İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET

Listeden Seçiniz.

1. ANASAYFA
    2.1 Sesli Dinle-İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET
    2.2 İÇERİK
    2.3 TAKDİM
    2.4 1-ALLAH-U TEÂLÂ VE TEKADDES HAZRETLERİ'NİN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞUNA DAİR ÂYET-İ KERİME'LER
    2.5 2-ALLAH-U TEÂLÂ'NIN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞU HALDE AYRILIK YAPANLARIN HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜM VE CEZALAR
    2.6 3-BÖLÜCÜLERE ARKA ÇIKANLAR
    2.7 4-İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET
    2.8 5-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KELÂMI İLE MAHLÛKUN KELÂMINI AYIRT EDEMEYEN BÖLÜCÜLERE CEVAP
    2.9 6-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN EMİR VE HÜKÜMLERİNİ BIRAKIP İMAMLARINA İMAN EDEN SAPIKLAR NASIL DİNDEN ÇIKTILAR?

[TOP]

2. İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET

Previous topicNext topic
Help >
İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET

[TOP]

2.1 Sesli Dinle-İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET

Previous topicNext topic
Sesli Dinle-İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET
&lot
  • 0_TAKDİM
  • 1 ALLAH-U TEÂLÂ VE TEKADDES HAZRETLERİ'NİN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞUNA DAİR ÂYET-İ KERİME'LER
  • 2 ALLAH-U TEÂLÂ'NIN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞU HALDE AYRILIK YAPANLARIN HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜM VE CEZALAR
  • 3 BÖLÜCÜLERE ARKA ÇIKANLAR
  • 4- İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET
  • 5-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KELÂMI İLE MAHLÛKUN KELÂMINI AYIRT EDEMEYEN BÖLÜCÜLERE CEVAP
  • 6-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN EMİR VE HÜKÜMLERİNİ BIRAKIP İMAMLARINA İMAN EDEN SAPIKLAR NASIL DİNDEN ÇIKTILAR

[TOP]

2.2 İÇERİK

Previous topicNext topic
İÇERİK

[TOP]

2.3 TAKDİM

Previous topicNext topic
TAKDİM
 

 

TAKDİM

Günümüz İslâm dünyâsında müslümanların fırkalara ayrıldığı, senlik-benlik kavgası, liderlik önderlik dâvâsı, makam nam ve menfaat kaygısı ile ihtilâf ve tefrikaya düştükleri acı bir gerçektir.

Âyet-i kerime’ler ve Hadis-i şerif’ler incelendiği zaman apaçık görülür ki İslâm dini kardeşlik dinidir. Müslümanlar ana-baba bir kardeş gibidirler. İslâm’da tefrikanın, bölücülüğün, benlik dâvasının aslâ yeri yoktur ve şiddetle yasaklanmıştır.

Buna rağmen din-i mübinimizi ve güzel vatanımızı paramparça yapmak isteyen bölücü gruplar, başlarına birer imam tayin etmişler, müslümanları kendilerine çekip çevirmeye çalışmaktadırlar. Allah-u Teâlâ bu gibilere “Sapıktır” ismini veriyor, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise “Türeme” diye vasıflandırıyor.

Menfaatleri uğruna bölücülük yapan, küfrü İslâm’la karıştıran, kendi zan kitaplarına uyarak din kuran bu bölücüler, hiç farkına varmadan dinden çıkmaktadırlar.

“İlâhi Görüş Birliğine Dâvet” adlı kitapçık bu yeni baskısında muhterem müellif tarafından tekrar düzenlenmiş, daha önceki beyanlarına ek olarak daha geniş beyanlar ve yeni izahlar yapmışlardır.

Bir taraftan Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle bölücülerin içyüzlerini ortaya serip, kötü emel ve niyetlerini meydana çıkarırken, diğer taraftan da; Allah-u Teâlâ’nın bunca emirlerine aldırmayıp, dinleri ve kitapları ayrı olan bu bölücülere arka çıkanların, onları müslüman gibi göstermeye çalışanların gaflet ve cehaletlerini ortaya koymaktadırlar. Allah-u Teâlâ’nın müminlerin birleşmelerini emrettiğine dâir Âyet-i kerime’ler, birleşmeyip bölücülük yapanlar hakkında verdiği hüküm ve cezalar bir bir ele alınarak izah edilmekte, müslümanlar nifaktan ittifaka davet edilmektedir. Zira “Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan...”

Kitabımız birdir; o halde Allah ve Resul’ünde birleşmemiz gerekiyor, bölücülerin zan kitaplarında değil!... İşte bu kitapla müslümanlar İlâhi Görüş Birliği’ne davet edilmekte, hakiki kardeşlik ve birliğin ancak ve ancak İslâm dininde olacağı izah edilmektedir.

“Selâm olsun O'nun beğinip seçtiği kullarına.”
(Necm: 59)

“Selâm olsun hidâyete tâbi olanlara.”
(Tâhâ: 47)

Eseri Neşre Hazırlayanlar

 


| İçindekiler | Yayınlarımız | Ana Sayfa |

[TOP]

2.4 1-ALLAH-U TEÂLÂ VE TEKADDES HAZRETLERİ'NİN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞUNA DAİR ÂYET-İ KERİME'LER

Previous topicNext topic
1-ALLAH-U TEÂLÂ VE TEKADDES HAZRETLERİ'NİN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞUNA DAİR ÂYET-İ KERİME'LER
 

ALLAH-U TEÂLÂ VE TEKADDES HAZRETLERİ'NİN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞUNA DAİR ÂYET-İ KERİME'LER

 

“Kendisine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.”

(Âl-i İmran Sûresi, 105. Âyet-i kerime)

 

 

ÂL-İ İMRAN SÛRESİ. ÂYET: 102-103

“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.

Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın.

Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.

Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.

İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor.”

Bu Âyet-i kerime’ler Ashab-ı kiram’ın cahiliye devrindeki durumları ile, iman şerefiyle müşerref olduktan sonra kazanmış oldukları saâdeti beyan buyurmaktadır. Bu büyük nimet kıyamete kadar, kendisini Allah’ın dinine teslim eden her müslüman için de aynıdır.

Allah-u Teâlâ ilâhî bir gaye uğrunda birleşen bu bahtiyar kullarını Kur'an-ı kerim’inde meth-ü senâ etmektedir:

“Onların gönüllerini birleştiren Allah’tır. Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Aziz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal: 63)

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz, Kudüs halkına verdiği emannamenin hutbesinde sözlerine şöyle başlamıştır:

“Hamd olsun O Allah’a ki bizi İslâm dini ile aziz etti. İman ile şereflendirdi. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hürmetine bizi rahmetine nâil kıldı. Dalâletten kurtardı. Dağınık iken onun sayesinde bir araya getirdi. Kalplerimizi birbirine ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı muzaffer kıldı. Memleketler ihsan etti. Bizi sevişen kardeşler haline getirdi.

Ey Allah’ın kulları! Bu nimetlerden dolayı Allah’a hamd ve senâ ediniz.”

İşte bu ilâhi lütfu idrak edenler böyle söylemiştir ve bununla öğünmüşlerdir. Bu bir şükürdür.

Kalp ve ruh birliğinden, iman nurundan mahrum ve matrud olan nasipsizlerden Kur'an-ı kerim şöyle bahsetmektedir:

“Sen onları derli-toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.” (Haşr: 14)

Bu gibi kimselerin ahiretteki akibetleri hakkında da Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara ‘İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmenizden dolayı tadın azabı!’ denilecektir.” (Âl-i İmran: 106)

Müminlerin ahiretteki durumları hakkında ise şöyle buyurulmaktadır:

“Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindedirler. Orada ebedi kalacaklardır.” (Âl-i imran: 107)

 

ÂL-İ İMRAN SÛRESİ. ÂYET: 110

“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.”

Bu şerefe nâil olmak mı hayırlıdır, yoksa dini dünyaya satıp ebedi hüsrana uğramak mı hayırlıdır?

İşte biz bu Âyet-i kerime’ye inandık, iman ettik ve bu yolda bulunmaya gayret ediyoruz.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyurur:

“İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran: 104)

Allah-u Teâlâ bunlardan razı olmuştur. Ebedî saâdetine nâil ve dahil ettiği kimseler de yalnız bunlar olduğunu bize bildiriyor.

Böyle bir saâdet-i ilâhîye nail olmak mı daha hayırlıdır, yoksa esfel-i sâfilinde bulunmak mı daha hayırlıdır?

 

ÂL-İ İMRAN SÛRESİ. ÂYET: 105

“Kendisine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük azap vardır.”

Bu Âyet-i kerime’de yetmişüç fırkadan o bir fırkaya işaret ediliyor. Yani “Siz de o kayanlar gibi olmayın, onlar için pek acıklı bir azap hazırladım, siz de kayarsanız bu felâkete uğrarsınız.” diye o bir fırkayı ikaz ediyor Hazret-i Allah.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:

“İnandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Kim de tevbe etmezse işte onlar zâlimlerdir.” buyuruyor. (Hucurat: 11)

Zâlimler güruhundan olmamamız için Hazret-i Allah’ta birleşmemiz, yekvücud hâlinde olmamız icabediyor.

Her kim ki bu emr-i ilâhiyi dinlemeyip yoldan saparsa, imamına taparsa, artık onun Hazret-i Allah ve Resul’ü ile ne ilgisi olur? Hiçbir ilgisi kalmaz.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“İşte böyle. İnkâra sapanlar bâtıla uydular, iman edenler ise Rabblerinden gelen Hakk’a uydular.” (Muhammed: 3)

 

HUCURAT SÛRESİ. ÂYET: 10

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, size merhamet edilsin.”

Âyet-i kerime’sinden anlaşılıyor ki insanlar fâni hayatlarının sebebi olan bir babaya bağlı oldukları gibi, müminler de ebedi hayatlarını temin eden imana mensupturlar. Bütün müslümanlar bir âilenin fertleri gibidirler.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Ruhum kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla iman etmiş olamazsınız.” (Müslim)

Allah-u Teâlâ müminler arasındaki birliği temin edecek olan âmillerden bahsederken Âyet-i kerime’sinde ihtilafa düşmemelerini emir ve tavsiye etmektedir:

“Siz gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah’a ve peygamberine itaat edin.” (Enfal: 1)

Müminlerin birleşmeleri, her hususta yardımlaşmaları farz-ı ayın hükmündedir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının.” buyuruyor. (Nisâ: 1)

Fâni olan kan kardeşliğinden ibaret olan akrabalık alâkasının kesilmesi bu kadar şiddetle yasaklanırsa, artık ebedî ve sermedî olan din kardeşliği bağlarının koparılmasının ne derece günah olduğu kendiliğinden anlaşılmış olur. Zira geçici dünya hayatına mahsus olan akrabalığa nisbetle ebedî olan ahirete ait din kardeşliği pek tabiidir ki daha mühim ve daha kıymetlidir.

Bir müslüman vefat ettiği zaman, kâfir olan kardeşinden başka kimsesi yoksa, mirası müslümanlara kalır.

Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu inanmayanlarla beraber suda boğulmuştu. “Ya Rabbi! Oğlum benim ehlimdendir, sen benim ehlimi kurtarmayı vâdetmiştin!” diye münacaatta bulunduğu zaman Allah-u Teâlâ:

“Ey Nuh! O senin ehlinden değildir. Çünkü o kötü bir iş işlemişti.” buyurdu. (Hud: 46)

İnsana kendi evladından daha yakın hiç kimse olmadığına göre, Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki, hakiki yakınlık iman yakınlığıdır.

Bu hakikat şu Âyet-i kerime’de daha şümullü olarak beyan buyurulmaktadır:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücadele: 22)

Gerçek iman budur.

Görülüyor ki Âyet-i kerime, iman yakınlığı olmayan akrabalıkları kökünden yıkmış oluyor.

Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir.” (Tevbe: 23)

İşte bugünkü bu bölücülerin durumları da aynen böyledir. Kim ki onlarla herhangi bir dostluk kurarsa o onlardandır.

Allah-u Teâlâ İslâm dininde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:

“Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme biz âyetlerimizi böyle uzun uzadıya açıklıyoruz.” (Tevbe: 11)

Kupkuru bir zanla “Bunlar da dinde kardeşimizdir.” diyen, Allah-u Teâlâ imanla küfrü kesinlikle ayırdettiği halde bu emirleri kaldırmaya kalkan, iman ile küfrü karıştırmaya gayret eden kimse, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hükümsüz hale getirmeye çalıştığı için küfre kaymıştır.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde, müminlerin kimleri sevip kimlerle dost olacaklarını beyan buyurmaktadır:

“Sizin yegâne dostunuz Allah’tır, O’nun Peygamber’idir ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir.” (Mâide: 55)

Şu Âyet-i kerime’de ise iman dostluğunun mahiyeti ve hakikatı beşeriyete ilân edilmektedir:

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederler.

İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71)

İslâm kardeşliği ebedidir, ahirette de devam eder.

Âyet-i kerime’de:

“Dostlar o gün birbirine düşmandır, takvâ sahipleri müstesnâ.” buyuruluyor. (Zuhruf: 67)

 

EN’AM SÛRESİ. ÂYET: 153

“Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek “Bu Allah yoludur.” buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdikten sonra “Bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur.” buyurdular ve:

“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.”

Âyet-i kerime’sini okudular.” (Dârimî-Sünen)

İbn-i Abbas -radiyallahu anh- buyurur ki:

“Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime ile müminlerin tek bir cemaat olmasını emrediyor, ayrılıkları, gruplaşmaları yasaklıyor ve geçmiş milletlerin bir çoğunun bölünüp parçalanma yüzünden yıkılıp yok olduklarını haber veriyor.”

Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’sinde kendi yolunu tek olarak zikretmiştir. Zira hak birdir. Şeytanın davet ettiği yolların ise çok olduğunu beyan buyurmuştur.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Allah iman edenlerin dostudur. Onları ‘KARANLIKLAR’ dan kurtarıp ‘NUR’ a çıkarır.

İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tâğut’tur. Onları ‘NUR’dan alıp ‘KARANLIKLAR’a götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara: 257)

Kim ki Allah-u Teâlâ’nın “Benim dosdoğru yolum” buyurduğu yolundan çıkarsa, ahirette de kaçınılmaz olarak cehenneme gidecektir. Çünkü O’nun yolunun haricindeki bütün “Başkaca yollar” cehenneme çıkar. Bu da yetmişiki fırkanın cehennemlik olduğunu gösterir.

Bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Artık bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa, gerçekten o dosdoğru yoldan sapmış olur.” (Mâide: 12)

Âyet-i kerime’de geçen “Dosdoğru yoldan sapmış” olmanın mânâsı “Önce doğru yolu bulmuşken, sonra o bir yolu bırakmış ve helâk yollarına girmiştir.” demektir.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Şüphesiz ki inkâr edip insanları Allah yolundan çevirenler, Hakk’tan çok uzak bir sapıklıkla saptılar.” (Nisâ: 167)

İşte gerçekten Ümmet-i Muhammed’i sapıklığa ve şaşkınlığa uğratmaya çalışanlar da bu sapıklardır. Çünkü İslâm gibi görünüyorlar ve fakat kendi çıkarları uğruna İslâm’ı âlet ediyorlar. İslâm’ı bilmeyenler, Kur'an-ı kerim’in emir ve beyanlarından haberi olmayanlar bunları İslâm zannediyor ve Din-i İslâm’ı yıksınlar diye onlara yardım ediyorlar.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki:

“Fasıka ikram eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvî)

Fasıka yardım eden de fasıklardan olur.

 

MÂİDE SÛRESİ. ÂYET: 2

“İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.”

Bu emr-i ilâhî karşısında bütün müslümanların birleşmesi ve Hazret-i Allah’ın ipine sımsıkı sarılması gerekir.

Kim ki bunu yapmazsa Allah-u Teâlâ’nın apaçık emr-i şerifine itaat etmemiş olur. Din-i İslâm’ı parçaladığı için şeytan fırkasından olmuş ve kendisini cehenneme hazırlamıştır.

 

ENFÂL SÛRESİ. ÂYET: 46

“Allah’a ve Resul’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”

Hazret-i Allah’ın emri budur. Hazret-i Allah’ın kitabı budur, Hazret-i Allah’ın dini budur.

Allah-u Teâlâ muhakkak birleşmeyi emir buyururken bizim Allah ve Resul’ünde birleşmemiz mi daha hayırlıdır, yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tabi olup paramparça olmamız mı? “Elbette birliktir” diyeceksiniz. O halde Allah ve Resul’de birleşelim.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Size açık açık deliller geldikten sonra yine kayarsanız, bilin ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara: 209)

 

BEYYİNE SURESİ. AYET: 4-5

“Kendilerine kitap verilenler, onlara apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.

Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a has kılıp O’nu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları, zekât vermeleri emredilmişti. İşte dosdoğru olan din de budur.”

Allah-u Teâlâ’nın bu emr-i şerif’lerine itaat eden, namaz kılan, zekât veren kimse Allah-u Teâlâ’ya ve Resul’üne iman etmiş olur.

Din budur ve Allah-u Teâlâ’nın vaad-i Sübhânisine nâil olanlar işte bunlardır.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Kim Allah’a ve Resul’üne inanır, beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutarsa, Hakk yolunda cihad etse de veya doğduğu yerde otursa da, Allah onu cennetine koymayı vâdetmiştir.”

–Yâ Resulellah! İnsanlara bunu müjdeleyeyim mi?

“Elbet Cennette yüz derece vardır. Allah onu Hakk yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. İki derece arasındaki mesafe gökle yer arasındaki mesafe gibidir. Allah’tan istediğiniz zaman Firdevs’i isteyiniz. Çünkü o, cennetin ortası ve yücesidir. Üzerinde Allah’ın arşı vardır, ondan cennetin ırmakları akar.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 1179)

 

ŞÛRA SÛRESİ. ÂYET: 13

“Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin.”

Bu Allah-u Teâlâ’nın apaçık emridir. İşte bölücüler Allah-u Teâlâ’nın bu kadar açık emirlerini hiçe saydıkları için dinden atılmış oluyorlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mahrem-i esrârı olan Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri buyururlar ki:

“Münafıklık Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- devrinde vardı. Şimdi ise imandan sonra küfür vardır.” (Buhârî. Fiten 21)

Huzeyfe -radiyallahu anh- Hazretleri’nin bu sözü ile ne demek istediğine dair bazı alimler şöyle söylemişlerdir:

“Cemaate tefrika sokmak Allah-u Teâlâ’nın “Velâ teferrekû=Tefrikaya düşmeyin.” emrine aykırıdır. Bütün bunlar artık gizli-kapaklı değildir. Öyleyse bu, imandan sonra küfür gibidir.”

Bölücülerin bütün gayeleri ilâhi hükmü silmek, dinlerini ayakta tutmaktır. Biz de onlara deriz ki “Küfürde kalmayı hoş görmüyorsanız bölücülüğü terk edin. Hazret-i Allah ve Resul’üne teslim olup, emir ve nehiylerinde birleşelim. Yetmişüç fırkadan çıkın, o bir fırkada toplanalım.”

“Ümmetim benden sonra yetmişüç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna diğerleri hep ateştedir.”

–Onlar kimlerdir ya Resulellah!

“Benim ve ashabımın yolunda olanlardır.” (Ebû Davud)

Hadis-i şerif’ine ittiba edin ki, böylece müşrik olarak yaşamamış ve cehennemlik olmamış olursunuz.

Dikkat edilirse Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “Benim ümmetim” buyuruyor, ben-i israil buyurmuyor.

Bu Âyet-i kerime’leri hatırlattığımızdan dolayı bize teşekkür etmeniz gerekmez mi?

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kendisine Rabbinin Âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?

Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (Secde: 22)

Bu sözü Allah-u Teâlâ beyan buyuruyor. Çünkü müslümanların birleşmelerini emreden, tefrikayı, bölücülüğü şiddetle yasaklayan bunca Âyet-i kerime’ler yüzlerine karşı okunuyor da yüz çeviriyorlar.

Bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:

“Bunlara ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar.” (Nisâ: 78)

 

HUD SÛRESİ. ÂYET: 112

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”

İman etmenin en mühim şartlarından birisi de teslimiyettir. Bir müslüman Allah-u Teâlâ’nın bütün emir ve nehiylerine uymak zorundadır.

Hüküm koyucu tek makam O’dur, hükmünde asla kimseyi ortak kabul etmez.

