37-
1- Ey kullarına yeten Kafi,
2-Ey her türlü derde deva veren Safi,
3-Ey vaadinde duran Vafi,
4-Ey maddi ve manevi dertlere afiyet veren Muafi,
5-Ey her şeyiyle yüce olan Ali,
6-Ey kullarını iyiliğe ve Cennete davet eden Dai,
7-Ey iyi kullarından hoşnut olan Razi,
8-Ey hikmet ve adaletle hükmeden Kadi,
9-Ey varlığının sonu olmayan Baki,
10-Ey dilediğini doğru yola ulaştıran Hadi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"38-
1- Ey kendisinden başka kaçacak yer olmayan,
2-Ey kendisinden başka sığınılacak yer olmayan,
3-Ey kendisinden başka iltica edilecek yer olmayan,
4-Ey kendisinden başka tevekkül edilecek kimse olmayan,
5-Ey kendisinden başka maksud olmayan,
6-Ey kendisinden başka kurtuluş yeri olmayan,
7-Ey kendisinden baskaşına rağbet edilmeyen,
8-Ey kendisinden başkasına ibadet edilmeyen,
9-Ey kendisinden başkasından yardım istenilmeyen,
10-Ey kendisinden başka güç ve kuvvet sahibi bulunmayan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"39-
1- Ey kendisine kaçılanların en hayırlısı,
2-Ey matlubların en hayırlısı,
3-Ey rağbet edilenlerin en hayırlısı,
4-Ey kendisinden dilekte bulunulanların en hayırlısı,
5-Ey maksud olanların en hayırlısı,
6-Ey zikredilenlerin en hayırlısı,
7-Ey şükredilenlerin en hayırlısı,
8-Ey sevilenlerin en hayırlısı,
9-Ey indirenlerin en hayırlısı,
10-Ey kendisine ünsiyet edilenlerin en hayırlısı,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"40-
1- Ey yaratıp düzene koyan,
2-Ey takdir edip hedefe götüren,
3-Ey belayı kaldıran,
4-Ey gizli yakarışı işiten,
5-Ey batmışı kurtaran,
6-Ey helak olana necat veren,
7-Ey hastaya şifa veren,
8-Ey öldüren ve dirilten,
9-Ey güldüren ve ağlatan,
10-Ey saptıran ve hidayete erdiren,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"41-
1-Ey dilediği kullarının günahlarını bağışlayan Gafir,
2-Ey ayıp ve kusurları örten Satir,
3-Ey düşmanlarını mağlup eden Kahir,
4-Ey her şeye gücü yeten Kadir,
5-Ey bütün mahlukatının hallerini gören Nazir,
6-Ey bütün mahlukatı yoktan var eden Fatir,
7-Ey kendisine yapılan ibadet ve şükürlere bol mükafat veren Sakir,
8-Ey kendisini zikredenleri yad eden Zakir,
9-Ey dostlarına yardim eden Nasir,
10-Ey dilediğini zorla yaptıran Cabir,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"42-
1- Ey karada ve denizde yolu olan,
2-Ey dış alemde ayetlerı bulunan,
3-Ey ayetlerınde delili olan,
4-Ey ölümlerde kudreti tecelli eden,
5-Ey kabirlerde izzeti olan,
6-Ey Kıyamette saltanatı olan,
7-Ey hisapta heybeti olan,
8-Ey Mizanda hükmü olan,
9-Ey Cennette rahmeti olan,
10-Ey ateşte azabı olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"43-
1- Ey korkanların kendisine kaçtığı,
2-Ey günahkarların kendisine sığındığı,
3-Ey tövbe edenlerin kendisine yöneldiği,
4-Ey asilerin kendisine iltica ettiği,
5-Ey zahidlerin kendisine rağbet ettiği,
6-Ey hatalılarin kendisinden ümit beslediği,
7-Ey kendisini arzulayanların onunla ünsiyet bulduğu,
8-Ey iyilik yapanların kendisiyle iftihar ettiği,
9-Ey tevekkül edenlerin kendisine güvendiği,
10-Ey kuvvetler iman edenlerin kendisiyle huzur bulduğu,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"44-
1- Ey bütün yakınlardan daha yakın,
2-Ey bütün sevilenlerden daha sevgili,
3-Ey bütün büyüklerden daha büyük,
4-Ey bütün izzet sahiplerinden daha aziz,
5-Ey bütün kuvvetlilerden daha kavi,
6-Ey bütün zenginlerden daha zengin,
7-Ey bütün cömertlerden daha cömert,
8-Ey bütün şefkatlilerden daha Rauf,
9-Ey bütün merhametlilerden daha Rahim,
10-Ey bütün yücelerden daha yüce,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"45-
1-Ey her şeye her şeyden daha yakın olar Karib,
2-Ey bütün mahlukatını gözetleyen Rakib,
3-Ey müminlerin sevgilisi olan Habib,
4-Ey kullarının dualarına cevap veren Mucib,
5-Ey kullarının bütün fiillerinin hesabını gören Hasib,
6-Ey bütün dertlere deva veren Tabib,
7-Ey her şeyi bütün incelikleriyle gören Basir,
8-Ey her şeyden haberdar olan Habir,
9-Ey her şeyi nuruyla aydınlatan Münir,
10-Ey kullarına gerekli her şeyi açıklayan Mübin,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"46-
1- Ey mağlup olmayan Galib,
2-Ey yaratılmış olmayan Sanatkar,
3-Ey mahluk olmayan Yaratıcı,
4-Ey sahip olunamayan Mülk Sahibi,
5-Ey kendisine üstün gelinemeyen Kahir,
6-Ey yükseltilmekten münezzeh Yükseltici,
7-Ey korunmayan Koruyucu,
8-Ey yardın edilmeyen Yardın Edici,
9-Ey gaib olmayan Şahid,
10-Ey uzak olmayan yakın,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"47-
1-Ey nurların nuru,
2-Ey nurları nurlandıran,
3-Ey nurlara suret ve şekil veren,
4-Ey nurları yaratan,
5-Ey nurları takdir eden,
6-Ey nurları idare eden,
7-Ey bütün nurlardan evvel olan Nur,
8-Ey bütün nurlardan sonra da var olan nur,
9-Ey bütün nurların üstünde olan nur,
10-Ey hiçbir nurun kendisine benzemediği nur,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"48-
1 Ey bağış ve ihsani şerefli olan,
2-Ey fiili latif olan,
3-Ey lütfu daim olan,
4-Ey ihsani kadim olan,
5-Ey sözü hak olan,
6-Ey vaadi doğru olan,
7-Ey affı fazla olan,
8-Ey azabı adalet olan,
9-Ey zikri tatlı olan,
10-Ey dostluğu lezzetli olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"49-
1 Ey kullarına nimet ihsan eden Münevvil,
2-Ey bütün müşkilleri halleden ve hak ile batılın arasını ayıran Mufassil,
3-Ey istediğini istediği şekilde değiştiren Mübeddil,
4-Ey zorlukları kolaylaştıran Müsehhil,
5-Ey istediğini zelil kılan ve mahlukatına boyun eğdiren Müzellil,
6-Ey kitaplar ve bereketler indiren dilediğinin rütbesini alçaltan Münezzil,
7-Ey kainatta bütün işleri döndüren ve kullarını halden hale sevkeden Mühavvil,
8-Ey her şeyi münasip şekilde güzelleştiren Mücemmil,
9-Ey her şeyi kemale erdiren Mükemmil,
10-Ey istediğini istediğine üstün Müfatti,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"50-
1-Ey her şeyi gören fakat kendisi görülmeyen,
2-Ey her şeyi yaratan fakat kendisi yaratılmayan,
3-Ey her şeye yol gösteren fakat kendisi yol gösterilmeye muhtaç olmayan,
4-Ey hayat veren fakat kendisi hayat verilmeye muhtaç olmayan,
5-Ey her şeyi doyuran fakat kendisi doyurulmaktan münezzeh olan,
6-Ey her şeyi koruyan fakat kendisi korunmaya muhtaç olmayan,
7-Ey her şey hakkında karar veren fakat kendisi hakkında hüküm verilmeyen,
8-Ey hüküm veren fakat kendisi hakkında hüküm verilmeyen,
9-Ey doğurmayan ve doğmayan,
10-Ey hiçbir sey kendisine denk olmayan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"51-
1- Ey en güzel Sevgili,
2-Ey en güzel Tabib,
3-Ey en güzel Hesap Gören,
4-Ey en güzel Yakin,
5-Ey en güzel Gözetleyici,
6-Ey en güzel Cevap veren,
7-Ey en güzel Dost,
8-Ey en güzel Vekil,
9-Ey en güzel Efendi,
10-Ey en güzel yardımcı,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"52-
1-Ey kendisini tanıyanların sevinci,
2-Ey kendisini arzulayanların dostu,
3-Ey kendisine müstak olanların imdadına koşan,
4-Ey tövbekarların sevgilisi,
5-Ey ihtiyaç sahiplerine rızık veren,
6-Ey günahkarların ümidi,
7-Ey sıkıntıda olanların ferahlatıcısı,
8-Ey gamlılara nefes aldıran,
9-Ey mahzunlara kurtuluş yolu gösteren,
10-Ey evvel ve ahirlerin ilahi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"53-
1-Ey Cennet ve Cehennemin Rabbi,
2-Peygamberlerin ve hayırlıların Rabbi
3-Ey Sıddıkların ve iyilerin Rabbi,
4-Ey küçüklerin ve büyüklerin Rabbi,
5-Ey danelerin ve meyvelerin Rabbi,
6-Ey nehirlerin ve ağaçların Rabbi,
7-Ey sahraların ve çöllerin Rabbi,
8-Ey kölelerin ve hürlerin Rabbi,
9-Ey açığa çıkan ve gizlemelerin Rabbi,
10-Ey gece ve gündüzün Rabbi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"54-
1- Ey ilmi her şeye ulasan,
2-Ey basarı her şeye nüfus eden,
3-Ey kudreti her şeye bali olan,
4-Ey nimetleri sayılamayan,
5-Ey mahlukatın gerçek şükrüne erişemediği,
6-Ey zihinlerin yüceliğini idrak edemediği,
7-Ey hayallerin hakikatına erişemediği,
8-Ey azamet ve kibriya örtüsü olan,
9-Ey heybet ve saltanat güzelliği olan,
10-Ey bekası izzetle izzetlenen,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"55-
1-Ey en yüce misaller kendisine ait olan,
2-Ey en yüce sıfatlar kendisine ait olan,
3-Ey ahiret ve dünya kendisine ait olan,
4-Ey cennetül me'vanın sahibi,
5-Ey cehennem ve ateşin sahibi,
6-Ey en büyük ayetler sahibi,
7-Ey en güzel isimler sahibi,
8-Ey hüküm ve kaza sahibi,
9-Ey yüce göklerin sahibi,
10-Ey arş ve yerin sahibi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"56-
1- Ey kullarını çok çok affeden Afüvv,
2-Ey kullarının günahlarını bağışlayan Gafur,
3-Ey itaatkar kullarını çok seven Vedud,
4-Ey rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan Sekür,
5-Ey asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden Sabür,
6-Ey kullarına çok şefkat edip esirgeyen Rauf,
7-Ey kullarına karşı pek merhametli olan Atüf,
8-Ey bütün mahlukatın maddi ve manevi kirlerden arındıran Kuddüs,
9-Ey gerçek hayat sahibi olan Hayy,
10-Ey gökleri yeri ve bütün mahlukatı yerinde tutan Kayyum,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"57-
1-Ey semada azameti görülen,
2-Ey yerde ayetleri tecelli eden,
3-Ey her şeyde delilleri bulunan,
4-Ey denizde acayip sanatları bulunan,
5-Ey mahlukatı ilk defa yaratıp öldükten sonra tekrar dirilten,
6-Ey dağlarda hazineleri bulunan,
7-Ey yarattığı her şeyi en güzel yapan,
8-Ey bütün işler kendisine dönen,
9-Ey her şeyde lütfu açıkca görünen,
10-Ey mahlukatına kudretini tanıtan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"58-
1-Ey sevgilisi olmayanların sevgilisi,
2-Ey tabibi olmayanların tabibi,
3-Ey isteklerini dinleyip cevap verecek kimsesi olmayanların nasibi,
4-Ey sefkat edecek kimsesi olmayanların şefkat edicisi,
5-Ey arkadaşı olmayanların arkadaşı,
6-Ey şefkat edecek kimsesi olmayanların şefiği,
7-Ey imdadına koşacak kimsesi olmayanların imdad edicisi,
8-Ey yol gösterecek kimsesi olmayanların yol göstericisi,
9-Ey rehberi olmayanların rehberi,
10-Ey merhamet edecek kimsesi olmayanların merhamet edicisi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"59-
1-Ey kendisine her şeye bedel yeter görenlerin kafisi,
2-Ey kendisinden hidayet isteyenlerin hidayet edicisi,
3-Ey gizlenecek yer arayanların üstünü örten,
4-Ey kendisini çağıranları cennetine davet eden,
5-Ey kendisinden şifa isteyenlere şifa veren,
6-Ey kendisine hükmetmesini isteyenler hakkında hükmeden,
7-Ey maddi ve manevi zenginlik isteyenleri zenginleştiren,
8-Ey kendisinden her ihtiyacını yerine getirilmesini isteyenlerin ihtiyaçlarına yeterli cevap veren,
9-Ey kuvvet ve güç isteyenlere kafi kuvvet veren,
10-Ey kendisinden dostluk ve sahiplik isteyenlerin dost ve sahibi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"60-
1-Ey her şeyden önce olan evvel,
2-Ey her şeyden sonra olan Ahir,
3-Ey varlığı apaçık görünen Zahir
4-Ey her şeyin içyüzünden haberdar olan Batın,
5-Ey her şeyi yoktan yaratan Halik,
6-Ey her şeyi münasip bir sekilde riziklandiran Razik,
7-Ey her işi doğru olan ve sözünü yerine getiren Sadik,
8-Ey varlığı her şeyden önce olan Sabik,
9-Ey her şeyi mukadder hedefine sevk eden Saik,
10-Ey tohum ve çekirdekleri yarıp sünbüllendiren Falik,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"61-
1-Ey gece ve gündüzü peş peşe değiştiren,
2-Ey karanlıkları ve nuru yaratan,
3-Ey gölgeleri ve harareti meydana getiren,
4-Ey günes ve ay'a boyun eğdiren,
5-Ey ölümü ve hayatı yaratan,
6-Ey yaratmak ve emretmek kendisine ait olan,
7-Ey eş ve evlat edinmeyen,
8-Ey mülkünde hiçbir şeriki olmayan,
9-Ey zilletten münezzeh olduğu için dosta ihtiyacı olmayan,
10-Ey havi kuvvet kendisine ait olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"62-
1-Ey kendisini arzulayanların muradını bilen,
2-Ey kendisinden dilekte bulunanların ihtiyaç duyduklarına sahip olan,
3-Ey üzüntüsünden kendinden geçenlerın inlemelerini işiten,
4-Ey kendisinden korkarak ağlayanların ağlayışını gören,
5-Ey suskunların içinden geçenleri bilen,
6-Ey günahlarından pişmanlik duyanların nedametini gören,
7-Ey tövbekarların özürünü kabul eden,
8-Ey fesatçılarin işini düzeltmeyen,
9-Ey iyilik yapanların mükafatını zayi etmeyen,
10-Ey kendisini tanıyanların kalplerinden uzaklaşmayan

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"63-
1-Ey bekası daim olan,
2-Ey hataları bağışlayan,
3-Ey duaları işiten,
4-Ey ihsanı geniş olan,
5-Ey gökleri yükselten,
6-Ey belaları defeden,
7-Ey medh ü şenasi büyük olan,
8-Ey varlığının parıltısı kadim olan,
9-Ey vefası çok olan,
10-Ey mükafati şerefli olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"64-
1-Ey çok affeden Gaffar,
2-Ey bütün ayıpları örten Settar,
3-Ey her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden Kahhar,
4-Ey istediğini zorla yaptıran Cebbar,
5-Ey çok sabreden ve kullarına sabır gücü veren Sabbar,
6-Ey bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran Rezzak,
7-Ey her şeyi hikmetle açan Fettah,
8-Ey her şeyi çok iyi bilen Ahham,
9-Ey bol bol hediyeler veren Vehhab,
10-Ey bütün tevbeleri kabul eden Tevvab,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"65-
1-Ey beni yaratıp azalarımı düzene koyan,
2-Ey bana rızk veren ve terbiye eden,
3-Ey beni yedirip içiren,
4-Ey beni kendisine yaklaştırıp yakın kılan,
5-Ey beni günah tehlikelerinden koruyup bana kafi gelen,
6-Ey beni muhafaza edip ayıplarımı örten,
7-Ey bana tevfik edip hidayet eden,
8-Ey beni aziz kılıp ihtiyaçlarımı gideren,
9-Ey beni öldürüp dirilten,
10-Ey bana ünsiyet verip rızıklandıran,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"66-
1-Ey kelimeleriyle hakkın hak oldugunu gösteren,
2-Ey hükmünü geri bıraktıracak kimse olmayan,
3-Ey kazasını geri çevirecek kimse olmayan,
4-Ey kişiye kalbinden daha yakın olan,
5-Ey kullarından tevbeyi kabul eden,
6-Ey izni olmadan hiçbir şefaat fayda vermeyen,
7-Ey bütün gökler kudretiyle dürülmüş olan,
8-Ey yolundan sapanların en iyi bilen,
9-Ey gök gürültüsünün hamdederek, meleklerin de korkusuyla kendisini tesbih ettiği,
10-Ey rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci gönderen,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"67-
1-Ey yeri beşik yapan,
2-Ey dağları direk yapan,
3-Ey güneşi kandil kılan,
4-Ey ay'ı nur kılan,
5-Ey geceyi örtü yapan,
6-Ey gündüzü maişet zamanı yapan,
7-Ey uykuyu huzur ve sükun vasıtası kılan,
8-Ey semayı bına kılan,
9-Ey eşyayı çift çift yaratan,
10-Ey ateşi gözcü kılan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"68-
1-Ey gerçek şefaat sahibi Sefi,
2-Ey gizli açık her sesi işiten Semi,
3-Ey istediğini yükselten Rafi,
4-Ey istediğini engelleyen Meni,
5-Ey kainatı en güzel bir şekilde yoktan yaratan Bedi,
6-Ey hesabı en süratli bir şekilde gören Seri,
7-Ey sevdiklerini Cennet ve çeşitli mükafatlarla müjdeleyen Besir,
8-Ey kullarını itaate sevk etmek için azabıyla korkutan Nezir,
9-Ey sonsuz kudret sahibi olan Kadir,
10-Ey her şeye gücü yeten Muktedir

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"69-
1-Ey bütün dirilerden önce var olan gerçek hayat sahibi,
2-Ey bütün dirilerden sonra baki kalacak gerçek hayat sahibi,
3-Ey hiçbir şeyin kendisine benzemediği gerçek hayat sahibi,
4-Ey hiçbir dirinin misli gibi olmadığı gerçek hayat sahibi,
5-Ey hiçbir dirinin kendisine ortak olmadığı gerçek hayat sahibi,
6-Ey hiçbir diriye muhtaç olmayan gerçek hayat sahibi,
7-Ey bütün dirileri öldüren gerçek hayat sahibi,
8-Ey bütün dirileri rızıklandıran gerçek hayat sahibi,
9-Ey ölüleri dirilten gerçek hayat sahibi,
10-Ey hiç ölmeyecek olan gerçek hayat sahibi

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"70-
1- Ey unutulmayan ve unutturulmayan zikrin sahibi,
2-Ey söndürülemeyen nurun sahibi,
3-Ey hadd ü hesaba gelmeyen medh ü sena sahibi
4-Ey hiçbir şekilde değiştirilemeyen vasıflar sahibi,
5-Ey sayılamayan nimetler sahibi,
6-Ey zeval bulmayan saltanat sahibi,
7-Ey gerçek keyfiyeti anlaşılamayan celal sahibi,
8-Ey reddedilemeyen hüküm sahibi,
9-Ey tebdil edilemeyen sıfatlar sahibi,
10-Ey tam idrak edilemeyen kemal sahibi

