Tasavvufta Velayet
Fıkıhtaki, Hadisteki, Kelâmdaki ve Tasavvuftaki velayet arasında Kur'ân'dan ve Sünnetten referans almaları bakımından yakın ilgi vardır. Tasavvuftaki velayet anlayışını incelediğimizde bu ilgiyi daha yakından tanıma fırsatını bulmuş olacağız.
Velayet; velilik, ermişlik, Hakk'ın kulunu, kulun Mevlasını dost edinmesi, Allah (c.c) ile kulu arasındaki karşılıklı sevgi ve dostluk, Allah'ın kulu, kulun da Allah'ın velisi olma hâlidir. Bu bağlamda velayeti dört kısma ayırabiliriz: a. Velayeti uzma; son peygamberin velayeti, c.Velayeti kübra; öbür peygamberlerin velayetidir, c. Velayeti vusta; evliyanın velayetidir, d. Velayeti suğra; tüm müminlerin velayetidir.[97]
Velayetin iki şıkkı vardır. Bunlardan biri asıl diğeri ise şarttır. Asıl, iman ve takvadır. Şartı ise; sevgi, buğuz, dostluk, düşmanlık, Resulullah'ın bütün getirdiklerine iman, ibadet, ahlâk, edep ve inanç esaslarından bildirdiklerinin hepsine uymak konusunda tam bir uygunluktur. Çünkü, kulun Allah'ı sevmesi şu âyette belirtildiği gibi ancak Resulüne uyma şartı ile tamam olur. "De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayan ve esirgeyendir."[98]
Velayet konusunda zaman zaman ölçüler kaçırılmakta, velinin bir öğretmen olduğu unutulmaktadır. Bu açıdan, kişilerin tasavvuf yoluna girmeden evvel İslâmî ilimlerde olgunlaşmaları gerekir. Konunun önemine binaen Cüneydî Bağdadî (ö. 297): Kim Kur'ân'ı ezberleyip Hadisi yazmazsa bizce, tasavvuf konusunda ona itibar edilmez. Bizim bu bilgilerimiz Kitap ve Sünnetle kayıtlıdır."[99] Binaenaleyh, tasavvufî velayet konusunda ölçüyü kaçırmamak için şu önemli tespitleri hatırda tutmak zorundayız:
1. "Mürşid", velayet sahibi olmak itibarı ile, makamı ne olursa olsun peygamberin mertebesine asla ulaşamaz. Çünkü, Cüneyd'in (k.s) çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi; "Velinin sahip olabileceği yakînin en yüce mertebesi nebilerin mertebelerinin başlangıcıdır."
2. Velayetle nübüvvet makamları arasında sıddıkiyet denen bir makam vardır. Sıddık'lık şöyle tanımlanmıştır: Veliliğin bütün derecelerinden yüce, nübüvvet derecesinden aşağı olan bir mertebedir. Bu mertebeyi elde etmek için peygamberin tebligatını ilim, fiil ve söz yoluyla tasdik etmiş ve peygamberle olan sıkı münasebetinin kazandırdığı imkandan da yararlanarak onun batını dünyasına aşina olmak gerekiyor. Bunun elde eden bir benlik sıddik olur.[100]
3. Mürşid'in aracılık vasfı geçicidir. Öteki sistemlerin, özellikle Hristiyanlığın aksine tasavvufta mürşidin aracılığı geçici bir süre içindir. Bunun bir neticesi olarak müridin atılması söz konusu olmaz. Söylenmek istenen şu; müridin feyzini kesip artık terakkisine yardımcı olmama imkanı varsa da verilen geri alınmaz. Kısacası mürşid bir ışık yakar ve çekilir. Yolu yürüyecek olan müriddir.[101]
Allah'a muhabbet ve velayet iddiasında bulunup da Allah'ın emir ve yasaklarına uymayan kişinin velilik iddiası boşunadır. O, Allah Teala'nın velilerinden değildir.[102] Velayet makamındaki kişi nitelikli olmalıdır. Velî'de bulunması gereken nitelikleri şu şekilde ifade edilebilir:
1. Velî şeriatın zahiri hükümlerine ve şer'i ölçülere saygılıdır. Bunları titizlikle uygular.[103] Bir takım ruhî-manevî makamlara sahip olduğunu öne süren bir zatı dinlemek için önce onun şeriatle ilgisine bakmalıyız. Aksini kabul etmek İslâmî esasların ortadan kalkmasına kadar gider.[104] Ebu Yezid bir gün veli olduğu söylenen birinin mescidden çıkmasını beklerken, o zatın, çıkış kapısının önünde tükürdüğünü görmüş ve hemen oradan ayrılmıştı. Yanındakilere; şeriat adabına riâyet etmeyen bir kimsenin Hakk'ın sırlarını anlamayacağını söylemiştir.[105]
2. Velî, günah üzerine ısrar etmekten korunmuştur. Hak Teâla onları günaha düşmekten değilse bile, düştükleri günahta ısrar etmekten korur. Velî, hasbelbeşer günah işler ama tevbe eder ve günahta ısrar etmez. Hata etmemek ve yanılmamak, velinin şartlarından değildir.[106]
3. Bir silsile ile Hz. Peygamber'e bağlı olmak. Batınî feyz verme iddiasındaki her fert bu feyzi, bir silsile ile Hz. Peygamber'den aldığını ispatlamak zorundadır. Tasavvufî gelenek hüdâi nabit cinsinden bir mürşid anlayışına karşıdır.