Âyet-i kerime’sinde:

“Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)

Bunu bir kere insan evvelâ kendi nefsine duyuracak. Bu duyulmuyor.

Mâdem ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur, artık sen yüzünü O’na çevireceksin. Ne emrediyor, neyi nehyediyor diye bakacaksın. Aklını, gözünü, kulağını bu hedefe yönelteceksin.

Emrettiği herhangi bir şeyi umursamayarak, O’nun kesin beyanlarını dinlemeyerek, O’nun düşmanlarına hoşgörü ile bakmak, kişiyi otomatik olarak onlara kaydırır. O’nun emrini ve hükmünü nazar-ı itibara almayıp onlara meylettiği için, onların arasına dahil eder, hiç ruhu bile duymaz. Allah-u Teâlâ hükmünü koydu. O onlardandır artık. Allah-u Teâlâ’nın onu onlarla haşredeceğini kesin olarak bilir.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini ortaya koyan ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi.

Şüphesiz ki kâfirlere can yakıcı bir azap vardır.” (Şûrâ: 21)

Allah-u Teâlâ dinini ve dini hükümleri ancak kendisinin koyacağını, hükmünde asla kimseyi ortak kabul etmediğini ferman buyurduğu gibi, Zât'ından başka din koyanlara uymalarının sebebini sual etmekte ve onlara uymanın kötü âkıbetini haber vermektedir.

 

ŞÛRÂ SÛRESİ. ÂYET: 39

“Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birbirine yardım ederler.”

Bunu ancak müslümanlar yapar, hiçbir bölücü bunu yapmaz. Neden? Çünkü o kendi dininin kuvvetlenmesini düşünür, İslâm’ı düşünmez.

Nitekim durumlar meydanda.

Paramparça etmişler ve küffara zemin hazırlamışlar.

 

HUCURAT SÛRESİ. ÂYET: 11

“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Alay edilenler belki de Allah katında kendilerinden daha hayırlıdırlar.”

Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime ile müminlerin ne kadar yüksek bir terbiye seviyesine yükselmelerini emir buyurmaktadır.

Çünkü bir mümini hakir görüp beğenmemek kendini beğenmekten ileri gelir ki, bu da şeytanın sıfatıdır. Şeytan kendisini Âdem Aleyhisselâm’dan üstün görmesi sebebi ile dergâh-ı izzet’ten tardedildi ve ebedî hüsrana mahkum oldu.

Âyet-i kerime’nin nihayetinde:

“Kendi kendinizi ayıplamayınız.” buyuruluyor. (Hucurat: 11)

Allah-u Teâlâ burada müminleri bir tek can gibi olduklarını beyan buyurmaktadır. Çünkü bütün müminler bir tek bedenden ibarettirler. Her mümin o bedene bağlı bir uzuvdur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Bir mümin diğer bir mümin için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” (Münâvî)

Tevhid inancı altında bir araya gelen müminler, kardeşlik bağlarıyla bir bütünlük arzederler. Kardeşini ayıplayan dolayısı ile kendisini ayıplamış olur.

Şu Âyet-i kerime ne kadar ince ve derin bir noktaya işaret ediyor:

“Gözlerinizin hor ve hâkir gördüğü mümin kimseler için, Allah onlara hiçbir hayır vermeyecektir diyemem. Özlerinde olanı daha iyi bilen Allah’tır.

Bunu söylediğim takdirde mutlaka ben de zâlimlerden olurum.” (Hud: 31)

Müminleri özle ve sözle değil gözle bile hakir görmenin en büyük zulüm olduğu ortadadır.

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kâfidir.” (Müslim)

Ola ki Allah-u Teâlâ’nın bir veli kulunu hor görmüş olursun. Bu da senin helâk olmana vesile olur.

 

A’RAF SÛRESİ. ÂYET: 181

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.”

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri kendi has kullarını tarif ediyor ve buyuruyor ki:

Onlar yalnız benim hoşnutluğumu kazanmak için çalışırlar. Hiç kimsenin hiçbir şeyine iltifat etmezler. Hazret-i Allah’ın dininin kaim olmasını isterler. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ’ya iman etmişler ve Allah-u Teâlâ’nın düşmanlarına hasım kesilmişlerdir.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kâfirlere karşı çok çetin, birbirlerine karşı çok merhametlidirler.” (Fetih: 29)

 

YÂSİN SÛRESİ. ÂYET: 21

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.”

Bu Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ yalnız Rızâ-i Bârî’si için çalışanları tarif ediyor.

Onlar rızâdan başka hiçbir şeye eğilmezler, hiçbir maddi menfaata değinmezler. Ancak onların doğru yolda olduğunu açık olarak ifade ediyor. Ve fakat cep cihadçılarından da hiç şüphesiz ki nefret ediyor. Çünkü bunlar bu cep cihadçılığı ile din-i İslâm’ı küçük düşürüyorlar, halkı yoluyorlar. Her topladıkları haramdır.

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz, Hakk’ı tebliğ ettikleri, hakikata çağırdıkları topluluklara:

“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfâtım âlemlerin Rabbine âittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)

 

ÂL-İ İMRAN SÛRESİ. ÂYET: 114

“Onlar Allah’a ve Âhiret gününe inanırlar. İyiliği emreder kötülükten men ederler. Hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar salih insanlardandırlar.”

Allah-u Teâlâ iyiliği emredip kötülükten nehyederek, hayır işlerinde yarışmamızı bize öğütlüyor.

İşte gerçek müminler bunlardır.

Bunu yapmayanlar hakkında ise bir Âyet-i Kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Onlar işledikleri kötülükten birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun ki yaptıkları ne kötüdür.” (Mâide: 79)

 

 

SAF SÛRESİ. ÂYET: 4

“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”

Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ gerek iç düşman olan bölücülerle, gerek harp meydanında dış düşmanlarla, kâfirlerle cihad etmek için rızasında birleşenleri, İ’lây-ı kelimetullah için çalışanları sever, onlardan hoşnud olur.

Nitekim bir Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyuruyor:

“Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını feda etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.” (Ahzab: 23)

Allah-u Teâlâ’nın bu has kulları her zaman için mevcuttur. Kimisi canını bu uğurda fedâ ederek ebedi saadete nâil olmuş; kimisi de ebedî saadetin şerefine nâil olmak için canını ve malını hiçe saymış, Rızâ-i Bâri yolunda gayret sarfetmektedir.

Zira bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Hiç şüphesiz Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat’ta da İncil’de de ve Kur'an’da da sabittir. Allah’tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir saâdettir.” (Tevbe: 111)

Hazret-i Allah Hâlik iken mahlûkunu alış-verişe davet ediyor. Hâlik ile alış-veriş yapabilmek şerefine nâil olmak ne büyük saadettir.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Ey iman edenler! Elem verici can yakıcı bir azaptan sizi kurtaracak bir ticaret yolunu göstereyim mi size? Allah’a ve Resul’üne imanda sebat eder, Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok daha hayırlıdır.

Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” (Saf: 10-11-12)

Bu alış-verişi bırakıp şeytan ile alış-verişe girişenlerin durumu ne olur?

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Onlar âhiret karşılığında dünyâ hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden azapları hafifletilmez, onlar yardım da görmezler.” (Bakara: 86)

“Onlar hidayet yerine dalâleti, mağfiret yerine azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe ne kadar da dayanıklıdırlar!

O azabın sebebi, Allah’ın Kitab’ı hak olarak indirmesidir. (Buna rağmen) Kitap’da ayrılığa düşenler, derin bir anlaşmazlık içindedirler.” (Bakara: 175-176)

 

ŞÛRÂ SÛRESİ. ÂYET: 15

“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.

Ve de ki:

Allah’ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir.

Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.”

Âyet-i kerime’ye dikkat edilirse, hakikat apaçık öğrenilmiş olur.

Allah-u Teâlâ bu gerçeği gözler önüne sermiş, tartışılacak hiçbir şey bırakmamış.

Binaenaleyh bir kimse çıkıp da bunları bizim beyan ettiğimizi iddia ederse, iyi bilsin ki Hazret-i Allah’ın emirlerini yok etmeye, bu emr-i ilâhiyi mahlûka bağlamaya çalışmaktadır. Halbuki biz her fırsatta deriz ki “Hükümsüz ve değersiz bir mahlûkum, hüküm ve değer sahibime aittir.”

Bunu bize isnad etmeleri ilâhi hükmü çürütmeye çalışmalarından ileri gelir.

Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyuruluyor:

“Seni yalanlarlarsa de ki:

Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.” (Yunus: 41)

“De ki: Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbiniz iken, O’nun hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size âittir. Biz O’na gönülden bağlananlarız.” (Bakara: 139)

Binaenaleyh ben Hazret-i Allah’a inanmışım, iman etmişim, ilâhi hükümleri size tebliğ etmekle vazifeliyim. Hakikatı söylemek mecburiyetindeyim. İster kabul edin ister etmeyin. Bizimkisi bizim olsun sizinkisi sizin olsun.

Dikkat ederseniz kendimden konuşmuyorum. Ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri esas tutarım, hep Âyet-i kerime’leri konuştururum ve karşımdakini de durduttururum. Niçin durduttururum? Çünkü Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime’sinde:

“Onlara de ki: Yanınızda bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” buyuruyor. (En’am: 148)

Hazret-i Allah’ın beyanı varken ben niye konuşayım?

Hazret-i Allah’ın kitabında olan sizin kitabınızda yok. Onun için susmak mecburiyetindesiniz.

 

MÜCÂDELE SÛRESİ. ÂYET: 22

“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.”

Benim partim budur, “Ülâike hizbullah”tır. Yani yalnız Hazret-i Allah ve Resul’ünün partisindenim. Başka hiçbir parti ile ve hiçbir din kurucu ile de ilgim ve işbirliğim yoktur.

Zira Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

“Semi’nâ ve eta’nâ” Bu Âyet-i kerime’yi işittim ve itaat ettim. Hiçbir parti ile hiçbir bölücü ile ilgim yoktur.

Zira her din kuran bölücü, İslâm dinini yıkmak için, kendi dinini ayakta tutmaya çalışır. Binaenaleyh bunlar Hazret-i Allah’ı ve Resul’ünü âlet ederler. Gaye ve maksatları, cemaatı kendilerine çevirmek ve kurdukları dini kuvvetlendirmek içindir.

Bunlar dinlerini kurmuşlar, böylece dinden çıkmışlardır. Bunun içindir ki en büyük İslâm düşmanıdırlar.

Bugünkü partilere gelince;

Beş parmağın hepsi de bir değildir. Bunların içinde iyiler de var, kötüler de var. Gerçekten Allah için çalışanı göremedim. Hepsi de, bu çiftlikte benim de bir koltuğum olsun istiyor ve “Cebim dolsun” diyor, “Borum ötsün, filmim de çekilsin.” diyor. Fakat aslında dünya bir sinemadır. Herkes denenmek için gönderilmiştir.

Âyet-i kerime’de:

“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” buyuruluyor. (Mülk: 2)

Hiçbir din kurucularından değilim. Onların bütün faaliyetleri kurdukları dini kuvvetlendirmek içindir. Allah-u Teâlâ’nın dinini yıkmak için çalışırlar ve ceplerini doldururlar. Şöhretim çok olsun isterler.

Bu mülkün sahibi olan Hazret-i Allah iki kişi gönderecek. Birisi Nurullah, diğeri Hidayetullah. Bu haşeratı temizleyecekler.

 

 


| İçindekiler | Yayınlarımız | Ana Sayfa |

[TOP]

2.5 2-ALLAH-U TEÂLÂ'NIN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞU HALDE AYRILIK YAPANLARIN HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜM VE CEZALAR

Previous topicNext topic
2-ALLAH-U TEÂLÂ'NIN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞU HALDE AYRILIK YAPANLARIN HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜM VE CEZALAR
 

 

ALLAH-U TEÂLÂ'NIN MÜMİNLERİN BİRLEŞMELERİNİ EMİR BUYURDUĞU HALDE AYRILIK YAPANLARIN HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜM VE CEZALAR

 

“Allah'ın emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”

(Nûr Sûresi, 63. Âyet-i kerime)

 

EN’AM SÛRESİ. ÂYET: 159

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.”

Bu Âyet-i kerime bütün bölücülerin İslâm dâiresinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir.

Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine de tardetmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”

Bu emr-i ilâhî kıyamete kadar şamildir. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in vekilleri kıyamete kadar devam edecek.

Bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Allah-u Teâlâ bu ümmete her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.” buyuruyorlar. (Ebû Davud)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onları:

“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münavî)

Hadis-i şerif’i ile ümmetliğe kabul etmiyor.

Bu şuna benzer; bir baba çocuğunu evlatlıktan reddetmiş, nüfusundan da sildirmiş. Artık o evlat her ne kadar “Ben filan kişinin oğluyum.” dese bile mirastan mahrum edilmiştir.

Bunlar da imandan ve İslâm’dan mahrum edilmişlerdir.

Allah-u Teâlâ rahmet kapılarını onların üzerine kapamış, bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkibetlerini açık olarak beyan etmiştir.

Ebû Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri bu Âyet-i kerime’nin ümmet-i Muhammed hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Müfessir Elmalı’lı Hamdi Yazır Efendi’nin bu Âyet-i kerime hakkındaki beyanları şöyledir:

“Dinin bazı ahkâmını tanıyıp bazısını tanımayarak parçalayan; veya dinlerini tevhid-i Hakk’ta toplamayıp muhtelif emeller, mâbudlar, metbûlar (liderler) ve türlü türlü yollarla çatallandıran, hak dinden ayrılmaya kalkışanlar, içtihadlarını tevhid için değil tefrik için sarfedenler, her biri ayrı bir lidere ve nefislerinin arzularına taraftarlık ederek fırka fırka olup yahudi ve hırıstiyanlar gibi tefrikaya düştüler.

Ne teessüf ki müslümanlar da bu hallere düşmüşlerdir.

Nitekim Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz buyurmuştur ki:

“Yahudiler yetmişbir fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hıristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir. O bir fırka-i nâciye ise benim ve ümmetimin üzerinde gittiğimiz yolda gidenlerdir.”

Bundan şu anlaşılır ki yahudilerden bir, hıristiyanlardan bir, müslümanlardan bir olmak üzere üç fırka-i nâciye yoktur. Her zaman için bir fırka-i nâciye vardır ki, o da Peygamber Aleyhisselâm’ın ve ashabının yürüdükleri tarik-ı hak ve sırat-ı müstakim olan tevhid (birlik) yolunda yürüyenlerdir.

Diğerlerine gelince, sen onlardan hiçbir şeyle âlâkalı değilsin. Dinlerini tefrik edenlerden ve fırka fırka olanların fırkalarından, hallerinden ve felâketlerinden ne mesulsün, ne haklarında Allah’tan bir şey sorup istemeye salâhiyetin vardır, ne onların sana tutunmaya ve gittikleri yolu sana isnad etmeye hakları vardır, ne de senin onlara şefaat etmeye salahiyetin vardır.

Onlara yapılacak iş, tatbik olunacak emir yalnız Allah’a aittir. Ne yapacağını ancak O bilir. Sonra zamanı gelince onlara ne yaptıklarını haber verecektir.” (Hak dini Kur’an dili. Cilt: 3 Sh. 2110-2111)

Bu bölücüler İslâm için değil, isim için çalıştıklarından, Allah-u Teâlâ onları reddetmiştir. Biz İslâm için çalışırız, onlar isim için çalışırlar.

İyi bilin ki bizim onlarla hiçbir ilgimiz yoktur. Onlarla muhatap değiliz, onları Hazret-i Allah ile muhatap bırakıyoruz. Ya inanacak iman edecek, saâdet-i ebediyeye kavuşacak ve sonra da bize teşekkür edecek. Veyahut inanmayıp küfür batağına batacak. Bu vebal kendisine aittir.

Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerini yerleştirmek istiyorum ve Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerine iman etmeye davet ediyorum. Eden eder, kalan kalır. Sadece tebliğe memurum.

 

MÜMİNUN SÛRESİ. ÂYET: 52-53-54-55-56

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.

Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak!

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.”

Bu Âyet-i kerime’leri daha önceleri sık sık arzetmiştik. Fakat dimağınıza iyice yerleştirmek için, Allah-u Teâlâ’nın çizdiği hudutları çiğneyerek dinden çıkan bu bölücülerin durumlarını şimdi size izah edeceğiz.

52. Âyet-i kerime:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.”

Bu Allah kelâmıdır, Ahmet’in Mehmet’in beyanı değil.

Cenâb-ı Hakk inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhiyi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmişüç fırkadan yetmişikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.

53. Âyet-i kerime:

“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.”

Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.

İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet bir tek din vardır.

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)

Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.

Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur'an’dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.

Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.

54. Âyet-i kerime:

“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak.”

Allah-u Teâlâ burada bölücülerin ne kadar sapık olduğunu ve dalâlet batağında yüzdüğünü bir bir beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.

55-56. Âyet-i kerime:

“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!”

Buradaki murad-ı ilâhî, Allah-u Teâlâ bunlara karşı o kadar gazaba gelmiş ki, bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, daha büyük azapla yakalamak için bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Çünkü dünya Allah-u Teâlâ’nın yanında sevimsizdir. Amma bu sapıkların, bu gafillerin farkında da olmadıklarını buyuruyor, iman edenlere duyuruyor.

Diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Âyetlerimizi çekişmeye dalanları gördüğünde onlardan yüz çevir.” (En’am: 68)

“Bırak onları, yesinler, zevk alsınlar, arzu onları oyalayadursun. Yakında bilecekler!” (Hicr: 3)

Nitekim dinini dünyaya satan, kendilerine mahsus din kuran, işleri güçleri halkı soymak ve yolmak olan bu bölücüler zevk ve sefâ ile yaşarlar ve bu hayatın hiçbir zaman ellerinden gitmesini istemezler. Allah-u Teâlâ’nın dini yıkılsın, kendi dinleri ayakta kalsın isterler. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, onların dalâlette olduklarını göstermektedir. Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ’ya şirk koşmuşlardır ve bunlar apaçık birer müşriktir.

Ve bunlara meyil dahi eden bunlardandır.

“Onların malları da çocukları da seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla dünya hayatında onların azaplarını artırmayı ve canlarının kâfirler olarak güçlükle çıkmasını istiyor.” (Tevbe: 55)

Bu Âyet-i kerime’de de görüldüğü gibi, Allah-u Teâlâ gerçekten bunlara o kadar gazaba gelmiş ki; onları büyük bir azapla yakalamak için, nefislerinin arzularını yerine getirmekte ve bol günah işlemelerine imkan vermektedir. Deccal’e vereceği gibi.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Allah’ın emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr: 63)

Bu Âyet-i kerime’lerle, bu gerçeklerle, kendi tuttukları yolun vicdanlarında bir muhasebesini yapıp kararlarını versinler. Ya Âyet-i kerime’lere inanacaklar, bölücülükten vazgeçecekler; ya da inkâr edecekler, yoldan çıktıklarını kabul edecekler. Açık olarak küfrü kabul etmiş olacaklar.

Vay bölücülerin haline!

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir.” buyururlar. (Ahmed bin Hanbel)

Fakat bu bölücüler yahudileri de hırıstiyanları da geçtiler, yetmişüç fırkaya ayrıldılar.

Bölücüler Müminun Sûre-i şerif’inin 52-56. Âyet-i kerime’lerini çürütüp hükümsüz hale getirmek ve kendi dinlerini ayakta tutmak için, çeşitli yollara başvuruyorlar.

Ezcümle bu Âyet-i kerime’lerin güya yahudiler hakkında nâzil olduğunu iddia etmeleri bunun bir ifadesidir.

Halbuki gerek Âyet-i kerime’lere gerekse Hadis-i şerif’lere bakıldığında, müfessirin-i izâm hazeratının beyanlarına dikkat edildiğinde, Ümmet-i Muhammed’e âit olduğu görülür.

Diğer taraftan “Sebebin hususiyeti hükmün umumiyetine mâni değildir.” kaidesi unutulmamalıdır. Çünkü Kur'an-ı kerim’de mevcut olan her hüküm, kim hakkında nâzil olursa olsun, Ümmet-i Muhammed’e de şâmildir.

Kelâmullah sanki asırların ve devirlerin kitabı değilmiş gibi “Sebeb-i nüzul!.. Sebeb-i nüzul!..” diye diye bu ilâhî fermanı ondört asır öncesi hadiselere hasretmek, Kur'an-ı kerim’i ifsad etmek için ancak bölücülerin başvurdukları bir âdettir.