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"71-
1-Ey alemlerin Rabbi,
2-Ey amellerin karşılıklarının verildiği kıyamet gününün sahibi,
3-Ey sabredenleri seven,
4-Ey tevbe edenleri seven,
5-Ey maddi ve manevi kirlerden temizlenenleri seven,
6-Ey Allah i görür gibi ibadet edenleri ve iyilik yapanları seven,
7-Ey yardım edenlerin en hayırlısı,
8-Ey müşkil meseleleri halledip hükme bağlayanların en hayırlısı,
9-Ey iyi mallara bol karşılık verenlerin en hayırlısı,
10-Ey ifsat edenleri en iyi bilen,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"72-
1-Ey mahlukati örneksiz ve yoktan yaratan Mübdi,
2-Ey mahlukati öldükten sonra yeniden dirilten Muid,
3-Ey herseyi muhafaza eden Hafiz,
4-Ey herseyi ilim ve kudretiyle kusatan Muhit,
5-Ey hamd ve senaya en çok layik olan ve çok övülen Hamid,
6-Ey azamet, seref ve hakimiyeti sonsuz Mecid,
7-Ey her türlü mahlukata münasip rizik veren Mukit,
8-Ey darda kalan çaresizlerin imdadina kosan Mugis,
9-Ey istedigine izzet veren ve sereflendiren Muizz,
10-Ey istedigini zelil kilan Müzill,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"73-
1-Ey ziddi olmayan Ehad,
2-Ey dengi bulunmayan Ferd,
3-Ey kusur ve ihtiyaçtan münezzeh olan Samed,
4-Ey çifti bulunmayan Vitr,
5-Ey veziri bulunmayan Rab,
6-Ey fakirligi bulunmayan Gani,
7-Ey azledilemeyen Sultan,
8-Ey aczden münezzeh olan Melik,
9-Ey benzeri olmayan Mevcud,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"74-
1-Ey zikri kendisine zikredenlere büyük seref olan,
2-Ey sükrü kendisine sükredenlere büyük kurtulus olan,
3-Ey hamdi kendisine övenlere büyük iftihar vesilesi olan,
4-Ey taati, kendisine itaat edenlere necat olan,
5-Ey kapisi kendisini arayanlara açik olan,
6-Ey yolu müminlere zahir ve belli olan,
7-Ey ayetleri bakanlar için kesin delil olan,
8-Ey kitabi kuvvetli Iman sahipleri için ögüt olan,
9-Ey affi günahkarlar için siginak olan,
10-Ey rahmeti Muhsinler için yakin olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"75-
1-Ey ismi yüce ve mübarek olan,
2-Ey san ve makami yüksek olan,
3-Ey sena ve övgüsü büyük olan,
4-Ey kendisinden baska ilah olmayan,
5-Ey isimleri mukaddes olan,
6-Ey bekasi devam eden,
7-Ey azameti, baha ve kadri olan,
8-Ey büyüklük perdesi olan,
9-Ey gizli nimetleri grup grup bile sayilamayan,
10-Ey ihsan ve nimeti hesap ve sayiya gelmeyen,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"76-
1-Ey kullarina yardim eden Muin,
2-Ey açiklanmasi gereken herseyi beyan eden Mübin,
3-Ey kullarina emniyet ve huzur veren Emin,
4-Ey saltanati muhkem, nüfuz ve iktidar sahibi Mekin,
5-Ey hiçbir sey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen Metin,
6-Ey azap ve ikabi siddetli olan Sedid,
7-Ey kullarinin her yaptigini gören Sehid,
8-Ey bütün islerini ezeli takdirine göre en güzel bir sekilde neticeye ulastiran Rasid,
9-Ey en çok övülen ve en çok övgüye layik olan Hamid,
10-Ey sonsuz seref sahibi Mecid,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"77-
1-Ey yüce arsin sahibi,
2-Ey dos dogru sözün sahibi,
3-Ey yerli yerince yapilan fazl-ü kerem sahibi,
4-Ey kis kivrak yakalayan siddetli azap sahibi,
5-Ey vaad ve tehdit sahibi,
6-Ey uzak olmayan yakin,
7-Ey en fazla övgüye layik olan dost,
8-Ey herseyi mühadesi altinda tutan,
9-Ey kullarina hiçbir sekilde zulmedici olmayan,
10-Ey kuluna sah damarindan daha yakin olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"78-
1-Ey hiçbir ortak ve veziri olmayan,
2-Ey hiçbir benzeri ve dengi olmayan,
3-Ey günes ve nurlu ayin yar
4-Ey siddetli sikintiya düsmüs fakirleri zenginlestiren,
5-Ey küçük yavrulara rizik veren,
6-Ey düskün ihtiyarlara merhamet eden,
7-Ey korku için kurtulus isteyenlerin siginagi,
8-Ey kullarinin her halini gören,
9-Ey kullarinin ihtiyaçlarindan haberdar olan,
10-Ey herseye gücü yeten,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"79-
1-Ey cömertlik ve nimetler sahibi,
2-Ey fazl ve kerem sahibi,
3-Ey siddetli bela ve çetin azaplar sahibi,
4-Ey Levh-i Mahfuz ve Kalemi yaratan,
5-Ey zerreyi, hos rüzgarlari ve nefesleri yaratan,
6-Ey bütün kullarina ilhamda bulunan,
7-Ey zarar ve elemi gideren,
8-Ey gizli sir ve kaygilari bilen,
9-Ey Kabe-i Muazzama ve Harem-i Serifin sahibi,
10-Ey esyayi yoktan yaratan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"80-
1-Ey gerçek adalet sahibi Adil,
2-Ey rizasi için yapilan isleri kabul eden Kabil,
3-Ey herseyden üstün ve yüce olan Fadil,
4-Ey her isin hakiki yapicisi olan Fail,
5-Ey yaratiklarin her isini üzerine alan Kafil,
6-Ey herseyi meydana getiren Cail,
7-Ey her bakimdan eksiksiz olan Kamil,
8-Ey mahlukati yokluk karanliklarindan varlik nuruna çikaran Fatir,
9-Ey kullari için hayir murad eden ve onlari dergahina çagiran Talib,
10-Ey kullarini, rizasina ermek ve cemalini görmek için can attigi Matlub,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"81-
1-Ey güç ve havliyle nimet veren,
2-Ey genis ve bol imkanlariyla ikram eden,
3-Ey tekrar tekrar lütufta bulunan,
4-Ey kudretiyle her yerde izzetini gösteren,
5-Ey herseyi hikmetiyle ölçüp biçen,
6-Ey tedbiriyle hükmeden,
7-Ey ilmiyle herseyi idare eden,
8-Ey hilim ve yumusakligiyla kullarini cezalandirmaktan vazgeçen,
9-Ey yüceligiyle beraber kullarina yakin olan,
10-Ey yakinliginda yüceligi tezahür eden,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"82-
1-Ey diledigini yaratan,
2-Ey diledigini yapan,
3-Ey diledigine hidayet eden,
4-Ey diledigini saptiran,
5-Ey diledigini bagislayan,
6-Ey diledigine azap eden,
7-Ey dilediginin tevbesini kabul eden,
8-Ey anne rahimlerindeki yavrulari diledigi gibi sekillendiren,
9-Ey yaratiklarinda diledigi seyi ziyade kilan,
10-Ey rahmetini diledigine tahsis eden,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"83-
1-Ey hiçbir es ve evlat edinmeyen,
2-Ey kimseyi hükmüne ortak kilmayan,
3-Ey herseye bir plan ve miktar tayin eden,
4-Ey sefkat ve merhameti zeval bulmayip devam eden,
5-Ey melekleri elçi kilan,
6-Ey semada burçlar meydana getiren,
7-Ey yeryüzünü kararli ve barinmaya müsait kilan,
8-Ey insani bir damla sudan yaratan,
9-Ey herseyi sayarak hesabini yapan,
10-Ey herseyi ilmiyle kusatan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"84-
1-Ey esi ve benzeri olmayan Ferd,
2-Ey zat, sifat ve fiilerinde çifti olmayan Vitr,
3-Ey herbir seyde birligini gösteren Ehad,
4-Ey hiçbir seye muhtaç olmayan ve herseyin kendisine muhtaç oldugunu Samed,
5-Ey san, seref ve yüceligi en büyük olan Emced,
6-Ey izzet ve galibiyeti mukayeseye gelmeyen Eazz,
7-Ey sonsuz azamet ve celal sahibi Ecell,
8-Ey bütün gerçeklerden daha gerçek ve ibadete en çok layik olan Ehakk,
9-Ey herkesten fazla isilik yapan Eberr,
10-Ey varliginin sonu olmayan Ebed,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"85-
1-Ey kendisini tanimak isteyenlerin marufu,
2-Ey kendisine ibadet edenlerin mabudu,
3-Ey kendisine sükredenlerin meskuru,
4-Ey Kendisini zikredenlerin mezkuru,
5-Ey Kendisini övenlerin mahmudu,
6-Ey Kendisini arayanlar için mevcut olan,
7-Ey Kendisini bir taniyanlarin mevsufu,
8-Ey Kendisini sevenlerin sevgilisi,
9-Ey Kendisini arzulayanlarin mergubu,
10-Ey dergahina dönenlerin maksudu,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"86-
1-Ey saltanatindan baska gerçek saltanat olmayan,
2-Ey kullarin senasini saymakla bitiremedigi,
3-Ey mahlukatin celalini vasfedemedigi,
4-Ey gözlerin kemalini idrak ve ihata edemedigi,
5-Ey zekalarin, sifatlarina ulasmaktan aciz kaldigi,
6-Ey fikirlerin kibriyasinin hakikatine ulasamadigi,
7-Ey insanlarin, sifatlarini güzelce tavsif edemedigi,
8-Ey kullarin, hükmünü geri çevrimedigi,
9-Ey herseyde kendisini tanitan deliller açikça görülen,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"87-
1-Ey günahlari için ve kendisine olan ask ve muhabbetten dolayi aglayanlarin sevgilisi,
2-Ey kendisine tevekkül edenlerin dayanagi,
3-Ey hak yoldan sapanlari hidayete erdiren,
4-Ey mü `minlerin dost ve sahibi,
5-Ey kendisini zikredenlerin can yoldasi,
6-Ey bütün güçlülerden daha güçlü,
7-Ey bütün bakanlardan daha iyi gören,
8-Ey bütün ilim sahiplerinden daha alim,
9-Ey kederli biçarelerin kaçip sigindigi,
10-Ey bütün yardim edenlerden daha çok yardim eden,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"88-
1-Ey gerçek ikram sahibi Mükrim,
2-Ey diledigini büyüten v eserleriyle büyüklügünü gösteren Muazzim,
3-Ey mahlukatini çesit çesit nimetlere gark eden Müna im,
4-Ey mahlukatina lazim olan herseyi veren Muti,
5-Ey mahlukatinin ihtiyacini giderip zengin kilan Mugni,
6-Ey canlilara hayat veren Muhyi,
7-Ey mahlukati maddesiz ve örneksiz ilk defa yaratan Mübdi,
8-Ey mahlukatini nimetleriyle hosnut kilan Murzi,
9-Ey mahlukati her türlü tehlikeden kurtaran Münci,
10-Ey bol bol iyilikte bulunan Muhsin,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"89-
1-Ey her seye kafi,
2-Ey herseyi idare eden kaim,
3-Ey hiçbirsey kendisine benzemeyen,
4-Ey mülkünde, iradesi disinda hiçbir sey artmayan,
5-Ey hazinelerinden hiçbir sey eksik olmayan,
6-Ey hiçbir sey Kendisine gizli bulunmayan,
7-Ey misli ve benzeri hiçbir sey bulunmayan,
8-Ey her seyin anahtari elinde olan,
9-Ey rahmeti herseyi kusatan,
10-Ey her sey fani oldugu halde kendisi baki kalan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"90-
1-Ey gaybi kendisinden baska kimse bilemeyen,
2-Ey kullarindan kötülügü kendisinden baska kimse defedemeyen,
3-Ey isleri Kendisinden baska kimse idare edemeyen,
4-Ey günahlari Kendisinden baska kimse magfiret edemeyen,
5-Ey kalbleri Kendisinden baskasi degistiremeyen,
6-Ey mahlukati kendisinden baskasi yaratamayan,
7-Ey nimetleri Kendisinden baskasi tamamlayamayan,
8-Ey yagmuru Kendisinden baskasi yagdiramayan,
9-Ey ölüleri Kendisinden baskasi diriltemeyen,
10-Ey kullarini Kendisinden baskasi gerçek zengin kilamayan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"91-
1-Ey belalari kaldiran ve güzellikleri açiga çikaran Kasif,
2-Ey keder ve tasadan kurtarip ferahlatan Faric,
3-Ey her mevcuda münasip bir suret açan ve fetihler müyesser kilan Fatih,
4-Ey kullarina yardim eden Nasir,
5-Ey yaratiklarin her türlü ihtiyacini üzerine alan Damin,
6-Ey her seye fitratinin gayesini emreden amir,
7-Ey her türlü kötülükten sakindiran Nahi,
8-Ey kullarinin ümidi olan Reca,
9-Ey kullarinin ümid besledigi Mürteca,
10-Ey kendisine büyük ümitler beslenen Azimü`r Reca

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"92-
1-Ey zayiflarin yardimcisi,
2-Ey fakirlerin hazinesi,
3-Ey gariplerin sahibi,
4-Ey dostlarin yardimcisi,
5-Ey düsmanlarin kahredicisi,
6-Ey gökleri yükselten,
7-Ey belalari kaldiran,
8-Ey dostlarin can yoldasi,
9-Ey takva sahiplerinin sevgilisi,
10-Ey zenginlerin ma`budu,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"93-
1-Ey her seyin evveli ve ahiri,
2-Ey her seyin ilahi ve sanatkari,
3-Ey her seyin raziki ve haliki,
4-Ey her seyin yaraticisi ve sultani,
5-Ey herseyi daraltan ve genisleten,
6-Ey herseyi ilk defa yaratan ve öldükten sonra tekrar iade eden,
7-Ey her seye gerekli sebepleri yaratan ve bir ölçü takdir eden,
8-Ey herseyi terbiye ve idare eden,
9-Ey herseyi döndüren ve degistiren,
10-Ey herseyi dirilten ve öldüren,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"94-
1-Ey yad edenlerin ve yad edilenlerin en hayirlisi,
2-Ey sükrü kabul edenlerin ve sükredilenlerin en hayirlisi,
3-Ey övenlerin ve övülenlerin en hayirlisi,
4-Ey görenlerin ve görülenlerin en hayirlisi,
5-Ey çagiranlarin ve çagrilanlarin en hayirlisi,
6-Ey cevap verenlerin ve cevap verilenlerin en hayirlisi,
7-Ey ünsiyet verenlerin ve Kendisiyle ünsiyet edilenlerin en hayirlisi,
8-Ey bütün dostlarin ve meclis arkadaslarinin en hayirlisi,
9-Ey bütün maksud ve matlublarin en hayirlisi,
10-Ey sevenlerin ve sevilenlerin en hayirlisi,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"95-
1-Ey kendisini çagiranlara cevap veren,
2-Ey kendisine itaat edenleri seven,
3-Ey kendisini sevenlere yakin olan,
4-Ey kendisini arzulayanlari çok iyi bilen,
5-Ey kendisine ümit besleyenlere iyilik eden,
6-Ey kendisine isyan edenlere yumusak davranip hemen cezalandirmayan,
7-Ey yumusakliginda hikmetli davranan,
8-Ey hükmünde büyük olan,
9-Ey azametinde merhametli olan,
10-Ey ihsaninda kadim olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"96-
1-Ey sebepleri takdir eden Müsebbib,
2-itaatkar kullarini kendisine yaklastiran Mukarrib,
3-Ey esyayi hikmetle pes pese getiren Muakkib,
4-Ey kullarinin kalblerini halden hale degistiren mukallib,
5-Ey her seye bir miktar tespit eden Mukaddir
6-Ey herseyi düzene koyan Mürettib,
7-Ey kullarini iyilige tesvik eden Muraggib
8-Ey kullarina ögüt veren Müzekkir,
9-Ey mahlukati var eden Mükevvin,
10-Ey sonsuz büyüklük ve azamet sahibi Mütekebbir

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"97-
1-Ey bir isitme, kendisini diger bir isitmeden ali koymayan,
2-Ey kendisi için bir is diger bir ise mani olmayan,
3-Ey bir söz, kendisini diger bir sözden oyalamayan,
4-Ey kullarinin bir istegi digerine cevap vermekte kendisini karışıklığa sevk etmeyen,
5-Ey israrla istekte bulunanlarin israri kendisini usandirmayan,
6-Ey müminlerin kalplerini islamla genisleten,
7-Ey zikriyle mütevazi ve husu sahiplerinin kalplerini hos eden,
8-Ey kendisine istiyak duyanlarin kalblerinden kaybolmayan,
9-Ey kendisini arzulayanlarin son arzusu,
10-Ey alemde hiçbir sey kendisine gizli olmayan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"98-
1-Ey herseyi var olmadan bilen,
2-Ey vaadi dogru olan,
3-Ey lütfu açik olan,
4-Ey emri üstün ve galip olan,
5-Ey kitabi saglan olan,
6-Ey kaza ve hükmü var olan,
7-Ey Kur`ani yüce olan,
8-Ey saltanati kadim olan,
9-Ey fazl ü keremi daim olan,
10-Ey Arsi büyük olan,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"99-
1-Ey rablik iddia edenlerin ve bütün terbiyecilerin Rabbi,
2-Ey bütün kapilari açan,
3-Ey sebepler tasarrufunda bulunan,
4-Ey sevaplari veren,
5-Ey dogrulari ilham eden,
6-Ey bulutlari yoktan yaratan,
7-Ey azab ve ikabi siddetli olan,
8-Ey hesabi sür'atli gören,
9-Ey dönüs kendisine olan,
10-Ey bagislayan ve tövbeleri kabul eden,

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"
"100-
1-Ey Rabbimiz,
2-Ey Ilahimiz,
3-Ey Seyyidimiz,
4-Ey Mevla'miz,
5-Ey Yardimcimiz,
6-Ey Koruyucumuz,
7-Ey Kadirimiz,
8-Ey Razikimiz,
9-Ey Delilimiz,
10-Ey Meded karimiz,
Sen bütün kusur ve noksan sifatlardan münezzehsin, Senden baska Ilah yok ki bize imdat etsin Emân ver bize, emân diliyoruz

Sen bütün kusur ve noksan
sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin
Emân ver bize, emân diliyoruz Bizi Cehennemden kurtar"

[TOP]

9.9.4 Çevşeni Kebir Sıralı

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > CEVŞENİ KEBİR >
Çevşeni Kebir Sıralı
Çevşeni Kebir Sıralı
 