4. Mürşid, sülukunu tamamlayarak halk arasına girmiş olmalıdır. Sülukunu tamamlamamış, "temkin" hâline ulaşmamış sâlikler sürekli değişmektedirler. Hâlleri asla birbirini tutmaz. Bunlar bir nevi geçici meczupluk hâli içindedirler. Meczuptan mürşid olmaz.
5. Mürşid nefsi emmaresini tamamen dizginlemiş, saf dışı bırakmıştır. "Ölmeden evvel ölünüz" nüktesi buna işarettir. Bunun için, mürşidde acelecilik, şehvet, öfke, sabırsızlık ve kavgacılık yoktur.
6. Mürşid itmi'nana ermiş olmalıdır. Kur'ân-ı Kerim bu hâli "Allah'tan razı olmak ve Allah'ın razı olması" şeklinde tanımlıyor: "Ey itmi'nana ermiş ruh: Dön Rabb'ine, sen O'ndan O senden razı olarak."[107]
7. Mürşid, muhsin olmalıdır. Allah Resulünün İhsan Hadisi'nde belirttiği gibi murakabeyi makam hâline getirmek sureti ile, her an "Rabbanî gözetim" altında olduğunu bilmelidir.
8. Mürşid, fakih olmalıdır. İrşad edilen insanların her türlü itikâdi, sosyal ve ahlâkî problemleri ancak fakih bir önderin gayreti ile çözülür.
9. Mürşid, insanları Allah yoluna hikmetle çağıran, "hakim" olmalıdır. "Rabb'inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabb'in, yolundan sapanı bilendir"[108] âyeti onların bu özelliğine işaret etmektedir.
10. Mürşid, insanlardan alan değil, onlara sürekli olarak veren bir kişi olmalıdır. İnsanları menfaat elde etmek için başına toplamaz. Kur'ân-ı Kerim bu inceliğe şu âyette temas etmektedir: "Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun. Onlar hidâyete ermiş kimselerdir."[109] Seriyyi Sakatı (v.257) yeğeni ve müridi Cüneydi Bağdadî'ye (k.s): "Sana cennete giden çok kısa bir yol göstereceğim; insanlardan bir şey isteme onlara yarayacak şeyleri elinde tutma" demiştir.[110]
Kısaca niteliklerini tanıtmaya çalıştığımız velî ile ilgili anahtar terimlerden birisi de keramettir. Kelime anlamı olarak; insandan meydana gelen güzel fiilleri ifade eder. Keramet, insandan zuhur eden fiillerin daha çok büyükleri için kullanılır. Aynı zamanda "el-Kerim" Allah Teala'nın isimlerinden biridir. Bu övülen fiillerle de ancak Allah'ın rızası kastedilir.[111] Terim anlamı ise; mümin ve salih bir kimseden meydana gelen olağanüstü hâllerdir. Fakat bu olağanüstü hâller, nübüvvet iddiasında bulunmaksızın velinin elinde meydana gelir.[112] Kerameti inkâr edenler, onun mucizeyle karıştırılmasından korktukları için onu kabul etmemişlerdir. Oysa; nebi ile velî arasında açık farklar olduğu gibi, mucize ile keramet arasında da açık farklar vardır.[113] Keramet hak olmakla beraber ilmin sebeplerinden değildir ve başkalarına delil olmaz. Keramet gösterisinde bulunmak "hayz-ı rical" olarak değerlendirilmiştir. Velayet mertebesine ermiş kimselerin örnek hayatı, sözleri, eserleri bir tarafa bırakılıp, kevnî kerametlere itibar etmek irşad için faydalı olmaz.[114]
Sözün özü; Kitap ve Sünnetin emirlerinden Allah'ın veli kullan dahil hiçbir kimsenin dışarı çıkması söz konusu değildir. Kim ki Allah'ın velilerinden birinin zahiren ve batınen Muhammed'in (s.a.v) yolundan başka bir yola uyacağını zanneder ve başka bir yola tabi olursa küfürdedir. Çünkü kul; imanı ve takvası oranında Allah'ın velisi olur. Kimin imanı kamil olursa velayeti de Allah için kamil olur.