“Halbuki Kurân-ı Azîmüşan kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için nazil olmuş ve duyurmuştur. Ancak, onun mânâları ihata olunup bitirilemez. Bir mânâsı inkişaf ederken arkasından bir mânâ daha, arkasından bir mânâ daha yüz gösterir. Nurunun aydınlığı içinde gizlilik zuhur eder.

Mümine hitap ederken kâfire bir inzar fırlatır. Kâfiri inzar ederken mümine bir tebşir nüktesi uzatır. Avama hitap ederken havassı düşündürür. Âlime söylerken câhile dinletir, câhile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken yarını anlatır. En sade müşahedelerden en yüksek hakikatlere götürür. Müminlere gaybı anlatırken, kâfirleri halden bizar eder. Ve bütün bunları hâle, makama, mekâna, zamana, mevzua göre en uygun en lâtif kelimelerle ifade eder.” (Hak dini Kur'an dili)

Müminun Sûre-i şerif’inin 52-56. Âyet-i kerime’lerinin iniş sebebi hakkında muhtelif tefsirlerin beyanları:

Kâdî Beydâvî Tefsiri:

“Dinlerini parçalayıp muhtelif dinler hâline koydular. Her hizip her cemaat, kendine din edindiği inanç tarzını beğenip rahatlığını duyar ve ‘Hak üzere biziz’ diye itikat eder. Onları ölünceye kadar battıkları bu cehaletlerinde terket. Onlara verip imkanlar sağladığımız mal ve evlâdı, zannediyorlar mı ki kendileri hayırlar sağlasınlar diyedir. Hayır! Onlar bunun istidraç olduğunu anlayacak şuur ve fetanette değildirler.”

İbn-i Kesir Tefsiri:

“Onlar içinde bulundukları sapıklığı hidayet bilerek sevinirler. Dalâlet batağında helâk olacakları zamana kadar onları bırak, üzülme.

Bu mağrurlar sanıyorlar mı ki onlar servet ve oğulları bizim nezdimizde şerefli ve izzetli oldukları için vermekteyiz? Asla! Zanları yanlış, bekleyişleri boştur. Böyle yapışımız, ancak onlara mühlet verme ve küfürlerini derece derece artırmadır. Malları ve evlâtları hiçbir fayda vermeyecektir.”

Ruh-ul beyan Tefsiri:

“Bütün resullerin ve ümmetlerin dini İslâm dini iken, dinlerini muhtelif parçalara ayırdılar. Bu bölünenlerden her cemaat, seçtikleri dini beğenir, hak din budur diye inanır.” (İsmail Hakkı Bursevi)

Müminun Sûre-i şerif'inin ilgili Âyet-i kerime’lerinin yahudiler hakkında nâzil olduğunu söylemeleri, Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerinin hükmünü çürütmektir. Çünkü bu Âyet-i kerime’ler kendi kurdukları dinlerinin içyüzlerini gösteriyor. Kendi dinlerini kuvvetlendirmeye, Allah-u Teâlâ’nın dinini yıkmaya ve kelâmını çürütmeye çalışıyorlar.

Biz de bu hükümleri üzerlerinden kaldırmak isteyen bu bölücülerin önüne, aynı hükmü taşıyan; Hicr: 90-94, Enbiyâ: 92-94 ve Rum: 30-31. Âyet-i kerime’leri sırayla koyuyoruz. Bu müşrikler bu hükümlere ne ad takacaklar?

Bu Âyet-i kerime’lere iman mı edecekler, yoksa küfürde mi kalacaklar diye denemek için bu Âyet-i kerime’leri önlerine sürüyorum.

 

HİCR SÛRESİ. ÂYET: 90-91-92-93-94

“Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur'an’ı parça parça edenlerdir. Rabbin hakkı için onlara mutlaka yaptıklarından soracağız. Resulüm! Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.”

Burada Resulullah Aleyhisselâm’a “Söyle!” emri var. Kur'an-ı kerim her asra hitap ettiğine göre, bu hüküm kıyamete kadar şamildir.

Hakikat ile dalâleti ayırmak için, hakikatı söylerken hiç kimseden çekinmemek lâzım.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)

Âyet-i kerime’lerden açık olarak anlaşılıyor ki bunlar müşriktirler. Çünkü dış düşmanın cephesi var. Amma bunlar müslüman gibi göründükleri için tahribatları dış düşmandan daha büyüktür.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)

Görünüşte iman etmiş, fakat müşrik olarak yaşıyorlar.

Bu da bölücü olduklarından ötürüdür. Kendi dinlerini kendi yollarını göstermemek için bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar ve kendilerinin müşrik olmayıp müslüman olarak göstermeye çalışıyorlar.

Ebû Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptığı işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)

Onlar Kur'an da okuyacaklar. Fakat Kur'an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okun demirine bakar (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1783)

Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki, bu kadar ibadet ve taatlarına, Kur'an-ı kerim de okumalarına rağmen ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkmışlardır. Neden dinden çıktıklarına dair hiçbir iz de yok gibi görünüyor? Fakat Âyet-i kerime’ler incelendiği zaman göreceksiniz ki, sırf bölücü olmalarından dolayı Allah-u Teâlâ onları dinden çıkarıp atmıştır. Artık zanlarının hükmü yoktur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında bilgi verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:

“Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zattır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Müslim, Fiten)

Bu Hadis-i şerif’i burada arzetmekteki gayemiz, siz bunları dıştan dinde kahraman gibi görürsünüz. Oysa ki bunlar sahte kahramandır. Allah-u Teâlâ bunlara hidayet vermemiştir. İmansız olarak yaşarlar, bütün iş ve icraatları gösterişten ibarettir.

 

ENBİYÂ SÛRESİ. ÂYET: 92-93-94

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.

Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.

İnanmış olarak salih amel işleyenlerin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.”

Âyet-i kerime’lerin izahı:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.” (Âyet: 92)

Allah-u Teâlâ müslümanları bir tek ümmet kıldığını beyan ediyor ve emrine itaat edilmesini, samimi bir kulluk yapılmasını emir buyuruyor ve bekliyor.

Ve fakat O’nun bu hükmünü ve emrini tanımayanlara, yoldan sapanlara, şeytana tapanlara gelince; onlar artık şeytanın arkadaşıdırlar, Hazret-i Allah ile hiçbir ilgileri kalmamıştır. Cehennemde de hiç şüphe yok ki şeytanla beraber olacaklardır.

“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.” (Âyet: 93)

Allah-u Teâlâ’nın emirlerini dinlemediler, hükmüne karşı geldiler, fırkalara ayrılıp paramparça oldular. Bu bölücüler bu itaatsızlıklarının cezasını kendileri düşünsünler.

Çünkü:

“Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz.” (Bakara: 156)

Kaçacak bir yer var mı?

“İnanmış olarak salih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.” (Âyet: 94)

Allah-u Teâlâ kendisine yönelmiş, ibadet ve taatına devam etmiş olan ihlaslı kullarının her sevabını yazmakla, derecelerini artırmaktadır. Onlara katından büyük mükâfatlar vermeye vaad-i Sübhânisi vardır.

Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar. Onlar Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rabblerinden korkarlar ve en kötü hesaptan ürkerler.” (Ra’d: 20-21)

Küfrü imana, dünyâyı âhirete, dalâleti hidâyete tercih eden bedbahtlar hakkında ise şöyle buyurulmaktadır:

“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi ayıranlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar... İşte lânet onlar içindir ve kötü yurt cehennem de onlarındır.” (Ra’d: 25)

 

RÛM SÛRESİ. ÂYET: 31-32

“Hepiniz O’na yönelin ve O’ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın.

Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.”

Allah-u Teâlâ kullarının kendisine yönelmelerini, yalnız kendisinden korkmalarını ve kulluk yapmalarını, nefislerini ilâh edinmemelerini emir buyuruyor. Zira bu bir şirktir, yapan müşriktir. Kim ki bu emr-i ilâhiyi dinlemezse, onun Hazret-i Allah ile ve İslâm dini ile ne ilgisi kalır?

Bu Âyet-i kerime’de de Allah-u Teâlâ, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan bölücülerin müşrik olduğunu ve tuttukları yoldan memnun olduklarını beyan buyuruyor.

Kendi yanında bulunan dinden murad, yaptıkları isimdir. Kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Bunun böyle olduğunu çok iyi bilin.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Sizin O’nu bırakıp da taptığınız, kendinizin ve atalarınızın adlandırdığı uydurma bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm koyma yetkisi ancak Allah’ındır. O da kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)

Âyet-i kerime’de açık olarak görülüyor ki, her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları; ayrı bir din kurduklarını göstermektedir. Bu bakımdan bunlar İslâm dininin tahripçileri ve yıkıcılarıdır. Kâfir dediğin kimse bu tahribi yapamaz ve fakat müslüman zannettiğin bu kâfirler İslâm dinine en büyük düşmanlığı yapıyorlar.

Siz ise hâlâ bunlara müslüman gözüyle bakıyorsunuz.

Sana da yuh olsun!

Onlara meylettiğiniz veyahut müslüman zannını verdiğiniz anda onlardan olursunuz. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ’nın kelâmını çürütmek ve hükm-ü ilâhiyi hükümsüz hale getirmek için yarış halindeler.

“Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de iğrenç ve acıklı bir azap vardır.” (Sebe: 5)

İşte âkibetleri de budur.

 

 

Elmalılı Hamdi Yazır Efendi Âyet-i kerime’lerin tefsirinde şöyle buyurmaktadır:

“Onlar ki dinlerini ayırdılar, öbek öbek oldular. Her biri kendi hususiyetine, kendi çıkarına, dar kafası ile kendi kuruntusuna göre bir hevâ ile dinini ayırıp ayrı bir başbuğ arkasına düşerek fırka fırka olmuşlar, her bölük kendilerindekine güvenmektedirler.” (Hak dini Kur'an Dili, Cilt;5 sh.3826)

 

 

Görülüyor ki;

Müminun Sûre-i şerif’i 52-56. Âyet-i kerime’leri,

Hicr Sûre-i şerif’i 90-94. Âyet-i kerime’leri,

Enbiyâ Sûre-i şerif’i 92-94. Âyet-i kerime’leri,

Rum Sûre-i şerif’i 30-31. Âyet-i kerime’leri aynı noktayı işaret ettikleri halde ayrı ayrı nazil olmuşlardır. Bölücülerin içi durumlarını ortaya koyuyor. Kaçacak hiç yerleri yok. Hangi birini inkâr edecekler?

 

ÂL-İ İMRAN SÛRESİ: 19-20

“Allah katında din İslâm’dır. Ancak kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

Eğer seninle tartışmaya girişirlerse de ki: ‘Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.’

Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsız ümmilere de de ki: ‘Siz de İslâm oldunuz mu?’

Eğer İslâm olurlarsa doğru yolu bulurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse sana düşen yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını görür.”

Allah-u Teâlâ önceki ümmetlerden kendilerine kitap verilenlerin, kendilerine peygamber gönderilip kitaplar inzâl edilmek suretiyle aleyhlerinde hüccetler, deliller olmasından sonra ayrılığa düştüklerini haber vermektedir.

Burada anlaşılıyor ki, kim Allah’ın kitabında beyan etmiş olduğu hükümleri inkâr ederse, Allah-u Teâlâ onu hesaba çekecek ve bu yalanlamasından dolayı onu şiddetli azaba çarptıracaktır.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“De ki: İşte benim yolum budur. Ben Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basiret üzerindeyiz. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.” (Yusuf: 108)

 

YUNUS SÛRESİ. ÂYET: 19

“İnsanlar ilk önce bir tek ümmet idiler, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.”

Allah-u Teâlâ bunlara karşı ne kadar gazaba gelmiş ki, yaratıkları sayılı bir ecele kadar geciktirmemiş olsaydı, gadab-ı ilâhî hemen üzerlerine inecekti.

Ezelden onlara tanınmış bir sürenin dolmasını murad ettiğinden, hemen helâk etmediğini ve fakat bunları er-geç helak edeceğini beyan buyuruyor ve şiddetli bir azap ile azap edeceğini haber veriyor.

Allah-u Teâlâ zâlime mühlet verir, o verilen mühlet sırasında günah işledikçe azabını artırır. O ise bu mühleti kendisi için rahmet zanneder.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Bilmiyorum, belki de bu (azabın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar sizi yaşatıp barındırmak içindir.” (Enbiyâ: 111)

Yani bu bölücülerin yaptıkları yanlarına kâr kalacak sanılmasın. Cezanın gecikmesi, azaplarının artmasına vesiledir.

 

ŞÛRÂ SÛRESİ. ÂYET:14

“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.

Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.”

Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ onlara karşı ne kadar gazaba gelmiş!

Bir taraftan kulluğundan tardetmiş, diğer taraftan da en şiddetli bir azabı onlara hazırladığını beyan buyurmuş.

Bunlar da bölücülükte sevinedursunlar. Bunlara uyanlar da ibret alsınlar. Çünkü aynı azabı onlar da tadacaklar. Uymak şöyle dursun, onlara meyletmek dahi helâk olmaya kâfidir.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler.” (Furkan: 42)

Amma kaçıp kurtulmak ne mümkün?

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Fırkalar kendi aralarında ayrılığa düştüler. O büyük güne şahid olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!

Bizim huzurumuza çıkacakları zaman ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler! Fakat o zalimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.

Resulüm! Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar.

Şüphesiz ki biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara vâris olacağız. Onlar bize döndürülecekler.” (Meryem: 37-40)

 

BAKARA SÛRESİ. ÂYET: 213

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Bu durumda iken Allah (doğru yolda olanları) müjdelemek, (yoldan sapanları da) uyarmak üzere peygamberler gönderdi.

Ayrılığa düştükleri hususlarda insanlar arasında hüküm vermeleri için, onlarla beraber içinde gerçekleri taşıyan kitap da indirdi.

Oysa kendilerine kitap verilmiş olanlar, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle ayrılığa düştükleri şeyleri inananlara gösterdi.

Şüphesiz ki Allah dilediğine doğru yolu gösterir.”

Allah-u Teâlâ İsrailoğullarına nimet olarak peygamberler ve ilahî kitaplar göndermişti. Fakat onlar ayrılığa düştüler, dünyevî arzulara daldılar, bu büyük nimetten kendi kendilerini mahrum bıraktılar.

Bu Âyet-i kerime ile müslümanlara bu hususta özellikle İsrailoğullarının durumuna bakıp ibret almaları ve uyanık olmaları tavsiye edilmektedir. Bunlar bu tavsiyeye uymak şöyle dursun, daha büyük bir sapıklığa, daha büyük bir azgınlığa ve daha büyük bir kâfirliğe daldılar.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in dualarından birisi de şöyle idi:

“Ey Allah’ım! Ayrılık yapmaktan, münafıklıktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım.” (Ebû Davud)

İşte bu bölücüler ibret almadılar, bunlardan daha ileri giderek yetmişüç fırka oldular.

Vah bunların haline! Çünkü bunlar Hazret-i Allah’a meydan okumaya çalışıyorlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir. Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ bu gibi kimseler için şöyle buyuruyor:

Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşa kalacaklar.” (Tirmizî)

Bu Hadis-i şerif’i bir inceleyin, bir de bu bölücülerin icraatlarına bakın! İsterken koyun postuna bürünüyorlar, aldıktan sonra da kurt kesiliyorlar. Hepsi milyarder oldu.

Ve Ümmet-i Muhammed’e en büyük düşman kesilerek İslâm dininin çürümesine, yok olmasına gayret ediyorlar.

 

ZUHRUF SÛRESİ. ÂYET: 65

“Aralarında çıkan gruplar, birbirleri ile ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin hâline!”

Bunca Âyet-i kerime’ler onlara hitap ettiği halde hiç birine aldırış etmiyorlar. Üstelik bu bölücülüğü İslâm namına yapıyorlar ve kendilerini müslümanların ön safında gibi göstermeye çalışıyorlar. Gayeleri bozgunculuk ve bölücülük. Bütün bölücüler böyledir.

İyi bilin ki onlar cehenneme girenlerin öncüsüdürler. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere iman ediyorsanız bunu göreceksiniz.

Allah-u Teâlâ bunları nasıl acıklı bir azaba müstehak edeceğini ve acıklı bir azapla karşılaştıracağını açıkça beyan buyuruyor:

“İşte böyle... Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed: 9)

Hazret-i Allah da onlardan hoşlanmamıştır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Allah-u Teâlâ’ya muhabbetin alâmeti zikrullahı sevmek, buğzunun alâmeti zikrullahı sevmemektir.” (C.sağir)

Bu Hadis-i şerif de Allah-u Teâlâ’nın onlara buğzettiğine dâir açık bir delildir. Çünkü onlar Hazret-i Allah’ın zikrinden göz yummuşlardır. Küfürlerini yaymaya çalışmaktadırlar.

 

ŞÛRÂ SÛRESİ. ÂYET: 16

“İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri Rableri katında hükümsüzdür. Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.”

Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ’ya aittir, mahlukun hükmü yoktur.

Âyet-i kerime’sinde:

“Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)

Binaenaleyh bir tek Âyet-i kerime’yi hükümsüz saydıkları zaman, iyi bilin ki İslâm dini ile hiçbir ilgileri kalmaz.

Bunca Âyet-i kerime’leri önlerine serdiğimiz halde; kalpleri mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş, kulakları sağır edilmiş kimseler, hiçbir set tanımıyor. İşte bunlar cehennemliktir.

En büyük gadab-ı ilâhîye maruz kaldıkları husus, Allah-u Teâlâ’nın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeylere “Allah-u Teâlâ böyle emrediyor.” diye kendi zanlarını ortaya koymaya çalışmalarıdır.

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyurur:

“Yasak ettiğim şeylerin dışında, kullarıma ihsan ettiğim her şey onlar için helâldir. Binaenaleyh hiçbir kimse Allah’ın helâl kıldığını haram kılamaz. Ben bütün kullarımı hakkı kabule müsait olarak yarattım. Fakat şeytan bunlardan bazılarına geldi de, onları hak olan dinlerinden bâtıla ve onları helâl kıldığım şeyleri haram kılmaya teşvike ve benim emrettiğim şeyleri bana şerik koşmalarını emretti.” (Müslim)

 

ŞÛRÂ SÛRESİ. ÂYET: 10

“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na tevekkül eder ve yalnızca O’na yönelirim.”

Ayrılığa düşülen hususlarda hüküm vermek Allah-u Teâlâ’ya mahsus olduğu gibi, O’nun hükmüne uyup uymamak da kişiyi mümin veya kâfir kılacağı ortaya çıkar. Hükmüne rıza gösterenleri rızâsına ulaştırır, bâtıla uyanları da helâk eder.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde:

“Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” buyuruyor. (Âl-i imran: 55)

Bu bir aynadır. Kendini aynada gör. Hazret-i Allah’ın âyetlerine iman edip bölücülükten vazgeçenlerden misin? Yoksa inat edip küfürde kalanlardan mısın?

İyi bil ki hükmünü verdin! Ya müminsin ya da kâfir. Çünkü bu dünya bir imtihan sahnesidir, bu da bir imtihandır.

 

BAKARA SÛRESİ. ÂYET: 11-12-13-14-15-16

“Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir, lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12)

Bölücüler de din kurucuları da hem fesad çıkarıyorlar, hem de fesadçı olmadıklarını söylüyorlar. Âyet-i kerime’leri çürütüp halkın nazarında kendilerini gizlemek istiyorlar. Zira bunların Hakk ile hiçbir ilgileri yoktur. Olsa zaten bunu yapmazlar.

Bu Âyet-i kerime’ler onların hareketlerini açık olarak belirtiyor.

“Onlara ‘Müslümanların inandığı gibi siz de inanın!’ denildiği zaman ‘Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?’ derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bunu bilmezler.” (Bakara: 13)

Allah-u Teâlâ onları ikaz ediyor, imana, İslâm’a davet ediyor. Ve fakat bu bölücü beyinsizler madde, nam ve menfaatlarının kesileceğini bildikleri için, kendi dinlerini bırakıp hakikata yanaşmıyorlar. Hakk’ın emirlerini kabul etmeyip küfürde kalıyorlar.

“Biz Âyetleri inkâr etmiyoruz” diyorlar. İman etseydiler böyle yapar mıydılar?

“Müminlerle karşılaştıkları zaman ‘İnandık’ derler, elebaşları ile başbaşa kaldıklarında ise ‘Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz!’ derler.” (Bakara: 14)

İşte sözlerimizi bu Âyet-i kerime tasdik ediyor. Bölücülerin durumu bundan ibarettir.