1- YÂ ALLAH: her şeyin gerçek Ma’budu, Hâliki ve Mâliki ve aşağıdaki sayılacak isimleri de kapsayan tek ilâh.    
2- YÂ RAHMÂN: dünyada bütün mahlukatı rızıklandıran    
3- YÂ RAHÎM: âhirette sadece mü’minlere rahmet edecek olan    
4- YÂ ALÎM: herşeyi hakkıyla bilen    
5- YÂ HALÎM: yarattıklarına son derece iyi muamele eden    
6- YÂ AZÎM: sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan    
7- YÂ HAKÎM: her şeyi yerli yerinde yapan    
8- YÂ KADÎM: varlığının başlangıcı olmayan    
9- YÂ MUKÎM: her şeyi ayakta tutan ve yokluğu söz konusu olmayan    
10- YÂ KERÎM: iyilik ve ikramı bol olan    
11- YÂ SEYYİDE’S- SÂDÂT: efendilerin efendisi    
12- YÂ MUCÎBE’D- DEAVÂT: dualara cevap veren    
13- YÂ VELİYYE’L- HASENÂT: iyiliklerin sahibi    
14- YÂ RAFÎA’D- DERACÂT: dereceleri yükselten    
15- YÂ AZÎME’L- BEREKÂT: bereketleri bol olan    
16- YÂ ĞÂFİRE’L- HATÎÂT: hataları bağışlayan    
17- YÂ DÂFİA’L- BELİYYÂT: belâları def eden    
18- YÂ SÂMİA’L- ASVÂT: bütün sesleri işiten    
19- YÂ MU'TİYE’L- MESÛLÂT: dilekleri veren    
20- YÂ ÂLİME’S- SİRRİ VE’L- HAFİYYAT: sır ve gizlilikleri bilen    
21- YÂ HAYRA’L- ĞÂFİRÎN: bağışlayanların en hayırlısı    
22- YÂ HAYRA’N- NÂSİRÎN: yardım edenlerin en hayırlısı    
23- YÂ HAYRA’L- HÂKİMÎN: hükmedenlerin en hayırlısı    
24- YÂ HAYRA’L- FÂTİHÎN: her şeyi hikmetle açanların en hayırlısı    
25- YÂ HAYRA’Z- ZÂKİRÎN: kendini zikredenleri yâdedenlerin en hayırlısı    
26- YÂ HAYRA’L- VÂRİSÎN: vârislerin en hayırlısı    
27- YÂ HAYRA’L- HÂMİDÎN: övenlerin en hayırlısı    
28- YÂ HAYRA’R- RÂZİKÎN: rızık verenlerin en hayırlısı    
29- YÂ HAYRA’L- FÂSİLÎN: müşkil meseleleri hâl ve fasl edenlerin en hayırlısı    
30- YÂ HAYRA’L- MUHSİNÎN: ihsan edenlerin en hayırlısı    
31- YÂ MEN LEHÜ’L- İZZÜ VE’L- CEMÂL: izzet ve güzelliğin gerçek sahibi    
32- YÂ MEN LEHÜ’L- MÜLKÜ VE’L- CELÂL: saltanat ve celâlin gerçek sahibi    
33- YÂ MEN LEHÜ’L- KUDRETÜ VE’L- KEMÂL: kudret ve kemâlin gerçek sahibi    
34- YÂ MEN HÜVE’L- KEBÎRÜ’L- MÜTEÂL: büyük ve yüce olan    
35- YÂ MEN HÜVE ŞEDÎDÜ’L- MİHÂL: kuvvet ve azabı şiddetli olan    
36- YÂ MEN HÜVE ŞEDÎDÜ’L- iKÂB: ikabı (şiddetli azab) çetin olan    
37- YÂ MEN HÜVE SERÎU’L- HİSÂB: hesabı süratli gören    
38- YÂ MEN HÜVE İNDEHÛ HUSNÜ’S- SEVÂB: katında güzel mükâfatı olan    
39- YÂ MEN HÜVE İNDEHÛ ÜMMÜ’L- KİTÂB: katında Ümmü'l-Kitap bulunan    
40- YÂ MEN HÜVE YÜNŞİÜ’S- SEHÂBE’S- SİKÂL: yüklü bulutları yoktan var eden    
41- YÂ HANNÂN: sonsuz merhamet sahibi    
42- YÂ MENNÂN: hakiki iyilik ve ihsan sahibi    
43- YÂ DEYYÂN: kulların hiçbir amelini zayi etmeden karşılığını veren    
44- YÂ ĞUFRÂN: bağışlaması bol olan    
45- YÂ BURHÂN: kullarına yol gösteren    
46- YÂ SULTÂN: gerçek saltanat sahibi    
47- YÂ SÜBHÂN: bütün kusur ve noksan sıfatlarından münezzeh olan    
48- YÂ MÜSTEÂN: kendisinden yardım istenen    
49- YÂ ZE’L- MENNİ VE’L-BEYÂN: nimet ve beyan sahibi    
50- YÂ ZE’L- EMÂN: emn ü eman sahibi    
51- YÂ MEN TEVÂDAA KÜLLÜ ŞEY’’İN Lİ AZAMETİH: azametine herşeyin boyun eğdiği    
52- YÂ MEN İSTESLEME KÜLLÜ ŞEY’’İN Lİ KUDRETİH: kudretine herşeyin teslim olduğu    
53- YÂ MEN ZELLE KÜLLÜ ŞEY’’İN Lİ İZZETİH: izzetine karşı herşeyin zelil olduğu    
54- YÂ MEN HADAA KÜLLÜ ŞEY’'İN Lİ HEYBETİH: heybetine herşeyin itâat ettiği    
55- YÂ MENİN KÂDE KÜLLÜ ŞEY’İN Lİ MÜLKETİH: saltanatına karşı herşeyin inkıyâd ettiği    
56- YÂ MEN DÂNE KÜLLÜ ŞEY’İN MİN MEHÂFETİH: korkusundan herşeyin Kendisine boyun eğdiği    
57- YÂ MEN İNŞEKKATİ’L- CİBÂLÜ MİN HAŞYETİH: heybetinden dağların yarılıp parçalandığı    
58- YÂ MEN KÂMETİ’S- SEMÂVÂTÜ Bİ EMRİH: emriyle göklerin ayakta durduğu    
59- YÂ MEN İSTEKARATİ’L- ARDU Bİ İZNİH: izniyle yerin karar kıldığı    
60- YÂ MEN LÂ YATEDİ ALÂ EHLİ MEMLEKETİH: memleketinin ahalisine zulmetmeyen    
61- YÂ GÂFİRE’L- HATÂYÂ: hataları mağfiret eden    
62- YÂ KÂŞİFE’L- BELÂYÂ: belâları kaldıran    
63- YÂ MÜNTEHE’R- RECÂYÂ: ümmetlerin son mercii    
64- YÂ MÜCZİLE’L- ATÂYÂ: ihsanı bol veren    
65- YÂ VÂSİA’L- HEDÂYÂ: hediyeleri geniş olan    
66- YÂ RÂZİKA’L- BERÂYÂ: mahlukata rızık veren    
67- YÂ KÂDİYE’L- MÜNÂYÂ: ölümlere karar veren    
68- YÂ SÂMİA’Ş- ŞEKÂYÂ: şikâyetleri işiten    
69- YÂ BÂİE’S- SERÂYÂ: ordular gönderen    
70- YÂ MUTLİKA’L- ÜSÂRÂ: esirleri salıveren    
71- YÂ ZE’L- HAMDİ VE’S- SENÂİ: hamd ve senâ sahibi    
72- YÂ ZE’L- MECDİ VE’S- SENÂİ: şeref ve yücelik sahibi    
73- YÂ ZE’L- FAHRİ VE’L- BEHÂİ: fahr ve kıymet sahibi    
74- YÂ ZE’L- AHDİ VE’L- VEFÂİ: ahd ve vefâ sahibi    
75- YÂ ZE’L- AFVİ VE’R- RİDÂİ: af ve rıza sahibi    
76- YÂ ZE’L- MENNİ VE’L- ATÂİ: iyilik ve bağış sahibi    
77- YÂ ZE’L- FASLİ VE’L- KADÂİ: kesin söz ve hüküm sahibi    
78- YÂ ZE’L- İZZETİ VE’L- BEKÂİ: izzet ve sonsuzluk sahibi    
79- YÂ ZE’L- CÛDİ VE’N- NEMÂİ: cömertlik ve nimetler sahibi    
80- YÂ ZE’L- FADLİ VE’L- ALÂİ: karşılıksız iyilik ve gizli lütuflar sahibi    
81- YÂ MÂNİ’: olmasını istemediği şeyin meydana gelmesine engel olan    
82- YÂ DÂFİ’: zararlı şeyleri ve mani’leri def’eden    
83- YÂ NÂFİ: faydalı şeyleri yaratan    
84- YÂ SÂMİ: bütün sesleri işiten    
85- YÂ RÂFİ: dilediklerinin mertebesini yükselten    
86- YÂ SÂNİ: her şeyi sanatla yaratan    
87- YÂ ŞÂFİ: kullarına şifâ veren    
88- YÂ CÂMİ: istediğini istediği şekilde toplayan    
89- YÂ VÂSİ: ilim ve ihsanı her şeyi içine alan    
90- YÂ MÛSİ: istediği şeyi istediği şekilde bollaştıran    
91- YÂ SÂNİA KÜLLİ MASNU: bütün sanatların sanatkârı    
92- YÂ HÂLİKA KÜLLİ MAHLÛK: bütün mahlukatın yaratıcısı    
93- YÂ RÂZİKA KÜLLİ MERZÛK: bütün rızıklananların rızık vericisi    
94- YÂ MÂLİKE KÜLLİ MEMLÛK: bütün sahip olunanların sahibi    
95- YÂ KÂŞİFE KÜLLİ MEKRÛB: bütün sıkıntıya düşenlerin ferahlatıcısı    
96- YÂ FÂRİCE KÜLLİ MAĞMÛM: bütün üzüntüye düşenlerin sevindiricisi    
97- YÂ RÂHİME KÜLLİ MERHÛM: bütün merhamet olunanların merhamet edicisi    
98- YÂ NÂSİRA KÜLLİ MAHZÛL: bütün yardımsız kalanların yardımcısı    
99- YÂ SÂTİRE KÜLLİ MÂYUB: bütün ayıplıların ayıbını örten    
100- YÂ MELCEE KÜLLİ MAZLÛM: bütün zulme uğrayanların sığınağı    
101- YÂ İDDETÎ İNDE ŞİDDETÎ: sıkıntım anında hazırlığım    
102- YÂ RECÂÎ İNDE MUSÎBETİ: musibetim anında ümidim    
103- YÂ MÛNİSÎ İNDE VAHŞETÎ: yalnızlığım anında arkadaşım    
104- YÂ SÂHİBÎ İNDE GURBETÎ: gurbetliğimde sahibim    
105- YÂ VELİYYÎ İNDE NİMETÎ: nimete mazhar olduğumda dostum    
106- YÂ KÂŞİFÎ İNDE KURBETİ: kaderim anında ferahlatıcım    
107- YÂ ĞİYÂSÎ İNDE’FTİKÂRÎ: ihtiyacım anında medetkârım    
108- YÂ MELCEÎ İNDE’DTİRÂRÎ: zor durumumda sığınağım    
109- YÂ MUÎNÎ İNDE FEZEÎ: korkum anında yardımcım    
110- YÂ DELÎLÎ İNDE HAYRETÎ: şaşkınlığım anında yol göstericim    
111- YÂ ALLÂME’L- ĞUYUB: gaybları bilen    
112- YÂ ĞAFFÂRA’Z- ZÜNÛB: günahları bağışlayan    
113- YÂ SETTARE’L- UYÛB: ayıpları örten    
114- YÂ KEŞŞAFE’L- KÜRÛB: sıkıntıları kaldıran    
115- YÂ MUKALLİBE’L- KULÛB: kalbleri değiştiren    
116- YÂ MÜZEYYİNE’L- KULÛB: kalbleri süsleyen    
117- YÂ MÜNEVVİRA’L- KULÛB: kalbleri nûrlandıran    
118- YÂ TABÎBE’L- KULÛB: kalblerin tabibi    
119- YÂ HABÎBE’L- KULÛB: kalblerin sevgilisi    
120- YÂ ENÎSE’L- KULÛB: kalblerin dostu    
121- YÂ CELÎL: yücelik ve ululuk sahibi    
122- YÂ CEMÎL: gerçek güzellik sahibi    
123- YÂ VEKÎL: kendine güvenen kulların işini en iyi yoluna koyan    
124- YÂ KEFÎL: kulların tâkatını aşan işlerini üzerine alan    
125- YÂ DELÎL: kullarına yol gösteren    
126- YÂ MUKÎL: kullarının hata ve yanlışlarını bağışlayan    
127- YÂ HABÎR: herşeyden haberdâr olan    
128- YÂ LÂTÎF: lutf u keremi bol olan    
129- YÂ AZÎZ: sonsuz izzet sahibi    
130- YÂ MELÎK: bütün mevcûdatın gerçek sahibi ve hükümdarı olan    
131- YÂ DELİLE’L- MÜTEHAYYİRÎN: şaşkınların yol göstericisi    
132- YÂ ĞİYASE’L- MÜSTAĞÎSÎN: yardım isteyenlerin yardımcısı    
133- YÂ SARÎHA’L- MÜSTASRİHÎN: meded isteyenlerim imdad edicisi    
134- YÂ CÂRE’L- MÜSTECÎRÎN: korunmak isteyenlerin koruyucusu    
135- YÂ MELCEE’L- ÂSÎN: âsilerin sığınağı    
136- YÂ ĞAFİRE’L- MÜZNİBÎN: günahkârların bağışlayıcısı    
137- YÂ EMÂNE’L- HÂİFÎN: korkanlara emniyet veren    
138- YÂ RÂHİME’L- MESÂKÎN: miskinlere (fakirlere) merhamet eden    
139- YÂ ENÎSE’L- MÜSTEVHİŞÎN: yalnızlık duyanların dostu    
140- YÂ MUCÎBE DÂVETİ’L- MUDTARRÎN: darda kalanların dualarına cevap veren    
141- YÂ ZE’L- CÛDİ VE’L- İHSÂN: cömertlik ve ihsan sahibi    
142- YÂ ZE’L- FADLİ VE’L- İMTİNÂN: fazl ve iyilik sahibi    
143- YÂ ZE’L- EMNİ VE’L- EMÂN: emniyet ve eman sahibi    
144- YÂ ZE’L- KUDSİ VE’S- SÜBHÂN: kudsiyet ve kemâlat sahibi    
145- YÂ ZE’L- HİKMETİ VE’L- BEYÂN: hikmet ve beyân sahibi    
146- YÂ ZER- RAHMETİ VE’R- RİDVÂN: rahmet ve rıdvan sahibi    
147- YÂ ZE’L- HÜCCETİ VE’L- BURHÂN: kesin delil ve bürhan sahibi    
148- YÂ ZE’L- AZAMETİ VE’S- SULTAN: azamet ve saltanat sahibi    
149- YÂ ZE’L- AFVÎ VE’L- ĞUFRÂN: af ve mağfiret sahibi    
150- YÂ ZE’R- REFETİ VE’L- MÜSTEÂN: kendisinden yardım istenen ve Latîf rahmet sahibi    
151- YÂ MEN HÜVE RABBÜ KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyin Rabbi    
152- YÂ MEN HÜVE İLÂHÜ KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyin İlâhı    
153- YÂ MEN HÜVE HÂLİKU KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyin yaratıcısı    
154- YÂ MEN HÜVE FEVKA KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyin üzerinde olan    
155- YÂ MEN HÜVE KABLE KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyden önce olan    
156- YÂ MEN HÜVE BADE KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyden sonrada varlığı devâm eden    
157- YÂ MEN HÜVE ÂLİMÜ KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyi bilen    
158- YÂ MEN HÜVE KÂDİRU KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeye gücü yeten    
159- YÂ MEN HÜVE SÂNİU KÜLLİ ŞEY’’İN: herşeyin Sanatkârı    
160- YÂ MEN HÜVE YEBKÂ VE YEFNÂ KÜLLİ ŞEY’’İN: herşey fenâ bulup, Kendisi bâki kalan    
161- YÂ MÜ’MİN: kalblerde iman nûrunu yakan ve kullara huzur ve güven veren    
162- YÂ MÜHEYMİN: bütün varlıkları ilim ve kontrolü altında tutan    
163- YÂ MÜKEVVİN: bütün mahlukatı yoktan meydana getiren    
164- YÂ MÜLEKKİN: bütün yarattıklarına dünyadaki vazifelerini öğretip telkin eden    
165- YÂ MÜBEYYİN: bütün kulları için açıklanması gereken herşeyi beyan eden    
166- YÂ MÜHEVVİN: musibetleri hafifleten ve zorlukları kolaylaştıran    
167- YÂ MÜZEYYİN: herşeyi münâsip şekilde süsleyen    
168- YÂ MUAZZİM: dilediğini yücelten ve kullarına büyüklüğünü gösteren    
169- YÂ MUAVVİN: muhtaçların, tevbeyi kabul edenin yardımına koşan ve birbirinin imdadına koşturan    
170- YÂ MÜLEVVİN: herşeyi çeşit çeşit renklerle bezeyen    
171- YÂ MEN HÜVE FÎ MÜLKİHÎ MUKÎM: hakimiyetinde dâim olan    
172- YÂ MEN HÜVE FÎ CELÂLİHÎ AZÎM: celâlinde azîm olan    
173- YÂ MEN HÜVE Fİ SULTÂNİHÎ KADÎM: saltanatında kadîm olan    
174- YÂ MEN HÜVE ALÂ ABDİHÎ RAHÎM: kullarına rahmet eden    
175- YÂ MEN HÜVE BİKÜLLİ ŞEY’’İN ALÎM: herşeyi bilen    
176- YÂ MEN HÜVE LİMEN CEFÂHU HALÎM: emirlerine uymayanlara halim olan    
177- YÂ MEN HÜVE LİMEN TERECCÂHÜ KERÎM: kendisine ümit bağlayana kerîm olan    
178- YÂ MEN HÜVE FÎ MEKÂDÎRİHÎ HAKÎM: ölçülerinde hikmetli olan    
179- YÂ MEN HÜVE FÎ HUKMİHÎ LÂTÎF: hükmünde lütuf sahibi olan    
180- YÂ MEN HÜVE FÎ LÜTFİHÎ KADÎR: lütfunda kadir olan    
181- YÂ MEN LÂ YÜRCÂ İLLÂ FADLUH: fazlından başka bir şey ümid edilmeyen    
182- YÂ MEN LÂ YUHÂFÜ İLLÂ ADLÜH: adaletinden başka bir şeyden korkulmayan    
183- YÂ MEN LÂ YÜNTAZARU İLLÂ BİRRUH: iyiliğinden başka bir şey beklenmeyen    
184- YÂ MEN LÂ YÜSELÜ İLLÂ AFVUH: affından başka bir şey istenmeyen    
185- YÂ MEN LÂ YEDÛMU İLLÂ MÜLKÜH: hakimiyetinden başkası devâm etmeyen    
186- YÂ MEN LÂ SULTÂNE İLLÂ SULTÂNÜH: saltanatından başka gerçek saltanat olmayan    
187- YÂ MEN LÂ BURHÂNE İLLÂ BURHÂNÜH: bürhanlarından başka bürhan bulunmayan    
188- YÂ MEN VESİAT KÜLLE ŞEY’’İN RAHMETÜH: rahmeti her şeyi kuşatmış olan    
189- YÂ MEN SEBEKAT RAHMETÜHÛ ALÂ ĞADABİH: rahmeti gazabını geçmiş olan    
190- YÂ MEN EHÂTA BİKÜLLİ ŞEY’’İN İLMÜH: ilmiyle her şeyi kuşatmış olan    
191- YÂ FÂRİCE’L- HEMMİ: tasayı kaldıran    
192- YÂ KÂŞİFE’L- ĞAMMİ: gamı gideren    
193- YÂ ĞAFİRE’Z- ZENBİ: günahı affeden    
194- YÂ KÂBİLE’T- TEVBİ: tevbeyi kabul eden    
195- YÂ HÂLİKA’L- HALKİ: yaratılmışları yaratan    
196- YÂ SÂDİKA’L- VADİ: vaadinde sadık olan    
197- YÂ RÂZİKA’T- TİFLİ: yavrulara rızık veren    
198- YÂ MÛFİYE’L- AHDİ: sözünü yerine getiren    
199- YÂ ÂLİME’S- SİRRİ: gizliyi bilen    
200- YÂ FÂLİKA’L- HABBİ: tohumu yarıp sümbüllendiren    
201- YÂ ALİYYÜ: her şeyiyle yüce olan    
202- YÂ VEFİYYÜ: sözünde vefâlı olan ve vaadinden dönmeyen    
203- YÂ VELİYYÜ: mü'minlerin dostu olan    
204- YÂ ĞANİYYÜ: gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan    
205- YÂ MELİYYÜ: sonsuz servet ve tükenmez hazineler sahibi    
206- YÂ ZEKİYYÜ: her cihetten temiz ve pak olan    
207- YÂ RADİYYÜ: kendisini kulluk edenlerden hoşnut olan    
208- YÂ BEDİYYÜ: eser ve ihsanlarıyla varlığı apaçık görünen    
209- YÂ HAFİYYÜ: şiddet-i zuhurundan gizlenen    
210- YÂ KAVİYYÜ: güç ve kuvveti sonsuz olan    
211- YÂ MEN AZHERA’L- CEMİL: güzeli açığa çıkaran    
212- YÂ MEN SETERA ALE’L- KABÎH: çirkinin üzerini örten    
213- YÂ MEN LÂ YUÂHİZÜ Bİ’L- CERÎMEH: suç sebebiyle hemen azarlamayan    
214- YÂ MEN LÂ YEHTİKÜ’S- SİTR: ayıpların üzerindeki perdeyi yırtmayan    
215- YÂ AZİME’L- AFVİ: affı büyük olan    
216- YÂ HASENE’T- TECÂVÜZ: günahkârları cezalandırmaktan vazgeçmesi güzel olan    
217- YÂ VÂSİA’L- MAĞFİREH: mağfireti geniş olan    
218- YÂ BÂSİTA’L- YEDEYNİ Bİ’R- RAHMEH: rahmeti bol olan    
219- YÂ SÂHİBE KÜLLİ NECVÂ: bütün sessiz yalvarışların yanında olan    
220- YÂ MÜNTEHÂ KÜLLİ ŞEKVÂ: bütün şikâyetler kendisinde son bulan    
221- YÂ ZEN NİMETİ’S- SABİĞÂH: bol nimet sahibi    
222- YÂ ZER- RAHMETİ’L- VÂSİAH: geniş rahmet sahibi    
223- YÂ ZE’L- HİKMETİ’L- BÂLİĞAH: tam hikmet sahibi    
224- YÂ ZE’L- KUDRETİ’L- KÂMİLEH: kâmil kudret sahibi    
225- YÂ ZE’L- HÜCCETİ’L- KÂTİAH: kesin hüccet sahibi    
226- YÂ ZE’L- KERÂMETİ’Z- ZÂHİRAH: açık ikram sahibi    
227- YÂ ZE’S- SİFÂTİ’L- ÂLİYEH: yüce sıfat sahibi    
228- YÂ ZE’L- İZZETİ’D- DÂİMEH: dâim izzet sahibi    
229- YÂ ZE’L- KUVVETİ’L- METÎNEH: metin kuvvet sahibi    
230- YÂ ZE’L- MİNNETİ’S- SÂBİKAH: geçmiş minnet sahibi    
231- YÂ AHKEME’L- HÂKİMÎN: bütün hükmedenlerden daha hâkim    
232- YÂ ADELE’L- ÂDİLÎN: bütün âdillerden daha âdil    
233- YÂ ESDAKA’S- SÂDİKÎN: bütün doğrulardan daha doğru    
234- YÂ EZHARA’Z- ZÂHİRÎN: varlığı açık olanların en hayırlısı    
235- YÂ ETHERA’T- TÂHİRÎN: bütün temiz olanlardan daha temiz    
236- YÂ AHSENE’L- HALİKÎN: yaratıcılık mertebelerinin en güzelinden olan    
237- YÂ ESRÂA’L- HASİBÎN: bütün hesaba çekenlerden daha süratli hesap gören    
238- YÂ ESMAA’S- SÂMİÎN: bütün işitenlerden daha iyi işiten    
239- YÂ EKREME’L- EKREMÎN: bütün ikram edenlerden daha iyi ikram eden    
240- YÂ ERHAME’R- RÂHİMÎN: bütün merhamet edenlerden daha merhametli olan    
241- YÂ EŞFEA’Ş- ŞÂFİÎN: bütün şifâ verenlerden daha iyi şifâ veren    
242- YÂ BEDÎA’S- SEMÂVÂT: gökleri yoktan yaratan    
243- YÂ CÂİLE’Z- ZULÜMÂT: karanlıkları meydana getiren    
244- YÂ ÂLİME’L- HAFİYYÂT: gizlilikleri bilen    
245- YÂ RÂHİME’L- ABERÂT: için için üzülenlere acıyan    
246- YÂ SÂTİRA’L- AVERÂT: utanılacak şeyleri örten    
247- YÂ KÂŞİFE’L- BELİYYÂT: belâları defeden    
248- YÂ MUHYİYE’L- EMVÂT: ölüleri dirilten    
249- YÂ DÂİFE’L- HASENÂT: sevapları kat kat yazan    
250- YÂ MÜNZİLE’L- BEREKÂT: bereketleri indiren    
251- YÂ ŞEDÎDE’N- NEKAMÂT: cezaları şiddetli olan    
252- YÂ MUSAVVİR: her varlığa münâsip şekil giydiren    
253- YÂ MUKADDİR: her şeyin plan ve programını ölçülü yapan    
254- YÂ MUTAHHİR: her şeyi maddî ve mânevî kirlerden temizleyen    
255- YÂ MÜNEVVİR: nûruyla her şeyi nûrlandıran    
256- YÂ MUKADDİM: dilediğini öne geçiren    
257- YÂ MUAHHİR: istediğini geriye bırakan    
258- YÂ MÜYESSİR: hayırlı işleri kolaylaştıran    
259- YÂ MÜNZİR: kullarını azabıyla korkutan    
260- YÂ MÜBEŞŞİR: kullarını cennet ve diğer mükâfatlarla müjdeleyen    
261- YÂ MÜDEBBİR: bütün kâinâtı tam bir nizam içinde idâre eden    
262- YÂ RABBE’L- BEYTİ’L- HARÂM: Beytü'l-Haram’ın Rabbi    
263- YÂ RABBE’Ş- ŞEHRİ’L- HARÂM: Haram Aylarının Rabbi    
264- YÂ RABBE’L- MESCİDİ’L- HARÂM: Mescidü'l-Haram’ın Rabbi    
265- YÂ RABBE’L- BELEDİ’L- HARÂM: haram belde olan Mekke'nin Rabbi    
266- YÂ RABBE’R- RÜKNİ VE’L- MAKÂM: Rükn-ü Haceri'l-Esved ve Makam-ı İbrahîm’in Rabbi    
267- YÂ RABBE’L- MEŞARİ’L- HARÂM: Meş'arü'l-Haram’ın Rabbi    
268- YÂ RABBE’L- HİLLİ VE’L- HARÂM: helâl ve haramın Rabbi    
269- YÂ RABBE’N- NÛRİ VEZ ZALÂM: nûr ve karanlığın Rabbi    