Bu bakımdan insanlar, Allah'ın velisi olması noktasında derece derecedirler.[115] Kamil imanın sahibi olan Peygamber Efendimiz, Allah'ın velilerinin de önderidir. Allah'ın hidâyetini uygulamada ve şer'î tekliflerle amel etmede insanlığın önderidir. Bu açıdan velî, "türbe ve hırka sahibi olan" demek değildir. Ayrıca o ne keramet iddiasında ne de gelecekle ilgili müjde veya sıkıntılı haberler veren birisi de değildir. Allah'ın velî kulları; "...
Öyle kimselerdir ki; yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa 'selâm'derler."[116] Allah'ın velî kulları, Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad edenlerdir. Onlar, müminleri ve İslâm'ı materyalizmin sapık uzantılarından, şirkten ve düşmanların şerrinden korurlar. Çünkü olar; İman ve takva ehli kişilerdir.[117]
KAYNAK:http://kalpteniman.tr.gg/Tasavvufta-velayet.htm
Fıkıhtaki, Hadisteki, Kelâmdaki ve Tasavvuftaki velayet arasında Kur'ân'dan ve Sünnetten referans almaları bakımından yakın ilgi vardır. Tasavvuftaki velayet anlayışını incelediğimizde bu ilgiyi daha yakından tanıma fırsatını bulmuş olacağız.
Velayet; velilik, ermişlik, Hakk'ın kulunu, kulun Mevlasını dost edinmesi, Allah (c.c) ile kulu arasındaki karşılıklı sevgi ve dostluk, Allah'ın kulu, kulun da Allah'ın velisi olma hâlidir. Bu bağlamda velayeti dört kısma ayırabiliriz: a. Velayeti uzma; son peygamberin velayeti, c.Velayeti kübra; öbür peygamberlerin velayetidir, c. Velayeti vusta; evliyanın velayetidir, d. Velayeti suğra; tüm müminlerin velayetidir.[97]
Velayetin iki şıkkı vardır. Bunlardan biri asıl diğeri ise şarttır. Asıl, iman ve takvadır. Şartı ise; sevgi, buğuz, dostluk, düşmanlık, Resulullah'ın bütün getirdiklerine iman, ibadet, ahlâk, edep ve inanç esaslarından bildirdiklerinin hepsine uymak konusunda tam bir uygunluktur. Çünkü, kulun Allah'ı sevmesi şu âyette belirtildiği gibi ancak Resulüne uyma şartı ile tamam olur. "De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayan ve esirgeyendir."[98]
Velayet konusunda zaman zaman ölçüler kaçırılmakta, velinin bir öğretmen olduğu unutulmaktadır. Bu açıdan, kişilerin tasavvuf yoluna girmeden evvel İslâmî ilimlerde olgunlaşmaları gerekir. Konunun önemine binaen Cüneydî Bağdadî (ö. 297): Kim Kur'ân'ı ezberleyip Hadisi yazmazsa bizce, tasavvuf konusunda ona itibar edilmez. Bizim bu bilgilerimiz Kitap ve Sünnetle kayıtlıdır."[99] Binaenaleyh, tasavvufî velayet konusunda ölçüyü kaçırmamak için şu önemli tespitleri hatırda tutmak zorundayız:
1. "Mürşid", velayet sahibi olmak itibarı ile, makamı ne olursa olsun peygamberin mertebesine asla ulaşamaz. Çünkü, Cüneyd'in (k.s) çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi; "Velinin sahip olabileceği yakînin en yüce mertebesi nebilerin mertebelerinin başlangıcıdır."