“Allah da kendileriyle alay eder, azgınlıklarında onlara mühlet verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.” (Bakara: 15)

Bu, onların yaptıklarına karşı, Allah-u Teâlâ’nın verdiği hükümdür.

“İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın almışlardır. Bu alış-veriş kendilerine kâr sağlamamıştır, doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara: 16)

Allah-u Teâlâ onları böyle vasıflandırıyor. Onların apaçık sapık olduklarını buyuruyor ve iman edenlere de duyuruyor.

Ahiretteki durumları hakkında da bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Münafıklar müminlere ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ diye seslenirler. Müminler de derler ki ‘Evet amma, siz kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz, kuruntu sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) sizi Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı.” (Hadid: 14)

Hadi şimdi kurtul!

Nedamet çok, faydası hiç yok. Çünkü siz şeytan fırkasındansınız. İmamlarınıza uydunuz, onlara iman ettiniz. Hazret-i Allah ve Resul’ünün hükmünü inkâr ettiniz. İşte yaptıklarınızın karşılığı budur.

 

ENFÂL SÛRESİ. ÂYET: 73

“Kâfir olanlar bile birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur.”

Bugün olduğu gibi.

Allah-u Teâlâ müminlerin birbirlerinin dostu olduğunu zikrettikten sonra, onlarla kâfirler arasındaki dostluğu da kesmiştir.

Müminler birleşip birbirlerine destek vermezlerse, birbirlerinin dostu olan kâfirler fitne ve fesad çıkarmaktan geri kalmazlar.

Bugün bütün bölücülerin, İslâm’dan ayrılarak kendi başlarına din kuranların birbirlerine dost olduklarını görüyoruz. Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümleri yüzlerine karşı okunduğu zaman yekvücud oluyorlar.

İşte Allah-u Teâlâ onlara karşı birliği, beraberliği ve onlara karşı mücadeleyi emrediyor. Şayet bu yapılmazsa, fitneye müdahale edilmezse, fitne ve fesad alır başını yürür. Umumun helâkına da vesile olur.

Bunun içindir ki bu Din-i mübin’i parçalamak isteyenlere müdahale etmemiz, bu türeme imamlara ve onlara tâbi olanlara yol vermememiz, ifsadlarına set olmamız gerekiyor. Aksi halde Allah-u Teâlâ’nın azabı bize de dokunur.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. (Hepinize sirayet eder.) Bilin ki Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal: 25)

Allah-u Teâlâ fitne çıkınca herkese isabet edeceğini beyan ediyor. Ya bu fitneyi bastırmamız lâzım, veya bu fitneden gelen azaba bizim de uğrayacağımızı unutmamamız lâzım.

Nitekim görülüyor ki Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’leri birleşmemizi emrederken, bu bölünmeler başımıza büyük felâketler getirebilir.

Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- vâlidemizden rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Ümmetim içinde açıktan kötülükler işlenirse, o zaman Allah-u Teâlâ katından hepsine birden azap eder.

–Yâ Resulellah! Onların içinde sâlih insanlar yok mudur?

–Evet vardır.

–O halde onlara bunu nasıl yapar?

–İnsanların başına gelen onların da başına gelir. Sonra Allah’tan bir bağışlanma ve hoşnudluğa ulaşırlar.” (Ahmed bin Hanbel)

Bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:

“Allah bir topluluğa azap indirdiği zaman, o topluluğun içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes niyetlerine göre diriltilirler.” (Buharî)

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah’ım!” (A’raf: 155)

Bu bir nevi Hazret-i Allah’a sığınmak ve yalvarmaktır.

Ya Rabbi! Biz onlardan değiliz. Biz senin hasımlarına düşman kesildik. Yardım ve desteğinle hiç kimseden çekinmeyerek mücadelemize ve mücahedemize devam ediyoruz. Zâtına iman ettik ve sığındık. Allah’ım bu beyinsizlerin yüzünden bizi helâk etme!

 

ÂL-İ İMRAN SÛRESİ. ÂYET: 122

“İçinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Oysa Allah onların yardımcısı idi. Müminler yalnız Alah’a güvensinler.”

Bu çok büyük fitneler karşısında müminlerin tek bir fert de olsa Hazret-i Allah’a dayanıp güvenerek mücadele ve mücahedesini yapması lâzımdır.

Eğer gerçekten mümin ise Allah-u Teâlâ’nın onu destekleyeceğine dair vaad-i Sübhânisi var.

Diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“Allah sana kâfidir. O ki, seni ve müminleri yardımıyla destekleyendir.” (Enfal: 62)

“Müminlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur.” (Rum: 47)

 

NİSÂ SÛRESİ. ÂYET: 144

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?”

Burada şiddetli bir tehdit ve azap ifadesi vardır.

Allah-u Teâlâ müminlere, kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i ilâhiye uymayanların ise Allah-u Teâlâ’nın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir:

“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler, kim bunu yaparsa Allah ile hiçbir dostluğu kalmaz.” (Âl-i imran: 28)

Bölücülere en küçük bir meyille meyleden onlardan olur ve Allah-u Teâlâ’nın dostluğunu kaybeder.

Münafıklar hakkında ise şöyle buyurulmaktadır:

“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a aittir.” (Nisâ: 139)

Görülüyor ki küfrünü alenen ilan edenlere “Bu benim kardeşimdir.” diyenler küfürde yarış ediyorlar. Küfürde müşterektirler. Tevbe edip müslüman olmadıkları taktirde küfürde olduklarını iyi bilin. Bu Âyet-i kerime’ler onların iç durumlarını ne kadar güzel beyan ediyor.

Allah için sevgi Allah için buğz, imanın en sağlam kulpudur. İnsan ne kadar ibadet ederse etsin, bunu ayırt edemezse dalâlettedir, ibâdetlerinden fayda göremez, çok ince bir noktadır.

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler benim yolumda savaşmak ve hoşnudluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtehine: 1)

Allah-u Teâlâ müminlerin kâfirleri sevmelerini, onları dost edinmelerini, sevgi ve dostluk hisleri beslemelerini, onlara karşı ihlâslı davranmalarını yasaklamaktadır.

Sen ise bu yasaklamayı nazar-ı itibara almayıp “Bunlar da bizdendir.” demekle, gerçekte sen de oldun onlardan.

Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur'an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 81)

Burada da apaşikâr görülüyor ki, onlara meyledenlerin onlardan olduğunu, Hazret-i Allah’a inanmadığını, Hazret-i Allah’ın bunları hidayetten mahrum ettiğini buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.

Bölücülere meyletmenin cezasını şimdi siz de gördünüz mü?

 

BAKARA SÛRESİ. ÂYET: 145

“Andolsun ki sen kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü âyeti getirsen, yine de sana uyup kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar birbirinin kıblesine de dönmezler.

Sana gelen ilimden sonra eğer sen onların heveslerine uyacak olursan, işte o zaman sen de zulmedenlerden olursun.”

İşte bölücülerin durumu budur. Bunca Âyet-i kerime getiriyorsunuz, iman etmemek için Âyet-i kerime’yi çürütmeye çalışıyor. Zira o Âyet-i kerime’ler onun dinini tarif ediyor. Siz de bundan ibret alın. Onların iç durumlarını görün.

“Küfre varıp âyetlerimizi yalanlayanlar ise, cehennem ehlidirler. Onlar o ateşte ebedî olarak kalıcıdırlar.” (Bakara: 39)

Sen de onlara uyarsan, onları ve yaptıklarını benimsersen, bil ki onların dinindensin. İslâm dininin yıkıcılarındansın. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın düşmanına destek veriyorsun.

 

A’RAF SÛRESİ. ÂYET: 146

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim.”

Allah-u Teâlâ âhirzaman ulemâsına ve bölücülere niçin gazap ediyor?

Ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, âhirzamanda gökkubbe altında en şerli insanların âhirzaman ulemâsı olacağını haber veriyor. Bölücüler hakkında Allah-u Teâlâ’nın bu kadar beyanları var.

Çünkü onlar Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları kaldırmak istiyorlar.

Bu din çok nezih bir dindir, münevver bir yoldur. Onların iş ve icraatlarını açık açık ortaya koyar, yapmak istediklerinin önüne set koyar. O’nun koyduğu hudutlar onların dinlerine mânidir.

Onlar güya müslüman gibi görünürler. Kendi ayıpları meydana çıkmaması için, kendi arzularını yürütmek ve kendi dinlerini kuvvetlendirmek için, İslâm’ı gizliden gizliye hükümsüz hâle getirmek isterler.

Bunu bir kâfir, bir müşrik yapamaz. Kâfirin cephesi var, ben kâfirim diyor. Bunların kâfirlerden de daha aşağı oluşlarının sırrı buradan geliyor.

Herkeste ilim yok ki, bunu tefrik edebilsin, onların maskelerini görsün. Binaenaleyh saf müslümanları avladıklarından ötürü kâfirden çok çok daha büyük tehlike kesbetmektedirler. İhlâslı Ümmet-i Muhammed’i vurarak ebedi hayatlarını katlediyorlar.

 

CÂSİYE SÛRESİ. ÂYET: 18-19-20

“Resulüm! Seni de din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin heveslerine uyma.

Çünkü onlar Allah’a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Zâlimler birbirlerinin dostlarıdırlar.

Bu Kur’an insanların kalp gözlerini açacak bir nur, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.”

Bu heveslerine uyanlar din kuranlardır, kendi dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ’nın dinini yok etmek isteyenlerdir.

Ey Arkadaş! Allah-u Teâlâ’nın bu açık beyanlarını inkâr edip bu bölücüleri müslüman mı zannedersin? Bu zannınla kendini bu kâfirlerden ayrı mı sanacaksın? Çünkü sen ferman-ı ilâhiye göz yumup, bölücülerin lâflarına ağzını açtın, bu azaba düçar oldun.

Eğer Hazret-i Allah’a imanın olsaydı, elbette bölücülere iman etmezdin.

Görmez misin ki Hazret-i Allah ve Resul’ünün emir ve ahkâmını hor görüp nasıl saklıyorlar? Bu perde altında saklanıp gaye ve menfaatlerini temine çalışıyorlar. Bu böyle olmuyor mu, bir düşün!

 

HAŞR SÛRESİ. ÂYET: 16

“Münafıkların durumu şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana ‘İnkâr et!’ der. İnsan inkâr edince de ‘Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.’ der.”

İşte bu bölücüler, bu saptırıcılar var ya! Hakk Celle ve Alâ Hazretleri tarif ederken, onların şeytandan daha kötü olduğunu ve tehlikelerinin daha fazla olduğunu beyan buyurur ve iman edenlere duyurur.

İşte size Âyet-i kerime’yi açıklıyorum. Bu şeytandan da daha kötü olanlara hâlâ İslâm gözüyle mi bakacaksınız?

 

SECDE SÛRESİ. ÂYET: 3

“Yoksa ‘Onu peygamber kendisi uydurdu.’ mu diyorlar?

Hayır!... O, senden önce peygamber gönderilmemiş bir kavmi uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Umulur ki doğru yolu bulurlar.”

Nitekim bölücülere Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm’ın Hadis-i şerif’leri beyan edilirken, ilâhi hükmü hiçe sayarak onu çürütmek için “Bunu sen mi uydurdun?” diyorlar.

Oysa Allah-u Teâlâ’nın açık fermanı onlara arzedildikten sonra, bunu hükümsüz sayanlardan daha zâlim kim var?

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?

Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız.” (Secde: 22)

 

LOKMAN SÛRESİ. ÂYET: 6

“İnsanlar arasında öyleleri var ki, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azab vardır.”

Nitekim bugün görülüyor ki Âyet ve Hadis bilmezler, bilseler de arzetmezler. Zira ilâhi hüküm onların dinlerini belirtir. İş ve icraatlarının yalan ve yanlış olduğunu ortaya koyar.

Bunlar boş sözlerle, yalanla dolanla güya İslâm dinini temsil ettiklerini söylerler. Oysa bunlar yalancı ve fâsıkların tâ kendileridir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Anlamaz bir güruh oldukları için, Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir.” (Tevbe: 127)

 

LOKMAN SÛRESİ. ÂYET: 20

“İnsanlar içinde ne bilgisi, ne rehberi, ne de aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan kimseler vardır.”

Bölücüler ise böylece dinlerini kuvvetlendirmek için bir taraftan Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini çürütmeye çalışırlar, diğer taraftan da sapık yol üzerinde yürümeye çalışırlar.

 

LOKMAN SÛRESİ. ÂYET: 21

“Onlara Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiğinde ‘Hayır! Biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler.

Ya şeytan babalarını alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!”

Allah-u Teâlâ’nın dini olan İslâm’ına onlara emir verip çağırdığında, onlar “Hayır, biz kendi dinimize uyarız.” derler.

Nitekim bunca Âyet-i kerime’ler önlerine sürülüyor da hangi birini kabul edip İslâm oluyorlar? Kendi dinlerinde direniyorlar. İslâm dininin çökmesini istiyorlar. Hem de güya kendilerini müslüman olarak tanıtmaya çalışıyorlar. Bu böyle değil midir? Bunun hangisine itiraz edebilirler?

Ve onlara “Dinlerinizi bırakın, Hazret-i Allah’ın dinine gelin.” dendiği zaman bunu kaç kişi kabul ediyor?

İşte bunlar şeytan fırkasındandırlar.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara iman etmeyi kibirlerine yediremeyenlere göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları biz böyle cezalandırırız.” (A’raf: 40)

 

MÂİDE SÛRESİ. ÂYET: 71

“Onlar (yapageldiklerinden dolayı) bir fitne kopmayacağını sandılar, kör oldular sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Sonra yine de içlerinden bir çoğu kör oldular, sağır kesildiler.

Allah onların yaptıklarını görmektedir.”

Hakikattan mahrum oldukları için Allah-u Teâlâ onları kör ve sağır olarak vasıflandırıyor. Durumları budur, hakikatlar karşısında kör ve sağırdırlar. Hakkı işitip duymazlar ve Hakk yolunda yürümezler.

Kimin hidayeti hak ettiğini, kimin dalâlete müstehak olduğunu en iyi bilen Allah’tır.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (Muhammed: 23)

Artık bunlara kim hidayet verebilir?

 

TEVBE SÛRESİ. ÂYET: 126

“Onlar yılda bir veya iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.”

Nitekim daha önce geçen kavimleri de Allah-u Teâlâ bir çok ibtilâlara, belâlara uğratmıştır. Fakat onlar ibret alıp iman etmemişlerdir.

Sonra onlara bolluk vermiş, o bolluk içinde zevk ve sefa sürerlerken yok edivermiş. Hûd Sûre-i şerif’inde bunlar hakkında mufassal bilgiler vardır.

İşte şimdiki bölücülere de dikkat ederseniz, hepsi de cep cihadcılığına girişmişler, lüks ve refah içinde yaşamak arzusu üzerinde duruyorlar. İlâhi hükümler onların dalâlette olduklarını bildirdiği için dünyalık kazancımız elden çıkmasın, menfaatlerimiz kesilmesin, halkı yolmaya devam edelim diye her türlü ilâhi hükme itiraz ediyorlar, çeşitli vesilelerle çürütmeye çalışıyorlar, dolayısı ile inkar ediyorlar.

 

TEVBE SÛRESİ. ÂYET: 47-48-49

“Eğer içinizde onlar da (sefere) çıkmış olsalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranıza sokulurlardı.

İçinizde de onlara iyice kulak verenler var. Allah zâlimleri gayet iyi bilir.” (Âyet: 47)

Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki, kim ki bunlara meylederse, muhakkak ki zulmetmiş olur. Zulmedenleri ise Allah-u Teâlâ sevmez.

“Andolsun ki daha önce de fitne koparmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi.

Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’ın emri galip geldi.” (Âyet: 48)

“İçlerinden öylesi de var ki ‘Bana izin ver, beni fitneye düşürme!’ der.

İyi bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem kâfirleri kuşatacaktır.” (Âyet: 49)

İşte Allah-u Teâlâ’nın hükmü!

Güya kendileri doğru yol üzerinde bulunuyorlarmış gibi, üzerlerine gitmekle fitne olacağını kabul ediyorlar. Oysa fitnelerini yürütmek istiyorlar, bunu da bu sözle kapatmaya çalışıyorlar. Onların kuru zannı hiçbir şey ifade etmez. Allah her şeyi en iyi bilendir.

Bakınız Allah-u Teâlâ onların durumunu nasıl ortaya koyuyor?

Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (Bakara: 9)

 

EN’ÂM SÛRESİ. ÂYET: 23

“Sonra onların aldanması ancak ‘Rabbimiz Allah hakkı için biz müşriklerden değildik.’ demeleridir.”

Bu bölücüler din kurmakla ve İslâm’dan çıkmakla büyük bir fitne ve fesad çıkarıyorlar.

Allah-u Teâlâ onların bütün içyüzlerini gösteriyor ve onlara hiç kaçacak yer bırakmıyor. O azaba müşterek olmamak için, onlardan çok sakınmak gerekmektedir.

24. Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ onların ahiretteki âkibetinden haber vermektedir:

“Bak da gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!”

Bütün bölücüler yalancıdır ve şeytanın destek verdiği kimselerdir.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücadele: 18-19)

 

MÜMİN SÛRESİ. ÂYET: 35

“Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde, Allah’ın âyetleri hakkında tartışırlar. Gerek Allah katında gerek iman edenlerin yanında bu davranışa karşı kızgınlık ve öfke büyümüştür.

Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”

Biz size dememiş miydik;

Alenen küfrünü ilan edenler için, “Bunlar bizim kardeşimiz” diyenlere, bölücü imamlara inananlara, yoldan sapanlara ve saptırmak isteyenlere muhakkak ki Allah-u Teâlâ gadap eder, bu durum gerçek inananları kızdırır ve büyük kanların dökülmesine vesile olur.

Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde emir buyurur:

“Onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte öylelerine karşı size apaçık yetki verdik.” (Nisâ: 91)

Ki bu fitneler artmasın, işler büyümesin.

 

TEVBE SÛRESİ. ÂYET: 123

“Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan kafirlerle savaşın. Onlar sizde büyük bir azim ve sertlik görsünler.

Bilin ki Allah takvâ sahipleriyle beraberdir.”

Burada görülüyor ki Allah-u Teâlâ emr-i ilâhî’yi hükümsüz saymaya çalışanlara, kendi dinlerini kuvvetlendirmek için İslâm dinini yok etmek isteyenlere karşı baban da olsa, kardeşin de olsa hiç tereddütsüz savaşmayı emrediyor.

Nitekim Ashab-ı Kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı böyle yapmadı mı? Eğer sen de onların yolunda olmak, onlara benzemek istiyorsan, hiç tereddüt etmeden en yakının da olsa onlarla savaşın. Ta ki fitne sönünceye kadar.

 

NİSÂ SÛRESİ. ÂYET: 91

“Hem sizden hem de kendi topluluklarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız.

Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler, fitnenin içine başaşağı atılırlar. Eğer onlar sizden uzak durmazlar, sulh işini size bırakıp ellerini çekmezlerse, onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte öylelerine karşı size apaçık yetki verdik.”

Burada Allah-u Teâlâ’nın açıkça ferman-ı ilâhîsi var. Bu fitne ateşinin söndürülmesi ve bastırılması için, Allah-u Teâlâ bölücüler olsun, din kurucular olsun, gerektiğinde öldürülmelerini emrediyor. Bu bir ferman-ı ilâhîyedir.

Bilhassa müslüman idarecilerin bu Âyet-i kerime’ye dikkat edip, dinimizi ve vatanımızı yıkmak isteyenlere bu açık emr-i ilâhiyi tatbik etmeleri gerekir. Hiçbir vebali ve mesuliyeti yoktur.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara: 191)

Allah-u Teâlâ bu fitnecilerin öldürülmesini emir buyuruyor.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Şerler ve fesatlar olacak. Kim birlik içinde olan bu ümmetin içinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu vurun.” (Müslim)

Erbakan Bolu’da yaptığı konuşmada “Burada bir veli varmış! Refah’a hizmet mi etti de veli oldu.” demiştir.

Bu kelimenin altında iki gizli şey yatıyor. Birisi uluhiyet davası, bir diğeri de Refah dinini ilan ettiğine dair açık bir fermandır. Allah-u Teâlâ’nın kendi veli kulları hakkında, şöyle bir ferman-ı ilâhiyesi var:

“İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar.