270- YÂ RABBE’T- TAHİYYETİ VE’S- SELÂM: tahiyyât ve selâmın Rabbi    
271- YÂ RABBE’L- CELÂLİ VE’L- İKRÂM: celâl ve ikramın Rabbi    
272- YÂ İMÂDE MEN LÂ İMÂDE LEH: desteği olmayanların desteği    
273- YÂ SENEDE MEN LÂ SENEDE LEH: dayanağı olmayanları dayanağı    
274- YÂ ZÜHRA MEN LÂ ZÜHRA LEH: övünülecek bir şeyi bulunmayanların övüncü    
275- YÂ ĞİYÂSE MEN LÂ ĞİYÂSE LEH: imdadına koşacak kimsesi olmayanların mededkârı    
276- YÂ HİRZE MEN LÂ HİRZE LEH: korunacak yeri olmayanların koruyucusu    
277- YÂ FAHRE MEN LÂ FAHRE LEH: iftihar edecek kimsesi olmayanların medâr-ı iftiharı    
278- YÂ İZZE MEN LÂ İZZE LEH: izzeti olmayanların izzeti    
279- YÂ MUÎNE MEN LÂ MUÎNE LEH: yardımcısı olmayanların yardımcısı    
280- YÂ ENÎSE MEN LÂ ENÎSE LEH: dostu olmayanların dostu    
281- YÂ ĞUNYETE MEN LÂ ĞUNYETE LEH: zenginliği olmayanların ihtiyacını gören    
282- YÂ KÂİM: varlığında başkasına muhtaç olmayan    
283- YÂ DÂİM: varlığının sonu olmayan    
284- YÂ RÂHİM: mahlukatına merhamet eden    
285- YÂ HÂKİM: mevcûdatına hükmeden    
286- YÂ ÂLİM: her şeyi bilen    
287- YÂ ÂSİM: yarattıklarını koruyan    
288- YÂ KÂSİM: her şeyi adaletle taksim eden    
289- YÂ SÂLİM: ayıp ve kusur kendisine arız olmayan    
290- YÂ KÂBİD: istediğinin maddî ve mânevî rızkını daraltan    
291- YÂ BÂSİT: istediğinin maddî ve mânevî rızkını genişleten    
292- YÂ ÂSİME MEN İSTASAMEH: Kendisine sığınmak isteyenleri koruyan    
293- YÂ RÂHİME MEN İSTERHÂMEH: Kendisinden merhamet dileyenlere merhamet eden    
294- YÂ NÂSİRA MEN İSTENSARAH: Kendisinden yardım isteyenlere yardım eden    
295- YÂ HÂFİZA MEN İSTAHFEZAH: korunmak isteyenleri muhafaza eden    
296- YÂ MÜKRİME MEN İSTEKREMEH: Kendisinden ikram isteyenlere ikram eden    
297- YÂ MÜRŞİDE MEN İSTERŞEDEH: Kendisinden irşad edilmeyi isteyenleri irşad eden    
298- YÂ MUÎNE MEN İSTEÂNEH: Kendisinden inâyet isteyenlere inâyet eden    
299- YÂ MUĞİSE MEN İSTEĞÂSEH: Kendisinden imdad isteyenlere imdad eden    
300- YÂ SARÎHA MEN İSTASRAHAH: feryâd edenlerin feryâdına koşan    
301- YÂ ĞÂFİRA MEN İSTAĞFERAH: Kendisinden mağfiret isteyenleri bağışlayan    
302- YÂ KERÎME’S- SAFHİ: affı bol olan    
303- YÂ AZÎME’L- MENNİ: iyiliği büyük olan    
304- YÂ KESÎRE’L- HAYRİ: hayrı çok olan    
305- YÂ KADÎME’L- FADLİ: fazlı kadîm olan    
306- YÂ LÂTİFE’S- SUNİ: sanatı güzel olan    
307- YÂ DÂİME’L- LUTFİ: lütfu dâim olan    
308- YÂ NÂFİSE’L- KERBİ: sıkıntıyı gideren    
309- YÂ KÂŞİFE’L- DURRİ: zararı kaldıran    
310- YÂ MÂLİKE’L- MÜLKİ: mülkün sahibi olan    
311- YÂ KÂDİYEM Bİ’L- HAKKİ: hak ile hükmeden    
312- YÂ AZÎZEN LÂ YUDÂM: mağlup edilmeyen Azîz    
313- YÂ LÂTİFEN LÂ YURÂM: Kendisinden uzaklaşılmayan Latîf    
314- YÂ RAKÎBEN LÂ YENÂM: uyumayan gözetleyici    
315- YÂ KÂİMEN LÂ YEFÛT: yok olmayan Mevcûd    
316- YÂ HAYYEN LÂ YEMÛT: ölmeyen Hayy    
317- YÂ MÂLİKEN LÂ YEZÛL: yok olmayan Melik    
318- YÂ BÂKİYEN LÂ YEFNÂ: fenâ bulmayan Bâki    
319- YÂ ÂLİME’LLÂ YECHEL: Kendisine cehâlet bulaşmayan Âlim    
320- YÂ SAMEDEN LÂ YUTAM: taama (yemeğe) muhtaç olmayan Samed    
321- YÂ KAVİYYEN LÂ YUDAF: zaafa düşürülemeyen Kavi    
322- YÂ VÂHİD: isim, sıfat ve fiillerinde ortağı olmayan    
323- YÂ VÂCİD: istediğini bulan (maddî olmayan varlıklardan maddî varlıklar yaratan)    
324- YÂ ŞÂHİD: her yerde hazır ve nazır olan    
325- YÂ MÂCİD: sonsuz şan ve yücelik sahibi    
326- YÂ RÂŞİD: bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran    
327- YÂ BÂİS: peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten    
328- YÂ VÂRİS: bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi    
329- YÂ DÂRRU: hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri de yaratan    
330- YÂ NÂFİ: hayır ve menfaatli şeyleri vareden    
331- YÂ HÂDÎ: kullarına yol gösterip lütfuyla hidâyet veren    
332- YÂ AZAMU MİN KÜLLİ AZÎM: bütün azîmlerden daha azîm    
333- YÂ EKREMU MİN KÜLLİ KERÎM: bütün cömertlerden daha Kerîm    
334- YÂ ERHAMU MİN KÜLLİ RAHÎM: bütün merhametlilerden daha Rahîm    
335- YÂ AHKEMU MİN KÜLLİ HAKÎM: bütün hikmet sahiplerinden daha Hakîm    
336- YÂ ÂLEMU MİN KÜLLİ ALÎM: bütün âlimlerden daha Alîm    
337- YÂ AKDEMU MİN KÜLLİ KADÎM: bütün önce yaratılanlardan daha önce daha evvel mevcûd olan    
338- YÂ EKBERU MİN KÜLLİ KEBÎR: bütün büyüklerden daha büyük    
339- YÂ ACELLU MİN KÜLLİ CELÎL: bütün yücelerden daha yüce    
340- YÂ EAZZU MİN KÜLLİ AZÎZ: bütün izzet sahiplerinden daha Azîz    
341- YÂ ELTAFU MİN KÜLLİ LÂTÎF: bütün lütuf sahiplerinden daha Latîf    
342- YÂ MEN HÜVE FÎ AHDİHÎ VEFİYYUN: ahdinde vefâlı    
343- YÂ MEN HÜVE FÎ VEFÂİHÎ KAVİYYUN: vefâsında kuvvetli    
344- YÂ MEN HÜVE FÎ KUVVETİHÎ ALİYYUN: kuvvetinde yüce    
345- YÂ MEN HÜVE FÎ ULUVVİHÎ KARÎBUN: yüceliğinde yakın    
346- YÂ MEN HÜVE FÎ KURBİHÎ LATÎFUN: yakınlığında Latîf    
347- YÂ MEN HÜVE FÎ LÜTFİHÎ ŞERÎFUN: lütfunda Şerîf    
348- YÂ MEN HÜVE FÎ ŞEREFİHÎ AZÎZÜN: şerefinde Azîz    
349- YÂ MEN HÜVE FÎ İZZETİHÎ AZÎMUN: izzetinde Azîm    
350- YÂ MEN HÜVE FÎ AZAMETİHÎ MECÎDUN: azametinde Mecîd    
351- YÂ MEN HÜVE FÎ MECDİHÎ HAMÎDUN: yüceliğinde Hamîd    
352- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN HÂDİUN LEH: her şeyin kendisine boyun eğdiği    
353- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN KÂİNÜN LEH: her şey kendisi için var olan    
354- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN MEVCÛDUN LEH: her şey kendisi için mevcûd olan    
355- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN MÜNÎBUN LEH: her şeyin kendisine döndüğü    
356- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN HÂİFUN MİNHU: her şeyin kendisinden korktuğu    
357- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN MÜSEBBİHUN LEH: her şeyin kendini tesbih ettiği    
358- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN KÂİMUN BİH: her şey kendisiyle ayakta olan    
359- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN HÂŞİUN LEH: her şeyin kendisine itâat ettiği    
360- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN SÂİRUN İLEYH: her şeyin kendisine yöneldiği    
361- YÂ MEN HÜVE KÜLLÜ ŞEY’’İN HÂLİKUN İLLÂ VECHEH: kendisine bakan yüzü müstesna her şeyin fâni olduğu    
362- YÂ KÂFÎ: kullarına yeten    
363- YÂ ŞÂFÎ: her türlü derde devâ veren    
364- YÂ VÂFÎ: vaadinde duran    
365- YÂ MUÂFÎ kullarına âfiyet veren    
366- YÂ ÂLÎ: her şeyiyle yüce olan    
367- YÂ DÂÎ: iyiliğe ve cennete dâvet eden    
368- YÂ RÂDÎ: iyi kullarından hoşnut olan    
369- YÂ KÂDÎ: hikmet ve adaletle hükmeden    
370- YÂ BÂKÎ: varlığının sonu olmayan    
371- YÂ HÂDÎ: dilediğini doğru yola ulaştıran    
372- YÂ MEN LÂ MEFERRA İLLÂ İLEYH: kendisinden başka kaçılacak yer olmayan    
373- YÂ MEN LÂ MEFZEA İLLÂ İLEYH: kendisinden sığınılacak yer olmayan    
374- YÂ MEN LÂ MELCEE İLLÂ İLEYH: kendisinden başka iltica edilecek yer olmayan    
375- YÂ MEN LÂ YÜTEVEKKELÜ İLLÂ LEYH: kendisinden başka tevekkül edilecek kimse olmayan    
376- YÂ MEN LÂ MAKSADE İLLÂ İLEYH: kendisinden başka maksud olmayan    
377- YÂ MEN LÂ MENCEE İLLÂ İLEYH: kendisinden başka kurtuluş yeri olmayan    
378- YÂ MEN LÂ YURĞABU İLLÂ İLEYH: kendisinden başkasına rağbet edilmeyen    
379- YÂ MEN LÂ YUBEDU İLLÂ İYYÂH: kendisinden başkasına ibâdet edilmeyen    
380- YÂ MEN LÂ YÜSTEÂNU İLLÂ MİNH: kendisinden başkasından yardım istenilmeyen    
381- YÂ MEN LÂ HAVLE VELÂ KUVVETE İLLÂ BİH: kendisinden başka güç ve kuvvet sahibi bulunmayan    
382- YÂ HAYRA’L- MERHÛBÎN: kendisine kaçılanların en hayırlısı    
383- YÂ HAYRA’L- MATLÛBÎN: matlubların en hayırlısı    
384- YÂ HAYRA’L- MERĞÛBÎN: rağbet edilenlerin en hayırlısı    
385- YÂ HAYRA’L- MESÛLÎN: dilekte bulunanların en hayırlısı    
386- YÂ HAYRA’L- MAKSÛDÎN: maksud olanların en hayırlısı    
387- YÂ HAYRA’L- MEZKÛRÎN: zikredilenlerin en hayırlısı    
388- YÂ HAYRA’L- MEŞKÛRÎN: sükredilenlerin en hayırlısı    
389- YÂ HAYRA’L- MAHBÛBÎN: sevilenlerin en hayırlısı    
390- YÂ HAYRA’L- MÜNZİLÎN: indirenlerin en hayırlısı    
391- YÂ HAYRA’L- MÜSTENİSÎN: kendisine ünsiyet edilenlerin en hayırlısı    
392- YÂ MEN HÜVE HALAKA FESEVVÂ: yaratıp düzene koyan    
393- YÂ MEN HÜVE KADDERA FEHEDÂ: takdir edip hedefe götüren    
394- YÂ MEN HÜVE YEKŞİFÜ’L- BELVÂ: belâyı kaldıran    
395- YÂ MEN HÜVE YESMEUN NECVÂ: gizli yakarışı işiten    
396- YÂ MEN HÜVE YÜNKİZÜ’L- GARKÂ: batmışı kurtaran    
397- YÂ MEN HÜVE YÜNCİ’L- HELKÂ: helak olana necat veren    
398- YÂ MEN HÜVE YEŞFİ’L- MERDÂ: hastaya şifâ veren    
399- YÂ MEN HÜVE EMÂTE VE AHYÂ: öldüren ve dirilten    
400- YÂ MEN HÜVE ADHAKE VE EBKÂ: güldüren ve ağlatan    
401- YÂ MEN HÜVE EDALLE VE EHDÂ: saptıran ve hidâyete erdiren    
402- YÂ ĞAFİR: dilediği kullarının günahlarını silen    
403- YÂ SÂTİR: ayıp ve kusurları örten    
404- YÂ KÂHİR: düşmanlarını mağlub eden    
405- YÂ KÂDİR: herşeye gücü yeten    
406- YÂ NAZİR: bütün mahlukatının hâllerini gören    
407- YÂ FATİR: bütün mahlukatı yoktan var eden    
408- YÂ ŞÂKİR: kendine yapılan ibâdet ve şükürlere bol mükâfat veren    
409- YÂ ZÂKİR: kendisini zikredenleri yâd eden    
410- YÂ NÂSİR: dostlarına yardım eden    
411- YÂ CÂBİR: kırık gönülleri saran ve zararları telâfi eden    
412- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- BERRİ VE’L- BAHRİ SEBÎLÜH: karada ve denizde yolu olan    
413- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- ÂFÂKİ ÂYÂTÜH: dış âlemde âyetleri bulunan    
414- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- ÂYÂTİ BURHÂNÜH: âyetlerinde delili olan    
415- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- MEMÂTİ KUDRETÜH: ölümlerde kudreti tecellî eden    
416- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- KUBÛRİ İZZETÜH: kabirlerde izzeti olan    
417- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- KİYÂMETİ MİLKETÜH: kıyamette saltanat olan    
418- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- HİSÂBİ HEYBETÜH: hisapta heybeti olan    
419- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- MÎZÂNİ KADÂÜH: mizanda hükmü olan    
420- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- CENNETİ RAHMETÜH: cennette rahmeti olan    
421- YÂ MEN HÜVE Fİ’N- NÂRİ AZÂBÜH: cehennemde azabı olan    
422- YÂ MEN HÜVE İLEYHİ YEHREBÜ’L- HÂİFÛN: korkanların Kendisine kaçtığı    
423- YÂ MEN HÜVE İLEYHİ YEFZEU’L- MÜZNİBÛN: günahkârların Kendisine sığındığı    
424- YÂ MEN HÜVE İLEYHİ YAKSİDÜ’L- MÜNÎBÛN: tevbe edenlerin Kendisine yöneldiği    
425- YÂ MEN HÜVE İLEYHİ YELCEÜ’L- ÂSÛN: âsilerin Kendisine iltica ettiği    
426- YÂ MEN HÜVE İLEYHİ YERĞABÜ’Z- ZÂHİDÛN: zâhidlerin kendisine rağbet ettiği    
427- YÂ MEN HÜVE FÎHİ YATMAÜ’L- HÂTİÛN: hatalıların kendisine ümit beslediği    
428- YÂ MEN HÜVE YESTENİSÜ BİHİ’L- MÜRÎDÛN: kendisini arzulayanların kendisiyle ünsiyet bulduğu    
429- YÂ MEN HÜVE YEFTEHİRU BİHİ’L- MUHSİNÛN: iyilik yapanların kendisiyle iftihar ettiği    
430- YÂ MEN HÜVE ALEYHİ YETEVEKKELÜ’L- MÜTEVEKKİLÛN: tevekkül edenlerin kendisine güvendiği    
431- YÂ MEN HÜVE YESKÜNÜ BİHİ’L- MÛKİNÛN: kuvvetle iman edenlerin kendisiyle huzur bulduğu    
432- YÂ AKRABU MİN KÜLLİ KARÎB: bütün yakınlardan daha yakın    
433- YÂ EHABBU MİN KÜLLİ HABÎB: bütün sevilenlerden daha sevgili    
434- YÂ AZAMU MİN KÜLLİ AZÎM: bütün büyüklerden daha büyük    
435- YÂ EAZZÜ MİN KÜLLİ AZÎZ: bütün izzet sahiplerinden daha Azîz    
436- YÂ AKVÂ MİN KÜLLİ KAVİY: bütün kuvvetlilerden daha Kavi    
437- YÂ AĞNÂ MİN KÜLLİ ĞANİY: bütün zenginlerden daha zengin    
438- YÂ ECVEDÜ MİN KÜLLİ CEVÂD: bütün cömertlerden daha cömert    
439- YÂ EREFÜ MİN KÜLLİ RAÛF: bütün şefkatlilerden daha Raûf    
440- YÂ ERHAMÜ MİN KÜLLİ RAHÎM: bütün merhametlilerden daha Rahîm    
441- YÂ ECELLÜ MİN KÜLLİ CELÎL: bütün yücelerden daha yüce    
442- YÂ KARÎB: herşeye herşeyden yakın olan    
443- YÂ RAKÎB: bütün mahlukatı gözetleyen    
444- YÂ HABÎB: mü'minlerin sevgilisi olan    
445- YÂ MUCÎB: kulların dualarına cevap veren    
446- YÂ HASÎB: kulların bütün fiilerinin hesabını gören    
447- YÂ TABÎB: bütün dertlere devâ veren    
448- YÂ BASÎR: herşeyi bütün incelikleriyle gören    
449- YÂ HABÎR: herşeyden haberdâr olan    
450- YÂ MÜNÎR: herşeyi nûruyla aydınlatan    
451- YÂ MÜBÎN: kullarına gerekli herşeyi açıklayan ve varlığı apaçık olan    
452- YÂ ĞALİBEN ĞAYRA MAĞLÛB: mağlub olmayan Galib    
453- YÂ SÂNİAN ĞAYRA MASNU: yaratılmış olmayan Sanatkâr    
454- YÂ HÂLİKAN ĞAYRA MAHLÛK: mahluk olmayan Yaratıcı    
455- YÂ MÂLİKEN ĞAYRA MEMLÛK: sahip olunamayan mülk sahibi    
456- YÂ KÂHİRAN ĞAYRA MAKHÛR: kendisine üstün gelinemeyen Kâhir    
457- YÂ RÂFİAN ĞAYRA MERFU: yükseltilmekten münezzeh olan yükseltici    
458- YÂ HÂFİZAN ĞAYRA MAHFÛZ: korunmayan koruyucu    
459- YÂ NÂSİRAN ĞAYRA MENSÛR: yardım edilmeyen yardım edici    
460- YÂ ŞÂHİDEN ĞAYRA ĞAİB: gaib olmayan Şâhid    
461- YÂ KARÎBEN ĞAYRA BAÎD: uzak olmayan yakın    
462- YÂ NÛRAN NÛR: nûrların nûru    
463- YÂ MÜNEVVİRAN NÛR: nûrları nûrlandıran    
464- YÂ MUSAVVİRAN NÛR: nûrlara suret ve şekil veren    
465- YÂ HÂLİKAN NÛR: nûrları yaratan    
466- YÂ MUKADDİRAN NÛR: nûrları takdir eden    
467- YÂ MUDEBBİRAN NÛR: nûrları idâre eden    
468- YÂ NÛRAN KABLE KÜLLİ NÛR: bütün nûrlardan evvel olan Nûr    
469- YÂ NÛRAN BADE KÜLLİ NÛR: bütün nûrlardan sonrada varlığı devâm eden Nûr    
470- YÂ NÛRAN FEVKA KÜLLİ NÛR: bütün nûrların üstünde olan Nûr    
471- YÂ NÛRAN LEYSE MİSLEHÛ NÛR: hiçbir nûr kendisine benzemeyen Nûr    
472- YÂ MEN ATÂHÛ ŞERÎF: bağış ve ihsanı şerefli olan    
473- YÂ MEN FİLÜHÛ LÂTÎF: fiili Latîf olan    
474- YÂ MEN LÜTFUHÛ MUKÎM: lütfu dâim olan    
475- YÂ MEN İHSÂNUHÛ KADÎM: ihsanı kadîm olan    
476- YÂ MEN KAVLÜHÛ HAK: sözü hak olan    
477- YÂ MEN VADÜHÛ SİDK: vaadi doğru olan    
478- YÂ MEN AFVÜHÛ FADL: affı fazl olan    
479- YÂ MEN AZÂBÜHÛ ADL: azabı adalet olan    
480- YÂ MEN ZİKRUHÛ HULV: zikri tatlı olan    
481- YÂ MEN ÜNSÜHÛ LEZÎZ: dostluğu (birlikteliği) lezzetli olan    
482- YÂ MÜNEVVİL: kullarına nimet ihsan eden    
483- YÂ MUFASSİL: bütün müşkülleri hâlleden ve hak ile bâtılın arasını ayıran    
484- YÂ MÜBEDDİL: istediğini istediği şekilde değiştiren    
485- YÂ MÜSEHHİL: zorlukları kolaylaştıran    
486- YÂ MÜZELLİL: istediğini zelil kılan ve mahlukatına boyun eğdiren    
487- YÂ MÜNEZZİL: kitaplar ve bereketler indiren, dilediğinin rütbesini alçaltan    
488- YÂ MUHAVVİL: kâinâttaki bütün işleri döndüren ve kullarını hâlden hâle sevk eden    
489- YÂ MÜCEMMİL: herşeyi münâsip şekilde güzelleştiren    
490- YÂ MÜKEMMİL: herşeyi kemâle erdiren    
491- YÂ MUFADDİL: istediğini istediğine üstün kılan    
492- YÂ MEN YERÂ VELÂ YÜRÂ: herşeyi gören, fakat Kendisi görülmeyen    
493- YÂ MEN YAHLÜKU VELÂ YUHLÂK: herşeyi yaratan, fakat kendisi yaratılmayan    
494- YÂ MEN YEHDÎ VELÂ YÜHDÂ: herşeye yol gösteren fakat Kendisi yol gösterilmeye muhtaç olmayan    
495- YÂ MEN YUHYÎ VELÂ YUHYÂ: hayat veren, fakat kendisi hayat verilmeye muhtaç olmayan    
496- YÂ MEN YUTİMU VELÂ YUTAM: herşeyi doyuran fakat kendisi doyurulmaktan münezzeh olan    
497- YÂ MEN YÜCÎRU VELÂ YÜCÂR: herşeyi koruyan fakat kendisi korunmaya muhtaç olmayan    
498- YÂ MEN YAKDÎ VELÂ YUKDÂ ALEYH: herşey hakkında karar veren fakat kendisi hakkında karar verilmeyen    
499- YÂ MEN YAHKÜMU VELÂ YUHKEMU ALEYH: hüküm veren, fakat kendisine hükmedilemeyen    
500- YÂ MEN LEM YELİD VELEM YÛLED: doğurmayan ve doğmayan    
501- YÂ VE LEM YEKÜN LEHÛ KÜFÜVEN EHAD: hiçbirşey kendisine denk olmayan    
502- YÂ NİME’L- HABÎB: en iyi sevgili    
503- YÂ NİME’T-TABÎB: en iyi şifâ veren    
504- YÂ NİME’L- HASÎB: en iyi hesap gören    
505- YÂ NİME’L- KARÎB: en iyi yakın    
506- YÂ NİME’R- RAKÎB: en iyi gözetleyici    
507- YÂ NİME’L- MÜCÎB: en iyi cevap veren    
508- YÂ NİME’L- ENÎS: en iyi dost    
509- YÂ NİME’L- VEKÎL: en iyi vekil    
510- YÂ NİME’L- MEVLÂ: en iyi efendi    
511- YÂ NİME’N-NASÎR: en iyi yardımcı    
512- YÂ SÜRÛRE’L- ÂRİFÎN: kendisini tanıyanların sevinç kaynağı    
513- YÂ ENÎSE’L- MÜRÎDÎN: kendisini arzuluyanların dostu    
514- YÂ MUĞÎSE’L- MÜŞTÂKÎN: kendisine müştak olanların imdadına koşan    
515- YÂ HABÎBE’T- TEVVÂBÎN: tevbekârların sevgilisi    
516- YÂ RÂZİKA’L- MUKİLLÎN: ihtiyaç sahiplerine rızık veren    
517- YÂ RECÂE’L- MÜZNİBÎN: günahkârların ümidi    
518- YÂ KÂŞİFE’L- MEKRÛBÎN: sıkıntıda olanların ferahlatıcısı    
519- YÂ MÜNEFFİSEN ANİ’L- MAĞMÛMÎN: gamlılara nefes aldıran    
520- YÂ MÜFERRİCEN ANİ’L- MAHZÛNÎN: mahzunlara (üzüntülülere) kurtuluş yolu gösteren    
521- YÂ İLÂHE’L- EVVELÎNE VE’L- ÂHİRÎN: evvel ve âhirlerin ilâhı    
522- YÂ RABBE’L- CENNETİ VE’N-NÂR: cennet ve cehennemin Rabbi    
523- YÂ RABBE’N-NEBİYYÎNE VE’L- AHYÂR: peygamberler ve hayırların Rabbi    
524- YÂ RABBE’S- SİDDÎKÎNE VE’L- EBRÂR: sıddıkların ve iyilerin Rabbi    
525- YÂ RABBE’S- SİĞÂRİ VE’L- KİBÂR: küçüklerin ve büyüklerin Rabbi    