2. Velayetle nübüvvet makamları arasında sıddıkiyet denen bir makam vardır. Sıddık'lık şöyle tanımlanmıştır: Veliliğin bütün derecelerinden yüce, nübüvvet derecesinden aşağı olan bir mertebedir. Bu mertebeyi elde etmek için peygamberin tebligatını ilim, fiil ve söz yoluyla tasdik etmiş ve peygamberle olan sıkı münasebetinin kazandırdığı imkandan da yararlanarak onun batını dünyasına aşina olmak gerekiyor. Bunun elde eden bir benlik sıddik olur.[100]
3. Mürşid'in aracılık vasfı geçicidir. Öteki sistemlerin, özellikle Hristiyanlığın aksine tasavvufta mürşidin aracılığı geçici bir süre içindir. Bunun bir neticesi olarak müridin atılması söz konusu olmaz. Söylenmek istenen şu; müridin feyzini kesip artık terakkisine yardımcı olmama imkanı varsa da verilen geri alınmaz. Kısacası mürşid bir ışık yakar ve çekilir. Yolu yürüyecek olan müriddir.[101]
Allah'a muhabbet ve velayet iddiasında bulunup da Allah'ın emir ve yasaklarına uymayan kişinin velilik iddiası boşunadır. O, Allah Teala'nın velilerinden değildir.[102] Velayet makamındaki kişi nitelikli olmalıdır. Velî'de bulunması gereken nitelikleri şu şekilde ifade edilebilir:
1. Velî şeriatın zahiri hükümlerine ve şer'i ölçülere saygılıdır. Bunları titizlikle uygular.[103] Bir takım ruhî-manevî makamlara sahip olduğunu öne süren bir zatı dinlemek için önce onun şeriatle ilgisine bakmalıyız. Aksini kabul etmek İslâmî esasların ortadan kalkmasına kadar gider.[104] Ebu Yezid bir gün veli olduğu söylenen birinin mescidden çıkmasını beklerken, o zatın, çıkış kapısının önünde tükürdüğünü görmüş ve hemen oradan ayrılmıştı. Yanındakilere; şeriat adabına riâyet etmeyen bir kimsenin Hakk'ın sırlarını anlamayacağını söylemiştir.[105]
2. Velî, günah üzerine ısrar etmekten korunmuştur. Hak Teâla onları günaha düşmekten değilse bile, düştükleri günahta ısrar etmekten korur. Velî, hasbelbeşer günah işler ama tevbe eder ve günahta ısrar etmez. Hata etmemek ve yanılmamak, velinin şartlarından değildir.[106]
3. Bir silsile ile Hz. Peygamber'e bağlı olmak. Batınî feyz verme iddiasındaki her fert bu feyzi, bir silsile ile Hz. Peygamber'den aldığını ispatlamak zorundadır. Tasavvufî gelenek hüdâi nabit cinsinden bir mürşid anlayışına karşıdır.
4. Mürşid, sülukunu tamamlayarak halk arasına girmiş olmalıdır. Sülukunu tamamlamamış, "temkin" hâline ulaşmamış sâlikler sürekli değişmektedirler. Hâlleri asla birbirini tutmaz. Bunlar bir nevi geçici meczupluk hâli içindedirler. Meczuptan mürşid olmaz.
5. Mürşid nefsi emmaresini tamamen dizginlemiş, saf dışı bırakmıştır. "Ölmeden evvel ölünüz" nüktesi buna işarettir. Bunun için, mürşidde acelecilik, şehvet, öfke, sabırsızlık ve kavgacılık yoktur.