Onlar iman edip takvâya ermiş olanlardır. Dünyâ hayatında da âhirette de onlar için müjdeler vardır. Allah’ın verdiği sözlerde aslâ değişme yoktur. Bu en büyük saâdetin ta kendisidir.” (Yunus: 62-63-64)

Hadis-i kudsî’de ise şöyle buyuruluyor:

“Her kim benim veli kullarıma düşmanlık ederse, ben ona harp açarım.” (Buhârî)

Hadis-i şerif’lerde de şöyle buyuruluyor:

“Her asırda benim ümmetimden sâbıkûn = öncüler vardır.” (Nevâdir-ül usûl)

“Allah’ın öyle velî kulları vardır ki, onların gönülleri ilâhî râhmet deryâlarıdır.”

“Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevher gibidir. Onu ancak Arifbillah olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar.

Binaenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Allah Azze ve Celle onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” (Erbain)

Bir diğer Hadis-i kudsi’de ise:

“Kubbelerimin altındaki velilerimi benden başka kimse bilemez.” buyuruluyor.

Bu, Hazret-i Allah’a ve Resul’üne iman edenlere aittir. Erbakan’a iman edenlere değil. Erbakan’ın onlara nasıl bir vaadi var? Zira uluhiyetini apaçık ilan etmiş oluyor. Refah Partisinden başka dinleri patates dinine benzetiyor. Bu ise resmen Refah dinini ilan ettiğine delâlet eder. Refah Partisi’nden başka İslâm yoktur demekle, resmen küfrünü ilan etmiştir. Bu ise İslâm dinine göre küfürdür. Zaten küfrünü ilan edenlere kardeşimdir demekle, onlara resmen kucak açtığını söylemiştir.

Ey Refah dini mensupları!

Bunun hangi birisini yalanlayabilirsiniz? Doğru olduğunuza dair, hangi Âyet-i kerime’yi delil getirebilirsiniz? Onun için siz sadece yalan söyleyip, İslâm gibi görünerek temiz insanları dininden ve imanından ediyorsunuz.

“Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın.’ (A’raf: 86)


| İçindekiler | Yayınlarımız | Ana Sayfa |

[TOP]

2.6 3-BÖLÜCÜLERE ARKA ÇIKANLAR

Previous topicNext topic
3-BÖLÜCÜLERE ARKA ÇIKANLAR
 

 

BÖLÜCÜLERE ARKA ÇIKANLAR

 

“Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında (küfür üzere olduklarına ittifak etmeyip) iki fırkaya ayrılıyorsunuz?

Halbuki Allah onları kendi ettiklerinden dolayı başaşağı etmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimseye sen aslâ yol bulamazsın!”

(Nisâ Sûresi, 88. Âyet-i kerime)

 

İmanı ve İslâm’ı kabul etmeyen kimse apaçık kâfirdir. Artık onu İslâm kardeşliğinin içerisine dahil etmek, müslüman demek, Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini inkâr etmek demektir.

“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” (Buhari)

Hadis-i şerif’i mucibince inanan bir müslümana küfür isnad etmek insanı küfre götürdüğü gibi, iman dairesinde olmayan bir kâfiri iman hudutları içine koymak da insanı küfre götürür. Neden küfre götürür? Karşıdaki alenen küfrettiği halde İslâm dairesine sokmak istediği için, bile bile söylediği için, Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları kaldırdığı için kâfir olur.

Onların dediği olsaydı, Allah-u Teâlâ’nın melekler ve peygamberler göndermesine, kitaplar salmasına lüzum kalmazdı.

Bunların inişi, iman ile küfrün ayrılmasıdır. Onlar ise iman ile küfrü birleştirmeye çalıştıkları için otomatik olarak küfre giriyorlar.

Bunun içindir ki, küfrünü alenen ilân eden ve küfrü ile iftihar eden bir kimseye bile bile ‘Bu müslümandır.’ demek küfürdür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

“Resulüm! De ki: Size amelce en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar iyi yaptıklarını sanıyorlardı.

İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için bir terazi kurmayız. (Onlara hiç değer vermeyiz.)” (Kehf: 103-104-105)

İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’a gelince de kemalini bulmuş ve son şeklini almıştır.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Hakk’a yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30)

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85)

Kitabımız Kur'an-ı kerim’in o zamandan bu zamana kadar hiçbir kelimesi, hiçbir harfi, hiçbir noktası bile değişmemiştir. Cenâb-ı Hakk onu muhafaza edeceğini ferman buyurmaktadır:

“Bir zikir olan Kur'an’ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr: 9)

İslâm dini kıyamete kadar payidar olacaktır, Allah-u Teâlâ dinine yardımını değişik tezahürlerle sürdürecektir:

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf: 8)

İslâm’a girdikten sonra küfrü gerektiren söz ve hareketlerde bulunan kişiler hakkında, rücu etmedikleri takdirde tartışma yapmak gereksizdir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Size ne oluyor ki, münafıklar hakkında (küfür üzere olduklarına ittifak etmeyip) iki fırkaya ayrılıyorsunuz?

Halbuki Allah onları kendi ettiklerinden dolayı başaşağı etmiştir. Allah’ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimseye sen aslâ yol bulamazsın!” (Nisâ: 88)

Ey bu bölücülere arka çıkanlar! Allah-u Teâlâ’nın bu kadar apaçık emir ve beyanları karşısında siz hâlâ bunlara müslüman gözü ile mi bakacaksınız? Onlara arka çıkmakla yukarıdaki Âyet-i kerime’nin muhatabı olduğunuzun farkında mısınız? Bu cehennemlikleri İslâm’a dahil etmeye çalışmanız, sizin dalâlette olduğunuzu gösterir. Âyet-i kerime’leri bilmiyorsunuz, gerçekte iman etmiyorsunuz.

Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim’inde:

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

Âyet-i kerime’si ile onları dinden çıkarıp attığını beyan ediyor. Siz ise bu Âyet-i kerime’leri inkâr edip “Onlar dindedir.” diyorsunuz, bölücüleri Din-i İslâm’a sokmaya çalışıyorsunuz, İslâm’mış gibi göstermeye gayret ediyorsunuz.

Allah-u Teâlâ Müminun Sure-i şerif'i 52-56. Âyet-i kerime’lerinde onların dinlerinin, kitaplarının ayrı olduğunu, onların sapık olduğunu beyan ediyor. Siz ise bu Âyet-i kerime’leri inkâr edip “Onların dinleri, kitapları tamamdır, sağlamdır.” diyorsunuz. Siz Allah-u Teâlâ’dan daha iyi mi biliyorsunuz? Yoksa bu sözünüzle küfrünüzü mü ilan ediyorsunuz?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” buyuruyor. (Yusuf: 106)

Siz ise bu Âyet-i kerime’leri inkâr edip “Hayır, onlar müşrik değil, müslümandır.” diyorsunuz.

Halbuki Âyet-i kerime’de:

“Eğer onlara uyarsanız, siz de müşrik olursunuz.” buyuruluyor. (En’am: 121)

Allah-u Teâlâ:

“Hepiniz topluca, sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın.” (Âl-i imran: 103)

Âyet-i kerime’si ile parçalanmamayı emir buyurur. Halbuki bu bölücüler dinimizi ve vatanımızı bölmeye çalışıyorlar. Siz ise Allah-u Teâlâ’nın bu emr-i şerif’ine itiraz ediyorsunuz, dolayısı ile inkâr etmiş oluyorsunuz. Onları müslüman gibi göstermeye çalışmakla bu bölücülere arka çıkıyorsunuz, parçalanmaya yol veriyorsunuz. Acaba bu vebalin altından nasıl kurtulacaksınız?

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.” (Âl-i imran: 105)

Siz ise bu Âyet-i kerime’leri inkâr edip dinlerini parçalayan bu bölücüleri İslâm’mış gibi kabul ediyorsunuz, bir nevi Allah-u Teâlâ’ya karşı geliyorsunuz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Allah’a ve Resul’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” buyuruyor. (Enfâl: 46)

Siz bu Âyet-i kerime’yi inkâr edip parçalanmayı mı tasvip ediyorsunuz?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Hepiniz O’na yönelin ve O’ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın. Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” buyuruyor. (Rum: 31-32)

Allah-u Teâlâ “Siz onlar gibi olmayın!” diye emrettiği halde, siz bunlara müslümandır diyorsunuz ve bunlarla oluyorsunuz. Bu Âyet-i kerime’leri inkâr ediyorsunuz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İnsanlar ilk önce bir tek ümmet idiler. Sonradan ayrılığa düştüler.

Eğer Rabbinden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.” buyuruyor. (Yunus: 19)

Buradan anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ bölücülere ne kadar gadaplanmış! Siz bu Âyet-i kerime’yi inkâr edip onlara hoş nazarıyla bakıyorsunuz.

Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm’ın müsamaha ile karşılamadığı dini hükümlerde müsamahalı davranmak küstahlıktır, ancak dinden çıkan bir kimsenin yapabileceği bir cürettir.

Allah-u Teâlâ’nın bunca emirlerine rağmen, bunlara aldırmayıp hoşgörülü olanların bu hali gafletlerinden mi, cehaletlerinden mi, imanlarından mı geliyor?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” buyuruyor. (En’am: 153)

Bunlar ise Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktılar. Kendi uydurdukları sapık yollara saptılar. Siz bu yoldan sapanları, dünyaya tapanları müslüman olarak göstermeye çalışıyorsunuz. Bu hareketiniz Hazret-i Allah’ın bu Âyet-i kerime’lerine ters düşmüyor mu?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Aralarında çıkan gruplar, birbirleriyle ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!” buyuruyor. (Zuhruf: 65)

Allah-u Teâlâ’nın bölücüler hakkındaki beyanı ve azabı budur. Onlara nasıl gadaplandığını, nasıl cezalandıracağını da beyan buyuruyor. Siz ise bunları savunmaya kalkışıyorsunuz. Bunları hâlâ müslüman görüyorsunuz. Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini hiçe sayarak, kendi zannınıza dayanarak hüküm verdiğinizden, siz de onlarla beraber olursunuz. Azapta müşterek olduğunuzun farkında bile değilsiniz.

Çünkü siz Allah-u Teâlâ’nın açık açık emir ve fermanlarına itiraz ediyorsunuz. İtiraz ise inkârdır. İnkâr ise küfürdür, küfrün cezası ise cehennemdir.

Büyük bir imtihan karşısındasınız. Ya Hazret-i Allah’a ve Kelâmullah’a iman edeceksiniz, veyahut ki bölücülere inanacaksınız.

Allah-u Teâlâ İslâm dininde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:

“Küfürden vazgeçip tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse artık onlar din kardeşinizdir. Biz bilen bir kavme, âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Tevbe: 11)

“Hazret-i Allah’a ve Resul’üne inandım, bölücülükten vazgeçtim.” dedikleri zaman o müslüman olur. Aksi halde, Hazret-i Allah kulluğuna, Resulullah Aleyhisselâm da ümmetliğine kabul etmediğine göre, o istediği kadar müslümanım desin hükümsüzdür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur.” (En’am: 159)

Bu ilâhi bir hükümdür, bir emirdir.

“Semi’nâ ve etâ’nâ” Ben bu emri işittim ve itaat ettim, hiçbir bölücü ile ilgim yoktur.

Biz Hazret-i Allah’ın emirlerine uyarız ve itaat ederiz. Biz halka bağlı değiliz. Hepsi gelmiş, hepsi gitmiş bizi ilgilendirmez.

Biz sadece bize emrolunanı işlemekle mükellefiz. Allah-u Teâlâ hidayeti dilediğine verir.

Gayemiz bütün müslümanların Hazret-i Allah ve Resul’ünde birleşmelerine gayret etmek ve bölücülükten kurtarmaktır.


| İçindekiler | Yayınlarımız | Ana Sayfa |

[TOP]

2.7 4-İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET

Previous topicNext topic
4-İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET
 

İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET

 

“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah'a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O'na güvenirim ve yalnız O'na sığınırım.”

(Şûrâ Sûresi, 10. Âyet-i kerime)

 

Kardeşlik Dini İslâm:

İslâm dini kardeşlik dinidir. Bize Hakk’tan bir nur gelmiştir. Bu nur Kur’an-ı kerim’dir. Bize kardeşliği, tesanüdü emreder:

“Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat: 10)

“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” (Mâide: 2)

Müslümanlar ana-baba bir kardeş gibidirler. Aralarındaki kardeşlik ebedî olup, âhirette de devam eder. Şu halde kardeşlik icraatını yapmamız lâzımdır. Mümin kardeşlerini Allah için seven, onların dertleri ile dertlenen kimselerden Allah râzı olur. Onlara akla-hayale gelmeyen dereceler verir.

Buna rağmen aynı kıbleye teveccüh eden, aynı kitaba sahip olan müslümanlar arasında ayrı ayrı yollara sapmalar husule geliyor. Din düşmanlarının yapamadığını “Dindarım, muvahhidim” diyen yapmış oluyor.

Müslümanların fırkalara ayrılması, senlik-benlik yüzünden ihtilâf ve tefrikaya düşmeleri, İslâm’ın özüne ve izzetine, şevket ve satvetine halel getirdiği, kardeşlik bağlarını kopardığı, güçlerini parçalayıp zayıf düşürdüğü için şiddetle yasaklanmıştır:

“Allah ve Resul’üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” (Enfal: 46)

Bu apaçık emirler karşısında bir müslümanın, bölücülükten şiddetle kaçınması lâzımdır. Tefrikanın, bölücülüğün İslâm’da yeri yoktur.

Âyet-i kerime’de:

“Dine bağlı kalın ve dinde ayrılığa düşmeyin.” buyuruluyor. (Şûrâ: 13)

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde de ayrılık yapmanın cezasının çok ağır olduğunu beyan buyurmaktadır:

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmran: 105)

Bu ayrılıklar nefsimizin hamlığından, tekâmül edemeyişimizden, ihlâsa varamadığımızdan ileri geliyor. Bu sebeple ne kadar kayıplara uğradığımızın hiç farkında değiliz.

Âyet-i kerime’de:

“Hepiniz topluca, sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın.” buyuruluyor. (Âl-i İmran: 103)

Emr-i İlâhi çiğnendiği için, dinde ayrılık yapmanın mesuliyeti, suç ve cezası o kadar ağırdır ki; Allah-u Teâlâ azapların tehirini âhirete bırakmamış olsa idi, bölücülük yapanların, tefrikaya sapanların cezalarını dünyada vererek onları hemen yok ederdi.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Onlar ki, dinlerinde ayrılığa düşüp gruplara ayrıldılar.” (Rum: 32)

“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.

Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)

Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. İslâm’da hizmet gerek, bölücülük değil.

 

Bölünmeler ve Bölücüler:

Din adına yapılan her bölünme İslâm dininde bir ihanettir, bir zulümdür. Bu bölücüler rücû etmedikleri takdirde, çok şiddetli bir azapla kendilerine yazık etmiş olurlar.

Âyet-i kerime’de:

“Aralarında çıkan gruplar birbirleriyle ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!” buyuruluyor. (Zuhruf: 65)

Allah-u Teâlâ’nın beyanı bu. Bölücülerin hareketleri ise Hazret-i Kur'an’a hep ters, biz onların yalancı olduklarını söylüyoruz.

Müminûn Sûresi 52-56. Âyet-i kerime’lerini dikkatlice inceleyin, bunların yalancı olduklarını göreceksiniz:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.

Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)

Bu Âyet-i kerime’lere göre iyi bilin ki, bunların kitapları ayrıdır, Hazret-i Kur'an’a uymazlar. Bunların dinleri ayrıdır, İslâm dinine uymazlar. İslâm gibi görünürler, fakat İslâm dininin esasına tabi olmazlar. Partileri ayrıdır, İlâhî partiye tâbi olmazlar. Allah-u Teâlâ onların dalâlet batağında olduklarını da beyan buyuruyor.

Bütün bu ayrılıklar dinlerinin, kitaplarının ve partilerinin ayrı olduğundan ileri geliyor. Allah-u Teâlâ’nın kitabına göre değil, kendi dinlerine ve zan kitaplarına göre hüküm veriyorlar. Kitapları ayrı olduğu için bu Âyet-i kerime’ler onların kitaplarında bulunmaz.

Haklarında bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri önlerine serdiğimiz halde, bu bölücülere “Müslümanlardır.” zan gözü ile bakmak, bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmek veyahut hafife almak demektir. Bunu ise ancak ruhu ölen bir kimse yapabilir. İman sahibi asla yapamaz. Eğer bundan sonra da bölücülere destek verirseniz, bu Âyet-i kerime’lere karşı geldiğinizi çok iyi bilin. Çünkü bizim beyanımız Allah ve Resul’ünün beyanıdır, şahsî içtihadımızı kullanmıyoruz.

Şimdi biz çekilelim aradan. Bölücüleri Hazret-i Allah ve Resul’ü ile başbaşa bırakalım. Onlarla muhatap değiliz.

Gerçek Hazret-i Allah’a ve O’nun sevgili Peygamberine uymakla olur. Onun içindir ki, sizi bölücülerden kurtarıp “İlâhî Görüş Birliği”ne dâvet ediyoruz. Bize düşen hakikatı tebliğdir.

Allah-u Teâlâ Şûrâ Sûresi 15. Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.

Ve de ki: Allah’ın indirdiği kitaba inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.

Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.”

Cenab-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Ümmetim benden sonra yetmişüç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesnâ, diğerleri hep ateştedir.

-’Onlar kimlerdir yâ Resulellah?’

Benim ve ashabımın yolunda olanlardır.” (Ebu Dâvud)

Ey kardeşler!

Sizi kurtuluşa, yani o bir fırkaya dâvet ediyorum. Bu, İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DÂVET’tir.

Kitabımız birdir; o halde Allah ve Resulünde birleşmemiz gerekiyor. Bu da hiçbir zaman madde, menfaat, önderlik, liderlik istememek şartıyla gerçekleşir.

Bugün herkes haklı olduğunu iddiâ ediyor, başkalarının dalâlette olduğunu söylüyor. Halbuki o bir fırka ehlince mâlumdur.

Diyeceksiniz ki “Ehlince mâlum olan bu fırka nasıl ayırdedilir?”

Bu fırka, Fırka-i nâciye’dir. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar.

Onlar iman edip takvâya ermiş olanlardır. Dünyâ hayatında da âhirette de onlar için müjdeler vardır. Allah’ın verdiği sözlerde asla değişme yoktur. Bu en büyük saadetin tâ kendisidir.” (Yunus: 62-63-64)

Bu fırka bunlardır.

Bu fırkanın alâmeti ise; Onlar Allah ve Resul’üne davet ederler. Gönüllere Allah ve Resul’ünün muhabbetini sokmaya gayret ederler. İnsanları arındırıp rızâ yolunda birleştirmeye çalışırlar. Bu kimseler gerçekten Hakk’ın hizmetçisidirler ve ancak Allah’a hizmet ederler.

Âyet-i kerime’de:

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” buyuruluyor. (A’raf: 181)

Diğerleri ise, şeytanın hizmetindedirler. “Cihad, cihad...” derler. Onların cihadı dinardır. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunlar hakkında “Dînuhum dinâruhum = Onların dinleri para olacak.” buyuruyorlar. Bunlar cihadı gerçekte mevki ve maddeye açmışlardır. Her biri kendi dalâlet yollarına davet ederler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek “Bu Allah yoludur.” buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler daha çizdikten sonra “Bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur.” buyurdular ve:

“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyun. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’am: 153) Âyet-i kerime’sini okudular. (Dârimî-Sünen)

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’de:

“Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın.’ buyuruyor. (A’raf: 86)

Zan ilmi hiçbir zaman hakikata erişemez.

Bize soruyorlar:

“Sizin grubunuzun adı nedir?”

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin. Dinimiz İslâm, kitabımız Kur'an, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’dır.

“Hangi partidensiniz?”

Hazret-i Allah ve Resul’ünün partisindeniz.

Âyet-i kerime’de:

“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” buyuruluyor. (Mücadele: 22)

Bu Âyet-i kerime mucibince biz “Hakk parti”liyiz, “Halk parti”lilerle ilgimiz yoktur. Biz bunu resmen beyan etmişiz ve bizim partimiz 1400 küsür sene evvel kurulmuştur.

Her grubun ve partinin adı var. Allah-u Teâlâ onlar hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir.

Bölücü ve particilerin dinden kaydıklarına dair bunca Âyet-i kerime var iken; Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde ümmetinin yetmişüç fırkaya ayrılacağını, yetmişikisinin dalâlette ve cehennemde olacağını, ancak Resulullah Aleyhisselâm’ın ve ashabının yolunda olanların cennete gireceğini resmen beyan ederken; diyeceksiniz ki bunlar Âyet-i kerime’leri ve Hadis-i şerif’leri görmüyorlar mı?