526- YÂ RABBE’L- HUBÛBİ VE’L- ESMÂR: danelerin ve meyvelerin Rabbi    
527- YÂ RABBE’L- ENHÂRİ VE’L- EŞCÂR: nehirlerin ve ağaçların Rabbi    
528- YÂ RABBE’S- SAHÂRA VE’L- ĞİFÂR: sahraların ve çöllerin Rabbi    
529- YÂ RABBE’L- ABÎDİ VE’L- AHRÂR: kölelerin ve hürlerin Rabbi    
530- YÂ RABBE’L- İLÂNİ VE’L- İSRÂR: açığa çıkarma ve gizlemelerin Rabbi    
531- YÂ RABBE’L- LEYLİ VE’N-NEHÂR: gece ve gündüzün Rabbi    
532- YÂ MEN LAHİKA FÎ KÜLLİ ŞEY’İN İLMÜH: ilmi herşeye ulaşan    
533- YÂ MEN NEFEZE Bİ KÜLLİ ŞEY’İN BASARUH: görüşü herşeyi nüfüz eden    
534- YÂ MEN BELAĞAT İLÂ KÜLLİ ŞEY’İN KUDRETÜH: kudreti herşeye baliğ olan    
535- YÂ MEN LÂ YUHSİ’L- İBÂDÜ NAMÂEH: nimetleri sayılamayan    
536- YÂ MEN LÂ TEBLÜĞUL HALÂİKU ŞÜKREH: mahlukatın, gerçek şükrüne erişemediği    
537- YÂ MEN LÂ TÜDRİKÜ’L- EFHÂMU CELÂLEH: zihinlerin,yüceliğini idrak edemediği    
538- YÂ MEN LÂ TENÂLÜ’L- EVHÂMÜ KÜNHEH: hayallerin hakikatine erişemediği    
539- YÂ MENİ’L- AZAMETÜ VE’L- KİBRİYÂU RİDÂUH: azamet ve kibriya örtüsü olan    
540- YÂ MENİ’L- HEYBETÜ VE’S- SULTÂNÜ BEHÂUH: heybet ve saltanat güzelliği olan    
541- YÂ MEN TEAZZEZE Bİ’L- İZZİ BEKÂUH: bekâsı izzetle üstün olan    
542- YÂ MEN LEHÜ’L- MESELÜ’L- ALÂ: en yüce misaller kendisine ait olan    
543- YÂ MEN LEHÜS- SİFÂTÜ’L- ULÂ: en yüce sıfatlar kendisine ait olan    
544- YÂ MEN LEHÜ’L- ÂHİRETÜ VE’L- ÛLÂ: âhiret ve dünya kendisine ait olan    
545- YÂ MEN LEHÜ’L- CENNETÜ’L- MEVÂ: Cennetü'l- Mev'a kendisine ait olan    
546- YÂ MEN LEHÜN NÂRU VE’L- LEZÂ: cehennem ve ateşi kendisine ait olan    
547- YÂ MEN LEHÜ’L- ÂYÂTÜ’L- KÜBRÂ: en büyük ayetler kendisine ait olan    
548- YÂ MEN LEHÜ’L- ESMÂÜ’L- HÜSNÂ: en güzel isimler kendisine ait olan    
549- YÂ MEN LEHÜ’L- HUKMU VE’L- KADÂ: hüküm ve kaza kendisine ait olan    
550- YÂ MEN LEHÜS- SEMÂVÂTÜ’L- ULÂ: yüce gökler kendisine ait olan    
551- YÂ MEN LEHÜ’L- ARŞU VE’S- SERÂ: arş ve yer kendisine ait olan    
552- YÂ AFÜVVÜ: kullarını çok çok affeden    
553- YÂ ĞAFÛR: kullarının günahlarını çokça bağışlayan    
554- YÂ VEDÛD: itâatkâr kullarını çok seven ve sevilmeye layık olan    
555- YÂ ŞEKÛR: rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan    
556- YÂ SABÛR: asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden    
557- YÂ RAÛF: kullarına çok merhamet edip esirgeyen    
558- YÂ ATÛF: kullarına karşı pek merhametli olan    
559- YÂ KUDDÛS: bütün mahlukatı maddî ve mânevî kirlerden arındıran    
560- YÂ HAYYU: gerçek hayat sahibi olan    
561- YÂ KAYYÛM: gökleri, yeri ve bütün mahlukatı ayakta tutan    
562- YÂ MEN HÜVE Fİ’S- SEMÂİ AZAMETUH: semada azameti görülen    
563- YÂ MEN HÜVE FÎ’L- ARDİ ÂYÂTÜH: yerde ayetleri tecelli eden    
564- YÂ MEN HÜVE FÎ KÜLLİ ŞEY’İN DELÂİLÜH: herşeyde delilleri bulunan    
565- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- BİHÂRİ ACÂİBUH: denizde acaib sanatları bulunan    
566- YÂ MEN YEBDEU’L- HALKA SÜMME YUÎDUH: mahlukatı ilk defa yaratıp, öldükten sonra tekrar dirilten    
567- YÂ MEN HÜVE Fİ’L- CİBÂLİ HAZÂİNUH: dağlarda hazineleri bulunan    
568- YÂ MEN AHSENE KÜLLE ŞEY’İN HALAKAH: yarattığı herşeyi en güzel yapan    
569- YÂ MEN İLEYHİ YURCEU’L- EMRE KÜLLÜH: bütün işler kendisine dönen    
570- YÂ MEN ZAHERA FÎ KÜLLİ ŞEY’İN LÜTFUH: herşeyde lütfu açıkça görülen    
571- YÂ MEN YUARRİFU’L- HALÂİKA KUDRETEH: mahlukatına kudretini tanıtan    
572- YÂ HABÎBE MEN LÂ HABÎBE LEH: sevgilisi olmayanların sevgilisi    
573- YÂ TABÎBE MEN LÂ TABÎBE LEH: tabibi olmayanların tabibi    
574- YÂ MÛCÎBE MEN LÂ MÛCÎBE LEH: isteklerini dinleyip cevap verecek kimsesi olmayanların cevaplayıcısı    
575- YÂ ŞEFÎKA MEN LÂ ŞEFÎKA LEH: şefkat edecek kimsesi olmayanların şefkat edicisi    
576- YÂ RAFÎKA MEN LÂ RAFÎKA LEH: arkadaşı olmayanların arkadaşı (kimsesizlerin kimsesi)    
577- YÂ ŞEFÎA MEN LÂ ŞEFÎA LEH: şefâat edecek kimsesi olmayanların şefâatçısı    
578- YÂ MUĞÎSE MEN LÂ MUĞÎSE LEH: imdadına koşacak kimsesi olmayanların imdadına koşan    
579- YÂ DELÎLE MEN LÂ DELÎLE LEH: yol gösterecek kimsesi olmayanların rehberi    
580- YÂ KAİDE MEN LÂ KAİDE LEH: rehberi olmayanların rehberi    
581- YÂ RÂHİME MEN LÂ RÂHİME LEH: merhamet edecek kimsesi olmayanların merhamet edicisi    
582- YÂ KÂFİYE MEN İSTEKFÂH: kendisini herşeye bedel yeter görenlerin kafi olan    
583- YÂ HÂDİYE MEN İSTEHDÂH: kendisinden hidâyet isteyenlerin hidâyet edicisi    
584- YÂ KÂLİYE MEN İSTEKLÂH: kendisinden himaye isteyenleri koruyan    
585- YÂ DÂİYE MEN İSTEDÂH: kendisini çağıranları cennete davet eden    
586- YÂ ŞÂFİYE MEN İSTEŞFÂH: kendisinden şifâ isteyene şifâ veren    
587- YÂ KÂDİYE MEN İSTEKDÂH: kendisinden hükmetmesini isteyenler hakkında hükmeden    
588- YÂ MUĞNİYE MEN İSTEĞNÂH: maddî ve mânevî zenginlik isteyenleri zenginleştiren    
589- YÂ MÛFİYE MEN İSTEVFÂH: Kendisinden ihtiyacının yerine getirilmesini isteyenlerin ihtiyaçlarına yeterli cevap veren    
590- YÂ MUKAVVİYE MENİS- TAKVÂH: kuvvet ve güç isteyenlere kafi güç ve kuvvet veren    
591- YÂ VELİYYE MEN İSTEVLÂH: Kendisinden dostluk ve sahiplik isteyenlerin dost ve sahibi    
592- YÂ EVVEL-: herşeyden önce olan    
593- YÂ ÂHİR: herşeyden sonra olan    
594- YÂ ZÂHİR: varlığı apaçık görünen    
595- YÂ BÂTİN: herşeyin içyüzünden haberdar olan    
596- YÂ HÂLİK: herşeyi yoktan yaratan    
597- YÂ RÂZİK: herşeyi münasip bir şekilde rızıklandıran    
598- YÂ SÂDİK: her işi doğru olan ve sözünü yerine getiren    
599- YÂ SÂBİK: varlığı herşeyden önce olan    
600- YÂ SÂİK: herşeyi mukadder hedefine sevk eden    
601- YÂ FÂLİK: tohum ve çekirdekleri yarıp sümbüllendiren    
602- YÂ MEN YUKALLİBÜ’L- LEYLE VE’N-NEHÂR: gece ve gündüzü peş peşe değiştiren    
603- YÂ MEN HALAKA’Z- ZULÜMÂTİ VE’N-NÛR: karanlıkları ve nûru yaratan    
604- YÂ MEN CEALE’Z- ZİLLE VE’L- HARÛR: gölgeleri ve harareti meydana getiren    
605- YÂ MEN SEHHARA’Ş- ŞEMSE VE’L- KAMER: güneşe ve aya boyun eğdiren    
606- YÂ HALAKA’L- MEVTE VE’L- HAYÂT: ölümü ve hayatı yaratan    
607- YÂ MEN LEHÜ’L- HALKU VE’L- EMRU: yaratmak ve emretmek kendisine ait olan    
608- YÂ MEN LEM YETTAHİZ SAHİBETEN VELÂ VELEDÂ: eş ve evlat edinmeyen    
609- YÂ MEN LEM YEKÜN LEHÜ ŞERÎKÜN Fİ’L- MÜLKİ: mülkünde hiçbir şeriki olmayan    
610- YÂ MEN LEM YEKÜN LEHÜ VELİYYÜN MİNEZZÜLLİ: zilletten münezzeh olduğu için dosta ihtiyacı olmayan    
611- YÂ MEN LEHÜ’L- HAVLÜ VE’L- KUVVEH: havl ve kuvvet kendisine ait olan    
612- YÂ MEN YALEMÜ MÛRÂDE’L- MÜRÎDÎN: kendisini arzuluyanların muradını bilen    
613- YÂ MEN YEMLİKÜ HAVÂİCE’S- SÂİLÎN: kendisinden dilekte bulunanların ihtiyaç duyduklarına sahib olan    
614- YÂ MEN YESMEU ENÎNE’L- VÂLİHÎN: üzüntüsünden kendinden geçenlerin inlemelerini işiten    
615- YÂ MEN YERÂ BÜKÂE’L- HÂİFÎN: kendisinden korkarak ağlayanların ağlayışlarını duyan    
616- YÂ MEN YALEMÜ DAMÎRA’S- SÂMİTÎN: suskunların içinden gelenleri bilen    
617- YÂ MEN YERÂ NEDEME’N-NÂDİMÎN: günahlarından pişmanlık duyanların nedametini gören    
618- YÂ MEN YAKBELÜ UZRE’T- TÂİBÎN: tevbekârların özrünü kabul eden    
619- YÂ MEN LÂ YUSLİHU AMELE’L- MÜFSİDÎN : fesatçıların işini düzeltmeyen    
620- YÂ MEN LÂ YUDÎU ECRE’L- MUHSİNÎN : iyilik yapanların mükâfatını zayi etmeyen    
621- YÂ MEN LÂ YEBUDÛ AN KULÛBİ’L- ÂRİFÎN: kendisini tanıyanların kalplerinden uzaklaşmayan    
622- YÂ DÂİME’L- BEKÂİ: bekâsı daim olan    
623- YÂ ĞÂFİRE’L- HATÂİ: hataları bağışlayan    
624- YÂ SÂMİA’D- DUÂİ: duaları işiten    
625- YÂ VÂSİA’L- ATÂİ: ihsanı geniş olan    
626- YÂ RÂFİA’S- SEMÂİ: gökleri yükselten    
627- YÂ KÂŞİFE’L- BELÂİ: belâları defeden    
628- YÂ AZÎME’S- SENÂİ: medh ü senâsı büyük olan    
629- YÂ KADÎME’S- SENÂİ: varlığının parlaklığı kadim olan    
630- YÂ KESÎRE’L- VEFÂİ: vefası çok olan    
631- YÂ ŞERÎFE’L- CEZÂİ: mükâfatı yüksek olan    
632- YÂ ĞAFFÂR: çok affeden    
633- YÂ SETTÂR: ayıpları çokça örten    
634- YÂ KAHHÂR: herşeye galip gelen ve düşmanlarını kahreden    
635- YÂ CEBBÂR: istediğini zorla yaptırabilen    
636- YÂ SABBÂR: çok sabreden ve kullarına sabır gücü veren    
637- YÂ REZZÂK: bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran    
638- YÂ FETTÂH: herşeyi hikmetle açan    
639- YÂ ALLÂM: herşeyi çok iyi bilen    
640- YÂ VEHHÂB: bol bol hediyeler veren    
641- YÂ TEVVÂB: tevbeleri çok çok kabul eden    
642- YÂ MEN HALEKANÎ VE SEVVÂNÎ: beni yaratıp azalarımı düzene koyan    
643- YÂ MEN RAZEKANÎ VE RABBANÎ: bana rızık veren ve beni terbiye eden    
644- YÂ MEN ATAMENÎ VE SEKÂNÎ: beni yedirip içiren    
645- YÂ MEN KARRABENİ VE EDNÂNÎ: beni kendisine yaklaştırıp yakın kılan    
646- YÂ MEN ASAMENÎ VE KEFÂNÎ: beni günah tehlikelerinden koruyup bana kafi gelen    
647- YÂ MEN HAFİZANÎ VE KELÂNÎ: beni muhafaza edip ayıplarımı örten    
648- YÂ MEN VEFFEKANÎ VE HEDÂNÎ: bana tevfik edip hidâyet eden    
649- YÂ MEN EAZZENÎ VE AĞNÂNÎ: beni azîz kılıp ihtiyaçlarımı gideren    
650- YÂ MEN EMÂTENÎ VE AHYÂNÎ: beni öldürüp dirilten    
651- YÂ MEN ÂNESENÎ VE ÂVÂNÎ: bana ünsiyet verip barındıran    
652- YÂ MEN YUHİKKU’L- HAKKA BİKELİMÂTİH : kelimeleriyle hakkı gerçekleştiren    
653- YÂ MEN LÂ MUAKKİBE LİHÜKMİH: hükmünü geri bıraktıracak kimse olmayan    
654- YÂ MEN LÂ RÂDDE LİKADÂİH: kazasını geri çevirecek kimse bulunmayan    
655- YÂ MEN YEHÛLÜ BEYNE’L- MERİ VE KALBİH: kişiye kalbinden daha yakın olan    
656- YÂ MEN YAKBELÜ’T- TEVBETE AN İBÂDİH: kullarından tevbeyi kabul eden    
657- YÂ MEN LÂ TENFEU’Ş- ŞEFÂATÜ İLLÂ BİİZNİH: izni olmadan hiçbir şefâat fayda vermeyen    
658- YÂ MENİ’S- SEMÂVÂTÜ MATVİYYÂTÜN BİYEMÎNİH: bütün gökler kudretiyle dürülecek olan    
659- YÂ MEN HÜVE ÂLEMU Bİ MEN DALLE AN SEBÎLİH: yolundan sapanları en iyi bilen    
660- YÂ MEN YÜSEBBİHÜ’R- RADÜ BİHAMDİHÎ VE’L- MELÂİKETÜ MİN HÎFETİH: gök gürültüsünün hamdederek, meleklerin de heybetinden kendisini tesbih ettiği    
661- YÂ MEN YURSİLÜ’R- RİYÂHA BÜŞRAN BEYNE YEDEY RAHMETİH: rahmet olan yağmurun önünde rüzgarları müjdeci gönderen    
662- YÂ MEN CEALE’L- ARDA MİHÂDÂ: yeri beşik yapan    
663- YÂ MEN CEALE’L- CİBÂLE EVTÂDÂ: dağları direk yapan    
664- YÂ MEN CEALE’Ş- ŞEMSE SİRÂCÂ: güneşi kandil kılan    
665- YÂ MEN CEALE’L- KAMERA NÛRÂ: ay'ı nûr kılan    
666- YÂ MEN CEALE’L- LEYLE LİBÂSÂ: geceyi örtü yapan    
667- YÂ MEN CEALE’N-NEHÂRA MEÂŞÂ: gündüzü maişet zamanı yapan    
668- YÂ MEN CEALE’N-NEVME SÜBÂTÂ: uykuyu huzur ve sükun vasıtası kılan    
669- YÂ MEN CEALE’S- SEMÂE BİNÂEN: semayı bina kılan    
670- YÂ MEN CEALE’L- EŞYÂE EZVÂCÂ: eşyayı çift çift yaratan    
671- YÂ MEN CEALE’N-NÂRA MİRSÂDÂ: ateşi gözcü kılan    
672- YÂ ŞEFÎU: gerçek şefâat sahibi    
673- YÂ SEMÎU: gizli açık her sesi işiten    
674- YÂ REFÎU: istediğini yükselten ve son derece yüce olan    
675- YÂ MENÎU: istediğini engelleyen    
676- YÂ BEDÎU: mevcudatı en güzel bir şekilde yoktan yaratan    
677- YÂ SERÎU: hesabı en suratli bir şekilde gören    
678- YÂ BEŞÎRU: sevdiklerini cennet ve çeşitli mükâfatlarla müjdeleyen    
679- YÂ NEZÎRU: kullarına itâate sevk etmek için azabıyla korkutan    
680- YÂ KADÎRU: sonsuz kudret sahibi olan    
681- YÂ MUKTEDİRU: herşeye gücü yeten    
682- YÂ HAYYU KABLE KÜLLİ HAYYİN: bütün dirilerden önce var olan gerçek hayat sahibi    
683- YÂ HAYYU BADE KÜLLİ HAYYİN: bütün dirilerden sonra bâki kalacak gerçek hayat sahibi    
684- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ LÂ YÜŞBİHUHÛ ŞEY’ÜN: hiç bir şeyin Kendisine benzemediği gerçek hayat sahibi    
685- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ LEYSE KEMİSLİHÎ HAYYUN: hiç bir dirinin misli gibi olmadığı gerçek hayat sahibi    
686- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ LÂ YÜŞARİKÜHÛ HAYYUN: hiç bir dirinin Kendisine ortak olmadığı gerçek hayat sahibi    
687- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ LÂ YAHTÂCÜ İLÂ HAYYİN: hiç bir diriye muhtaç olmayan gerçek hayat sahibi    
688- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ YÜMÎTU KÜLLE HAYYİN: bütün dirileri ölüme mazhar eden gerçek hayat sahibi    
689- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ YERZÜKU KÜLLE HAYYİN: bütün dirileri rızıklandıran gerçek hayat sahibi    
690- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ YUHYİ’L- MEVTÂ: ölüleri dirilten gerçek hayat sahibi    
691- YÂ HAYYÜ’LLEZÎ LÂ YEMÛT: hiç ölmeyecek olan gerçek hayat sahibi    
692- YÂ MEN LEHÛ ZİKRÜN LÂ YÜNSÂ: unutulmayan ve unutturulmayan zikrin sahibi    
693- YÂ MEN LEHÛ NÛRUN LÂ YUTFÂ: söndürülmeyen nûrun sahibi    
694- YÂ MEN LEHÛ SENÂUN LÂ YUHSÂ: hadd ü hesaba gelmeyen medh ü senâ sahibi    
695- YÂ MEN LEHÛ NÜÛTÜN LÂ TÜĞAYYER: hiç bir şekilde değiştirilmeyen vasıflar sahibi    
696- YÂ MEN LEHÛ NİAMÜN LÂ TUAD: sayılamayan nimetler sahibi    
697- YÂ MEN LEHÛ MÜLKÜN LÂ YEZÛL: zeval bulmayan sanat sahibi    
698- YÂ MEN LEHÛ CELÂLÜN LÂ YÜKEYYEF: gerçek keyfiyeti anlaşılmayan celâl sahibi    
699- YÂ MEN LEHÛ KADÂUN LÂ YÜRED: reddedilmeyen hüküm sahibi    
700- YÂ MEN LEHÛ SİFÂTÜN LÂ TÜBEDDEL: tebdil edilemeyen sıfatlar sahibi    
701- YÂ MEN LEHÛ KEMÂLÜN LÂ YÜDREK: tam idrak edilemeyen kemâl sahibi    
702- YÂ RABBE’L- ÂLEMÎN: âlemlerin Rabbi    
703- YÂ MÂLİKE YEVMİDDÎN: amellerin karşılıklarının verildiği kıyamet gününün sahibi    
704- YÂ MEN YUHİBBÜ’S- SÂBİRÎN: sabredenleri seven    
705- YÂ MEN YUHİBBÜ’T- TEVVÂBÎN: tevbe edenleri seven    
706- YÂ MEN YUHİBBÜ’L- MÜTETAHHİRÎN: maddî ve mânevî kirlerden temizlenenleri seven    
707- YÂ MEN YUHİBBÜ’L- MUHSİNÎN: Allah'ı görür gibi ibadet edenleri ve iyilik yapanları seven    
708- YÂ MEN HÜVE HAYRU’N- NÂSİRÎN: yardım edenlerin en hayırlısı    
709- YÂ MEN HÜVE HAYRÜ’L- FÂSİLÎN: müşkil meseleleri hâlledip hükme bağlayanların en hayırlısı    
710- YÂ MEN HÜVE HAYRU’Ş- ŞÂKİRÎN: iyi mallara bol karşılık verenlerin en hayırlısı    
711- YÂ MEN HÜVE ALEMÜ Bİ’L- MÜFSİDÎN: ifsat edenleri en iyi bilen    
712- YÂ MÜBDİU: mahlukatı örneksiz ve yoktan yaratan    
713- YÂ MUÎD: mahlukatı öldükten sonra yeniden dirilten    
714- YÂ HAFÎZ: herşeyi muhafaza eden    
715- YÂ MUHÎT: herşeyi ilim ve kudretiyle kuşatan    
716- YÂ HAMÎD: hamd ve senâya en çok layık olan ve çok övülen    
717- YÂ MECÎD: azamet, şeref ve hakimiyeti sonsuz    
718- YÂ MUKÎT: her türlü mahlukata münasip rızık veren    
719- YÂ MUĞİS: darda kalan çaresizlerin imdadına koşan    
720- YÂ MUİZZU: istediğine izzet veren ve şereflendiren    
721- YÂ MÜZİLLU: istediğini zelil kılan    
722- YÂ MEN HÜVE EHADÜN BİLÂ DİDDİN: zıddı olmayan Ehad    
723- YÂ MEN HÜVE FERDÜN BİLÂ NİDDİN: dengi bulunmayan Ferd    
724- YÂ MEN HÜVE SAMADÜN BİLÂ AYBİN: kusur ve ihtiyaçtan münezzeh olan Samed    
725- YÂ MEN HÜVE VİTRÜN BİLÂ ŞEFİN: çifti bulunmayan Vitr    
726- YÂ MEN HÜVE RABBÜN BİLÂ VEZÎRİN: veziri bulunmayan Rab    
727- YÂ MEN HÜVE ĞANİYYÜN BİLÂ FAKRİN: fakirliği bulunmayan Gani    
728- YÂ MEN HÜVE SÜLTÂNÜN BİLÂ AZLİN: azledilemeyen Sultan    
739- YÂ MEN HÜVE MELÎKÜN BİLÂ ACZİN: aczden münezzeh olan Melik    
730- YÂ MEN HÜVE MEVCÛDÜN BİLÂ MİSLİN: benzeri olmayan Mevcud    
731- YÂ MEN HÜVE ZİKRUHU ŞEREFÜN Lİ’Z- ZÂKİRÎN: zikri kendisine zikredenlere büyük şeref olan    
732- YÂ MEN HÜVE ŞÜKRUHU FEYZÜN Lİ’Ş- ŞÂKİRÎN: şükrü kendisine şükredenlere büyük kurtuluş olan    
733- YÂ MEN HÜVE HAMDÜHÛ FAHRUN Lİ’L- HÂMİDÎN: hamdı kendisine övenlere büyük iftihar vesilesi olan    
734- YÂ MEN HÜVE TÂATÜHÛ NECATÜN Lİ’L- MUTÎÎN: taati, kendisine itâat edenlere necat olan    
735- YÂ MEN HÜVE BÂBUHÛ MEFTÛHUN Lİ’T- TÂLİBÎN: kapısı kendisini arayanlara açık olan    
736- YÂ MEN HÜVE SEBÎLÜHÛ VÂDİHUN Lİ’L- MÜMİNÎN: yolu müminlere zâhir ve belli olan    
737- YÂ MEN HÜVE ÂYÂTÜHÛ BÜRHÂNÜN Lİ’N- NÂZİRÎN: ayetleri bakanlar için kesin delil olan    
738- YÂ MEN HÜVE KİTÂBÜHÛ TEZKİRETÜN Lİ’L- MÛKİNÎN: kitabı kuvvetli iman sahipleri için öğüt olan    
739- YÂ MEN HÜVE AFVÜHÛ MELCEÜN Lİ’L- MÜZNİBÎN: affı günahkârlar için sığınak olan    
740- YÂ MEN HÜVE RAHMETÜHU KARÎBÜN Lİ’L- MUHSİNÎN: rahmeti Muhsinler için yakın olan    
741- YÂ MEN TEBÂRAKESMUH: ismi yüce ve mübarek olan    
742- YÂ MEN TEÂLÂ CEDDUH: şan ve makami yüksek olan    
743- YÂ MEN CELLE SENÂUH: senâ ve övgüsü büyük olan    
744- YÂ MEN LÂİLÂHE ĞAYRUH: kendisinden başka ilâh olmayan    
745- YÂ MEN TEKADDESET ESMÂUH: isimleri mukaddes olan    
746- YÂ MEN YEDÛMU BEKAUH: bekâsı bitmeden devam eden    
747- YÂ MENİ’L- AZAMETÜ BEHÂUH: azameti, baha ve kadri olan    
748- YÂ MENİ’L- KİBRİYÂU RİDÂUH: büyüklük perdesi olan    
749- YÂ MEN LÂ YUHSÂ ÂLÂUH: gizli nimetleri grup grup bile sayılamayan    
750- YÂ MEN LÂ YUADDU NAMÂUH: ihsan ve nimeti hesap ve sayıya gelmeyen    
751- YÂ MUÎN: kullarına yardım eden    
752- YÂ MÜBÎN: açıklanması gereken herşeyi beyan eden    
753- YÂ EMÎN: kullarina emniyet ve huzur veren    
754- YÂ MEKÎN: saltanatı muhkem, nüfuz ve iktidar sahibi    