6. Mürşid itmi'nana ermiş olmalıdır. Kur'ân-ı Kerim bu hâli "Allah'tan razı olmak ve Allah'ın razı olması" şeklinde tanımlıyor: "Ey itmi'nana ermiş ruh: Dön Rabb'ine, sen O'ndan O senden razı olarak."[107]
7. Mürşid, muhsin olmalıdır. Allah Resulünün İhsan Hadisi'nde belirttiği gibi murakabeyi makam hâline getirmek sureti ile, her an "Rabbanî gözetim" altında olduğunu bilmelidir.
8. Mürşid, fakih olmalıdır. İrşad edilen insanların her türlü itikâdi, sosyal ve ahlâkî problemleri ancak fakih bir önderin gayreti ile çözülür.
9. Mürşid, insanları Allah yoluna hikmetle çağıran, "hakim" olmalıdır. "Rabb'inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabb'in, yolundan sapanı bilendir"[108] âyeti onların bu özelliğine işaret etmektedir.
10. Mürşid, insanlardan alan değil, onlara sürekli olarak veren bir kişi olmalıdır. İnsanları menfaat elde etmek için başına toplamaz. Kur'ân-ı Kerim bu inceliğe şu âyette temas etmektedir: "Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun. Onlar hidâyete ermiş kimselerdir."[109] Seriyyi Sakatı (v.257) yeğeni ve müridi Cüneydi Bağdadî'ye (k.s): "Sana cennete giden çok kısa bir yol göstereceğim; insanlardan bir şey isteme onlara yarayacak şeyleri elinde tutma" demiştir.[110]
Kısaca niteliklerini tanıtmaya çalıştığımız velî ile ilgili anahtar terimlerden birisi de keramettir. Kelime anlamı olarak; insandan meydana gelen güzel fiilleri ifade eder. Keramet, insandan zuhur eden fiillerin daha çok büyükleri için kullanılır. Aynı zamanda "el-Kerim" Allah Teala'nın isimlerinden biridir. Bu övülen fiillerle de ancak Allah'ın rızası kastedilir.[111] Terim anlamı ise; mümin ve salih bir kimseden meydana gelen olağanüstü hâllerdir. Fakat bu olağanüstü hâller, nübüvvet iddiasında bulunmaksızın velinin elinde meydana gelir.[112] Kerameti inkâr edenler, onun mucizeyle karıştırılmasından korktukları için onu kabul etmemişlerdir. Oysa; nebi ile velî arasında açık farklar olduğu gibi, mucize ile keramet arasında da açık farklar vardır.[113] Keramet hak olmakla beraber ilmin sebeplerinden değildir ve başkalarına delil olmaz. Keramet gösterisinde bulunmak "hayz-ı rical" olarak değerlendirilmiştir. Velayet mertebesine ermiş kimselerin örnek hayatı, sözleri, eserleri bir tarafa bırakılıp, kevnî kerametlere itibar etmek irşad için faydalı olmaz.[114]
Sözün özü; Kitap ve Sünnetin emirlerinden Allah'ın veli kullan dahil hiçbir kimsenin dışarı çıkması söz konusu değildir. Kim ki Allah'ın velilerinden birinin zahiren ve batınen Muhammed'in (s.a.v) yolundan başka bir yola uyacağını zanneder ve başka bir yola tabi olursa küfürdedir. Çünkü kul; imanı ve takvası oranında Allah'ın velisi olur. Kimin imanı kamil olursa velayeti de Allah için kamil olur.
Bu bakımdan insanlar, Allah'ın velisi olması noktasında derece derecedirler.[115] Kamil imanın sahibi olan Peygamber Efendimiz, Allah'ın velilerinin de önderidir. Allah'ın hidâyetini uygulamada ve şer'î tekliflerle amel etmede insanlığın önderidir. Bu açıdan velî, "türbe ve hırka sahibi olan" demek değildir. Ayrıca o ne keramet iddiasında ne de gelecekle ilgili müjde veya sıkıntılı haberler veren birisi de değildir. Allah'ın velî kulları; "...
Öyle kimselerdir ki; yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa 'selâm'derler."[116] Allah'ın velî kulları, Allah yolunda canlarıyla ve mallarıyla cihad edenlerdir. Onlar, müminleri ve İslâm'ı materyalizmin sapık uzantılarından, şirkten ve düşmanların şerrinden korurlar. Çünkü olar; İman ve takva ehli kişilerdir.[117]
KAYNAK:http://kalpteniman.tr.gg/Tasavvufta-velayet.htm