Evet, görmek istemiyorlar. Nefsâni ve dünyevî arzularına uyarak bu Âyet-i kerime’lerin apaçık mânâlarını görmemezlikten ve bilmemezlikten gelip, bâtıl ve mesnetsiz fikir ve iddiâlarını Hakk ve hakikat gibi göstermek isteyen bu gibi kimseler dalâlet batağına kaymışlardır, onlar bir şey görmezler. Her bölücü kendi yolu ve partisi ile öğündüğü için yalnız kendilerinin müslüman olduklarını, doğru yolda bulunduklarını zannederler.

Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle beyan buyurur:

“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.

Nihayet o bize geldiği zaman der ki ‘Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen.” (Zuhruf: 36-37-38)

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

“Hakikat Vakfı” bu vakfın ismidir. Sakın ha, bunu yolumuza atfederek bölücülüğe sapmayın. Sakın sizde bir isimle bir bölücü daha türemesin.

Gayemiz “İSLÂM”dır, isim değil.

Muradımız “HAZRET-İ ALLAH VE RESUL’Ü”dür, bölücülerden herhangi biri değil.

Biz kendimizi Hazret-i Allah ve Resulü’ne boyun bükenlerin hizmetçisi olarak ilân etmişizdir, efendisiyiz dememişizdir. Rızâ-i ilâhîden başka hiçbir gayemiz yoktur. İslâm’dan daha büyük şeref olamaz.

Bizim yolumuzun diğer yollardan asıl ayrılış noktası şudur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruyor. (Yâsin: 21)

Ne para toplarız, ne de talebelerden ücret alırız. Bütün yaptığımız iş ve icraatlar kendi gayretlerimizledir. Çalışanlar yalnız rızâ-i ilâhî için çalışırlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Sizden bir kimse rızkından firar etse bile, rızık ölüm gibi kendisini bulur.” buyuruyorlar. (Münâvî)

Vakfın şartlarından birisi olarak da “Kimseden bir şey istemeyin, geleni reddetmeyin.” diye ilân etmişizdir. Onlar ise avuç açmakla geçiniyorlar. İsteyip de topluyorlar. Bu doğru değildir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Cenâb-ı Allah haris (aç gözlü) ve çekiştirilen (tenkit edilen) isteyicilere buğzeder.” (C. Sağir)

“El açıp isteyenler, o el açıp istemelerindeki zül ve hakareti bilselerdi dünyâda hiçbir zaman dilencilikte bulunmazlardı.” (C. Sağir)

“Haberiniz olsun ki, dünyâ mel’undur. İçindekiler de mel’undur. Ancak Allah-u Teâlâ’yı zikretmek ve O’nun rızâsına uygun şeylerle, bilen ve öğreten kimse müstesnâdır.” (Tirmizî, Zühd, 14)

Biz hiç kimseye bağlı değiliz, kimseden de bir şey beklemiyoruz. Biz ancak Hazret-i Allah ve Resul’üne -sallallahu aleyhi ve sellem- sığınırız. Onun içindir ki cesaretle konuşuyoruz. Kimseden de korkumuz yok.

Biz “İLÂHÎ GÖRÜŞ BİRLİĞİNE DAVET” ederiz. Gelenlerin gönüllerine Hazret-i Allah ve Resul’ünün -sallallahu aleyhi ve sellem- muhabbetini ve emirlerini koymaya, her türlü bölücülükten arındırmakla yalnız Hazret-i Allah ve Resul’ünde -sallallahu aleyhi ve sellem- birleştirmeye, aralarında gerçek bir kardeşliğin tesisine gayret ederiz.

Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.

Müslümanların birbirine yaklaşmaları, birleşmeleri, aralarında bir dayanışma husule gelmesi en büyük arzumuzdur.

Hakk Celle ve Alâ Hazretlerimiz’den niyaz ederim ki fakirin bu arzularını basiret sahibi din kardeşlerimin ibret kulaklarına ulaştırsın, feyiz ve bereketini de ihsan buyursun.

Muhakkak iç ve dış din ve vatan düşmanlarına karşı yekvücud olmamız lâzım.

Size iki numune veriyorum: Birisi Bediüzzaman Hazretleri, diğeri Hacı Süleyman Efendi. Bu zatların icraatlarına dikkat ederseniz; ne maddeye tapmış, ne de siyaset batağına batmış görürsünüz.

Amma bugün “nurcuyuz, süleymancıyız” diyenler onların izinden ayrılmışlardır.

Birer madde abidesi olmuşlar. Ve diğerleri de böyledir.

Şayet siz de menfaate tapar, siyasete dalarsanız; iyi bilin ki mânâyı bırakmış, dalâlet batağına batmış olursunuz.

Şu Âyet-i kerime size bu hususta yeter;

“Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” (Ahzab: 4)

Ki, birini muhabbet-i Mevlâ’ya, diğerini muhabbet-i mâsivâ’ya hasretsin, bir kalpte iki sevgi yaşamaz.

Bunların icraatlarına bakıyorum. Bilhassa Ramazan-ı şerif’te dükkan dükkan dolaşıyorlar. Birer madde âbidesi olmuşlar, dilenciliği meslek haline getirmişler. Bunlar huzur-u ilâhiye nasıl çıkacaklar, bunun hesabını nasıl verecekler? Gerçekten bu İslâm dini için büyük bir lekedir. Bu hareketleri ile hem gayr-i müslimlere karşı İslâm’ı küçük düşürüyorlar, hem de yeni İslâm’a ısınanları soğutuyorlar.

Halbuki rızâ yolunda çalışırsak; Allah-u Teâlâ da dilerse lütfuyla tecelli eder, bir nur âbidesi yapar. Fakat rızâyı bırakıp madde peşinde koşarsak madde âbîdesi oluruz.

"Helâl lokma, vücutta ibadetle nur olur. Nurdan da hikmet husule gelir. Harama gelince; iç âlemi tahrip eder, kötülüğe tahrik eder.”

Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

“Fakir ve ihtiyacı olmaksızın el açıp isteyerek yediğin şey ateştir.” (C. Sağir)

“Üç günlük kuvvete malik olan kimse için dilenmek helâl olmaz.” (Münâvî)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse, dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler. Her gürültüyü, korkularından kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar; onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın. Allah kahretsin onları!.. Hakdan nasıl çevriliyorlar?” (Münafikun: 4)

 

Bölücüler ve Fâiz:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:

“Fâizi yemeyiniz.” (Âl-i imran: 130)

Süleymancılar ise fâizin alınabileceğini söylemekle (Kemal Kacar, Tercüman Gazetesi 7/12/1989 ) emr-i ilâhîye ters düşüyorlar.

Diğer taraftan:

“Ümmetimden bir taife olur ki, şarap içerler ve şarabın ismini değiştirip istedikleri bir isim ona takarlar.” (C. Sağir)

Hadis-i şerif’inde beyan buyurulduğu üzere, süleymancılar da fâize başka isim takmak suretiyle kendi kitaplarına göre fâizi helâl kabul ediyorlar ve yiyorlar. Çünkü onların kitapları ayrıdır, kendi kitaplarına göre hüküm veriyorlar. Dinleri ayrıdır, kendi dinlerine göre amel ediyorlar. Partileri ayrıdır, kendi partilerine göre hareket ediyorlar.

Fâizciler hakkında buyurulan hem lafzî hem de mânevî tehditler, hemen hemen hiçbir tahrim âyetinde bu kadar şiddetli yer almış değildir:

“Fâiz yiyenler -fâiz ticaret gibidir- dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.

Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a âittir.

Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.” (Bakara: 275-276)

“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

Hazret-i Allah’a ve Resul’üne -sallallahu aleyhi ve sellem- harp ilan etmiş olan bu kimseler, en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.

Süleymancıların bu gibi yanlış fikirleri kendi kitaplarına göredir. Bunlar Ahkâm-ı ilâhî’yi hükümsüz hâle getirip kendi hükümlerini ahkâm yerine koyuyorlar. Buna rağmen hiç kimseden tepki yok. Ve bunlara hâlâ müslüman gözüyle bakıyorsunuz. Bunun içindir ki, cidden büyük bir gadab-ı ilâhî’ye uğramaktan korkuyoruz.

Kurtuluşu arayanlar Hazret-i Allah ve Resul’ünün emirlerine riayet etsinler.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor:

“Faiz yetmiş çeşit günahtır. Bunların en hafifi erkeğin kendi anası ile zinâ etmesi günahı kadardır.” (İbn Mace-Ticaret-58)

“Allah faizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizî)

“Faiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele.” (Münâvî)

Hazret-i Allah’ın hükmü bu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in emri de bu. İşte onların kitabı başka.

Kemal Kacar bu Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için otomatikman küfre kaymıştır. Kendisi küfre kaydığı gibi, ona tâbi olanlar da küfür batağına kaymıştır.

Diğer taraftan topladıklarını zevk ve sefâ yolunda, süse ve lükse harcarlar. İsraf ise haramdır.

Âyet-i kerime’de:

“Yeyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” buyuruluyor. (A’raf: 31)

Talebeleri âlet ederek topladıklarını kendi arzuları istikametinde harcadıkları için, emanete hıyanet etmiş oluyorlar. Bu ise münafıklık alâmetidir.

Biz de iftarlar tertip ediyoruz. Yüzlerce kişi geliyor. Ve fakat hiç kimse soyulmuyor, hiç kimseden bir lira bile istenmiyor. Herkes kendi evine gelir gibi gelir ve gider...

 

Cuma Namazı ve Bölücüler:

“Cuma namazı kılınmaz.” diyenlere gelince;

Eğer bu Din-i mübin bir avuç bölücülerin zanları gibi olsaydı, şimdiye kadar ne dinde bir esas kalırdı, ne de Cuma'nın esamesi kalırdı. Yahudilerin Tevrat’ı, Hıristiyanların İncil’i bozdukları gibi olurdu.

Cuma namazı farz-ı ayındır. Cuma günü ise müslümanların bayramıdır. Kur'an-ı kerim’de hususiyetle bir Cuma Sûresi mevcuttur. Hazret-i Allah bu Sûre-i şerif’in 9 ve 10’uncu Âyet-i kerime’lerinde kesin olarak şöyle emir buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ı zikretmeye koşun. Alış-verişi, işi-gücü bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Namaz kıldıktan sonra yeryüzüne dağılın, Allah’ın fazlından nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Her kim Cuma namazını üç kere zaruretsiz terkederse Allah-u Teâlâ onun kalbini mühürler.” (Tirmizî)

“Bir takım kimseler ya Cuma namazlarını terketmekten vazgeçerler veya Allah-u Teâlâ onların kalplerini muhakkak ki mühürleyecektir. Sonra da onlar gafillerden olurlar.” (Müslim)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in beyanı bu. Onlar ise, bu Hadis-i şerif’leri dinlemeyip, hiçe sayıyorlar. Bunun için bunların kitapları ayrıdır. Kendi kitaplarına göre hüküm veriyorlar. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif esastır. Lâfa lüzum yok. Doğru sözlü iseler, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle dâvâlarını isbat etsinler. Aksi halde yalancı olduklarını siz de bilin, onlar da bilsinler.

Diğer Hadis-i şerif’lerde ise şöyle buyururlar:

“Ey insanlar! Şunu da muhakkak bilin ki, Allah-u Teâlâ Cuma’yı içinde bulunduğunuz şu yılımın şu ayında, şu gününde ve makamımda kıyamet gününe kadar farz kılmıştır. Binaenaleyh her kim benim hayatımda veya benden sonra adil veya zalim bir imamı olduğu halde, Cuma namazını hafife alarak veya farziyetini inkâr ederek terk ederse, Allah onun dağınık işlerini toplatmasın, iki yakasını bir yere getirmesin ve işinde bereket vermesin. Haberiniz olsun ki o kimsenin namazı yoktur. İyi biliniz ki o kimsenin zekâtı da yoktur. Haccı ve orucu da yoktur. İyi biliniz ki onun iyiliği de yoktur. Nihayet tevbe edinceye kadar. Her kim tevbe ederse Allah-u Teâlâ da onun tevbesini kabul eder.” (İbn-i Mâce)

Ey yalancı bölücü! Seni bu fetva makamına kim tayin etti? Yalan söylemediğini ispat için bu Hadis-i şerif’e cevap ver. Ama siz yalancısınız, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’e cevap veremezsiniz. Ancak kendi kitaplarınıza göre süsleyip, püsleyip halkın önüne sunarsınız. Çünkü şeytan da bunu size süslü gösterdi.

Bir Hadis-i şerif’te de:

“Üç Cuma’yı zaruretsiz terkedenler münâfıklardan sayılır.” buyuruluyor. (Taberâni)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz böyle buyurduğu halde, onlar Hadis-i şerif’lerin hükümlerine rıza göstermiyorlar. Ve müslümanları münafıklığa sevkediyorlar.

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Her zamanın hükümdarına itaat et, her imamın arkasında namaz kıl. Ashabımdan hiç birisine sövüp-sayma.” (C. Sağir)

Bir Âyet-i kerime’de ise:

“Size peygamber neyi verdiyse onu alınız. Neden nehyetti ise ondan kaçınınız.” buyuruluyor. (Haşr: 7)

Hazret-i Allah’ın ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emri bu.

Allah-u Teâlâ bölücülük yapanları:

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

Âyet-i kerime’siyle kulluğuna kabul etmiyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise:

“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münâvi)

Hadis-i şerif’iyle ümmetliğe kabul etmiyor.

Onlar ise emr-i ilâhî ile emr-i peygamberîyi hiçe sayarak tayin edilmiş imamı kabul etmiyorlar. Sizi kim tayin etti?

Bunun için bu yetmişiki fırka dış düşmandan daha büyük, daha çok İslâm’ı tahrip ve tahrif yapıyor. Bu din, babanızın dini mi ki arzunuzla hareket ediyorsunuz? Hüküm vermek yalnız Allah’a mahsustur.

Âyet-i kerime’de:

“Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruluyor. (A’raf: 54)

Hadi bu Âyet-i kerime’ye cevap ver! Siz kendi kitabınıza göre konuşuyorsunuz. Biz ise Hazret-i Allah’ın kitabına göre konuşuyoruz. Doğru sözlü iseniz Âyet-i kerime ile cevap verin, aslâ lâf kabul etmiyoruz.

Herkesin zannı kabul edilseydi, yetmişiki fırka değil, binlerce fırkaya ayrılırdı.

 

Dâr-ül Harp - Dâr-ül İslâm:

Sual:

“Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyorlar. Doğru mudur?”

Cevap:

Hayır. Burası İslâm diyarı olduğu için dâr-ül harp olamaz. Helâli helâl, haramı da haram bilmek gerekir. Kimse helâli haram, haramı helâl yapamaz.

Dâr-ül harp demekle Kur’an-ı kerim’in hükmünü kaldırmak istiyorlar. Mâdem ki dâr-ül harp diyorlar, neden harp açmıyorlar? İslâm diyârıdır. Çünkü devlet erkânının ve milletin çoğunluğu, elhamdülillah yüzde doksandokuzu müslümandır. O halde nasıl dâr-ül harptir diyebiliriz? Temsil olarak Almanya’yı ele alalım. Bu kadar müslüman Türk işçisi çalıştığı halde İslâm diyârı mıdır, küfür diyârı mıdır?

Elbette küfür diyarıdır. Niçin? Bütün devlet erkânı ve milletin ekserisi gayr-i müslim olduğu için. Burada haramı haram, helâli helâl bilmek gerekir. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı haramdır. Harama helâl demek küfürdür. Üstelik dâr-ül harptir diyenler, bütün hükümet erkânına ve millete küfür damgasını vuruyorlar da, şu Hadis-i şerif’in kapsamına girdiklerinin farkında bile değiller.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde :

“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruyorlar. (Tirmizî, iman, 16)

Onlar yalnız kendilerini müslüman zannediyorlar. Ve her bölücü bunu bahane ederek halkı kendilerine çekip çevirmeye çalışıyor. Bu suretle din kardeşliğini, İslâm birliğini, güzel vatanımızı paramparça yapmak istiyorlar. Parçalamak isteyenleri, değil suçlamak, elimizden gelse elini ve dilini uzatanları hemen men ederiz.

Biz bunu daha evvel de izah etmiştik. “Ben, hükümet Hazret-i Allah’ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka davet ediyorum.”

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dil ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bâri kâlbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır. (Müslim, iman, 78)

Gerçek mânâda bütün bu sözlerimiz bilmeyerek bir bölücü grubun içine girip hakikat zannıyla çalışan temiz ve nezih kardeşlerimize izah ve iknâ maksadıyla söylenmiştir.

Yarın huzur-u ilâhî’ye çıktıklarında büyük vebal altında kalıp şiddetli azab göreceklerinden, vicdanımızdan kopup gelen hislerimizi beyan ediyoruz.

 

Sual:

“O halde memleketimiz dâr-ül İslâm mıdır?”

 

Cevap:

Dâr-ül İslâm’dır denilebilmesi için, ilâhî hükümlerle hükmetmek şarttır. Bir hükümet erkânı bu hükümleri değiştirmeye ve azınlıkta olan küfürü savunanları kaldırmaya güç yetiremezse Dâr-ül İslâm denilemez. O hâlde nedir? Dâr-ül harptir denilemediği gibi Dâr-ül İslâm’dır da denilemez.

O hâlde ne yapmamız lâzım? Bunu bizzat Allah ve Resul’ünden öğrenelim:

“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalbleri benim kudret elimdedir.

Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse, ben de onları onlara belâ ederim. Kalblerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.

Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, beddua etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)

Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefâhat ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefâhat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Bu hâle suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.

Bir insanın kendini beğenmesi veya hased etmesi ilâhî emirleri dinlememek olacağından helâkine vesile olur.

Halbuki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyurmuştur. (Mâide: 2)

O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken; bizim Allah ve Resul’ünde birleşmemiz mi daha hayırlıdır, yoksa her bölücüye ayrı ayrı tâbi olup, paramparça olmamız mı? “Elbette birliktir.” diyeceksiniz.

O hâlde sizi Allah ve Resul’üne davet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için.

Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Bir mü’min diğer mü’min kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” buyuruyorlar. (Münavî)

Esasen; faiz alan, kumar oynayan, içki içen bir kimse ve tesettüre riayet etmeyen bir kadın, bunlar haramdır diyemez. Niçin? Kendisi yaptığı için.

Asla kimseye garaz ve düşmanlığımız yoktur. Sorulan sualleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle cevaplandırmak zorundayız.

Biz onlara cevap vermiyoruz. Hazret-i Allah ve Resul’ünden kim daha güzel cevap verebilir?

Beşeriyeti uyandırmak için Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle hep hakikati neşrediyoruz.

Bu ikazlarımızdan dolayı Hazret-i Allah’a şükür ve bize teşekkür etmeleri gerekmez mi?

Daha evvel de söylediğimiz gibi, biz Hazret-i Allah ve Resul’ünden mâdâ kimseden çekinmeyiz. Hüküm Hazret-i Allah ve Resul’ünündür. Mahlûkun hiçbir hükmü yoktur, sözleri de muteber değildir.

Ey kardeş!

Bu hakikatları ne zaman görüp ne zaman uyanacaksın!

Ebû Said-el Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptığı işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)

Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an (ın) feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okun demirine bakar (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buharî. Tecrid-i sarih: 1783)

Zan, nam, makam ve menfaate taptıkları için dinden kaymışlardır. İşte bu Hadis-i şerif’ler “âlimim” diye “fâkihim” diye geçinen fâsıklar hakkındadır.

Siz bölücülerin âlim olduklarını zannediyorsunuz, cahil olduklarını görmüyorsunuz.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Şüphesiz bu ilim (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş fer’î ve Şer’î hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat edin.” buyuruyorlar. (C.Sağir)

Âlimlerin en faziletlisi bu âlemin en faziletlisi olduğu gibi, insanların en şerlisi de kötü âlimlerdir.

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir, iyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.” (Dârimî)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:

“Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu hakikat olarak kabul ediniz. O’nun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesna. Çünkü harp hiledir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- den kulağımla duydum şöyle buyurdular:

“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebligâtından Âyet ve Hadis’ten bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefini delip geçtiği gibi İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.

Siz onlara nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Zira bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî - Tecrid-i Sarih: 1472)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’den rivayet edilen bir başka Hadis-i şerif’lerinde Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi, Kur'an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mâmur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.