755- YÂ METÎN: hiçbir sey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen    
756- YÂ ŞEDÎD: azap ve ikabı şiddetli olan    
757- YÂ ŞEHÎD: kullarının her yaptığını gören    
758- YÂ RAŞÎD: bütün işlerini ezeli takdirine göre en güzel bir şekilde neticeye ulaştıran    
759- YÂ HAMÎD: en çok övülen ve en çok övgüye layık olan    
760- YÂ MECÎD: sonsuz şeref sahibi    
761- YÂ ZE’L- ARŞİ’L- MECÎD: yüce arşın sahibi    
762- YÂ ZE’L- KAVLİS- SEDÎD: dos doğru sözün sahibi    
763- YÂ ZE’L- FADLİR- REŞÎD: yerli yerince yapılan fazl-ü kerem sahibi    
764- YÂ ZE’L- BATŞİ’Ş- ŞEDÎD: kıs kıvrak yakalayan şiddetli azap sahibi    
765- YÂ ZE’L- VADİ’L- VAÎD: vaad ve tehdit sahibi    
766- YÂ KARÎBEN ĞAYRA BAÎD: uzak olmayan yakın    
767- YÂ MEN HÜVE’L- VELİYYÜ’L- HAMÎD: en fazla övgüye layık olan dost    
768- YÂ MEN HÜVE ALÂ KÜLLİ ŞEY’İN ŞEHÎD: herşeyi mühadesi altında tutan    
769- YÂ MEN HÜVE LEYSE Bİ ZALLÂMİN Lİ’L- ABÎD: kullarına hiçbir şekilde zulmedici olmayan    
770- YÂ MEN HÜVE AKREBU İLEYHİ MİN HABLİ’L- VERÎD: kuluna şah damarından daha yakın olan    
771- YÂ MEN LÂ ŞERÎKE LEHÛ VELÂ VEZÎR: hiçbir ortak ve veziri olmayan    
772- YÂ MEN LÂ ŞEBÎHE LEHÛ VELÂ NAZÎR: hiçbir benzeri ve dengi olmayan    
773- YÂ HÂLİKA’Ş- ŞEMSİ VE’L- KAMERİ’L- MÜNÎR: güneş ve nûrlu ayın yaratıcısı    
774- YÂ MUĞNİYE’L- BÂİSİ’L- FAKÎR: şiddetli sıkıntıya düşmüs fakirleri zenginleştiren    
775- YÂ RÂZİKAT TİFLİ’S- SAĞÎR: küçük yavrulara rızık veren    
776- YÂ RÂHİME’Ş- ŞEY’Hİ’L- KEBÎR: düşkün ihtiyarlara merhamet eden    
777- YÂ İSMETE’L- HAİFİ’L- MÜSTECÎR: korku için kurtuluş isteyenlerin sığınagı    
778- YÂ MEN HÜVE Bİ İBÂDİHİ BASÎR: kullarının her hâlini gören    
779- YÂ MEN HÜVE Bİ HAVÂİCİ’L- İBÂDİ HABÎR: kullarının ihtiyaçlarından haberdar olan    
780- YÂ MEN HÜVE ALÂ KÜLLİ ŞEY’İN KADÎR: her şeye gücü yeten    
781- YÂ ZE’L- CÛDİ VE’N-NİAM: cömertlik ve nimetler sahibi    
782- YÂ ZE’L- FADLİ VE’L- KEREM: fazl ve kerem sahibi    
783- YÂ ZE’L- BESİ VE’N-NİKAM: şiddetli belâ ve çetin azaplar sahibi    
784- YÂ HÂLİKA’L- LEVHİ VE’L- KALEM: Levh-i Mahfuz ve Kalemi yaratan    
785- YÂ BÂRİE’Z- ZERRİ VE’N-NESEM: zerreyi, hoş rüzgarları ve nefesleri yaratan    
786- YÂ MÜLHİME’L- ARABÎ VE’L- ACEM: bütün kullarına ilhamda bulunan    
787- YÂ KÂŞİFE’D- DURRİ VE’L- ELEM: zarar ve elemi gideren    
788- YÂ ÂLİME’S- SİRRİ VE’L- HİMEM: gizli sır ve kaygıları bilen    
789- YÂ MEN LEHÜ’L- BEYTÜ VE’L- HARAM: Kabe-i Muazzama ve Harem-i Şerifin sahibi    
790- YÂ MEN YAHLUK EŞYÂE MİNE’L- ADEM: eşyayı yoktan yaratan    
791- YÂ ÂDİL: gerçek adalet sahibi    
792- YÂ KÂBİL: rızası için yapılan isleri kabul eden    
793- YÂ FÂDİL: her şeyden üstün ve yüce olan    
794- YÂ FÂİL: her işin hakiki yapıcısı olan    
795- YÂ KÂFİL: yaratıkların her işini üzerine alan    
796- YÂ CÂİL: her şeyi meydana getiren    
797- YÂ KÂMİL: her bakımdan eksiksiz olan    
798- YÂ FÂTİR: mahlukatı yokluk karanlıklarından varlık nûruna çıkaran    
799- YÂ TÂLİB: kulları için hayır murad eden ve onları dergâhına çağıran    
800- YÂ MATLÛB: kullarını, rızasına ermek ve cemâlini görmek için can attığı    
801- YÂ MEN ENAME Bİ HAVLİH: güç ve havliyle nimet veren    
802- YÂ MEN EKREME Bİ TAVLİH: geniş ve bol imkanlarıyla ikram eden    
803- YÂ MEN ÂDE Bİ LUTFİH: tekrar tekrar lütufta bulunan    
804- YÂ MEN TEAZZEZE Bİ KUDRETİH: kudretiyle her yerde izzetini gösteren    
805- YÂ MEN KADDERA Bİ HİKMETİH: her şeyi hikmetiyle ölçüp biçen    
806- YÂ MEN HAKEME Bİ TEDBÎRİH: tedbiriyle hükmeden    
807- YÂ MEN DEBBERA Bİ İLMİH: ilmiyle her şeyi idâre eden    
808- YÂ MEN TECÂVEZE Bİ HİLMİH: hilim ve yumuşaklığıyla kullarını cezalandırmaktan vazgeçen    
809- YÂ MEN DENÂ FÎ ULUVVİH: yüceliğiyle beraber kullarına yakin olan    
810- YÂ MEN ALÂ Fİ DÜNÜVVİH: yakınlığında yüceliği tezahür eden    
811- YÂ MEN YAHLUKU MÂ YEŞÂU: dilediğini yaratan    
812- YÂ MEN YEFALÜ MÂ YEŞÂU: dilediğini yapan    
813- YÂ MEN YEHDÎ MEN YEŞÂU: dilediğine hidâyet eden    
814- YÂ MEN YUDİLLU MEN YEŞÂU: dilediğini saptıran    
815- YÂ MEN YAĞFİRU LİMEN YEŞÂU: dilediğini bağışlayan    
816- YÂ MEN YUAZZİBU MEN YEŞÂU: dilediğine azap eden    
817- YÂ MEN YETÛBU ALÂ MEN YEŞÂU: dilediğinin tevbesini kabul eden    
818- YÂ MEN YUSAVVİRU Fİ’L- ERHÂMİ KEYFE YEŞÂU: anne rahimlerindeki yavruları dilediği gibi şekillendiren    
819- YÂ MEN YEZÎDÜ Fİ’L- HALKİ MÂ YEŞÂU: yaratıklarında dilediği şeyi ziyade kılan    
820- YÂ MEN YAHTESSU Bİ RAHMETİHÎ MEN YEŞÂU: rahmetini dilediğine tahsis eden    
821- YÂ MEN LEM YETTEHİZ SÂHİBETEN VELÂ VELEDÂ: hiçbir eş ve evlat edinmeyen    
822- YÂ MEN LÂ YÜŞRİKU FÎ HUKMİHÎ EHADÂ: kimseyi hükmüne ortak kılmayan    
823- YÂ MEN CEALE Lİ KÜLLİ ŞEY’İN KADRÂ: her şeye bir plan ve miktar tayin eden    
824- YÂ MEN LEM YEZEL RAHÎMÂ: şefkat ve merhameti zeval bulmayıp devam eden    
825- YÂ CÂİLE’L- MELÂİKETİ RUSÜLÂ: melekleri elçi kılan    
826- YÂ MEN CEALE Fİ’S- SEMÂİ BURÛCÂ: semada burçlar meydana getiren    
827- YÂ MEN CEALE’L- ARDA KARÂRÂ: yeryüzünü kararlı ve barınmaya müsait kılan    
828- YÂ MEN CEALE MİNE’L- MÂİ BEŞERÂ: insani (bir damla) sudan yaratan    
829- YÂ MEN AHSÂ KÜLLE ŞEY’İN ADEDÂ: her şeyi sayarak hesabını yapan    
830- YÂ MEN EHÂTA Bİ KÜLLİ ŞEY’İN İLMÂ: her şeyi ilmiyle kuşatan    
831- YÂ FERDÜ: eşi ve benzeri olmayan    
832- YÂ VİTRU: zât, sıfat ve fiillerinde çifti olmayan    
833- YÂ EHADU: her bir şeyde birliğini gösteren    
834- YÂ SAMEDU: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu    
835- YÂ EMCEDU: san, şeref ve yüceliği en büyük olan    
836- YÂ EAZZU: izzet ve galibiyeti mukayeseye gelmeyen    
837- YÂ ECELLU: sonsuz azamet ve celâl sahibi    
838- YÂ EHAKKU: bütün gerçeklerden daha gerçek ve ibadete en çok layık olan    
839- YÂ EBERRU: herkesten fazla iyilik yapan    
840- YÂ EBED: varlığının sonu olmayan    
841- YÂ MARÛFE MEN AREFEH: Kendisini tanımak isteyenlerin marufu    
842- YÂ MABÛDE MEN ABEDEH: Kendisine ibadet edenlerin mabudu    
843- YÂ MEŞKÛRA MEN ŞEKERAH: Kendisine şükredenlerin meşkuru    
844- YÂ MEZKÛRA MEN ZEKERAH: Kendisini zikredenlerin mezkuru    
845- YÂ MAHMÛDE MEN HAMİDEH: Kendisini övenlerin mahmudu    
846- YÂ MEVCÛDE MEN TALEBEH: Kendisini arayanlar için mevcut olan    
847- YÂ MEVSÛFE MEN VEHHADEH: Kendisini bir tanıyanların mevsufu    
848- YÂ MAHBÛBE MEN EHABBEH: Kendisini sevenlerin sevgilisi    
849- YÂ MARĞUBE MEN ERÂDEH: Kendisini arzulayanların mergubu    
850- YÂ MAKSÛDE MEN ENÂBE İLEYH: dergâhına dönenlerin maksudu    
851- YÂ MEN LÂ MÜLKE İLLÂ MÜLKEH: saltanatından başka gerçek saltanat olmayan    
852- YÂ MEN LÂ YUHSİ’L- İBÂDÜ SENÂÜH: kulların senâsını saymakla bitiremediği    
853- YÂ MEN LÂ TASİFU’L- HALÂİKU CELÂLEH: mahlukatın celâlini vasf edemediği    
854- YÂ MEN LÂ YÜDRİKÜ’L- EBSÂRU KEMÂLEH: gözlerin kemâlini idrak ve ihata edemediği    
855- YÂ MEN LÂ YEBLÜĞU’L- EFHÂMÜ SİFÂTEH: zekâların, sıfatlarına ulaşmaktan aciz kaldığı    
856- YÂ MEN LÂ YENÂLÜ’L- EFKÂRU KİBRİYÂEH: fikirlerin kibriyâsının hakikatine ulaşamadığı    
857- YÂ MEN LÂ YUHSİNÜ’L- İNSÂNÜ NÜÛTEH: insanların, sıfatlarını güzelce tavsif edemediği    
858- YÂ MEN LÂ YERUDDÜ’L- İBÂDÜ KADÂEH: kulların, hükmünü geri çeviremediği    
859- YÂ MEN LÂ ZAHARA FÎ KÜLLİ ŞEY’İN ÂYÂTÜH: her şeyde kendisini tanıtan deliller açıkça görülen    
860- YÂ HABÎBE’L- BEKKÂÎN: günahları için ve kendisine olan ask ve muhabbetten dolayı ağlayanların sevgilisi    
861- YÂ SENEDE’L- MÜTEVEKKİLÎN: kendisine tevekkül edenlerin dayanağı    
862- YÂ HÂDİYE’L- MUDİLLÎN: hak yoldan sapanları hidâyete erdiren    
863- YÂ VELİYYE’L- MÜMİNÎN: müminlerin dost ve sahibi    
864- YÂ ENÎSE’Z- ZÂKİRÎN: kendisini zikredenlerin can yoldaşı    
865- YÂ AKDERA’L- KÂDİRÎN: bütün güçlülerden daha güçlü    
866- YÂ EBSARA’N- NÂZİRÎN: bütün bakanlardan daha iyi gören    
867- YÂ ALEME’L- ÂLİMÎN: bütün ilim sahiplerinden daha alim    
868- YÂ MEFZEA’L- MELHÛFÎN: kederli biçarelerin kaçıp sığındığı    
869- YÂ ENSARA’N- NÂSİRÎN: bütün yardım edenlerden daha çok yardım eden    
870- YÂ MÜKRİM: gerçek ikram sahibi    
871- YÂ MUAZZİM: dilediğini büyüten ve eserleriyle büyüklüğünü gösteren    
872- YÂ MÜNAİM: mahlukatını çeşit çeşit nimetlere gark eden    
873- YÂ MUTÎ: mahlukatına lazım olan her şeyi veren    
874- YÂ MUĞNÎ: mahlukatının ihtiyacını giderip zengin kılan    
875- YÂ MUHYÎ: canlılara hayat veren    
876- YÂ MÜBDÎ: mahlukatı maddesiz ve örneksiz ilk defa yaratan    
877- YÂ MURDÎ: mahlukatını nimetleriyle hoşnut kılan    
878- YÂ MÜNCÎ: mahlukatı her türlü tehlikeden kurtaran    
879- YÂ MUHSİN: bol bol iyilikte bulunan    
880- YÂ KÂFİYE KÜLLİ ŞEY’İN: her şeye kafi    
881- YÂ KÂİMEN ALÂ KÜLLİ ŞEY’’İN: her şeyi idâre eden kaim    
882- YÂ MEN LÂ YÜŞBİHUHÛ ŞEY’’UN: hiçbir şey kendisine benzemeyen    
883- YÂ MEN LÂ YEZÎDU FÎ MÜLKİHÎ ŞEY’’UN: mülkünde, iradesi dışında hiçbir şey artmayan    
884- YÂ MEN LÂ YENKUSU MİN HAZÂİNİHÎ ŞEY’UN: hazinelerinden hiçbir şey eksik olmayan    
885- YÂ MEN LÂ YAHFÂ ALEYHİ ŞEY’UN: hiçbir şey Kendisine gizli bulunmayan    
886- YÂ MEN LEYSE KEMİSLİHÎ ŞEY’UN: misli ve benzeri hiçbir şey bulunmayan    
887- YÂ MEN BİYEDİHÎ MEKÂLÎDU KÜLLİ ŞEY’’İN: her şeyin anahtarı elinde olan    
888- YÂ MEN VESİAT RAHMETÜHÛ KÜLLE ŞEY’İN: rahmeti her şeyi kuşatan    
889- YÂ MEN YEBKÂ VE YEFNÂ KÜLLÜ ŞEY’İN: her şey fâni olduğu hâlde kendisi bâki kalan    
890- YÂ MEN LÂ YALEMÜ’L- ĞAYBE İLLÂ HÛ: gaybı kendisinden başka kimse bilemeyen    
891- YÂ MEN LÂ YASRİFÜ’S- SÛE İLLÂ HÛ: kullarından kötülüğü kendisinden başka kimse defedemeyen    
892- YÂ MEN LÂ YÜDEBBİRÜ’L- EMRE İLLÂ HÛ: işleri Kendisinden başka kimse idâre edemeyen    
893- YÂ MEN LÂ YAĞFİRU’Z- ZÜNÛBE İLLÂ HÛ: günahları Kendisinden başka kimse mağfiret edemeyen    
894- YÂ MEN LÂ YÜKALLİBÜ’L- KALBE İLLÂ HÛ: kalpleri Kendisinden başkası değiştiremeyen    
895- YÂ MEN LÂ YAHLÜKU’L- HALKA İLLÂ HÛ: mahlukatı kendisinden başkası yaratamayan    
896- YÂ MEN LÂ YUTİMÜ’N- NİMETE İLLÂ HÛ: nimetleri Kendisinden başkası tamamlayamayan    
897- YÂ MEN LÂ YÜNEZZİLÜ’L- ĞAYSE İLLÂ HÛ: yağmuru Kendisinden başkası yağdıramayan    
898- YÂ MEN LÂ YUHYİ’L- MEVTÂ İLLÂ HÛ: ölüleri Kendisinden başkası diriltemeyen    
899- YÂ MEN LÂ YUĞNİ ALE’T- TAHKÎKİ İLLÂ HÛ: kullarını Kendisinden başkası gerçek zengin kılamayan    
900- YÂ KÂŞİF: belâları kaldıran ve güzellikleri açığa çıkaran    
901- YÂ FÂRİC: keder ve tasadan kurtarıp ferahlatan    
902- YÂ FÂTİH: her mevcuda münasip bir suret açan ve fetihler müyesser kılan    
903- YÂ NÂSİR: kullarına yardım eden    
904- YÂ DÂMİN: yaratıkların her türlü ihtiyacını üzerine alan    
905- YÂ ÂMİR: her şeye fıtratının gayesini emreden amir    
906- YÂ NÂHÎ: her türlü kötülükten sakındıran    
907- YÂ RECÂ: kullarının ümidi olan    
908- YÂ MÜRTECÂ: kullarının ümit beslediği    
909- YÂ AZÎME’R- RACÂ: kendisine büyük ümitler beslenen    
910- YÂ MUÎNE’D- DUAFÂİ: zayıfların yardımcısı    
911- YÂ KENZE’L- FUKARÂİ: fakirlerin hazinesi    
912- YÂ SÂHİBE’L- ĞURABÂİ: gariplerin sahibi    
913- YÂ NÂSİRA’L- EVLİYÂİ: dostların yardımcısı    
914- YÂ KÂHİRA’L- ADÂİ: düşmanların kahredicisi    
915- YÂ RÂFİA’S- SEMÂİ: gökleri yükselten    
916- YÂ KÂŞİFE’L- BELÂİ: belâları kaldıran    
917- YÂ ENÎSE’L- EVLİYÂİ: dostların can yoldaşı    
918- YÂ HABİBE’L- ETKIYÂİ: takva sahiplerinin sevgilisi    
919- YÂ İLÂHE’L- AĞNİYÂİ: zenginlerin ma’budu    
920- YÂ EVVELE KÜLLİ ŞEY’İN VE ÂHİRAH: her şeyin evveli ve âhiri    
921- YÂ İLÂHE KÜLLİ ŞEY’İN VE SÂNİAH: her şeyin ilâhı ve sanatkârı    
922- YÂ RÂZİKA KÜLLİ ŞEY’İN VE HÂLİKAH: her şeyin razıkı ve haliki    
923- YÂ FÂTIRA KÜLLE ŞEY’İN VE MELÎKEH: her şeyin yaratıcısı ve sultanı    
924- YÂ KÂBİDA KÜLLİ ŞEY’İN VE BÂSİTAH: her şeyi daraltan ve genişleten    
925- YÂ MÜBDİE KÜLLİ ŞEY’İN VE MUÎDEH: her şeyi ilk defa yaratan ve öldükten sonra tekrar iade eden    
926- YÂ MÜSEBBİBE KÜLLİ ŞEY’İN VE MUKADDİRAH: her şeye gerekli sebepleri yaratan ve bir ölçü takdir eden    
927- YÂ MURABBİYE KÜLLİ ŞEY’İN VE MÜDEBBİRAH: her şeyi terbiye ve idâre eden    
928- YÂ MÜKEVVİRA KÜLLİ ŞEY’İN VE MUHAVVİLEH: her şeyi döndüren ve değiştiren    
929- YÂ MUHYİYE KÜLLİ ŞEY’İN VE MÜMÎTEH: her şeyi dirilten ve öldüren    
930- YÂ HAYRA ZÂKİRİN VE MEZKÛR: yad edenlerin ve yad edilenlerin en hayırlısı    
931- YÂ HAYRA ŞÂKİRİN VE MEŞKÛR: şükrü kabul edenlerin ve şükredilenlerin en hayırlısı    
932- YÂ HAYRA HÂMİDİN VE MAHMÛD: övenlerin ve övülenlerin en hayırlısı    
933- YÂ HAYRA ŞÂHİDİN VE MEŞHÛD: görenlerin ve görülenlerin en hayırlısı    
934- YÂ HAYRA DÂİN VE MEDUV: çağıranların ve çağrılanların en hayırlısı    
935- YÂ HAYRA MÜCÎBİN VE MÜCÂB: cevap verenlerin ve cevap verilenlerin en hayırlısı    
936- YÂ HAYRA MÛNİSİN VE ENÎS: ünsiyet verenlerin ve Kendisiyle ünsiyet edilenlerin en hayırlısı    
937- YÂ HAYRA SAHİBİN VE CELÎS: bütün dostların ve meclis arkadaşlarının en hayırlısı    
938- YÂ HAYRA MAKSÛDİN VE MATLÛB: bütün maksud ve matlublarin en hayırlısı    
939- YÂ HAYRA HABÎBİN VE MAHBÛB: sevenlerin ve sevilenlerin en hayırlısı    
940- YÂ MEN HÜVE LİMEN DEÂHÜ MÜCÎB: kendisini çağıranlara cevap veren    
941- YÂ MEN HÜVE LİMEN ETÂAHÛ HABÎB: kendisine itâat edenleri seven    
942- YÂ MEN HÜVE LİMEN EHABBEHU KARÎB: kendisini sevenlere yakın olan    
943- YÂ MEN HÜVE BİMEN ERÂDEHÛ ALÎM: kendisini arzulayanları çok iyi bilen    
944- YÂ MEN HÜVE LİMEN RECÂHÜ KERÎM: kendisine ümit besleyenlere iyilik eden    
945- YÂ MEN HÜVE BİMEN ASÂHÜ HALÎM: kendisine isyan edenlere yumuşak davranıp hemen cezalandırmayan    
946- YÂ MEN HÜVE FÎ HİLMİHÎ HAKÎM: yumuşaklığında hikmetli davranan    
947- YÂ MEN HÜVE FÎ HUKMİHÎ AZÎM: hükmünde büyük olan    
948- YÂ MEN HÜVE FÎ AZAMETİHÎ RAHÎM: azametinde merhametli olan    
949- YÂ MEN HÜVE FÎ İHSÂNİHÎ KADÎM: ihsanında kadim olan    
950- YÂ MÜSEBBİB: sebepleri takdir eden    
951- YÂ MUKARRİB: itâatkâr kullarını kendisine yaklaştıran    
952- YÂ MUAKKİB: eşyayı hikmetle peş peşe getiren    
953- YÂ MUKALLİB: kullarının kalplerini hâlden hâle değiştiren    
954- YÂ MUKADDİR: her şeye bir miktar tespit eden    
955- YÂ MÜRETTİP: her şeyi düzene koyan    
956- YÂ MURAĞĞİB: kullarını iyiliğe teşvik eden    
957- YÂ MÜZEKKİR: kullarına öğüt veren    
958- YÂ MÜKEVVİN: mahlukatı var eden    
959- YÂ MÜTEKEBBİR: sonsuz büyüklük ve azamet sahibi    
960- YÂ MEN LÂ YÜŞĞİLUHÛ SEMUN AN SEMİN: bir sesi işitmede, diğer bir sesi işitmede ali koymayan    
961- YÂ MEN LÂ YEMNEUHÛ FİLÜN AN FİLİN: kendisi için bir işi diğer bir işe mani olmayan    
962- YÂ MEN LÂ YÜLHÎHİ KAVLÜN AN KAVLİN: bir söz, kendisini diğer bir sözden oyalamayan    
963- YÂ MEN LÂ YUĞALLİTUHÛ SÜÂLÜN AN SÜÂLİN: kullarının bir isteği diğerine cevap vermekte kendisini karışıklığa sevk etmeyen    
964- YÂ MEN LÂ YÜBRİMUHÛ İLHÂHU’L- MÜLİHHÎN: ısrarla istekte bulunanların ısrarı kendisini usandırmayan    
965- YÂ MEN ŞERAHA Bİ’L- İSLÂMİ SUDÛRE’L- MÜMİNÎN: müminlerin kalplerini İslam’la genişleten    
966- YÂ MEN ETÂBE Bİ ZİKRİHÎ KULÛBE’L- MUHBİTÎN: zikriyle mütevazi ve huşû sahiplerinin kalplerini hoş eden    
967- YÂ MEN LÂ YAĞÎBU AN KULÛBİ’L- MÜŞTÂKÎN: kendisine iştiyak duyanların kalplerinden kaybolmayan    
968- YÂ MEN HÜVE ĞÂYETÜ MURÂDİ’L- MÜRÎDÎN: kendisini arzulayanların son arzusu    
969- YÂ MEN LÂ YAHFÂ ALEYHİ ŞEY’ÜN Fİ’L- ÂLEMÎN: âlemde hiçbir şey kendisine gizli olmayan    
970- YÂ MEN HÜVE İLMÜHÛ SÂBİK: her şeyi var olmadan bilen    
971- YÂ MEN HÜVE VADÜHÛ SÂDİK: vaadi doğru olan    
972- YÂ MEN HÜVE LÜTFUHÛ ZÂHİR: lütfu açık olan    
973- YÂ MEN HÜVE EMRUHÛ ĞÂLİB: emri üstün ve galip olan    
974- YÂ MEN HÜVE KİTÂBUHÛ MUHKEM: kitabi sağlam olan    
975- YÂ MEN HÜVE KADÂUHÛ KÂİN: kaza ve hükmü var olan    
976- YÂ MEN HÜVE KURÂNUHÛ MECÎD: Kuran’ı yüce olan    
977- YÂ MEN HÜVE MÜLKÜHÛ KADÎM: saltanatı kadim olan    
978- YÂ MEN HÜVE FADLUHÛ MUKÎM: fazl ü keremi daim olan    
979- YÂ MEN HÜVE ARŞUHÛ AZÎM: Arşı büyük olan    
980- YÂ RABBE’L- ERBÂB: Rablik iddia edenlerin ve bütün terbiyecilerin Rabbi.    
981- YÂ MÜFETTİHA’L- EBVÂB: bütün kapıları açan    
982- YÂ MÜSEBBİBE’L- ESBÂB: sebepler tasarrufunda bulunan    
983- YÂ MUTİYE’S- SEVÂB: sevapları veren    
984- YÂ MÜLHİME’S- SAVÂB: doğruları ilham eden    
985- YÂ MÜNŞİE’S- SEHÂB: bulutları yoktan yaratan    
986- YÂ ŞEDÎDE’L- İKAB: azab ve ikabı şiddetli olan    
987- YÂ SERÎA’L- HİSÂB: hesabi süratli gören    
988- YÂ MEN LEHÜ’L- İYÂB: dönüş kendisine olan    
989- YÂ ĞAFÛRU YA TEVVÂB: bağışlayan ve tövbeleri kabul eden    
990- YÂ RABBENÂ: Rabbimiz    
991- YÂ İLÂHENÂ: İlâhımız    
992- YÂ SEYYİDENÂ: Seyyidimiz    
993- YÂ MEVLÂNÂ: Mevlâmız    
994- YÂ NÂSİRANÂ: Yardımcımız    
995- YÂ HAFİZANÂ: Koruyucumuz    
996- YÂ KÂDİRANÂ: Kâdirimiz (Kudreti sonsuz Rabbimiz)    
997- YÂ RÂZİKANÂ: Râzikımız (Bize rızık veren Rabbimiz)    
998- YÂ DELÎLENÂ: Delilimiz    
999- YÂ MUĞÎSENÂ: Mededkârimiz    