Onların âlimleri gök kubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhakî)

Onlar, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Madde ve maksat, mevki ve şöhret uğruna dinden çıktıkları gibi, başkalarını da çıkarmaya çalışırlar.

“Onlar âhiret karşılığında dünyâ hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)

Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere bunlar dünyâyı âhirete tercih eden din hırsızlarıdır. Bir de bu haller ile kendilerini halkın en faziletlisi gibi göstermeye çalışırlar.

Hadi bu Âyet-i kerime’ye Âyet-i kerime ile cevap ver!

Önderdir zannediyorsun, fakat İslâm dininde bir bozguncu olduğunu görmüyorsun.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

”SİZİN İÇİN DECCAL’DEN DAHA ÇOK DECCAL OLMAYANLARDAN KORKARIM.

- Onlar kimlerdir?

SAPTIRICI İMAMLARDIR.” (Ahmed b. Hanbel)

Dünyâda iken kendilerine tâbi olanları yoldan çıkarıp saptıran liderler; kendilerine uymalarından gurur duydukları kimselerle beraber o gün cehenneme atılırlar.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“O zaman küfür öncüleri azabı görünce, kendilerine uyanlardan hızla uzaklaşıp giderler ve aralarındaki bütün bağlar kopar. Onlara uyup arkalarından gidenler ‘Ah ne olurdu, bir daha dünyâya gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşmış olsaydık!’ derler.

Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler ve pişmanlıklar halinde gösterecektir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” (Bakara: 166-167)

“Onlar birbirlerini suçlayıp çekişirler. İleri gelenlere ‘Siz bize sağdan gelir, suret-i haktan görünürdünüz.’ derler. Onlar da ‘Hayır, zaten siz inanan kimseler değildiniz. Bizim sizi zorlayacak gücümüz yoktu, siz kendiniz azgın bir topluluk idiniz. Artık Rabbimizin sözü bize hak oldu. Azabımızı muhakkak tadacağız. Evet sizi biz kışkırttık, çünkü kendimiz azgındık.’

O halde o gün hepsi azapta müşterektirler.” (Saffat: 27-32)

“Tat bakalım! Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin.” (Duhan: 49)

Bir taraftan yahudiler, bir taraftan hıristiyanlar, bir taraftan komünistler dinimize saldırıp dururken, bir taraftan da bunlardan daha tehlikeli olan bu yetmişiki fırka İslâm dinine en büyük darbeyi vuruyorlar. Bu gibi kimseler güyâ din-i mübin'i onlar temsil ediyorlarmış gibi görünerek, şeytana itaat etmekle, Ümmet-i Muhammed’i bölmeye çalışıyorlar. Üstelik bunu İslâm namına yapıyorlar ve kendilerini müslümanların ön safında zannediyorlar. Menfaat, mevkii, nam için İslâm dini’ni âlet ediyorlar. Gayeleri bozgunculuk ve bölücülüktür. Bu gibilerin tahripleri dış düşmandan daha büyük ve daha tesirlidir.

Kimisi çıkar “Memleketimiz Dâr-ül harptir, Cuma ve Bayram namazları kılınmaz, faiz alınabilir.” der.

Diğeri “Zekâtı bize verin” diyerek fakirin kapısını kapatır.

Öteki “Bugün Hacc emiri olmadığı için yapılan Hacc sahih değildir.” der.

Bir başkası kumar oynar, kumarın câiz olduğunu söyler.

Bir diğeri “İçki hakkında kesin âyet yoktur.” der.

Kimi de “Tesettürün Kur’an-ı kerim’de olmadığını” iddia eder.

Kimisi “Refah’tan başka İslâm yok.”der.

Kimisi “En büyük benim.” der, büyüklük taslar.

Ve buna mümasil Hazret-i Kur'an’ın birçok ahkâmını esasından çıkarmaya, içten içe yıkmaya çalışırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddiâ ve delilleri Rabb’leri katında hükümsüzdür. Onlara bir gazab vardır ve çok çetin bir azab da onlar içindir.” buyuruyor. (Şurâ: 16)

Allah-u Teâlâ’nın emr-i ilâhî'si olduğu bir şeyde, mahlûkun hükmü yoktur. Bu noktada akıl yürütmek yersizdir.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur.”

“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)

“Rabbinizden size indirilene uyun.” (A’raf: 3)

Kişi dine uymak zorundadır, din ona uymaz. Ya inanacak müslüman olacak, veya inkâr edecek kâfir olacak. Başka bir tevil yolu yoktur.

Âyet-i kerime’de buyuruluyor:

“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)

Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’ye karşı çıksalar hepsi kâfir olurlar. Onlar ise bunca Âyet-i kerime’ye karşı çıkıyorlar da ilâhî hükümleri hiçe sayan bu sapıklara hâlâ dindardır zannıyla bakıyorsunuz, oysa koyu bir bölücü olduğunu görmüyor musunuz?

Asıl gayemiz, Nûr-i Muhammedî’nin yayılması, müslüman kardeşlerimizin Allah ve Resul’ünde birleşmesidir.

Tefrikaya düşüren bölücü ve tahripçilere emniyet ve iktidâ etmeyiniz. Zira onlar “Cumayı kıldırmamak”la müslümanları münafıklığa, “Fâiz almak helâldir.” diyerek küfre itiyorlar.

Kur’an-ı kerim’de zekât verilecek yerler apaçık belirtildiği halde, gayesi dışında menfaatleri için zekât topluyorlar.

Bu hareketleri ile hem İslâm’ı aslından uzaklaştırıyorlar, hem Ümmet-i Muhammed’in bölünmesine, hem de güzel vatanımızın parçalanmasına sebep oluyorlar.

Gerçekten Allah ve Resul’ünde birleşelim ki, iç ve dış düşmanlara karşı mücadele edelim.

Bu Âyet-i kerime’lerle, bu gerçeklerle, kendi tuttukları yolun vicdanlarında bir muhasebesini yapıp kararlarını versinler. Ya Âyet-i kerime’lere inanacaklar, bölücülükten vazgeçecekler; ya da inkâr edecekler, yoldan çıktıklarını kabul edecekler.

Vay bölücülerin haline!

Herhangi bir bölücü bu beyanlarımıza cevap vermek istediği zaman, her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap vermek mecburiyetindedir. Nasıl ki biz onların durumunu Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le beyan ediyorsak!...

Onlar lâfla ancak birbirlerini kandırırlar. Bizim için mühim olan hükm-ü ilâhiyedir. Âlim ilmiyle cevap verir. Münafık da küfürle cevap verir. İçindeki küfrünü dışarıya çıkarır.

En üstün meziyet, İslâm’da emrolunduğu gibi hizmet, müslümanım demek en büyük şereftir.

“İnsanları Allah’a çağıran, kendisi de salih amel işleyen ve doğrusu ben müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir.” (Fussilet: 33)

Bize diyorlar ki “Siz bu beyanları ne cesaretle yaptınız, korkmuyor musunuz?”

Evet, Allah’tan korktuğum için yapıyorum. Bu âciz kulunu dilerse alır, dilerse bırakır. Bu bizim için farksızdır.

Hiç kimseye aslâ garaz ve düşmanlığımız yoktur. Fakat hiç kimsenin küfrüne rıza gösterenlerden de değilim.

Mühim olan “Ey kulum! Müslümanları kendilerine çekip fitne çıkaran, Ümmet-i Muhammed’i paramparça yapan bölücüleri görmedin mi? Onlara karşı ne gibi bir müdahalen oldu?” suâline karşı “Yâ Rabbelâlemin! Bu hâdim-i dervişân, Ümmet-i Muhammed’e yönelen fitne ateşini elimden geldiği kadar söndürmeye çalıştım. Kullarını Allah ve Resul’ünde toplamak ve birleştirmek için tâkatim nisbetinde gayret ettim. Rızândan gayrı kimseden bir şey beklemedim ve korkmadım.” diyebileyim.

Hakikat yolunu arayana yolunu tarif etmeye çalışıyoruz.

Uyan ey kardeş!

Allah-u Teâlâ’nın fermân-ı ilâhisi ile bölücülerin, bozguncuların sözünü bir tutuyorsun. Onlara kulak veriyorsun, ilâhi emirleri nazar-ı itibâra almıyorsun. Yetmişüç fırkanın yetmişikisinin dalâlette olduğunu, ateşte olduğunu hesap etmiyorsun. Hakk’ın emriyle halkın sözünü ne zaman ayırdedeceksin? Sana hakikatı hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle açıklıyoruz. Bu sapıklıklardan kurtul artık. Onların koyu müslüman olduklarını zannediyorsun, halbuki koyu zındık olduklarını, dalâlet ehli olduklarını bilmiyorsun.

Ey halk!

Siz susuyorsunuz. Amma küfre rıza gösterdiğinizin farkında bile değilsiniz. Acaba bu vebalin altından nasıl kalkacaksınız?

Bölücülerin küfre kaydıklarını bu Âyet-i kerime’lere bakarak haklarında rahat hüküm verebiliyorum.

Bizim verdiğimiz gibi, siz de Hazret-i Allah ve Resul’üne inanıyorsanız Âyet-i kerime’lere dikkat edin ve onların hakkında rahat hüküm verin. Biz size Allah-u Teâlâ’nın onlar hakkındaki beyanlarını bildiriyoruz ve açıklıyoruz, kendi içtihadım değil.


| İçindekiler | Yayınlarımız | Ana Sayfa |

[TOP]

2.8 5-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KELÂMI İLE MAHLÛKUN KELÂMINI AYIRT EDEMEYEN BÖLÜCÜLERE CEVAP

Previous topicNext topic
5-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KELÂMI İLE MAHLÛKUN KELÂMINI AYIRT EDEMEYEN BÖLÜCÜLERE CEVAP
 

ALLAH-U TEÂLÂ’NIN KELÂMI İLE
MAHLÛKUN KELÂMINI AYIRT EDEMEYEN BÖLÜCÜLERE CEVAP

 

"Allah'ın âyetlerini az ve önemsiz bir pahaya değiştirmezler. Onların mükâfâtı da Rabbleri katındadır."
(Âl-i imran Sûresi, 119. Âyet-i kerime)

Kur’an-ı kerim’de Müslümanların birleşmelerini emreden, tefrikayı bölücülüğü şiddetle yasaklayan pek çok Âyet-i kerime mevcuttur.

E z c ü m l e :
Hucurat Sûresi: 10.
Mâide Sûresi: 2.
Âl-i imran Sûresi: 103. ve 105.
Rum Sûresi: 32.
Enfâl Sûresi: 46.
Yunus Sûresi: 19.
En’am Sûresi: 153. ve 159.
Şûrâ Sûresi: 13. 14. ve 15.
Zuhruf Sûresi: 65.
Enbiyâ Sûresi: 92. 93. ve 94.
Müminun Sûresi: 52-56. Âyet-i kerime’leri; dinde ayrılık yapmanın mesuliyetinin, suç ve cezasının ne kadar ağır olduğunu beyan buyurmaktadır.

İlâhi hükümleri hiçe sayan bu bölücüler bu Âyet-i kerime’leri görmüyorlar mı? Yoksa görmek işlerine gelmiyor da mı bize isnad ediyorlar?

Allah-u Teâlâ onları En’am Sûresi 159. Âyet-i kerime’si ile kulluğuna kabul etmiyor, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğine.

Bu apaçık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere rağmen “Niçin bize küfür isnad ediyorsunuz?” diyorlar.

Bunu bize söyleyeceklerine Hazret-i Kur’an’a karşı çıksınlar. Zira biz Kur’an-ı azîmüşan’daki Âyet-i kerime’leri önlerine koyuyoruz ve Allah-u Teâlâ’nın, haklarındaki hükmünü onlara bildiriyoruz. Tevbe edip bölücülükten vazgeçsinler diye.

Bu Âyet-i kerime’ler Allah-u Teâlâ’nın kelâmı mı, yoksa bizim beyanımız mıdır?

Elcevap Allah kelâmıdır. Şu halde niçin bana isnad ediyorsunuz? Allah-u Teâlâ’nın sizin hakkınızda verdiği küfür hükmünü niye bize atfediyorsunuz?

Ya Âyet-i kerime’lere iman edip müslüman olacaksınız, veyahut dalâlet batağında olduğunuzu kabul edeceksiniz! Amma “Bize kâfir diyor!” demeye hakkınız yoktur. Âyet-i kerime’lere bakın da hakkınızda verilen hükm-ü ilâhi’yi görün.

İslâm dinini âlet ederek cep cihadcılığı yapacağınıza, İslâm dinine uyun da dalâlet ehliyle cihad edin!

Hakikat ile dalâletin ayrılık noktası:

Hâlık’ın kelâmı ile mahlûkun kelâmını cehalet ve küfr-i inâdî sebebiyle ayırt etmek istemiyorlar. Onların kitapları ayrı olduğu için kendi kitaplarına göre iş ve icraat yapıyorlar. Dinleri ayrı olduğu için kendi dinlerine göre hareket ediyorlar. Partileri ayrı olduğu için kendi tüzüklerine göre hareket ediyorlar.

Bütün bölücüler yalancıdır. Kitaplarına ve sözlerine hiç itibarımız yoktur.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyuruyor:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.

Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)

İşte bakın Âyet-i kerime’lere! Hazret-i Allah sizin hakkınızdaki hükmünü vermiş. Kitabınızın ayrı olduğunu, dininizin ayrı olduğunu, partinizin ayrı olduğunu beyan etmiş. Ne diye bana isnad ediyorsunuz? İşte bak da gör!

Doğru sözlü iseniz Âyet-i kerime’lere cevap verin. Bu Âyet-i kerime’ler sizin iç yüzünüzü bize öğretiyor, biz de çok rahat konuşuyoruz.

Sizin kitabınızda bu Âyet-i kerime’ler yok ki! Bunun için daima susmak mecburiyetindesiniz. Âyet-i kerime’lere cevap veremezsiniz.

Onlar bu Âyet-i kerime’leri bölücülere hitap etmiyormuş gibi, işi çevirip kendi kitaplarına göre yorum yapıyorlar. Böyle yapmakla Allah-u Teâlâ’nın emirlerini çevirmek ve değiştirmek istedikleri için de, dalâlet ve küfür batağına düşmüşlerdir.

Bunca Âyet-i kerime’ler önlerine seriliyor. İmanları olsaydı yürekleri titrerdi. Onların ise kılları titremiyor, çünkü ruhları ölmüş.

Müslüman oluncaya kadar onlarla mücadele etmeye azimliyiz. Zira bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler, hepsi kâfir olurlar.

Bölücüler ise önlerine serdiğimiz bunca Âyet-i kerime’leri, sanki onlara hitap etmiyormuş gibi, duymamazlıktan ve görmemezlikten geliyorlar, bu suretle de inkâr etmiş oluyorlar. Kendi mesnetsiz iddiâlarını -ahkâm yerine koymak istemekle- öne sürmeye çalışıyorlar. Halbuki her bölücü yalancıdır, sözüne de fetvâsına da itibâr edilmez.

Âyet-i kerime’de buyuruluyor:

“Onlara de ki: Yanınızda bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz!” (En’am: 148)

Onlar bunca Âyet-i kerime’leri hiçe saydıkları halde, bu bölücülerin hâlâ müslüman olduğu, doğru yolda bulunduğu zannındasınız.

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)

Âyet-i kerime’sine bak! Bak da onların durumlarını açık açık gör!

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde de buyururlar ki:

“Fakir ve ihtiyaç olmaksızın tese’ül eden kimsenin ahz ve tenavül ettiği (eline aldığı) şey ateştir.” (Ahmed bin Hanbel)

“Üç günlük kut’a (azığa) malik olan kimse için dilenmek helâl olmaz.” (Münavî)

Allah-u Teâlâ âhiret âlimleri hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın âyetlerini az ve önemsiz bir pahaya değiştirmezler. Onların mükâfâtı da Rabb’leri katındadır.” (Âl-i imran: 199)

Kötü âlimleri ise “ilmi ile dünyalık elde edenler” diye vasıflandırarak şöyle buyurur:

“Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyâlığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kötü!” (Âl-i imran: 187)

Kürsüye çıkar, çın çın öter, yani davulunu çalar parti toplamak için.

İlâhi hükme bir bakın, bir de bunların icraatlarına bakın.

“Âyet-i kerime’ye Âyet-i kerime ile cevap verilmez” diyorlar. Bu Âyet-i kerime’ler sizin iç yüzünüzü ortaya koyuyor ve açıyor, küfrünüzü ilân ediyor. Bu Allah kelâmıdır, bu Âyet-i kerime’lere tabii ki cevap veremezsiniz. Çünkü sizin kitabınızda bu Âyet-i kerime’ler yok.

Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri Kelâm-ı kadim’inde şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.

Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.

İnanmış olarak salih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.” (Enbiyâ: 92-93-94)

Âyet-i kerime’lere bakın. Ya tevbe edip bölücülükten vazgeçip müslüman olun veya küfürde sabit kalın. Bize Allah-u Teâlâ’nın kelâmını isnad etmeyin, bizi söylüyor gibi göstermeyin.

Hâlik-ı Azîmüşşân’ın apaçık beyanlarını hiçe sayan bölücülere sorun: Hangi Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar, hangisine itiraz ediyorlar, hangisini yersiz buldular da itiraza kalkıştılar? Onlara Âyet-i kerime’leri gösterin. İlâhi beyanlar onlara cevap versin. Âyet-i kerime’ler onların iç yüzünü ortaya koyuyor. Bu ilâhi beyanlarla onları öğrenmiş oluyoruz ve beşeriyete iç durumlarını ilân etmiş oluyoruz.

Âyet-i kerime’de buyuruluyor:

“İnandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Kim de tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Hucurat: 11)

Onlara sorun: Hazret-i Allah ve Resulü’ne mi inanıp iman ediyorlar, yoksa liderlerine veyahut önderlerine mi inanıp iman ediyorlar?

Eğer derlerse ki Hazret-i Allah’a iman ettik, o halde bu önünüze sürülen Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’leridir. Ya bunlara inanıp iman edeceksiniz veyahut küfrünüzü ilân edeceksiniz. Üçüncü bir tevil yolu yok! Varsa siz söyleyin.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

“Allah ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin!’ der. Her ümmet girdikçe kendini sapıtan yoldaşına lânet eder. Hepsi birbiri ardından cehenneme toplanınca, sonrakiler öncekiler için ‘Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver’ derler. Allah ‘Hepsinin kat kattır, amma bilmezsiniz’ der.

Öncekiler sonrakilere ‘Sizin bizden üstünlüğünüz yoktu kazandığınıza karşılık azâbı tadın’ derler.

Âyetlerimizi ve onlara iman etmeyi kibirlerine yediremeyenlere göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe de cennete giremezler. Suçluları işte biz böyle cezalandırırız.

Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zâlimleri işte böyle cezalandırırız.” (A’raf: 38-41)

Dikkat edin! Onların lâf kitabına inanmayın, itibar etmeyin. Siz onlarla muhatap değilsiniz. Daima kitaptan konuşun, lâfa boğulmayın ve onlarla sohbet etmeyin. Sizin elinizde Hazret-i Kur’an var iken onlarla savaş yapabilirsiniz. Tâ ki iman edip bu Âyet-i kerime’lere boyun eğinceye kadar savaşınızı yürütün.

Hadis-i Şerif:

“Ümmetimin âlimleri hak olmayan bir şeyde ittifak etmezler.” (Münâvî)

 

İrancılar İran’a hayran, Saddam’cılar Irak’a hayran, dinsizler komünistliğe hayran... Hayran oldukları yerlere gidiversinler.

Bu, dinimiz ve vatanımız için büyük bir ihanet ve nankörlüktür. Amma bunların şu güzel vatanımızda bölücülük ve bozgunculuk yapmaya hakları yoktur.

Bunun içindir ki bu yetmişiki fırka dini ve vatanı paramparça ettiklerinden, dış düşmandan çok daha tehlikelidirler. Çünkü dış düşmandan daha çok tahrip ve tahrif yapabilirler, bunun için cehennemliktirler.

 


| İçindekiler | Yayınlarımız | Ana Sayfa |

[TOP]

2.9 6-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN EMİR VE HÜKÜMLERİNİ BIRAKIP İMAMLARINA İMAN EDEN SAPIKLAR NASIL DİNDEN ÇIKTILAR?

Previous topicNext topic
6-ALLAH-U TEÂLÂ’NIN EMİR VE HÜKÜMLERİNİ BIRAKIP İMAMLARINA İMAN EDEN SAPIKLAR NASIL DİNDEN ÇIKTILAR?
 

 

ALLAH-U TEÂLÂ’NIN
EMİR VE HÜKÜMLERİNİ BIRAKIP
İMAMLARINA İMAN EDEN SAPIKLAR
NASIL DİNDEN ÇIKTILAR?

 

Her bölücü Din-i mübin’i parçalamak için birer imam tayin etmişler. Bu imansız imamların her biri birer isimle ortaya çıkmışlar, ayrı birer din kurmuşlardır.

Bunlar nefislerini ilâh edinenlerdir. Bunlara uyanlar da bunlara tapmış olur.

İşte delil ve ispatı:

Yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delile isnad etmeksizin birçok mesele ihdas ederek; dinlerinde haram olan şeye helâl, helâl olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.” (Tevbe: 31)

Bu Âyet-i kerime’nin manasını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi açıklamıştır.

Şöyle ki:

Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine’ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm’a bazı sorular sordu. “Bu âyet bizi âlimlerimizi, râhiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?” dedi.

Resulullah Aleyhisselâm “Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?” diye sorunca Adiy “Evet böyledir.” diye tasdik etti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir.” buyurdu. (İbn-i kesir)

Nasıl ki onlar Allah-u Teâlâ’nın emirlerini bırakıp rahiplerini, hahamlarını, İsâ Aleyhisselâm’ı ilâh edindilerse;

Şimdiki bölücüler de Allah-u Teâlâ’nın kitabını kenara ittiler, hükmünü bırakıp geri attılar, saptırıcı imamlarına uydular. O imamlar ise kendi dinine ve kendi kitabına göre hüküm veriyorlar. Onlara tabi olup peşlerinden gidenler de, onlara uyduklarından, onları Rab olarak kabul etmiş oluyorlar. Dolayısıyla müşrik olmuş oluyorlar. Allah’a inandık deseler bile, bu iddiâlarının inandırıcı olmadığı ortadadır.

İşte Âyet-i kerime, işte Hadis-i şerif!

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde bu sapıkların zalim olduklarını, cehaletin koyu karanlıklarına daldıklarını, hidayetten uzaklaştıklarını haber vermektedir:

“Hayır!.. O zulmedenler bilgisizce keyiflerine uydular. Allah’ın saptırdığını kim hidayete getirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.” (Rum: 29)

Abdullah İbn-i Ömer -radiyallahu anhüma-dan rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“İleride genç bir grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur'an’ı okuyacaklar, ancak okudukları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek.

Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır. Nihayet onların bu sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında deccal çıkacaktır.”

Abdullah İbn-i Ömer -radiyallahu anhüma- der ki:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in ‘Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır.’ ibaresini yirmi kereden fazla işittim.” (Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercümesi, Cilt: 16 sh: 530)

Yani türemeler türeyecek, kökü kesilecek, yine türeyecek yine kökü kesilecek. Bu o kadar devam edecek ki, deccal çıkıncaya kadar bu türeme devri devam edecek. Deccal çıkınca artık İslâm’ı yaşamak isteyenlere büsbütün büyük güçlükler gelecek. Daha evvel arz ettiğim gibi devr-i deccalde yaşıyoruz ve bu devir otuz deccale kadar devam edecek. Otuzuncusu çok büyük fitne ve fücurla gelecek. Hazret-i Allah İsa Aleyhisselâm’ı gönderecek, gerek bu deccalı, gerek bu fitne fücur’u kaldıracak.

Bunun için ey kardeşler! Önümüzde bu kadar tehlikeli devirler var. Hazret-i Allah ve Resul’üne sığının. Kitapları daima okuyun ve böylece bu devirleri aşmaya bakın.

İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa Allah katında bir tek din vardır, o da İslâm’dır.

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)

Allah-u Teâlâ’nın yanında beğenip seçtiği, makbul kıldığı din yalnız budur.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde kullarına bu dine uymalarını bizzat emir buyurmaktadır:

“Hakk’a yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında asla değişme yoktur.

Bu dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30)

Allah katında bir tek din olduğu gibi bir tek de ümmet vardır. O da Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetidir.

Allah-u Teâlâ Müminun sure-i şerif’inin 52. Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Şüphesiz ki sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.”

Allah-u Teâlâ inananları bir tek ümmet kabul ediyor, bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıkları için dinden çıktılar.

Enbiyâ Sure-i şerif’inin 92. Âyet-i kerime’sinde aynı şekilde, inananların bir tek ümmet olduğunu açıkladıktan sonra akabinde “O halde bana kulluk edin.” buyuruyor.

Allah-u Teâlâ Rum sure-i şerif’inin 31. Âyet-i kerime’sinde:

“Hepiniz O’na yönelin ve O’ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın.” buyurarak, kullarının kendisine yönelmelerini, kendisinden korkmalarını, nefislerini ilâh edinmemelerini emir buyuruyor. Zira bu bir şirktir, yapan müşriktir. Bu Emr-i ilâhi’yi dinlemeyenlerin İslâm dini ile hiçbir ilgileri kalmaz.

Bu sapıklar “Biz din kurmadık.” diyorlar.

Bu bölücüler, bu türemeler bunu bilerek mi söylüyorlar, yoksa cehaletlerinden mi söylüyorlar?

Zira Allah-u Teâlâ Müminun Sure-i şerif’inin 53. Âyet-i kerime’sinde onların dinlerinin ayrı olduğunu, kitaplarının ayrı olduğunu, her bölücünün kendi dinine kendi kitabına göre hareket ettiğini, böylece dinden çıktıklarını açık açık beyan buyuruyor:

“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.”

Her isim bir dindir. Siz bu Âyet-i kerime’leri görmüyor musunuz? Yoksa bunu gizlemek için mi ilâhî fermanı gözardı etmek istiyorsunuz?

Âyet-i kerime’lere bir bir bak ve incele ki durumunu gör, nasıl küfre kaydığını bil!

“Biz bölücü değiliz.” diyorsunuz. Allah-u Teâlâ Müminun Sure-i şerif’inin 53. Âyet-i kerime’sinde dininizin kitabınızın ayrı olduğunu, bölücü olduğunuzu beyandan sonra, 54. Âyet-i kerime’sinde ise sapık olduğunuzu beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:

“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.”

Siz bu Âyet-i kerime’lere itiraz mı ediyorsunuz, inkâr mı ediyorsunuz?

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hadis-i şerif’lerinde size “Türeme” ismini koymuş. Yani sizin isminiz ve aslınız budur.

Ayrı bir din kurduğunuza dair açık açık Âyet-i kerime’leri önünüze seriyoruz. Bir bir bak ve incele de durumunu gör, nasıl küfre kaydığını bil. Oysa kendinizi İslâm’ın ön safındaymış gibi göstermek istiyorsunuz ve çalışıyorsunuz.

Allah-u Teâlâ bunlara karşı ne kadar gazaba gelmiş ki, Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur'an’ı parça parça edenlerdir.

Rabbin hakkı için onlara mutlaka yaptıklarından soracağız. Resulüm! Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.” (Hicr: 90-94)

“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.

Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima lânetle anılacaklardır.) Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır.” (Kasas: 41-42)

İşte Âyet-i kerime’leri bir bir önünüze koyuyoruz. Kendinize bakın, durumunuzu bu aynada görün.

Allah-u Teâlâ Rum sure-i şerif’inin 32. Âyet-i kerime’sinde:

“Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular.” buyuruyor.

Her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları, ayrı bir din kurduklarını göstermektedir. Bu bakımdan bunlar İslâm dininin tahripçileri ve yıkıcılarıdırlar.

Allah-u Teâlâ Müminun Sure-i şerif’inin 55 ve 56. Âyet-i kerime’lerinde ise onlara bir çok bolluklar verdiğini, fakat bu verdiklerini daha büyük azapla yakalamak için kahrından verdiğini beyan buyuruyor:

“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar?

Hayır, onlar işin farkında değiller!”

Allah-u Teâlâ içyüzünü apaçık meydana çıkardığı halde, dininizi halktan saklamak için, bütün bunları görmemezlikten geliyorsunuz. Çünkü siz gerçekten Huzur-u ilâhiye çıkacağınıza inanmıyorsunuz!

Allah-u Teâlâ Enbiya Sure-i şerif’inin 93. Âyet-i kerime’sinde:

“Halbuki hepsi bize dönecekler.” buyuruyor.

Böylece onlar kıyamet gününde hem kendi günahlarını tam olarak yüklenirler, hem de bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarının bir kısmını yüklenirler.

Dikkat edin! Yüklendikleri yük ne kötüdür.” (Nahl: 25)

Yani onlar her ne kadar başkalarının günahlarını yüklenemeyeceklerse de, iki katı bir azab yüklenmekten kurtulamayacaklardır. Birincisi kendi sapıklıklarının vebali, ikincisi de önderlik edip sıptırdıkları kimselerin yükü.

Sapanla saptıran azapta ortaktırlar. Birisi öbürünü saptırmış, öbürü de onun saptırmasına boyun eğmiştir. Böylece günahı ikisi beraberce yüklenceklerdir. Bu da tek başına iyi niyetin yetersiliğini göstermektedir.

Bütün bu Âyet-i kerime’ler bölücülerin iç durumlarını ortaya koyuyor. Kaçacak yerleri yok. Bunun böyle olduğunu çok iyi bilin.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerif’lerinde “Küllühüm finnâr” buyurarak hepsinin cehennemlik olduğunu şimdiden haber veriyor.

Ey sapık bölücüler! Ey türemeler!

Allah-u Teâlâ’nın fermanlarını önünüze seriyoruz. Âyet-i kerime’leri bir bir açıklıyoruz. Hadis-i şerif’leri de hatırlatıyoruz. Hâlâ tevbe edip Hazret-i Allah’a kul, Habib-i Ekrem’ine ümmet olmayacak mısınız? Yoksa ilâh edindiğiniz imamların tarafında kalmak mı niyetindesiniz? Kararınızı açıklayın, âlem de sizi bilsin!

İslâm dininde haram ve helâl ahkâmını beyan etmek ancak Allah-u Teâlâ’ya ve O’nun gönderdiği Peygamber’e mahsustur.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Yoksa onların, dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri dini kaide kılan ortakları mı var?

Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz ki zâlimlere can yakıcı bir azap vardır.” (Şûrâ: 21)

Bu bölücüler haram olan şeyleri helâl olarak gösteriyorlar. Kendileri o haramları rahat rahat işledikleri gibi etraflarına da yaptırıyorlar. Onlar da bu işten gayet memnunlar. Bu suretle de onları ilâh edinmiş oluyorlar. Onların yaptıklarını tâbileri de yapıyorlar.

Diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Dillerinizin yalan yere vasfettiği şeyler hakkında ‘Bu helaldir, bu haramdır’ demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar.” (Nahl: 116)

“Onlar kendi yüklerini, kendi yükleriyle beraber daha nice yükleri taşıyacaklar ve uydurdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.” (Ankebut: 13)

Bunların bir kısmını size arzedelim, diğerlerini bu ölçüye göre siz görün.

Allah-u Teâlâ Yasin Sure-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sinde “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” diye buyururken, onlar dileniyorlar, din-i mübini dahi âlet ederek, ücretlerini peşin peşin alıyorlar. Din-i İslâm’ı küçük düşürüyorlar, müslümanlığa ısınacak kimseleri uzaklaştırıyorlar.

Allah-u Teâlâ Tevbe Sure-i şerif’inin 60. Âyet-i kerime’sinde zekat verilecek yerleri apaçık belirttiği halde onlar gayesi dışında menfaatleri için zekat topluyorlar. Fakirin lokmasını ağzından alıp binaya harcıyorlar.

Allah-u Teâlâ Âl-i imran Sure-i şerif’inin 130. Âyet-i kerime’sinde “Faizi yemeyiniz!” buyurduğu halde; Bakara Sure-i şerif’inin 275-276. Âyet-i kerime’leri ile 278-279. Âyet-i kerime’lerinde faizin katiyetle haram olduğunu, hususiyetle “Allah’a ve peygamber’e açılmış bir harp” olduğunu açık açık beyan buyurduğu halde; bu din kurucuları ve onların dinine tâbi olan sapık ve türemeler, fâizin helâl olduğunu savunuyorlar, hem yiyorlar, hem de yediriyorlar.

Allah-u Teâlâ Âraf Sure-i şerif’inin 31. Âyet-i kerime’sinde “Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” buyururken, onlar topladıkları emanet paraları kendi arzuları doğrultusunda lüks ve israf içinde harcıyorlar.

Talebeleri alet ederek kurban derisi topluyorlar, ceplerine indiriyorlar.

Ramazan-ı şerif’i âlet ederek, iftarlara davet ettikleri kimseleri soyuyorlar. Kendi elemanlarını halkın içine sokarak “Benden şu kadar, benden bu kadar!...” dedirtmek suretiyle yalan söylüyorlar, gelenleri yolmak için kandırıyorlar.

Halbuki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Bizi aldatan bizden değildir.” buyurmaktadır. (Münavi)

Ayrıca hile ve aldatmacalarla gasplar yapılıyor.

Biz bunların bir kısmını size arzettik.

Bir Âyet-i kerime’yi inkâr eden, hepsini inkar etti demektir. Birine uymayan hepsine uymadı demektir.

Bunları yapanlar bilin ki Allah-u Teâlâ’nın hükmünü kaldırmaya çalışmış, kendi zan hükümlerini onun yerine koymaya çalışıyorlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” buyuruyor. (Yâsin: 21)

Dikkat ederseniz hiç kimseden hiçbir şey istemiyoruz, hiç kimseden en küçücük bir menfaat beklemiyoruz. Nahoş gelirleri kabul etmiyoruz. Temiz gelirleri de Hakk yolunda Rızâ-i bâri için sarfederiz. Bize emanet olarak verilen zekatları da ehlini aramak suretiyle dağıtırız. Soframız herkese açıktır, tefrik edilmez. Her gelen yemeğini gönül hoşluğu ile yer, kendi evine girer gibi rahatlıkla ve huzurla girer çıkar. Bu bir kişi de olur, toplantı günlerinde bin kişi de olur. Gelenlerden en küçük bir menfaat talebinde bulunulmaz. Burası Allah kapısıdır, kimse soyulmaz.

Bir çok defa karşılaştığımız hususlardan bir tanesini size temsil olarak arzedelim:

Nuri isminde Kayseri’den bir kardeş Vakfa vermek üzere bir gün 5 bin Mark getirdi. “Bu parayı niçin veriyorsunuz?” diye sorduk. Yeni emekli olduğunu, getirdiği bu parada faiz bulaşıklığı olabileceğinden şüphelendiği için vakfa vermek istediğini söyledi.

Sen ki şüphe ediyorsun, mesuliyetinden kurtulmak istiyorsun. Biz temiz olanları bile süzüyoruz, hele şüpheli olanları sureti katiyede almayız. Zira buraya her gelen, uzak yerlerden kalkıp geliyor. Yediği yemeği helal olarak huzurla yiyor. Zira burası Hakk kapısı demişizdir, bölücülerin yapısı değil.

Parayı almadığımıza bu zat çok hayret etti ve gitti.

Dikkat ederseniz yazdığımız kitapların hiçbirinden para almayız. Bunca kitap satılıyor, cebimize bir lirası bile girmez. Değil kuruşundan, kokusundan bile Allah’ımıza sığınırız. Hediye verdiğimiz kitapların parasını bile kendimizden karşılarız. Zâtına kul Habib’ine ümmet olabilmek için Allah-u Teâlâ’nın her emrine, Resulullah Aleyhisselâm’ın Sünnet-i seniye’sine uymak zorundayız.

Yâsin Sure-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sinde hiçbir ücret istemeyenlerin doğru yolda olduğu beyan buyuruluyor.

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’ı tebliğ ettikleri topluluklara:

“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbine âittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)

Ne para toplarız, ne de talebelerden ücret alırız. Bütün yaptığımız iş ve icraatlarımız kendi çalışmamız ve gayretimizledir. Çalışanlar yalnız Rızâ-i bâri için çalışır. Çalışıyoruz ve fakat dilenmiyoruz.

Dikkat ederseniz bütün bu hususlara yalnız vakfımız riâyet ediyor.

Allah-u Teâlâ’nın nehyettiği şeyleri yapmakla, maddeye tapmakla, cebini doldurmakla; makam ve mevki, maksat ve menfaat için, nam için İslâm dâvâsında bulunmak ne derece İslâm’a uygun olur?

Cep cihadcıları, bölücüler iyi bilin ki İslâm’ı esaslarından çıkartmak için çalışırlar, ve ayrı bir din kurarlar. Allah-u Teâlâ’nın Kelâm-ı ilâhisine karşı kapılarını kaparlar, kulaklarını da tıkarlar. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın nuru onların din kurucusu olduğunu, İslâm dininin yıkıcıları olduğunu gösterdiğinden ötürü Kelâmullah’ı katiyetle kabul etmezler. Bu bölücüler saymakla bitmez. Bunlar bir taraftan dinimizi bölüyorlar, bir taraftan da vatanımızı parçalıyorlar. “Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan.”

Hadd-i zatında bütün bölücüler birbirlerini sevmezler. Ve fakat bu Nur-i ilâhî yayılmasın, sahtekârlıkları bilinmesin, din kurucusu oldukları görülmesin diye hepsi yekvücud hâlinde hemen birleşirler, kitaplarımızın dağılmamasına çalışırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” buyuruyor. (Saf: 8)

Bu kitabı okurken bu gözlükle okuyun ki bu sapıtıcıları, bu bölücüleri, bu sahtekârları İslâm dininin yıkıcılarını, bu din kurucularını iyi tanıyın.

Her isim yapan, kim olursa olsun, din kurucusudur. Zira Allah-u Teâlâ’nın kelâmını arkaya atıyor, kendi hükmünü ileriye sürüyor, kendi zan ve tüzüğüne dayanmaktadır.

Bu hakikatları duymamak için bölücülerin kapılarını kapattığı, kulaklarını tıkadığı gibi, siz de mi kapatıyorsunuz?

Gözünü aç be kardeşim! Bu sahtekârları, bu imandan yoksun din hırsızlarını iyi tanı!

Şayet bunlara yardım edersen:

“Fasıka ikram eden kimse İslâmiyetin yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvi)

Hadis-i şerif’ine göre İslâm dininin yıkılmasına yardım etmiş olacaksın.

Bütün bölücüler birliğin ancak kendi kurduğu din üzerinde olmasını isterler. Allah ve Resul’ünde birleşmeye yanaşmazlar. Rıza-i İlâhi için çalışmak, onların işine gelmez, onlar yalancıdırlar ve halkı sapıttırıyorlar.

Biz ancak Allah-u Teâlâ’nın ahkâmını tebliğe memuruz Allah ve Resul’ünde birleşmeye davet ediyoruz. “İlâhi Görüş Birliğine Dâvet” kitabımızı da bu maksatla yazmışızdır.

Onlar halkı uyutmak için “Birleşmemiz lâzım.” derler. Onlara “Peki nerede birleşelim?” dediğiniz zaman “İşte yolum!” derler. Bu şekilde her bölücü imam, cemaatın kendisinde birleşmesini arzu eder. Bunu bu imansız imamlar yapıyor.

Dikkat et kardeşim! Sen de gör ve bu gaflet sarhoşluğundan ayıl artık!

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)dir. İyi bil ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücadele: 22)

Ancak birleşme Allah’ın emir ve partisinde birleşmekle olur. Kurtuluş da ancak burada olur. Fakat bölücü imamların etrafında birleşmekle İslâm dinini yıkmaktan başka hiçbir şey yapmamış olursunuz.

Allah-u Teâlâ’nın bu apaçık fermanlarını görmüyor musunuz? Görmek mi istemiyorsunuz.

Hadi kulaklarınız mühürlendi, gözleriniz de mi mühürlendi?

Ben Hazret-i Allah’ı ve Resulullah Aleyhisselâm’ı seçtim onlara iman ettim. İmansız imamlara iman edenlerden değilim.

Hazret-i Allah’ın Kur’an-ı kerim’ini, Resulullah Aleyhisselâm’ın Sünnet-i seniyye’sini seçtim ve rehber edindim. İmansız imamların kitabını değil.

Hazret-i Allah’ın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın dinini seçtim ve iman ettim. Din kuruculardan değilim.

Hazret-i Allah’ın ve Resulullah Aleyhisselâm partisini seçtim. “Ülâike hizbullah” Ancak felah buradadır. Particilerin peşinden gidenlerden değilim.


| İçindekiler | Yayınlarımız | Ana Sayfa |