[TOP]

9.9.5 Çevşeni Kebir Kaynağı

Previous topicNext topic
Help > ESMÂÜ'L-HÜSNÂ > CEVŞENİ KEBİR >
Çevşeni Kebir Kaynağı
Sorularla İslamiyet
Cevşen-ül Kebir Duasının kaynağı hakkında bilgi verir misiniz?
 
 
 
Değerli kardeşimiz;
Cevşen ile ilgili pek çok düşünce ve görüş ortaya atılmıştır. Daha çok Şiî kaynaklardan gelmiş olması, Ehl-i Sünnet'in Cevşen'e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur. Ancak bizim Cevşen ile ilgili mülâhazamız biraz husûsiyet arzetmektedir. Onun için de başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok, biz burada kendi mülâhazalarımızı aktarmak istiyoruz:
 
1) Cevşen halisane yapılmış bir duâdır. Onun hangi cümle ve kelimesi ele alınırsa alınsın, damla damla ihlâs ve samimiyet yüklü duâ takattur eder. Durum böyle olunca, Cevşen kime izafe edilirse edilsin, özdeki bu husûsiyete tesir etmemeli. Burada, "bir sözün Efendimiz'e izafesiyle bir başkasına izafesi arasında fark yoktur" demek istemiyoruz elbette. Demek istediğimiz şudur: Cevşen'in asgarî vasfı onun bir duâ olmasıdır. Başka hiçbir özelliği bulunmasa, sadece onun bu özelliği bile, Cevşen'e bir değer ve kıymet atfetmek için yeterli bir sebeptir. Halbuki onun daha nice özellikleri vardır ki, diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Öyleyse, sadece senedine âit şaibeden dolayı Cevşen'i tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.
 
2) Efendimize ait sözlerin bütün beşer sözlerine bir rüçhaniyet ve üstünlüğü vardır. O'na ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gerçektir ki, Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edâya sahiptir. Bu sebeple de duâda O'na ait malzemeleri kullanmak hem önemli hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de bu bir tercih mes'elesidir. Yoksa insan namazın dışındaki duâları hangi dille yaparsa yapsın bu durum duânın aslına tesir etmez; zira Cenab-ı Hakk bütün dilleri bilir ve duâya icabette sadece duânın samimî ve gönülden olmasını esas alır. Zaten dillerin ve renklerin ayrı ayrı oluşu O'nun kudretini ele veren âyetlerden değil mi?
 
3) Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sünnî kaynaklar Cevşen'e yer vermezler. Sadece Hâkim'in Müstedrek'inde Cevşen'den birkaç fıkrayı görebiliriz. Onun dışındaki eserlerde ben şimdiye kadar, Cevşen'e ait ibare ve ifadelerin birkaçının bile nakledildiğini görmedim. Ancak bu tamamen senede ait bir husûsiyete dayanılarak alınmış müşterek tavrın tezahüründen başka bir şey değildir ve Cevşen'in değerine menfî yönde etki edecek bir ağırlığı da yoktur. Nitekim Buharî ve Müslim'in rivayet ettiği pek çok hadis var ki; aynı hadisleri çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle Küleynî'nin el-Kafî'inde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i Sünnet alimleri Küleynî'den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Halbuki onda yer alan hadisler, Buharî ve Müslim'de de yer aldıklarına göre hem senet hem de lafız itibariyle cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kafî'de yer alan hadisleri daha çok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnîlerce, daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. Cevşen için de aynı durum söz konusu olmuştur. Eğer Cevşen Şiî imamlar yoluyla nakledilmemiş olsaydı, öyle zannediyorum ki, bütün Sünnîlerce kabul görecek ve baş tacı edilecekti. Fakat Cevşen, senet yönüyle bir talihsizliğe uğradığı için, bunca insan sırf bu yüzden onun nurlu, feyizli ve bereketli ikliminden mahrum kalmıştır. Şu anda böyle bir talihsizliği önleyecek güçte de değiliz. Asırların birikimiyle vücud bulmuş böyle bir kanaati bertaraf etmek imkânsız olmasa bile çok zordur.
 
4) Bazen hadis kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah'ın Efendimiz'den keşfen hadis alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbanî der ki: "Ben, İbni Mesud'dan, Muavvizeteyn'in Kur'ân'dan olmadığına dair rivayetini görünce, bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz'den onların Kur'ân'dan olduğuna dair ihtar aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım." Bazılarının bizim Kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur'ân'dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbanî'den bir misal, diyor ki: "Ben bazı hususlarda İmam Şafiî'yi taklid ediyordum. Ancak bana İmam Ebu Hanife'nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsas edildi. Ben de Ebu Hanife'ye iktida ettim..."
 
Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu kategoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar "keşfen aldık" dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat'iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadis kriterleri içinde tahlil etmek imkânsızdır. Onun için de hadisçiler bu türlü ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı mânâsına da gelmez.
 
Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen mânâsı itibariyle Efendimiz'e ilham veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen'i keşif yoluyla Efendimiz'den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır.
 
Bu hususlara şunu da ilave etmek faydalı olur kanaatindeyim. İmam Gazalî gibi bir allame, Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bediüzzaman gibi bir sahibkırân, Cevşen'i kabullenip onu vird edinmişlerdir. Hatta İmam Gazalî ona bir şerh yazmıştır. Cevşen'in me'hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhan olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşen'e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen'e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır. (M. Gülen)
 
Not: Ayrıca şu yazıyı okumanızı da tavsiye ederiz.
 
...gazetesi 23/7/1996 tarihindeki sayısında "Bir bilene soralım" köşesinde A.. G.... ismindeki sahıs, çok fahiş bir hata işlemiştir ki, Cevşen-ül Kebir adındaki Kur'anın zübde ve hülâsası, kâinat ve insanın yaradılış gayelerinin neticesi olan Tevhid-i Hâlık vazifesini en ekmel bir tarzda ifade eden ve binbir esma ve sıfat-ı İlâhiyenın nuranî ve kudsî dizisi olan Münacat-i Peygamberiye (A.S.M.) çok basit bir anlayışla ve âmiyane bir görüşle ve son derece sakat bir takım bahanelerle ilişmek istemiştir.
 
Oysa ki, kudsî olan Cevşenin hakikatları ve bunların tecelli ve tezahürleri Risale-i Nur'un eserlerinde nuranî semereler vermesiyle meydandadır. Cevşen-ül Kebir münacatına ilişmek isteyen münekkid zâtın ileri sürdüğü başlıca bahaneleri şunlardır.
 
1-Cevşen Duası daha çok Şiîler arasında yaygın olmakla birlikte bir kısım Sünnîlerle müşterek tarafı var olduğu..
 
2-Ne Ehl-iSünnetin, ne de Şia'nın hadis kitaplarında yer almayışı..
 
3-Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hâsiyetleri hakkında gelen rivayetlerde mübalağaların bulunduğu..
 
4-Cevşen-ül Kebir rivayet yoluyla geldiği halde kelimelerinin zaptında son derece bir titizlik içerisinde kayıt edilmesiyle hafızlardan nakledilen rivayetli hadislere benzemediği..
 
5-Cevşen duası herkesin vâkıf olabileceği bir açıklık içerisinde literatüre geçtiği için gizli tutulmasının imkânsızlığı ki; rivayetteki ifadeye zıt olduğu..
 
İşte kendini her şeyi bilir edası içerisinde bir köşe yazarı olarak takdim eden zat, basit bir akılcılık tufanına kapılarak kendi basit görüşüne, anlayışına yukarıda sıraladığımız vâhi bahaneleri âdeta bir ilmî kaide tarzında görmüş, ona göre davranmış ve çok yersiz bir ilim furuşluk yapmak istemiştir. Oysa ki; "Ben biliyorum, ben âlimim" diyenin cahilliğini ilân eden hadis-i şerif vardır. Biz bu kabil davranışı ve sakat görüşü ....... Gazetesinin ağırbaşlılık, ilmî vakar ve tasavvuf anlayışıyla kabil-i telif göremedik. Az sonra arzedeceğimiz mes'eleyi açıklığa kavuştumuş olacağız inşâallah...
 
CEVAPLARA GEÇİYORUZ
1- Cevşen-ül Kebir duası gibi daha pek çok mes'elelerde Şialarla, Ehl-i Sünnetin müşterekliği vardır. Şiaların iştirak ettiği her bir mes'eleyi alıp ilim ve irfan kütüphanemizden söküp atarsak, bir çok mes'ele ve hakikatları kaybetmiş oluruz.
 
Meselâ: Mehdi Mes'elesinde şialarla Ehl-i Sünnet esasta müşterektirler. Lâkin Şialar mes'eleyi mübalağalı ve hurafeli bir zemine götürmüşlerdir.
 
Hem meselâ: Hazret-i Ali'nin (RA) yüksek kemalâtı hakkında peygamberimizin yüksek senâları ehl-i sünnetin bütün hadîs kitablarında mevcuttur. Fakat şialar mes'eleyi başka maksad ve gayelere yönlendimişlerdir. Yine meselâ; bütün sahih hadîs kitaplarımızda: "Dağda, kırda, bayırda her yerde temiz toprak üstünde rahatlıkla secde edilip namaz kılınabileceği" manasında bir hadis-i şerif mevcuddur. Şialar ise bu hadîsi başka bir mecraya çekerek kiremitten secdelik taşlar yaptırarak, sadece onun üstünde secde edilebileceği manasında uygulamişlardır. İşte Cevşen-ül Kebir Duası da böyledir. Şialar onun hakkında bir çok mübağalalar uydurmuş ve gayr-i murad yanlış tatbikatlar yapmış olabilirler. Kefenlerine özel tarzda Cevşeni yazdırabilirler; ki aslında Gümüşhanevî Şeyh Ahmed Ziyauddin Hazretlerinin "Mecmuat-ül Ahzab" isimli eserinin cild 1 sahife 243'ün kenarında yazılı bulunan, Cevşen-ül Kebir'in hasiyetleri hakkındaki bölümde: "Kefenin üstüne Cevşenin metni yazılır." diye bir şey yoktur. Belki "Kâfur ve misk ile bir kaba yazılsa kabdaki yazılar su ile eritilip o su ölünün kefenine serpilse" diye yazılıdır.
 
2- Cevşen-ül Kebir duası hadîs kitablarımızda hattâ şiaların da meşhur hadîs mecmualarında kayıtlı değildir diyerek gayr-i sahihliğine delil gösterilmiş.
 
Cevap: Cevşen-ül Kebir gibi daha bir çok hususi mes'ele ve büyük dualar meşhur hadîs müdevvenatı olan kitaplarımızda mevcut olmaması, sahih olmadığına delil değildir. Sadece Cevşen-ül Kebir değil, Kur'an'ın bazı sure ve âyetleri bir münacaat duası olan "Kenz-ül Arş" duası gibi bir çok mühim dua ve münacatlar kat'iyen menba-ı Risaletten gelmiş oldukları halde meşhur hadîs kitaplarımızda kayıtlı değildir. Yine bu neviden olarak koskoca Nakşibendiye Tarîkatı'nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (A.S.M.) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık'a (R.A.) mağara içinde hususî bir tarzda talim edildiği Başta İmam-ı Rabbanî (R.A.) "Mektubat'ında", Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri "Marifetname'sinde", daha birçok tasavvuf kitaplarında önemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hiçbir hadîs kitabında yer almamaktadır. Bu durumda ve münekkid zatın kaidesine göre acaba hepsi kâmilîni ulema olan sâdat-ı Nakşibendiyenin kutup ve pirlerinin o tarz görüş ve telâkkileri asılsız bir hurafe midir?
 
(Bu münâcat, Üstad Bediüzzaman tarafından her gün vird olarak okunmuş olduğu gibi, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde onun büyüklüğü, hakikatlılığı ayrı ayrı ifadelerle beyan edilmiştir. İşte Cevşen-ül Kebir'den bahseden Nur Risalelerinin yer ve sahife numaraları kısmen aşağıdadır:)
 
Sözler sh: 454; Mektubat sh: 217; Lem'alar sh: 339; Şualar sh: 59, 104, 129, 246, 622 ve 625; Büyük Tarihçe sh: 398 ve daha Risale-i Nur'un bir çok yerle­rinde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri gayet kesin ve pervasız bir kanaatla, Cevşen-ül Kebir Duasının Resul-i Ekrem (A.S.M.)'m kudsî bir münâcatı olduğunu beyan etmişlerdir.
 
Me'hazleri ise Mecmuat-ul Ahzab 1/231'de Cevşen'in senedi de kaydedilmiştir; ayrıca Irak'ta tab'edilmiş "Mecmuat-ud Daavat isimli bir eserde Cevşen'i ve onun rivayet senedini de görmüştüm.
 
Cevşen-ül Kebir Münâcatı, mütedavil hadîs kitaplarında tamamının bu­lunmadığını söylemeye gerek yoktur. Sırlı ve hususi hadîsler kısmından olduğu da kesindir. Bununla beraber Cevşen-ül Kebir'in bazı kısımları (Cevşen-ül Kebir duası olarak değil) Peygamber'in (A.S.M.) sair duaları içinde olarak, bazı hadîs kitablarında bulunmaktadır. Az sonra nümunelerini arz edeceğiz.
 
Cevşen-ül Kebir Münâcatını, bil-farz senedi olmayan sadece dillerde dolaşan bir hadîs olarak kabul etsek bile; İman-ı Suyutî Hazretleri "Sened-ü Musafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadîs kaidesi olarak yazdığı şu: "Senedi bulunmayan hadîsler görülürse, eğer o hadîs, usûl-u İslâmiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadîslere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadîs bir taraf; bırakılır ve ilişilmez." İşte, bu hadîs kaidesine göre, Cevşen-ül Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfi üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşen'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an âyetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki hâlis tevhidi terennüm etmektedir. Böylelikle Cevşen-ül Kebir, usûl-ü Îslâmiyenin en mühim temeli olan tevhid hakikatını tahkim ve takviye ediyor. Hem Marifet-i İlahiye'ye dair harikulade tavsifat göstermesi ve hiçbir arifin, hiçbir kâmil velînin münâcatlarına benzememesi, elbette Cevşen-ül Kebir'in, Mu'ciz-Beyan olan Lisan-ı Nübüvvet ten geldiğini gösterir.
 
Hem koca Bediüzzaman gibi bir dâhî-yi hakikat, bir Allâme-i Küll Cevşen-ül Kebir'e "Mütevatirdir" deyip, hayatının son kırk senelik kısmında onu kendine vird edinip her gün okuması ve ondan çok büyük feyizler, nur ve bereketler alması, Cevşen'in menba-ı Risaletten gelmiş olduğuna ayrı bir şâhiddir.
 
3- Kudsî ve emsalsız ve hârika bir münacat-i Peygamberî olan Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hasiyetleri hakkında gelen rivayette aşırı bir mübalağanın söz konusu olduğu mes'elesine cevabımız ise:
 
Evvelâ: Ehl-i sünnet'in ve bunlardan özellikle ehl-i tahkik bir mutasavvıf ve büyük bir veli, ayni zamanda hadîs usûlü ilmine âşina ve bu yolda te'lifatı var olan meşhur Şeyh Ahmet Gümüşhanevî Hazretleri'nin "Mecmuat-ül Ahzab" eseri birinci cilt sahife 243'te yazılı olan rivayetteki ifadelerde; ehl-i sünnetin akıl ve ilim kâidelerine ve sair hâdislerdeki peygamberimizden (A.S.M.) mervi bazı dua ve Kur'an sureleri hakkında gelmiş rivayetlerdeki beyan tarzına hiçde bir mugayereti ya da bir ziyadeliği diye bir şey yoktur. Sözünü ettiğimiz rivayetlerde makam-ı tergibin icabından olan ve mübalağa gibi görünen bazı sözlerinin ve kelimay-ı Nebeviyenin aksamının vaziyetine âşınalığı olan kimselerin, Cevşen-ül Kebir hakkında varid olmuş rivayeti de uygun bulacakları muhakkaktır. Kaldı ki, Peygamber (A.S.M.) Cevşen ve emsali duaların fazilet ve sevaplarını evvelâ ve birinci derecede kendi hakkında vaziyetlerini görmüş öylece ifade buyurmuşlardır. Risale-i Nur bu mes'eleyi ve daha benzer birçok mes'eleleri kökten ve esastan halletmiştir. İsteyenler 24. sözün 3. dal'ının 12 asıllarına ve hususiyle Emirdağ Lahikası sahife 162'deki Hazret-i Üstadın (R.A.) hârika izahatına bakabilirler. Bütün bu izahatla beraber şiaların içinde ve şia kaynaklı Cevşenler hakkında bazı ziyadelikler ve mübalağakâr ifadeler veya garip tatbikatlar bulunmuş olabilir. Şiaların o tip mübalağaları elbette Cevşenin asliyetine ve metninin i'cazdarlığına ve ehl-i sünnetin onun hakkında müstakim makbul ve mutedil telâkkilerina bir zarar îras etmez.
 
4- Rivayet yoluyla geldiği halde Cevşenin kelimelerinin büyük bir titizlikle aynı aynısına, eksiksiz olarak kaydedilmesiyle hafızlardan nakledilen sair rivayetli hadislere benzemediği için uydurulmuştur. Cevap: Herşeyi biliyorum diye arz-ı endam eden bîçare münekkid zât anlaşılıyor ki; asrı saadette bir çok mühim hadîslerin ve i'caza dair bazı rivayetlerin, anında veya hemen akabinde yazi ile kaydedildiğinden haberi yoktur.Cevşen-ül Kebir gibi vahy-i zımnî ile gelmiş fevkalade mühim bir duanın Hazret-i Ali'ye (R.A.) menba-i Risaletten intikal edildiğine imam-ı Ali (R.A.) tarafından hemen yazı ile kaydedilmiş olduğuna neden ihtimal vermiyor?. Bilmiyoruz. Bu Hakikatla beraber münekkid olan zat bir gaflet ile kendi kendine tenakuza düşüyor. Diyor ki: "Şifa kaynaklı Cevşenlerle Sünnilerin tabettirdikleri nüshalarda bazı eksiklikler veya farklılıklar vardır." Eğer düğüm böyle ise, münekkid zâtın az üsteki ifadesinde: "Onun kelimeleri titizlikle zaptedilmiş." İle kendisinin tesbit etmiş olduğu o ziyadelikler veya eksiklikler vaziyeti; kendisini derince cerh etmekte oduğunun farkında değildir. Kaldı ki her bir dua veya sahih hadîslerin de mutlaka nusha farkları bulunmaktadır. Cevşeninki de öyledir. Bazı farkları vardır; ve bunlar "Mecmuat-ül Ahzab"ın ilgili yerinde işaretlenmişlerdir.
 
5- Cevşen-ül Kebir duasındaki mânâlar herkesin anlayabileceği bir ifade ile geldiği için onun gibi bırakılmasına imkân yoktur.
 
Cevap: Bu mes'elede bu münekkid zât, bilmediği halde biliyorum hülyasıyla kendi canibinden bir hükme varmış; amma bilmezliğini itiraf ederek arayıp da bir bilene sormayı ihmal etmiş. Evet, Cevşen-ül Kebir gibi daha birçok dualar ve sırlı hususi mes'eleler var ki ilk başlarda hususi ve mahrem tutulmuşken lâkin zamanla hususilik ve mahremiyet tarafları naehil insanlar yüzünden zedelenmiş, herkese gösterilmiş, şuyu' bulmuştur. Haliyle o dualardaki mıknatıs gibi hâsiyetler de gaib olmuşlardır. Buna göre Cevşen'in asıl mahrem tutulan yanı is herkes tarafından kolayca anlaşılabilen onun muazzam metni değil; belki fazilet, sevab ve hasiyetleridir. Veya bunlar hakkında gelen rivayet şeklidir. Evet, Kur'anla beraber umuma bakan ve her vakit herkese lâzım olan âyetleri, hadîsleri veya sahabenin tefsirlerini herkese bildirmek ve yaymak lâzım ve vâcib bir vazife olduğu gibi, İslâm ailesinin hususi ve mahrem ve ancak ehline gösterilebilir sırlı ve özel bazı dua ve rivayet kısımlarının varlığı da muhakkaktır. Bu mevzua Hazret-i Ebu Hüreyre'nin (R.A.) ve İmam-ı Ali'nin (R.A.) söyledikleri ve dikkat çekdikleri sözleri kat'î delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sözleri de vardır. İşte Hazret-i Ebu Hüreyre (R.A.) bu hususta şöyle der: "Ben Resulullah'tan (A.S.M.) iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu göstererek) kesilir". Buhari cilt 2.sahife 185 Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) ise derki: "Ben Ebü-l Kasım'ın (Resulullah'ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda "Ali yalancıların yalancısı, fâsıkların fâsıkıdır diyeceksiniz." (Ruh-ul Beyan, Burusevi, cilt 4. sahife 270) Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma açık hadîs kitaplarına geçmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcudluğuna hiçbir delil olamaz.
 
NETİCE Cevşen-ül Kebir adındaki en meşhur ve Kur'andan sonra en mübarek ve en kudsî münacat-ı Peygamberî merfû ve muttasıl ve mütevatir senedi "Mecmuat-ül Ahzab'ın 1. cildinin 234. sahifesinde mevcuttur. Rivayet silsilesi, sâdat-ı ehl-i Beytten müteşekkildir. Ve şimdiye kadar hiçbir muhaddis veya nekkad-ı muhaddisinden hiçbir müteşeddit; cerh ve tâdil kitaplarında Cevşenin senedine ilişmemiş, hiçbir şey dememiştir. İşte meydan, bütün cerh, nekd ve tadil kitapları ortada ... Ayrıca, Cevşen-ül Kebir münacatı hakkında tahkikli bir araştırmamızın kısaca bir özeti "Risale-i Nur'un Kudsî Kaynakları" adlı eserimizin 412 sahifesinde mevcuttur. Ve böylece, ehl-i hak ve hakikatın yanında mes'ele gündüz gibi aydınlanmıştır. Şüphe ve vesveselerin, sivrisineklerin sakat vızıltıları, şu gök gürültüsü gibi olan sâdânın yanında hiçbir değeri yoktur. Ve her zaman da sönmeye ve susmaya mahkumdur.
 
Abdulkadir Badıllı
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 
Kaynak:
http://http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/506/cevsen-ul-kebir-duasinin-kaynagi-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html